• Sonuç bulunamadı

Latium: Orta İtalya’da merkezi Roma olan ve günümüzde Lazio olarak adlandırılan bölgenin adıdır. Tiber ve Aniene nehirleri arasında yaklaşık 17000 kilometre karelik bir toprağı kapsayan Latium bölgesi bereketli ova toprağı ve İtalya’daki Latin kavimlerin ana yurdu olarak bilinmektedir.

Latin: Roma şehrindeki varlıkları M.Ö. 8. yüzyıla kadar uzanan ve Hint-Ari dil grubuna ait Latince konuşan kavmin adı.

Etrüsk: İtalya’da kimliklerini M.Ö. 6. yüzyıla kadar korumuş olan, bölgeye dışarıdan geldiği düşünülen ve Hint-Ari dil grubuna dâhil olmayan bir lisana sahip kavmin adıdır.

tek gruptu ve askerlik yapmakla da yükümlüydüler. Senato ve Comitia Curiata’yı da bunlar oluşturuyordu (Yıldırım, 2002, 222). Küçük arazi sahipleri, zanaatçılar, tüccarlar ve çobanlar gibi kitlelerin oluşturduğu sınıf ise plepler olarak adlandırılı-yordu. Bu sınıfın siyasal bir hakkı yoktu ve askerlik yükümlülüğüne de tabi değildi.

Bununla birlikte hukuken özgür kabul ediliyorlar ve yargılanabiliyorlardı. Patrici-lerle evlenmeleri yasaktı. Cliens olarak bilinen yanaşmalar patricilerin himayesinde bulunan kimselerdi. Genellikle patricilerin arazilerinde kiracıları veya patriciler için çalışan zanaatkârlardı. Siyasi bir hakları yoktu. Bütün bunların dışındaki kölelere ise bir mal gibi bakılırdı ve onların hiçbir hak ve özgürlüğü bulunmuyordu (İplikçipğlu, 2007, 69).

Populus Romanus yani Roma halkının toplumsal örgütlenmesinde en küçük bi-rim aileydi. Mutlak bir baba otoritesine dayalı ataerkil tipte olan Roma ailesinde aile fertleri önce itaat sonra da emretmek için terbiye edilirlerdi (Demircioğlu, 1998, 49). Aynı soydan gelen aileler gens adı verilen bir akraba birliğini kuruyorlardı. Or-tak kült, orOr-tak mülkiyet ve orOr-tak hukuka sahip olan gensler birleşerek daha büyük bir birlik olan curiayı oluşturuyordu. Bölgesel ve siyasal bir yapılanma olan curia-ların kendilerine mahsus kültleri, mülkleri ve toplanma yerleri vardı. Halk mecli-sinin oluşumu ve oylama curiaya göre yapılırdı (Yıldırım, 2002, 222). Roma patrici sınıfının en büyük sosyal ve toplumsal birliği tribus idi. Krallık döneminde Populus Romanus’u üç tribus (Ramnes, Tities ve Luceres) meydana getiriyordu. Her tribu-sun bir siyasi lideri ve bir rahibi vardı. Her tiribus 10 curia’dan, her curia 10 gensten, her gens 10 büyük aileden oluşuyordu (Yıldırım, 2002, 222). Krallık döneminin sonuna doğru Tribuslar bir kabile birliği olma özelliğinden çıkarak belli yerlerde oturan arazi sahiplerinin bulundukları yerel ve idari bölgeler haline geldiler.

Krallık döneminde siyasi - idari yapının en önemli kurum ve unsurları şöyley-di: Roma’nın başında senato’nun atadığı ve “tanrıların rızasını” kazanmış olduğu-na iolduğu-nanılan bir kral bulunmaktaydı. En yüksek hâkim, en büyük rahip ve ordu-nun en yüksek komutanı mevkiinde bulunan kral, siyasi, askeri, hukuki ve dini yetkileri şahsında toplayarak iktidarını mutlak ve en büyük kılmıştı. Bu erişilmez iktidarın temelini buyurmak, emretmek yetkisi anlamındaki imperium ve atama ile azletme yetkisine sahip manasındaki auspicium oluşturmaktaydı. Rahipler ve Senato kralın danışma organlarıydı. Senato’nun üyeleri, büyük arazi sahibi ailele-rin reisleailele-rinden oluşuyordu ve sayısı yüz kadardı. Patricilerden oluşan halk mec-lisi Comitia curiata askeri bir nitelik taşıyordu. Savaş ve barışa karar veren bu mecliste oylama kişiye göre değil curialara göre yapılıyordu.

Krallık döneminde Roma’daki senato, kral ve Comitia curiata ilkel topluluklar-daki örgütlenme ve kurumlardan çokta farklı değildi. Devlet idaresi yazılı yasa-lara göre değil gelenek ve göreneklere göre yürütülüyordu. Roma’nın gelişmesine paralel olarak gerçekleşen reform ve yeniliklerle bu kurumlar gittikçe olgunlaşıp çağımızı etkileyen gelişmiş Roma devlet anlayışına dönüşecektir (Demircioğlu, 1998, 53-55).

Krallık Döneminde Roma halkının toplumsal sınıfları ve toplumsal örgütlenmesi nasıl gerçekleştirilmiştir?

Cumhuriyet Dönemi (M.Ö. 509 - M.Ö. 27)

Krallığın sona erdiği M.Ö. 509’da Romalı aristokratlar yönetimi ele geçirerek “cum-huriyet” yönetimini kurdular. Bu yönetimde devlet yöneticisine ait imtiyazların va-tandaşların hepsi tarafından ortaklaşa benimsenmesi ve kabul edilmesi esas alını-1

Curiata: Başlangıçta soya dayalı daha sonra servet ve nihayet yaşanan mekana göre oluşturulan halk meclisinin adıdır. Bu meclise sadece patriciler katılabilirdi.

Başlangıçta savaşın yapılması ve barışın sağlanması kararını veren bu halk meclisi daha sonra kralın seçimi ve yasaların onaylanmasında da görev almıştır.

yordu. Teorideki bu esas, uygulamada farklı bir görünüm arz ediyordu. Zira Roma’da vatandaşlık hukuku sadece patricilerin elindeydi. Halkın büyük çoğunluğunu oluş-turan Plebler’e cumhuriyet yönetiminde yer verilmiyordu. Bu haliyle Roma’daki re-jim aristokrat bir cumhuriyetti. Yeni sistemde eski kralın yetkileri aristokratların eline geçti ve aristokratlardan oluşan senato önem kazandı. Roma tarihinin en uzun süren bu döneminde Plebler çetin mücadeleler sonrasında kendilerine yavaş yavaş Cumhuriyet rejiminin işleyişinde yer edindiler (Yıldırım, 2002, 224).

Cumhuriyet döneminin ilk iki yüzyılı patriciler ve plebler arasındaki yoğun mücadeleyle geçti. Plebler, patricilerden, siyasi bakımdan eşitlik, seçme seçilme, meclislere katılma, devlet memuru olabilme, patricilerle evlenebilme haklarını istiyorlardı. Bunların dışında hukuki, dini ve ekonomik alanlarda patricilerle eşit haklar talebinde bulunuyorlardı. Başlangıçta barışçıl biçimde hak arayışın-da bulunan Plebler sonuç alamayınca aktif biçimde direnişe geçtiler. Bu direniş karşısında çaresiz kalan Patriciler, Pleblerin bir kısım taleplerini kabul etmek zorunda kaldılar. Pleblerin yönetime katılmalarını temin etmek için Consilia Plebis veya Comitia Tributa adıyla bir halk meclisi kuruldu. Pleblere de memur olma hakkı tanındı. Böylece Patrici memurlarla Pleb memurlar birlikte görev yapmaya başladılar. M. Ö. 450 yılında kanunları yazıyla belirlemek için bir ko-misyon kuruldu. Bu koko-misyonun üyesi olan hukukçulara Decemvir adı verildi.

Uzun çalışmalar sonucunda yazıldıkları levhalar dolayısıyla On iki Levha Ka-nunları adıyla bilinen kanunlar hazırlandı. Bu kanunlarda aile hukuku, dava hakkı, borç ve ceza kanunu gibi hükümler vardı. Böylece kanunlar karşısında Plebler de dâhil olmak üzere tüm Roma vatandaşlarına haklı muamele görüp görmediklerini kontrol edebilme imkânları sağlandı ve Patrici memurların key-fi hareketlerinin önüne geçildi. Fakat Patriciler ve Plebler arasındaki eşitliğin sağlanması için yine de birçok hukuki adımların atılması gerekti. M.Ö. 4. yüz-yılın ortalarına kadar süren hukuksal düzenlemelerle Pleb meclislerinde kabul edilen kanunların herkese uygulanması, Pleblerin Patricilerle evlenebilmeleri gibi haklar kabul edilerek her iki sınıf arasındaki ayırımcılık silinmeye çalışıldı (Yıldırım, 2002, 227-229).

Cumhuriyet döneminde Roma’nın egemenliğini İtalya yarımadasının tümü-ne yaydığını görüyoruz. M. Ö. 5. yüzyıl boyunca Latin Birliği içerisinde yer alan Roma, çeşitli ittifakları kendi lehine kullanarak topraklarını genişletti. Gal ve Kelt kabilelerinin saldırılarını da durdurmayı başardı. M. Ö. 4. yüzyılda iç sorunlar ne-deniyle güçten düşen Latium bölgesindeki kentler üzerinde otoritesini tesis eden Roma, M.Ö. 358’de eşitliğe dayalı bir ittifakla Latin birliği’ni yeniden düzenledi.

Kabilerler arasındaki çatışmalardan faydalanarak M.Ö. 338’de birliğe son verdi ve Latium bölgesindeki şehirleri doğrudan kendisine bağladı. Otoritesini Yunan kolonilerinin bulunduğu Campania bölgesine de yayan Roma, bu bölge üzerinde egemenlik kurmaya çaba gösteren Samnitlerin üzerinde de bir dizi savaştan sonra (M.Ö. 343-290) üstünlük sağlamayı başardı. M.Ö. 265’de Etruria bölgesi fethedil-di. Bu dönemde Campania üzerinden güneye doğru sürdürülen yayılma faaliye-tiyle Luania ve Apulia halkları da Roma’ya bağlandı. Roma mağlup ettiği halkları foedus denen antlaşmalarla müttefik statüsüyle kendine bağlarken municipium ve kolonilerden oluşan bir ağla yarımadayı Romalılaştırmayı başardı (İplikçioğlu, 2007, 77-79).

Roma’nın tüm İtalya’da egemenliğini kurması onun Akdeniz’de bir güç haline gelmesi anlamını taşıyordu. Bu durum Roma’yı o dönemde Akdeniz’in en önemli devletlerinden Kartaca ile karşı karşıya getirdi. Güçlü kara ordusuyla toprak

ka-Kelt: M.Ö. Avrupa’da varlıkları bilinen ve daha çok Britanya adalarında, İspanya, Fransa’da yerleşen ve kendilerine ait dilleri olan kavmin adıdır.

Günümüzde Fransa’daki ve merkezi Napoli şehri olan bölgenin adıdır.

Etruria: Roma şehri’nin kuzeybatısında yer alan ve Toscana olarak da bilinen merkezi Floransa olan bölgenin adıdır.

Apulia: İtalya’nın güneyinde yer alan ve merkezi Bari şehri olan bölgenin adıdır.

Municipium: Roma şehrinin otoritesini tanıyan ancak yarı otonom özelliğini koruyan şehirlerdir.

Kartaca: Merkezi Tunus’un Akdeniz sahillerindeki Kartaca şehri olan Kartaca devleti, Batı Afrika’nın Akdeniz sahillerindeki kıyı şeridinde, İspanya’da ve Batı Akdeniz adalarında M.Ö. 814 - 146 yılları arasında hâkimiyet kurmuştur.

zanımına dayalı yayılmacı bir siyaset izleyen Roma’nın, deniz kuvveti daha güçlü olan ve ticaret emperyalizmini siyasetinin merkezinde tutan Kartaca’nın çatışması kaçınılmazdı. Nihayetinde Kartaca ile Roma arasında tarihte Kartacalı anlamına gelen Pön veya Kartaca savaşları olarak bilinen savaşlar başladı. Kartaca ile savaş-lar iki aşamada gerçekleşti. M.Ö. 264-241 yılsavaş-ları arasında cereyan eden I. Kartaca savaşları sırasında Roma, kurduğu güçlü donanma sayesinde rakibine karşı üs-tünlük sağlamayı başardı (Demircioğlu, 1998, 209-226). Bu üsüs-tünlük ona Sicilya’yı kazandırdı. İlk savaşı takip eden barış döneminde yayılma siyasetini bırakmayan Roma, Sardinya ve Korsika üzerinde egemenlik kurdu (M.Ö. 238). Bu durum Kartaca’yı Roma’ya karşı mücadeleyi İspanya üzerinden yürütmeye sevk etti. M.Ö.

218-201 yılları arasında yaşanan II. Kartaca savaşlarında, Roma denizde sağladığı üstünlüğü kullanarak İspanya, Sicilya ve Afrika’ya çıkartma harekâtları düzenler-ken, Kartacalı Hannibal, Galya ve Alpleri aşarak İtalya’ya girdi ve Roma’ya ağır darbeler indirdi. Buna rağmen Roma, Kartaca kuvvetlerini etkisiz hale getirmeyi başardı ve Hannibal, İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı. Kartaca, rakibi karşısında uğradığı ağır yenilgilerden sonra İspanya ve adaları Roma’ya bıraktı ve Akdeniz’de belirleyici bir güç olma özelliğini yitirdi. Roma böylece Batı Akdeniz çevresinin rakipsiz tek siyasal gücü konumuna ulaştı (Demircioğlu, 1998, 234-254).

Doğu Akdeniz dünyasında M.Ö. III. yüzyılda Helenistik krallıklar hüküm sü-rüyordu. Bu krallıkların en güçlüleri Yunanistan ve Makedonya’da hüküm süren Makedonya Krallığı, Anadolu ve Suriye’de egemen olan Selefkos (Suriye) Krallı-ğı ve Mısır’a hâkim bulunan Ptolemeos KrallıKrallı-ğı idi. İç ve dış gelişmeler Selefkos Krallığı’nın parçalanmasına yol açtı ve Anadolu’da Paflagonya, Pontus, Bergama, Bitinya ve Kommegene gibi irili ufaklı birçok yeni krallık ortaya çıktı. M.Ö. 200 yıllarında Helenistik Krallıklar arasındaki çekişmelere Roma da müdahil oldu.

Bergama ve Rodos Krallıklarının Makedonya ve Selefkos ittifakına karşı yar-dım çağrısına olumlu cevap veren Roma, Makedonyalıları mağlup ederek Doğu Akdeniz’de tutunma fırsatını buldu. M.Ö. 197 yılında günümüzde Yunanistan’ın Trikala ve Larissa şehirlerini içine alan Tesalya bölgesinde Makedonya Kralı mağ-lup edilerek Yunanistan üzerinde Roma egemenliği kuruldu. M.Ö. 190’da Ege kıyılarında merkezi Volos olan ve bölgeyle aynı adı taşıyan Magnesia savaşında Selefkoslara karşı kazanılan zafer Roma’yı Doğu Akdeniz Bölgesi’nde lider konu-muna getirdi. M.Ö. 188’de Selefkoslar imzaladıkları Apameia Antlaşması ile To-roslara kadar tüm Anadolu’yu Roma’ya bıraktı (İplikçioğlu, 2007, 81-83).

En nihayetinde M.Ö. 168’de Güney Makedonya’da Pidna Muharebesinde Roma, Makedonyalıları bir kez daha mağlup etti. Bu zaferle Roma, Doğu Akdeniz’in tek belirleyici büyük gücü haline geldi. Pidna savaşından elde edilen ganimet öylesine büyük oldu ki fetihlerle Roma’nın servetlere kavuşacağı anlaşıldı. Bundan sonra Roma, ekonomik kazançları ön plana alan yayılmacı bir siyaset izlemeye başla-dı. M.Ö. 149-146 yıllarında geçekleşen III. Kartaca Savaşlarıyla, Roma, Kartaca’yı tarihten sildi ve burada Afrika Eyaleti kuruldu. Aynı yıl Korintos’un yıkılmasıyla Makedonya Eyaleti oluşturuldu. Bu savaşlar ve yayılma Roma’ya muazzam hazi-nelerin taşınmasına imkân verdi. M.Ö. 133 yılında Bergama Krallığı miras yoluy-la Roma Cumhuriyetine bırakıldı ve bu krallığın toprakyoluy-ları üzerinde Asya Eyaleti kuruldu. Böylece, Mısır dışında, tüm Doğu Akdeniz’e egemen olan Roma bir dün-ya devleti haline geldi (Yıldırım, 2002, 233-234).

Bu zaferler sonucu Roma güçlendi ve zenginleşti. Bu zenginleşmede mal ve köle ticareti önemli bir etken olsa da asıl faktör eyaletlerden sömürü derecesinde elde edilen vergiler oldu. Senatörler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olmanın

yolları-Helenistik: Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden Yunanistan’ın Roma tarafından M.Ö. 146 senesine kadar olan 177 yıllık süreç genelde tarihçiler tarafından Helenistik dönem olarak adlandırılır.

Bununla birlikte bazı tarihçiler Hellenistik dönemi M.Ö. 330 ila M.Ö. 30 yıllarım arasındaki 3 asırlık süreç olarak gösterirler.

nı ararken, eyaletlerde vergi toplama işini üstlenmiş olan mültezimler, öncelikle kendi kazançlarını düşünerek halkı sömürüyorlardı. Kişisel hırslar ve açgözlülük, cumhuriyetin ilk yıllarındaki yurtseverlik ve fedakârlığın yerine geçmişti. Bütün bunlar halk arasında büyük tepkilere neden oluyordu. Halkın ezilmesi karşısında, M.Ö. II. yüzyılın sonlarına doğru Tiberius ve Gaius Gracchus adlarında iki kardeş mücadele etmeye başladılar. M.Ö. 133’te soyluların el koyduğu devlet arazilerini yoksul halka dağıtarak bir Roma çiftçi sınıfının oluşmasını sağlamaya yönelik bir yasa tasarısı hazırladılar. Fakat bu iki kardeşin halkın çıkarlarını savunma gayret-leri, onların acımasızca öldürülmesiyle son buldu. Fakat onların çabalarıyla Ro-malılar arasında haksızlıkların ortadan kalkması için siyasal bir reform gerektiği inancı yerleşti (Freeman, 2003,391-393).

Bu sıralarda Roma askeri sisteminde köklü bir değişiklik oldu ve ücretli as-kerler, yurttaş askerlerin yerini almaya başladı. Yurttaş askerler tümüyle ülkele-rine bağlı oldukları halde, yeni profesyonel askerler, komutanları her kim ise ona bağlanıyordu. Bu durumun etkileri Roma’nın siyasal yaşamında kendini büyük ölçüde gösterdi. Artık bundan sonra başarılı generaller komuta ettikleri askeri birliklerin desteğiyle üstün bir güç ve otorite sahibi olmaya başladı. Yüksek me-murlukların üstlenilmesinde artık Halk Meclisleri değil, kişilerin ellerinde bulun-durdukları askeri güç ve yetenekleri ölçü oluyordu. Gaius Marius’un askerlerin desteğiyle yükselmesi bu durumun en somut örneğidir. Doğuştan “Pleb” olan Ma-rius, kendine sadık ordusunun desteğiyle konsül oldu. İlk kez M.Ö. 105’te Kuzey Afrika’da Numidya’nın kralı olan Iugurtha’yı yenerek ünlenen Marius, daha sonra İtalya’nın kuzeyini tehdit eden Germen kabilelerini de üst üste iki kez yenmeyi başarmıştı (Freeman, 2003, 395-399). Bundan sonra Patricilerin generali Sulla ile güçlerini birleştirerek Roma ile savaşan komşu halkları yenilgiye uğrattı. Sulla, Yunanistan’ı ve doğuyu tehdit eden Mitridatis’le savaşmak için Roma’dan ayrıl-dı. Karadeniz’in doğusunda bir krallık olan Pontos tahtına geçen VI. Mitridatis kanlı bir egemenlik kurarak dünyaya korku salmıştı. Üç ayrı zamanda Roma’ya savaş açan Mitridatis, sonunda Romalı General Pompeius’a yenildi. Sula, doğuda Mitridatis’le savaşırken, Marius Roma’da yönetime el koydu. Sula, seferden dön-düğünde Marius ölmüştür (Freeman, 2003, 399-401).

Sulla’dan sonra Roma’da yasadışı olaylar ve siyasetçilerin entrikaları hız kazan-dı. M.Ö. 73’te Spartaküs adında bir gladyatör kölelerden oluşturduğu ordusuyla Roma’ya baş kaldırdı. Çok sayıda Roma lejyonunu yenilgiye uğrattıktan sonra M.Ö. 71’de yenildi ve öldürüldü (Yıldırım, 2002, 235). MÖ I. yüzyılın ortaları Juli-us Caesar ile PompeiJuli-us arasındaki rekabetle geçti. Her ikisi de yetenekli ve değerli önderlerdi. Bir süre, zengin bir soylu olan Marcus Crassus’u da aralarına alarak üç adamdan oluşan idare manasında “birinci Triumvirlik”denen üçlü yönetim de-nemesinde bulundular. Crassus, M.Ö. 53’te öldükten sonra Pompeius, Caesar’ın Galya’daki askeri başarılarını eskisinden daha fazla kıskanmaya başladı. Caesar’ın geri çağırılması için hükümeti etkiledi. Caesar, bu buyruğa uyarak geri dönecek olursa, ordusunu terk etmek zorunda kalacağının bilincindeydi. Bu yüzden M.Ö.

49’da ordusunun başında yola çıktı. Kendi bölgesi olan Alp dağlarının İtalya’da ka-lan yamaçlarındaki Galya Cisalpina ile geri kaka-lan İtalya toprakları arasında sınır oluşturan Rubicon Irmağı’nı geçtikten sonra, dönüşü olmayan bir noktaya geldi.

Roma’da güçlü bir destek sağlayamayacağını anlayan Pompeius Yunanistan’a kaçtı (Freeman, 2003, 402-406). Gücünü kanıtlamak için savaşmayı sürdüren Caesar, M.Ö. 45’te Roma’ya döndü ve ömür boyu başkanlığa seçildi. Ne var ki, bazı se-natörler Roma’nın özgürlüğü açısından Caesar’ın planlarını sakıncalı buluyordu.

Numidya: Günümüzdeki Cezayir topraklarında M.Ö.

6. yüzyıldan M.Ö. 46 yılına kadar varlığını korumuş olan devletin adıdır.

VI. Mitridatis: M.Ö. 261 İran asıllı I. Mitridatis tarafından Karadeniz kıyılarında daha sonra Pontus olarak adlandırılan devlet kurulur.

Bu devlet M.Ö. 63 yılına kadar varlığını korur. Devletin son kralı Roma dünyasına karşı başarılı savaşlar çıkaran ve M.Ö. 120 - 63 yılları arasında iktidarda kalan VI.

Mitridatis’tir.

Lejyon: içinde süvari ve hafif piyade askeri bulundurmakla birlikte yoğun olarak ağır piyadelerden oluşan Roma askeri birliğine lejyon denilmektedir. Zaman içinde değişmekle birlikte bir lejyon 4200 lejyoner yani piyade asker ve 300 süvari yani atlı askerden oluşmaktaydı.

Caesar çok geçmeden, bir senato toplantısından sonra M.Ö.44 yılında hançerlene-rek öldürüldü. Bundan sonra iktidar Marcus Antonius’a geçti. Ne var ki Caesar’ın evlat edinmiş olduğu genç Octavianus Roma’ya dönünce, aralarında çatışma çıktı.

Octavianus senato tarafından konsüllüğe getirildi. Gaius Julius Caesar Octavia-nus, Caesar’ın evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir süre sonra Octavianus ve An-tonius uzlaşmaya vararak, Caesar’ın süvari komutanı Marcus Lepidus’un da katıl-masıyla “ikinci Triumvirlik”i kurdular. Caesar’a komplo kurarak öldüren Brutus ve Gaius Longinus Cassius’a karşı savaş açarak, onları M.Ö. 42’de Makedonya’da yendiler. Bundan sonra doğuya giden Antonius, orada karşılaştığı Mısır Kraliçe-si Kleopatra’ya aşık oldu ve arkasından Mısır’a gitti. Octavianus’la yeniden arası açıldı. MÖ 31’de Yunanistan’ın batı kıyılarındaki Aktium Savaşı’nda Octavianus, Antonius’un donanmasını dağıttı ve Roma’nın rakipsiz önderi olarak yönetimi ele geçirdi (Freeman, 2003, 434-437).

İmparatorluk Dönemi (M.Ö. 27 - M.S. 284)

Octavianus, M.S. 14’te ölünceye kadar tam 45 yıl Roma’yı yönetti. M.Ö. 27’de kendisine, yüce anlamında Agustus sanı verilmişti. Çok büyük bir güce sahip ol-masına karşın, Roma’nın eskiden olduğu gibi cumhuriyetle yönetildiği izlenimini yaratmaya büyük özen gösterdi. O dönemde krallar mutlak egemenliğe sahipti.

Romalılar böyle bir yönetim istemiyordu. Augustus yönetiminde Roma en parlak dönemini yaşadı. Ticaret çok büyük bir gelişme gösterdi. Roma yasaları impara-torluğun her yerinde uygulanmaktaydı. Güçlü hükümet, lejyonlarca da destekle-niyordu. İmparatorluğun egemen olduğu bölgelerdeki yerli halkların haklarına saygı gösteriliyordu. Yüzyıllardan beri sürmekte olan çekişme ve kargaşanın sona ermiş olması Augustus’un başarısıydı (Akşit, 1985, 29-64). Halk, yasaların güven-cesi altında olmanın huzuru içindeydi. Augustus ölmeden önce imparatorluğa üvey oğlu Tiberius’u seçmişti.

M.S. 14’te başa geçen Tiberius, yayılmacı bir siyasetten yana değildi. Daha yö-netimdeyken Tiberius’tan sonra başa kimin geçeceğine ilişkin tartışma ve kav-galar başlamıştı. Agustus’un kurmuş olduğu güçlü yönetim ağı bir süre ülkenin gerilemesini önledi (Akşit, 1985, 67-77). Tiberius’tan sonra Caligula yirmi beş yaşında imparator oldu. Babası Germanicus asker olduğu için çocukluğu askerler arasında geçmişti. Halk babasını sevdiği gibi, onu da benimsedi. Caligula başa geçtiği ilk yıllarda iyi bir yönetici izlenimi veriyordu. Ama sekiz ay sonra hasta-landı, belki de bu hastalığın etkisiyle, daha sonraki yıllarda dengesiz davranışlarda bulunmaya başladı. Roma’nın en tanınmış ailelerini yok etti. Cumhuriyet döne-minin törelerine karşı duyduğu tepkiyi göstermek için sevdiği atını önce rahip, sonra da konsül ilan etti. Bir gladyatör gibi dövüştü, akrabalarının çoğunu öldür-dü. Acımasızlığı dillere destan oldu. Dört yıl süren kanlı bir saltanattan sonra, koruma görevlilerinden biri tarafından öldürüldü (Akşit, 1985, 79-86).

Caligula’nın ardından, 41-54 yılları arasında hüküm süren Claudius yetkin bir yöneticiydi. Roma yurttaşlığını genişleterek, yabancı topluluklara da yurttaşlık hak-kı verdi. Özgürlüğünü kazanmış Yunanlı köleleri önemli devlet görevlerine getirdi.

Bu onların güçlenmesine yol açtı. Üçüncü karısı Valeria Massalina, entrikaları ve yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. 48’de idam edildi. Claudius’un dördüncü karısı

Bu onların güçlenmesine yol açtı. Üçüncü karısı Valeria Massalina, entrikaları ve yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. 48’de idam edildi. Claudius’un dördüncü karısı