• Sonuç bulunamadı

2.3. Sosyal Bir Olgu Olarak Arkadaşlık

2.3.3. Karşı Cins Arkadaşlığı

Karşı cins arkadaşlığı arkadaşlıkta duyguların akıldan daha baskın olduğu bir dönüm noktasıdır. Gelişim dönemlerinin, kızlarda 11’li erkeklerde ise 13’lü yaşlarda başlayıp 20’li yaşlarda yetişkinliğe evirilen ergenlik dönemindeki her kız veya erkeğin karşı cinse yönelik duygusal yakınlaşma yaşaması olağan ve beklenen bir durumdur. Duyguların kolay kolay kontrol edilemeyeceği gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda kızların ve erkeklerin karşı cins arkadaşlığını algılama biçimleri, davranış boyutuna taşındığında gözlemlenmeye başlanmaktadır. Dahası kontrolü güç duyguların, iradeye bağlı davranışlara dönüşmesi bu algının detayları hakkında fikir vermektedir.

İlk çocukluk döneminde kız-erkek ayrımı yapmaksızın başlayan arkadaşlık zamanla cinsiyetlerin farkına varıldıkça önceliklerinin hemcinsleri olması şartıyla, karşı cinsle de sürdürülür. Son çocukluk döneminin başlarında ise kız-erkek arasındaki ilişkinin öne çıkan duygusu utangaçlıktır. Bu dönemde arkadaşlık hemen hemen bütünüyle hem cinsleri üzerine kurulur. Bu dönemin sonlarına doğru ise karşı cinsle çatışmalar, sataşmalar ve kavgalar başlar. Son çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde artık farkındalığın boyutu değişmiştir. Kızların erkeklerden daha erken

ergenliğe adım atmalarıyla tek taraflı bir ilgi dönemi başlayacaktır. Kızların erkeklerle ilişkilerini utangaçlık, sevgi, yakınlaşma, kıskançlık gibi duygular belirlerken, erkeklerin kızlarla ilişkileri henüz çocukluktan süregelen çatışma, sataşma boyutundadır. Karşıt görüşte olma, çatışma ya da zıtlaşma, akranların düşüncelerini onaylayıp yetişkinlerin düşüncelerini reddetme şeklinde tezahür etse de arkadaşlık boyutunda özellikle kız ve erkeklerin birbirleriyle ilişki biçimi olarak karşımıza çıkar. Normal şartlarda duygusal etkileşimlerin henüz esamesinin okunmadığı bu dönemde kız ve erkeklerin hep birbirleriyle çatışacak bir konu bulmaları ilginçtir. Bununla birlikte hemcinslerin de karşıt görüşte olmaya dayalı bir arkadaşlık ilişkisi kurduğu da söylenebilir. Farklı alanlarda oluşan karşıt görüşler ve çatışmalar çocukluk dönemi boyunca sürgitmektedir. Devamında ise erkeklerin de ergenliğe girmesi kız – erkek ilişkilerine yön vererek davranışları tamamen duygular eksenine yerleştirir. Yine çatışma – sataşma olabilir. Hatta bu tartışmalar fiziksel temasla da sürdürülebilir. Ama arka planda artık çocuksu duygular değil heyecanlı ve henüz oturmamış duygular vardır. Elbette bu noktada kişisel özellikler de devrededir. Buna bağlı olarak kız ya da erkek karşı cinsle ilişkisini nezaket, hayranlık, paylaşım, utangaçlık, dostluk, hırçınlık, nefret, sempati, yok sayma, aşırı ciddiyet vs. üzerine kurabilir. Kişisel özelliklerinin yanında belirleyici diğer unsurlar ise çevresel faktörler ve bireyin yetiştirilme tarzıdır.

Karşı cins arkadaşlığını; normal arkadaşlık ve duygusal birliktelik olmak üzere iki farklı açıdan değerlendirmek gerekir. Her iki biçimde de karşı cins arkadaşlığa yön veren, tetikleyen ve engelleyen unsurlar söz konusudur. Karşı cins arkadaşlığının sadece duygusal birliktelik açısından değerlendirilip, ikinci seçeneğin kabul edilmemesi özellikle geleneksel toplumlarda sık görülen bir durumdur. Buna göre karşı cins ya kardeştir ya da eştir. Bunun dışında bir durum asla kabul edilmez. Buna bağlı olarak da duygusal birliktelikler genelde gizli – saklı yaşanır ama illa ki evlilikle noktalama düşüncesi ve kararıyla sürdürülür. Evlilik öncesinde uzayan ya da evlilik dışı bir karşı cins arkadaşlığı ne kadar kabul görmese de, evlilik ve aile kurmak da o derece teşvik edilir. Ahlak, edep, namus, şeref kavramları ekseninde değerlendirilen karşı cins ile ilişki biçimi geleneksel toplumu ayakta tutan temel unsurlardan biridir. Atfedilen öneme bağlı olarak da hassas bir alana dönüşmüştür.

Modern toplumlarda ise karşı cins arkadaşlığı son derece normaldir ve hatta gereklidir. Arkadaşlıkta cinsiyet ayrımına gidilmez. Bu ayrımın vurgulanması da hoş karşılanmaz. Duygusal birliktelikler “flört” adı altında meşrulaştırılmıştır. Flörtün yani karşı cinsle yaşanan duygusal birlikteliğin cinsel birlikteliklerle beraber yaşanması da olağandır. Bu birlikteliğin de illa evliliğe taşınması gerekmez. Evlilik olmaksızın sonlanacağı gibi evlilik olmadan da ila-nihaiye sürdürülebilir. Bu bağlamda nikâhın ya da nikâhlı birlikteliğin artık gelenekselliğin bir parçası olarak görülüp reddedilmesi, “bir imzanın sağladığı birliktelik” şeklinde küçümsenmesi, karşı cins arkadaşlığının, cinsellik boyutu da dâhil olmak üzere, özgürce yaşanmasının meşrulaştırılma çabasına dönük yaklaşımlar olarak değerlendiril- melidir. Her şeyden önce nikâh gelenekselliğe değil, dine ait bir kavramdır. Nitekim genç nesilden karşı cins arkadaşlığını normalleştirmesi beklenmekte, bu doğrultuda kadın erkek ilişkileri öncelikle erkek bakış açısından, çekicilik, beden ve fiziksel görünüm, güzellik, cazibe en nihayet seks ekseninde temsil edilmektedir (Özdemir, 2009: 146). Bu iki karşı cinsle arkadaşlık yorumu arasındaki derin fark şüphesiz gençlerin karşı cins arkadaşlığı algısı üzerinde de etkili olmaktadır. Bu algıyı belirleyen; tetikleyerek ve baskı kurup engelleyerek algıya yön veren faktörler vardır. Bu arkadaşlığı tetikleyen faktörlerin başında da elbette ki ergenliğe giriş yer almaktadır. Bedenindeki ve duygularındaki değişimi anlamaya ve bu değişime ayak uydurmaya çalışan genç bir ergenin duygusal tepkilerinin kontrolü daha güç olmaktadır. Bununla beraber aynı gelişim dönemi özelliklerine sahip kız ve erkeklerin okul vb. yerlerde aynı ortamları paylaşması da bir başka faktördür. Zamanlarını birlikte geçiren gençler için karşı cinsle arkadaşlık sıradan hale gelmeye başlar. Tabii ki bedensel ve hormonsal değişikliklere müdahale etmek imkânsızdır. Bu değişiklikler de zaman içinde normal arkadaşlığın duygusal bir zemine çekilmesine neden olmaktadır. Gelinen nokta da, flörtle devam eden arkadaşlık ya da baskı altına alınarak engellenmeye çalışılan bir karşı cins arkadaşlığıdır.

TV’de yer alan dizi ve filmler de; temaları ve işledikleri konular ile arkadaşlık ilişkilerine yön vermeyi başarmaktadırlar. Bu tarz programların müdavimi olan gençler arasında duygusal birlikteliklerin ve flörtün gündem haline gelmesiyle, fıtrat itibariyle meyilli olan duygular ve davranışlar da şekillenmeye başlamaktadır. Teknolojinin bir getirisi olarak karşımıza çıkan bilgiye kolay erişim, gençlerin bu

konuda gündemini belirleyen diğer bir unsurdur. Eskiden ergenlik ve cinsellikle ilgili “ayıp” kabul edilen bazı konuların öğrenilmesi çocukların büyüklerine başvurmalarıyla gerçekleşmekteydi. Bu noktada çocuğu tanıyan bir yetişkinin, ihtiyaç duyduğu kadar bilgiyi doğru ve güvenilir bir şekilde aktarmasıyla sorun çözülüyordu. Fakat modern zamanlarda ortaya çıkan durum birkaç dakika içinde elde edilebilecek, ihtiyaçtan fazla bilginin soru işaretlerini daha da artırması ve ergenliğe geçişi olması gereken zamandan daha erkene alınmasına neden olmuştur.

Arkadaşlığın önemli boyutlarından olan aidiyet duygusu bireyi karşı cins ile duygusal bir arkadaşlığa sevk eden bir başka faktördür. Örneğin dört kişilik bir arkadaş grubunun üç üyesinin gündeminde karşı cins arkadaşlığı bir biçimde yer etmişse geride kalan üyenin kendisini gruba ait hissedebilmesi için aynı gündemin peşinde koşması beklenen bir durumdur. Bununla birlikte kendisi istemese de diğer arkadaşlarının teşviki, devamında dışlaması, yine aynı sonuca itecektir. Bu durumun bir başka sonucu da bireyin kendisini eksik, yetersiz ve fiziksel açıdan beğenilmeyen bir kişi olarak görmesidir. Düşük benlik saygısının bir tezahürü olan bu durumun neticesinde genç birey ya içine kapanıp yalnızlaşacak ya da bu duygudan kurtulma adına aynı gündemin peşinde koşacaktır.

Tüm bu gerekçelere ilaveten bireyi karşı cins arkadaşlığa iten en önemli faktörün sevgiye olan doğal ihtiyaç olduğunu söylemek gerekmektedir. Ortada; dönem itibariyle oldukça inişli çıkışlı duygulara sahip, bu duygularını kendisinin de tanımlamakta zorlandığı ve doğal olarak ne istediği konusunda net bir fikri olmadığı bir durumda en büyük desteği ailesinden bekleyen bir genç vardır. Zaten kendi kendisini anlamakta zorlanan bu gencin bir de ailesi tarafından anlaşılamadığını hissetmesi, kendisini ailesi tarafından önemsenmeyen ve değer verilmeyen bir kişi olarak görmesine neden olacaktır. Hayatın boşluk kabul etmediği, yani evrende somut ve soyut anlamda bir boşluğun olmadığı, doğacak boşluğun da anında dol- durul-duğu gerçeğini insana uyarladığımızda, sevgi boşluğunu dolduracak başka alanlar aranmaktadır. İşte bu da karşı cins arkadaşlığını tetiklemekte ve kendi içinde meşrulaştırmaktadır.

Yukarıdaki tetikleyen, engelleyen ve yön veren unsurlar genel bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, karşı cins arkadaşlığının genç kız ve erkeklerin gelişim dönemleri itibariyle yaşadıkları duygusal devinimlerin olduğu sonucuna

ulaşılmaktadır. Bu arkadaşlığı ebeveyn tutumları, arkadaş ilişkileri, TV, dergi, internet gibi kitle iletişim araçları, bireyin de kişilik özelliklerinden bağımsız olmamak üzere, şekillendirmektedir. Bunun sonucunda da gencin bu arkadaşlığı anlamlandırmasıyla bir karşı cins algısı oluşmaktadır. Bu algının sağlıklı bir biçimde oluşması için süreçlerin de sağlıklı ve kontrollü bir biçimde gerçekleşmesi gerekmektedir. Aksi takdirde ergenlik döneminin hassasiyeti itibariyle duygusal incinmeler başta olmak üzere, birçok sorunun yanında üzücü ve istenmeyen durumlarla da karşı karşıya gelmek olasıdır.

Ergenlik dönemiyle birlikte bireyler karşı cinsi, daha doğrusu cinsiyeti farketmeye başlamaktadırlar. Fıtri bir özellikle de birbirlerine ilgi duymaya başlamaktadırlar. Bu ilginin davranışa dönüşme süreci bireysel yetişme tarzına, çevresel faktörlere, psikolojik yapıya, dini etkenlere göre değişmektedir. Toplumun değişmekte olan genel algısı, kız-erkek ilişkilerine temkinli yaklaşmaktadır. Özellikle kız aileleri bu konuya daha hassas yaklaşarak gerektiğinde müdahaleci olmaya hazır beklemektedirler.

Karşı cins ile duygusal ilişkini modern ve geleneksel formlarından bahsetmek mümkündür. Fakat zaman içinde bu formların birbirine karıştığını da eklemek gerekir. Modern hayatın kız ve erkek ilişkilerinde en çok üzerinde durduğu, teşvik ettiği ve zaman içinde büyük ölçüde meşrulaştırıdığı ilişki biçimi flörttür. Kız ve erkeğin birbirleriyle duygusal bir ilişki aramaksızın, ama sıradan bir arkadaşlığın da ötesinde kurdukları bir ilişki biçimi olan flört, her iki tarafın da birlikte olmaktan, bir takım etkinlikler yapmaktan hoşlandığı, belki tesadüfen, belki planlı başlayan, ama her an bitebilecek olan ilişki biçimidir. “Çıkma” olarak da adlandırılan flört, zaman içinde duygusal evrilmeye gidebilir. Karşılıklı duygusal ilişkiyle birlikte “sevgililik” boyutu başlayan ilişkide, flört kavramı artık mevcut ilişkiyi tanımlayamaz durumdadır. Bu yüzden “aşk yaşama” ya da “sevgili olma” gibi ifadelerle durumun ciddiyeti ifade edilmeye çalışılır. Modern hayattaki kadın erkek ilişkilerinin en önemli boyutlarında biri olan “aşk yaşamak”, tv ve medya yoluyla ünlü isimler üzerinden özendirilmekte ve meşrulaştırılmaktadır. Hatta lise çağına gelmiş bir gencin henüz hiç kimseyle “çıkmamış” olması, eleştirilecek bir özellikmiş gibi görülmektedir.

Flörte henüz sıcak bakılmadığı yörelerde ve yaşlarda bu ilişkiyi meşrulaştırmak için kullanılan yeni sıfat ise “kanka”lıktır. Arkadaşlığın isimlendirilmesi bölümünde dostlukla birlikte tanımlanan kankalık, öncelikle hemcinslerin birbirlerine kullandığı bir hitap şekli olarak bilinmekteydi. Ama son zamanlarda, kız-erkek ilişkilerinin eskiye nazaran daha yoğun ve daha mümkün olması beraberinde yeni vakıalar doğurmuştur. Karma eğitimin doğal bir sonucu olarak aynı sınıflarda derse giren öğrenciler ders dışında teknolojinin tüm imkanlarını kullanarak arkadaşlıklarını sürdürebilmektedirler. Sürdürülen arkadaşlıklar karşı cins arkadaşlıkları olduğunda, bir süre sonra ilişkinin duygusal boyuta taşınması kaçınılmaz olmaktadır. Ergenlikle henüz tanışan kız ve erkeklerin heyecanının da etkileşime katıldığı bu ilişki dışardan onay görmeme ihtimaline karşı “kanka” kamuflajıyla gizlenerek meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.

Flört üzerine yapılan araştırmalar, bu konu hakkında halkın yaşa, eğitime, kültüre ve yaşam biçimine göre son derece farklı tutumları olduğunu göstermektedir. Aslı Barış’ın (2011) araştırmasında, flörtün modern dünyada en popüler ve zevkli sosyalleşme yolu olduğu ve bağlanmadan birlikte olabilmenin adı olan flörtün özgürleşmek anlamına geldiği görüşleri ortaya koyulmaktadır. İngiltere’de 18 – 24 yaş grubunun % 99’unun flört yaptığı öne sürülen araştırmada, beden dilinden ses tonuna, göz temasından ilk kelimeye kadar flörtün bir dili oluştuğu görülmektedir. Günümüzde kadın erkek ilişkilerinde herşeyin flörtle başladığı iddia edilen araştırma, ülkedeki bir kesim için bu ilişki biçiminin normalleşme sürecine projeksiyon tutmaktadır. Ülkedeki bir kesim ifadesinin kasıtlı kullanımı, daha önce de verilerine değinilen Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması’nın (2010) flörtle ilgili genel kanaatin bu doğrultuda olmadığındandır. Aile değerleri araştırmasına katılan altı bin kişinin % 42’sinin kızların flört etmesine karşı olması ve % 40’ının flörtün normalleşmesi fikrine destek vermesi, bu konu hakkında toplumda bir bölünmüşlük olduğunu göstermektedir. Cinselliğin son derece önemli bir kriter olduğu ülkemizde, flörtün cinsel ilişkiye giden tehlikeli sürecine dikkat çekilmektedir. Çünkü kızların evlilik öncesi cinsel ilişki kurmasına % 77 oranında itiraz yükselmektedir. Erkekler sözkonusu olduğunda bu itiraz % 46’da kalmaktadır.

Kız – erkek ilişkilerinin evlilik olmadan meşru bir zeminde sürdürüldüğü geleneksel formlardan ilki söz, diğeri nişandır. Halk arasında “söz kesmek” veya

“nişan koymak” olarak da tanımlanan her iki ilişki biçiminde de amaç, evliliğe giden süreçteki ilişkiye toplumsal meşruiyet kazandırmaktır. Söz kesilmesi, özellikle ebeveynlerin ilişkiyi onayladığı ve çiftlere birbirlerini daha yakından tanıma imkânı verilmesi anlamına gelirken, nişanlılıkta ise çiftler artık evlilik sürecine girmişler, aile kurmaya karar vermişlerdir ve bu durum her iki tarafın aile ve yakın akrabaları tarafından da bilinmektedir. Söz ve nişan her ne kadar sürecin ciddiyetine işaret etse de, evlilik gerçekleşmeden ayrılma ihtimalinin gündemde tutulduğu bir dönemdir. Bununla birlikte söz ve nişan ritüellerinin arka planında, evlilik kurumu ve aileyi korumak yatmaktadır. Yakın ve uzak ailelerin sürece şahit olarak da olsa müdahil olması, çiftlerin ilişkiyi ciddiye almaları ve çevresel baskıları göz önünde bulundurarak en küçük anlaşmazlıkta, ilişkiyi bitirme seçeneğini gündeme getirmelerini engellemektedir.

Karşı cins ilişkisinin toplumsal meşruiyet kazanarak geldiği son nokta nikâhtır. Dahası bu meşruiyetin resmi bir kimlik kazanmasıdır. Nikâh karşılıklı bir evlilik sözleşme, bir akittir. Özellikle Türkiye gibi laik ülkelerde nikâh; dini ve resmi diye ikiye ayrılmaktadır. Dini nikâhta, İslam inancının gerektirdiği mehir, şahit, ilan, karşılıklı kabul gibi unsurlar söz konusudur. Burada amaç hem kadının maddi geçimini garanti altına almak, hem toplumsal hem dini meşruiyet kazandırmaktır. Resmi nikâhta ise kanunlar önünde evli kabul edilip, yasanın verdiği hakları kullanmak söz konusudur.

Dini nikâh yapılmadan resmi nikâh yapmak dinen geçerli kabul edilse de, resmi nikâh yapılmadan dini nikâh kıymak, kanunlar önünde evli olmak anlamına gelmemektedir. Özellikle günah işlemek istemeyen ama evlilik öncesi ilişkiden de vazgeçmeyen genç dindar kız ve erkekler ile resmi nikâhın önemsenmediği ya da imkânların elvermediği yörelerde yaşayanlar dini nikâhı tercih etmektedirler. Bu durum beraberinde birtakım mağduriyetleri de getirmektedir. Özellikle resmi nikâh yapmadan dini nikâh yapan, daha sonra da boşanan ailelerde kadın yasal bir güvenceye sahibi olmadığı için mağdur olmaktadır. Dini nikâh yapılamaksızın resmi nikâh yapılarak gerçekleşen evlilikler de, manevi değerlerden uzaklaşan bir toplumun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Türkiye Gençliği Araştırması’nda (2011), 2366 kişinin % 20’si bir kadın ve bir erkeğin ancak resmi nikahla birlikte yaşaması gerektiğini ifade ederken, % 66’sı; hem resmi hem de dini nikah olması

gerektiğini ifade etmişlerdir. “Birlikte yaşamak için sevgileri yeterlidir” diyen görüş % 11’de kalmıştır. Her ne kadar çeşitli kanallarla her fırsatta birlikte yaşamak ve hatta evlenmeden bebek sahibi olmak üstü kapalı teşvik edilse de, genç neslin buna prim vermediği görülmektedir.

Sonuç olarak arkadaşlık, sosyal bir varlık olan insanın tüm hayatı boyunca sosyalleşmesinin bir kanıtı olarak ilişki içinde olduğu bir kurumdur. Kurum ifadesi sosyolojik anlamda kullanılmasa da, kurumun; belli bir amacın gerçekleştirilmeye dönük olması ve bunun da süreklilik kazanmış olması kriterleri çerçevesinde değerlendirildiğinde amaç hâsıl olacaktır (Aydın, 2000: 14). Bu kurumu gençlerin ve ergenlerin gözünden değerlendirmek, onların konumundan duruma bakabilmeyi gerektirmektedir. Bunun yanı sıra yaşamın son derece önemli ve kritik bir dönemecini, ki bu dönemeç geleceği şekillendirme yönünde son derece etkili bir dönemdir, doğrudan etkileme özelliğine sahip olduğu gerçeği çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Nihayetinde arkadaşlık farklı değişkenlerin etkilemesiyle ve yine farklı açılardan ele alındığında farklı sonuçlara yol açan bir ilişki biçimidir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. Araştırma Bulguları