• Sonuç bulunamadı

SİMGE VE KISALTMALAR DİZİNİ

1- Kapitalizm ve Osmanlı Devlet

19. yy Avrupa’sını dünyanın diğer bölümlerinden üstün ve avantajlı kılan şey hiç şüphesiz 18. yy sonlarında İngiltere’de yaşanan Sanayi Devrimi’ydi. Ekonomi tarihçilerinin köklerinin 1760’lara kadar uzandığını söyledikleri Sanayi Devrimi ya da modern iktisadî büyüme 18. yy’ın son çeyreğinde önce İngiltere’yi, 19. yy’ın başından itibaren de Batı Avrupa ekonomilerini mamul mallarda ucuz ve kitlesel üreticiler haline getirmişti. Bunun bir sonucu olarak bu ülkeler, ürettikleri mamul malları, özellikle de pamuklu tekstil ürünlerini satacakları yeni pazarlara, ekonomileri için gıda maddelerine, üretimlerini devam ettirebilecek bol ve ucuz hammadde kaynaklarına ihtiyaç duymuşlar, bu gereksinimler ise sanayileşmiş ülkeleri başka coğrafyalara açılmaya, yeni hakimiyet alanları bulmaya, yeni sömürgeler edinmeye yöneltmişti. Bu şekilde sanayileşmiş ülkeler

33 Bankanın kurucularından Lord Revelstoke, 26 Ocak 1909’da Baron Hottinguer’e yazdığı bir mektupta;

Osmanlı Bankası’nın menfaatlerine aykırı bir işlem yapılmayacağını, aksine her iki kurumun güven ve uyum içinde dostça iş birliğinden memnun olacaklarını vurgularken, bankanın kuruluşuna dair teklifin İngiliz ve Türk Hükümetlerince onaylandığını yazmıştı. Bkz. The Baring Archive, Turkey, Affairs, 200195, Vol 1, “Banque Nationale De Turquie Status, H. V. Clements & Co., Star Alley, Mark Lane, E. C., London, 1909”, London, s. 13-14; The Levant Herald and Eastern Express Weekly Edition, 27 Ağustos 1910, s. 1.

19. yy’dan başlayarak yeni bir sömürgecilik sürecine girmiş ve dünya yeni bir düzene doğru, “sistemli bir sömürgeciliğe” doğru evrilmişti34.

Bu yenidünya düzenini şekillendiren devlet ise, 18. ve 19. yüzyıla damgasını vuran ve hemen her alanda kaydettiği olağanüstü ilerlemelerle bir dünya devi haline gelen İngiltere idi. 1820’lerin başında kapitalist gelişimini hızla tamamlayarak emperyalist aşamaya gelen İngiltere, Napolyon savaşları ile Fransa’yı da yenince her alanda rakipsiz en Büyük Güç olarak ortaya çıkmıştı. O zamanlar İngiliz sanayisi, gelişen teknolojiyle birlikte büyük artış gösteren üretim fazlalarını eritecek pazarlar bulmak ve sanayisini besleyecek ucuz hammaddelere ulaşmak için yayılmak zorundaydı. Ancak aynı dönemde kıta Avrupası ülkeleri yerli sanayilerini dış rekabete karşı korumayı amaçlayan politikalarıyla İngiltere’nin kendi pazarlarına girmesine izin vermeyince İngiliz ticaret ve sanayi sermayesi başka çareler aramaya başlamıştı35.

İngiltere bu aşamada düşen kârlar ve satılamayan mallar karşısında bir çare olarak ülke dışında pazar arayışlarına yönelerek, ülke içinde istihdamın önünü açacak tedbirler araştırırken, savunduğu liberal ilkeler ile çelişecek bir platforma kaymıştır. Zira Smith- Ricardo otoritesiyle klâsik düşüncede varlığını sürdüren ‘norm’ yani soyut gerçek, Napolyon harpleri sonrasında şekillenen somut iktisadî gerçek karşısında çözümsüz kalınca, kolonileştirme uzmanı E. G. Wakefield’in işaretleri doğrultusunda, tekelci kolonileşmeye şiddetle karşı çıkan klâsik iktisadî anlayışın temel doktrini “laissez-

faire”in saf hali bozulmaya başlamıştır. Nihayet kârların düşmeye devam etmesi post-

Ricardocu iktisatçıları, laissez-faire ideolojisinin savunduğu anti-emperyal düşünceden giderek uzaklaştırmıştır. İşte bu şekilde serbest ticarete gölge düşürecek her türlü politik müdahaleye karşı çıkan Smith – Ricardo çizgisi terk edilmiş ve serbest ticaretle koloni siyaseti arasında bir bağlantı kurulmaya başlanmıştır36. Her ne kadar Merkantilistlerin

pozitif ödemeler dengesi (iktisadi refah) sağlamak için dış pazarlara yönelmesi kolonileşmenin önünü asırlar öncesinden açmışsa da asıl atak 19. yy’da yaşanan yeni

34 Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, Akçağ Basım Yayım Pazarlama A.Ş., Ankara, 2010, s. 303.

35 Zafer Toprak, “Tanzimat’tan Sonra Dış İktisadi Politika”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye

Ansiklopedisi, c. 3, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 669-670; Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 207.

36 Ahmet Güner Sayar, “İktisadi Düşüncesinin Gelişimi İçerisinde Küreselleşmenin 19. Yüzyıl

Versiyonuna Dair Bir Deneme”, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 2, S. 2, İstanbul, 2008 Güz, s. 1-33.

ekonomik gelişmelerle birlikte ivmelenmiş; başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın diğer sömürgeci devletleri yeni bir kolonizasyon siyasetine yönelmiştir37.

Batı Avrupa ülkeleriyle sonradan “Üçüncü Dünya” olarak adlandırılan dünyanın geri kalan bölgeleri arasında mamul mallar ve tarımsal ürünler arasındaki ticaretin çok büyük bir hızla gelişmesi işte bu sürecin sonucunda gerçekleşmiştir38. Bu yeni

devletlerarası sistemin mantığı gereği; dünyanın diğer geri kalan ülkeleri birer hammadde ve gıda üreticisi olarak sisteme katılacak, sahip oldukları madenler, yatırım imkânları ve paraya tahvil edilebilecek tüm varlıklarıyla Batı Avrupa’nın sanayileşmiş ülkelerinin ihtiyaçlarına hizmet edeceklerdi. Artık dünyanın bu farklı bölgeleri, merkezin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin üretimlerinin hızlandırıldığı, ama daha yoğun olarak da mamul mallarının tüketildiği bir alana dönüştürülmüştü. Bu şekilde İngiltere, 19. yy’da geliştirdiği “serbest pazar ekonomisi” anlayışını kendi ihtiyaçları doğrultusunda tüm dünyada hâkim iktisadî paradigma olarak yaymayı başarırken, bu sayede açık pazarlara erişimin önündeki engelleri kaldırmış ve serbest ticaretten azami ölçüde faydalanmıştır39.

Kısaca bu yeni dönemde İngiliz emperyalizminin önde gelen hedefinin; Avrupa dışındaki ülkelerin pazarlarını ve hammaddelerini ticarete açmak, bu hammaddeleri ise düzenli, sürekli ve en ucuz şekilde temin etmek için çevre ülkeleri ekonomik ve politik açıdan denetim altında tutmak olduğunu belirtebiliriz. Nitekim İngiltere 1820’lerden 1840’lara kadar Latin Amerika’dan Çin’e kadar birçok ülkeyle, mümkünse yerel iktidarlarla anlaşarak, gerektiğinde de silah kullanmaktan çekinmeyerek, ayrıcalıklar elde ettiği pek çok ticaret antlaşması imzalamıştır40. Bir başka deyişle İngiliz hegemonyası

1840-1873 arasında dünya ekonomisinde doruğa çıkarken41, aynı dönemde serbest ticaret koşullarını askeri ve siyasi müdahalelere başvurarak, kabul ettirmiştir42. Nitekim Çin ile

37Adam Smith öncesi iktisat düşüncesinin önemli isimlerinden Turgot, ‘koloniler (müstemlekeler) emperyal

ülkeler için ağaçtaki elmalara benzer’ ifadesini kullanmış, bu da, merkezin çevredeki elmaları ele geçirme çabalarının mutlaka siyasî bir süreci, sonuç itibariyle de diplomatik bir atağı harekete geçirmesi anlamına gelmişti. Bkz. A. G. Sayar, agm., 2008, s. 1-33.

38 Ş. Pamuk, age., 2005, s. 193.

39 A. G. Sayar, agm, 2008, s. 1-33; Ahmet Güner Sayar, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması

Klasik Dönemden II. Abdülhamid’e, Ötüken Yayınları, İstanbul 2009, s. 200.

40 Ş. Pamuk, age., 2005, s. 207.

41 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, 2017, s. 29-30.

42 Ekonomik bağımsızlığının yanı sıra politik bağımsızlığını da İngiltere’ye kaptıran Hindistan tam

sömürge ülkesi haline getirilmişti. Buna karşılık Arjantin, Portekiz, Osmanlı İmparatorluğu gibi politik bağımsızlığını biçimsel olsa da koruyabilen, fakat ekonomik olarak büyük emperyalist ülkelere bağlanan ülkeler de bulunmaktaydı. İngiltere; Arjantin’e, Mısır’a, Portekiz’e, İran’a, Osmanlı İmparatorluğu’na ve Balkan ülkelerine serbest ticaret ilkeleri ile önce ticaret, daha sonra finans sermayesi ve son olarak da fabrika kurmak, demiryolu yapmak, maden işletmek gibi doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla girmişti. Bkz. Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Yordam Kitap, İstanbul 2012, s. 58-62.

Afyon Savaşları’nın (1840-1842) arkasından imzalanan Nanking Antlaşması (1842), Tientsin (Tianjin) (1858) Antlaşması ve Pekin Sözleşmesi (1860) İngiltere’nin adı geçen politikalarını açıklamaya yetecek nitelikteydi43.

İngiltere serbest ticaret bağlamındaki en katı sömürgecilik politikalarını ise Hindistan’da uygulamıştır44. İngiltere, 1750’lerde küresel imalatın neredeyse dörtte birini

gerçekleştiren Hindistan’ın yerli tekstil üretimini çökertme politikasına maruz bırakmış45

ve bu ülkeyi İngiliz tekstil mamullerinin en önemli pazarlarından biri haline getirmiştir46. Bu yıkım politikalarının baş uygulayıcısı ise İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan’daki temsilcisi “Doğu Hindistan Kumpanyası” (East India Company)47 olmuştur. Şirket açısından “Avrupa’daki tekstil çılgınlığı” hem bunun ticaretini yapanlar, hem de hisse sahipleri için muazzam bir zenginlik yaratsa da şirket bu kazanımlarla yetinmemiştir. Nitekim şirket, yerel tacirlere göre çok daha fazla ayrıcalığa sahip olur olmaz kendisine verilen izinleri kötüye kullanarak, Bengal ekonomisi için büyük bir tehdit oluşturmuştur. Bundan sonra hem Bengal hazinesinin gelir kaynaklarını kurutacak, hem de Bengal ekonomisine hâkim olan yerel tüccarı çökertecek eylemlerde bulunmuştur48. Bu eylemlerden en çok etkilenen Bengalli dokumacılar ise Doğu Hindistan Kumpanyası’nın pençesine düşmezden önce İngiltere’deki dokumacılara kıyasla çok daha iyi yaşam standartlarına sahipken, bu “altın çağ” Kumpanya’nın Bengal’i ele geçirmek için

43 Harry Magdoff, Sömürgecilikten Günümüze Emperyalizm, Kalkedon, Çev. Erdoğan Usta, İstanbul, 2006,

s. 64-65; WEB_4. http://history.farmersboys.com/Battle_Honours/pekin_1860.htm, (07.08.2018); A. Richard Easterlin, “Niye Bütün Dünya Kalkınmış Değil?”, Kalkınma İktisadı Yükselişi ve Gerilemesi, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s. 75; Çağlar Keyder, “Osmanlı Devleti ve Dünya Ekonomik Sistemi”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 3, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 645; Şevket Pamuk, 19. yy’da Osmanlı Dış Ticareti, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 653.

44 H. Magdoff, age., 2006, s. 35.

45 O yıllarda Britanya’nın payı ise sadece %1,9 kadardı.

46 H. Magdoff, age., 2006, s. 29; Abdülkadir Erçin, İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası ve Kumpanyanın

Ticari Faaliyetleri (1600-1858), Bartın Üniversitesi, Çeşmi Cihan: Tarih Kültür ve Sanat

Araştırmaları E-Dergisi, c. 4, S. 2, Bartın, 2017, s. 126.

47 İngiltere’nin Doğu Hindistan Kumpanyası 1600 yılında bir kraliyet imtiyazı ile kurulmuş ve iki buçuk

yüzyıldan fazla bir süre (1 Temmuz 1874’e kadar) varlık göstermiştir. Kumpanya, Avrupa yayılmacılığı ve keşifler çağının sunduğu fırsatlardan yararlanmak üzere Britanya’nın kraliyet ayrıcalığı tanınan birkaç şirketinden biriydi. Britanya ve Asya arasında gerçekleşen ticaret üzerinde kurduğu tekel ve bulunduğu topraklar üzerinde yönetim ve ordu beslemek suretiyle kurduğu yarı-egemen şeklindeki pozisyon onu başka zamanlardaki şirketlerden çok farklı bir konuma oturtmuştu. Gücünün zirvesindeyken Britanya’dan Atlantik’e, Cape’den Körfez’e ve oradan da Hindistan’a uzanan bir “ticaret imparatorluğu” kurmuştu. Kumpanya, Atlantik’in ortasında yer alan Saint Helena adasında bir ticaret merkezine, Orta Doğu’da da Basra ve Gombroon’da fabrikalara sahipti. Ama Kumpanya’nın etkisi en çok Hindistan’da hissedilmişti. Bkz. Nick Robins, Dünyayı Değiştiren Şirket Doğu Hindistan Kumpanyası’nın Modern Çokulusluluğu Şekillendirmesi, çev. M. İnanç Özekmekçi, H2o Kitap, İstanbul, 2017, s. 22, 46.

düzenlediği Palaşi Darbesi49 ile sonra sona ermiştir. Bu hadiseden sonra Bengalli

dokumacılar göreli bir özerklikten, neredeyse köleliğe varan bir duruma sürüklenmiştir. Şirket, Bengalli dokumacılara kendi pazar koşullarını dayatmak ve fiyatları daha da alt seviyelere çekebilmek için her türlü baskıyı uygulamış, mükemmel olarak nitelendirilebilecek malları bile karalamıştır. Fiyatlar düşünce dokumacılar üretim maliyetlerini karşılayamamış, şirketten aldıkları borçları ödeyemez hale gelmişlerdir. Şüphesiz bunu daha fazla yoksulluk ve borçlanmalar takip etmiştir. Bu fiyat kesintileri ise o zamanlar herkesçe bilinen birçok zulümün eşliğinde gerçekleştirilmiştir.

Doğu Hindistan Şirketi’nin yönetim kurulu üyelerinden William Bolts, Hintli dokumacılara yapılan bu eziyetlere dayanamayıp şirketten ayrıldıktan sonra, İngilizlerin Hindistan’da yerli dokumacılara yaptıkları her şeyi 1772’de Londra’da yayınlanan

“Considerations on India Affairs” adlı kitabında belgeleriyle açıklamıştır. William

Bolts’un anlattığına göre, “fakir dokumacılara baskı yapmak için para cezası kesme,

hapsetme, kamçılama, bir yere bağlama” gibi çok acımasızca birçok yöntem

uygulanmıştır. Kumpanya’nın bu eziyetleri, “nagaad” adı verilen ham ipek eğiricilerinin kendi kendilerini sakatlamasına kadar varan tüyler ürpertici bir duruma yol açmıştır. Hatta Hintli dokumacılar arasında zorla ipek eğirmemek için kendi başparmaklarını koparan örnekler bulunmaktaydı.

Her ne kadar William Bolts’tan başka bu dehşet verici örneklere değinen başka bir kaynağa rastlanmadıysa da, Britanyalıların o dönemde kendi piyasa koşullarını kabul ettirmek için Hintli dokumacılara en azından ekonomik zor kullandıkları bilinen bir gerçektir. Kaldı ki Kumpanya’nın Bengal’i ele geçirdikten sonra Hint Yarımadası’nda

“fiziksel ve psikolojik acının simgesi” haline gelmesi ve Hint halkının hafızasında bu

simgenin hâlâ canlı tutulması bir tesadüf olmasa gerektir50.

49 Palaşi Darbesi bir savaştan daha çok, bir çarpışma olsa da, 23 Haziran 1757’de Bengal- Plassey’deki

Robert Clive yönetimindeki İngiliz zaferi, sömürgeci fethin iyi bir örneği, Hindistan tarihinde önemli bir olaydır. Lord Clive, Kumpanya’nın menfaatlerini Bengal’de güvence altına almanın en iyi yolunun Sirac- ud Devle’yi daha uysal bir Nevvab ile değiştirmek olduğunu düşünerek, harekete geçmiş ve bu iş için Mir Cafer, Jagat Seth ve Amir Chand’ın başını çektiği komplocuların hükümdarlarına ihanet ettiği yasadışı isyanı teşvik etmiştir. Sadece üçte biri Britanyalılardan oluşan 3.000 kişilik Kumpanya’nın kendisine ait özel ordusu 23 Haziran 1757’de, 50.000 kişilik Nevvab’ın ordusunu yenilgiye uğratarak, Nevvab’ı öldürmüşlerdir. Kumpanya sadece bir Nevvab’ın yerine başka bir Nevvab geçirtmekle kalmamış, aynı zamanda Bengal Devleti’nin dinamiklerini çökerten bir devrimi ateşlemiştir. Bkz. N. Robins, age., 2017, s. 105, 116.

50 William Bolts, Consideration on Indian Affairs; Particularly Respecting The Present State of Bengal and

Its Dependencies, publisher not identified (yayıncı adı belirtilmemiş), London, 1772, s. 194; N. Robins, age., 2017, s. 67, 105, 127-129.

İronik bir biçimde Batı’da Sanayi Devrimi başlarken, Osmanlı İmparatorluğu ise bu yılları uzun süren, yorucu ve yıkıcı savaşlarla geçirmekteydi. Rusya ile 1768’de başlayan savaş, altı yıl sürmüş ve tam bir hezimetle sonuçlanmıştı. İmparatorluk 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile çöküşe sürüklenirken, bir yandan da devleti ayakta tutmayı amaçlayan modernleşme çabaları başlatılmıştı. Ancak bu çabalar istenilen sonucu vermemişti51. Ȃli Paşa’nın vasiyetnamesinde değindiği üzere, Waterloo’da sona eren kanlı devreyi uzun barış yılları izlerken; bu yıllarda “milletler teşkilatlanmış,

kuvvetlenmiş, ihtirasları gelişmişti. Nüfuzlarını arttırmak, sanayilerine pazar bulmak için ya silaha sarılacak, yahut da diplomatik konferanslara baş vuracaklardı”52.

Bu süreçte eski gücünü yitirmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun göz kamaştıran işlenmemiş kaynakları ve geniş pazar potansiyeli ile İngiliz politikasının önemli hedeflerinden biri olması ise kaçınılmazdı. İngiltere’nin yeni hammadde ve pazar arayışlarıyla Osmanlı topraklarına yönelen ilgisi ise David Urquhart53 isimli bir İngilizin

Türkiye’ye gönderilmesi ve Osmanlı kaynakları üzerinde bir araştırma yapmasıyla yeni bir ivme kazanmıştı. Urquhart’ın 1833’te yayımladığı “Turkey and Its Resources” adlı araştırması, o güne kadar Osmanlı Devleti’nin kaynakları hakkında yapılmış ilk araştırma niteliğini taşırken, diğer yandan İngiltere bu girişimlerle bir anlamda Osmanlı topraklarındaki bir çeşit kolonizasyon hareketini de başlatmış bulunmaktaydı. Bu tarihlerden itibaren Osmanlı ekonomisi önce ticaret, daha sonra dış borçlar ve doğrudan yabancı yatırımlar şeklinde üç koldan dünya kapitalist sistemi ile hızla bütünleşmeye başladı54.

İngilizler uzun süreden beri serbest ticaret düzenini yerleştirecekleri bir antlaşmayı hedeflemekle birlikte uygun koşulları beklemekteydiler55. Bu sırada Osmanlı

Devleti, Mehmet Ali Paşa olayı ile meşguldü. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa

51 Volkan Ş. Ediger, Enerji Ekonomi-Politiği Perspektifinden Osmanlı’da Neft ve Petrol, Odtü Geliştirme

Vakfı Yayıncılık ve İletişim A. Ş. Yayınları ODTÜ Yayıncılık, Aralık 2005, s. 47.

52 WEB_2. Cemil Meriç, Ȃli Paşa’nın Vasiyetnamesi, Fildişi Kule’den, s. 21,

http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/27856/001515201006.pdf?sequence=1, (14.11.2018).

53 David Urquhart 1830’ların başından 1837’ye kadar İngiliz büyükelçiliğinde başkâtip olarak görev

yapmış, Baltalimanı Antlaşması’nın hazırlanması ve oluşumunda büyük rol oynamıştır. Onun Türkiye’ye duyduğu yakınlık, bu ülkede dolaylı vergilerin olmadığı şeklindeki inancından kaynaklanmıştır. Özellikle incelediği Rumeli’de vergilerin ayanlar tarafından toplanması ve belirlenmesi onu çok etkilemiştir. Urquhart’ın kanaatine göre; Adam Smith’in kaldırılmasını istediği devlet müdahalelerinden hiçbiri Türkiye’de bulunmamaktaydı. Bu yüzden de Türkiye serbest ticaret için biçilmiş kaftandı. Bkz. Şerif Mardin, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e İktisadi Düşüncenin Gelişmesi (1838-1918)”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 621.

54 Ç. Keyder, agm., 1985, s. 652; Ş. Mardin, agm., 1985, s. 621. 55 Ş. Pamuk, agm., 1985, s. 654.

özellikle yed-i vâhid sisteminden elde ettiği “göz kamaştırıcı” gelirler sayesinde oluşturduğu askeri gücünü Osmanlı İmparatorluğu’na yöneltmişti56. Mehmed Ali Paşa

1830-1839 yılları arasında bağımsızlık isteğiyle Osmanlı ordularına meydan okuyup, bunu sağlamak için uluslararası diplomatik girişimlerde bulununca Osmanlı yönetimi kurtuluşu İngiltere’ye sığınmakta bulmuştu. Nitekim Mehmed Ali Paşa’nın isyanını bastıramayan Osmanlı Devleti, İngiltere’den yardım isteyince, İngiltere de bunun karşılığında ekonomik tavizleri gündeme getirmişti57.

Zira İngiltere o dönemde dünyanın öteki yerlerinde kendisinden bağımsız siyasi ve ekonomi politikaları izlenmemesi için tedbirler almaktaydı. Bu politikanın ilk hedefi, muhtemelen ilk modernleşme hareketlerinin görüldüğü Mısır’da, Batılı olmayan bir liderin, bir Osmanlı Paşası, Mehmed Ali Paşa’nın başlattığı sanayileşme hareketleriydi. Mehmed Ali Paşa yüzyılın başlarında çağdaş bir ordu ve sanayileşen bir Mısır yaratmıştı. İngiltere, Hindistan ve Doğu yolunda stratejik öneme sahip Mısır’ın güçlenmesini ve kalkınmasını, kendisine bir tehdit oluşturacağından, kabullenemezdi. Üstelik dış ticaretteki devlet tekelleri İngiltere’nin Mısır’daki çıkarlarına darbe vurmaktaydı58. Bu ilk

hamle bu nedenle, 1838 Balta Limanı Antlaşması olarak bilinen, İngiliz-Osmanlı Ticaret antlaşmasıyla baltalandı. Nitekim İngiltere istenilen yardım karşılığında Osmanlı tarafına şartlarını kabul ettirebilmek için bir dizi tez ve şart öne sürerken, Mısır’ı merkeze almıştı. Özellikle de yed-i vâhid usulünün kalkmasını sağlayacak bir antlaşmanın Mısır’daki Mehmed Ali Paşa’nın gelir kaynaklarına büyük darbe indireceği özellikle vurgulanmıştı. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Palmerston 1833’te İstanbul’daki elçisi Lord Ponsonby’e

“Türk (Osmanlı) sanayii bilhassa engellenmelidir” diye yazmıştı59.

56 Mehmed Ali Paşa, orduyu modernleştirip, şeker ve kumaş sanayiini kurmuş, tarımda sulama sistemini

düzene sokarak, tarımı geliştirmişti. Vakıf arazilerini ve miri araziyi devlet kontrolüne alarak II. Mahmud’un yapamadığını da başarmıştı. Babıâli 17. yy’dan beri beylerbeyi rütbesiyle Mısır’a gönderdiği valilerden Mısır vilayetinin vergisini doğru düzgün alamazken, Mehmed Ali Paşa’dan ilk yıl 3000 kese, daha sonra 12.000 kese altın gelmişti. Paşanın eline geçen altın ise 400.000 kese olmuştu (17. ve 18. yy’larda bir kese altın ortalama 10.000 altındı). Bkz. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 54.

57 Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınları, Ankara, 1986,

s. 63; Ş. Pamuk, agm., 1985, s. 654; İ. Ortaylı, age., 2005, s. 55.

58 Ş. Pamuk, age., 2005, s. 207; Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi

Yayınları, çev. Sedat Cem Karadeli, İstanbul, 2006,

https://gaziakademi.files.wordpress.com/2016/04/feroz-ahmad-bir-kimlik-pec59finde-tc3bcrkiye.pdf , (10.10.2018); V. N. Geyikdağı, age., 2008, s. 9, 34.

Ayrıca o dönemde İngilizlerin Türkiye politikasını değiştiren başka gelişmeler de söz konusuydu. Tarihçi Vernon John Puryear’ın60 ifadesiyle 19. yy’da Yakın Doğu,

İngiltere açısından Mısır rotasından dolayı Hindistan’la iletişimde yeni bir bağlantıydı ve İngiliz deniz aşırı ekonomik genişlemesinin başlıca bölgelerinden biri haline gelmişti. Bu bölge aynı zamanda Büyük Britanya için tahıl tedarikinin kaynağı olmuştu. Ancak İngiltere’nin, Yakın Doğu’ya ekonomik ve siyasi ilgisi arttıkça Asya’daki diğer emperyal güç olan Rusya’nın meydan okuması ile karşılaşacaktı61. Zira 19. yy’a girerken Rusya

güçlenmiş, İngiltere’nin Asya ve Akdeniz’deki çıkarlarına zarar verme olasılığı ortaya çıkmıştı. Hatta Rusya 1833’te Osmanlı Devleti ile imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşmasıyla önemli avantajlar elde etmişti. Bu aşamada İngiltere, Rus tehditlerine karşı hazırlıklı olmak ve bu coğrafyada Rusya’nın egemen güç olmasının önüne geçmek için Osmanlı İmparatorluğu ile daha sıkı bağlar kurmak gereğini hissetmiştir. Bunun da yolu; Osmanlı Devleti ile olan siyasî ve ticarî ilişkilerini daha düzenli ve daha geniş bir çerçeveye oturtarak, adına ‘reform’ denilen birtakım düzenlemelerle Osmanlı’nın parçalanmasını önlemek ya da bu zayıf devletin mümkün olduğunca yaşatılmasını sağlamaktı62.

İşte böyle bir atmosfer içinde İngiltere açısından antlaşmayı imzalatmak için siyasi ve ekonomik bütün koşullar olgunlaştırılmıştır. Her ne kadar serbest ticaretin önündeki engelleri kaldırmayı hedefleyen bir ticaret anlaşmasını Osmanlı devlet adamlarına kabul ettirmek kolay olmasa da, bir taraftan Mehmed Ali Paşa tehlikesi ve Rusya’nın artan nüfuzu, yani siyasi kaygılar, diğer taraftan da dönemin mali koşulları İngiltere ile dengesiz bir ticaret antlaşması yapmayı mecbur kılmıştır63. Nihayet iki yıldan