• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3.1. Göç Olgusuna İlişkin Temel Kavramlar

3.1.2. Göçe Dair Temel Kavramlar ve Hukuki Tanımlar

3.1.2.6. Şartlı Mülteci

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 62. maddesi kapsamında, şartlı mülteci, ‘‘Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mülteci statüsü verilir.’’ şeklinde ele alınmıştır.194 Coğrafi sınırlamaya tabi tutulan bu statüdeki kişilerin üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar Türkiye’de kalmalarına izin verilmektedir.195

192 T.C. Resmi Gazete, ‘‘Kararnameler’’, 5 Ağustos 1968 No: 12968, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/12968.pdf, 5 Mart 2021 tarihinde erişildi.

193 T.C. Resmi Gazete, ‘‘Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’’, 11 Nisan 2013 No: 28615, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/04/20130411-2.htm, 5 Mart 2021 tarihinde erişildi.

194 T.C. Resmi Gazete, ‘‘Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’’, 11 Nisan 2013 No: 28615, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/04/20130411-2.htm, 5 Mart 2021 tarihinde erişildi.

195 T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, ‘‘Şartlı Mülteci’’, https://www.goc.gov.tr/sartli-multeci, 6 Mart 2021 tarihinde erişildi.

68 3.1.2.7. İkincil Koruma

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 63. maddesi kapsamında, ikincil koruma statüsü, ‘‘Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde; a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak, c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak, olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

3.1.2.8. Sığınmacı (Asylum Seeker)

Kendi ülkesini muhtelif gerekçelerle terk ederek başka bir ülkenin mülteci statüsüne başvurusu bulunan ve bu başvuru sonuçlanana kadar bekleyen kişiye sığınmacı denilmektedir. İltica arayan bu kişiler, sığınma hakkı elde ederlerse mülteci olmaktadır.

Bu hususta, şunu ifade etmekte fayda vardır ki BMMYK tanımlarında, yerinden edilmiş kişilere (displaced people) ve mültecilere farklı şekilde yer vermektedir.196 Söz konusu tanımlarda, çeşitli nedenlerle, mülteci statüsü verilmeden sığınma hakkı arayanlara genel anlamda yerinden edilmişler denilmekteyken, bu kişiler, zoraki nedenlerle aynı ülke sınırları içerisinde yerinden edilmişlerse, ülke içerisinde yerinden edilmiş kişiler (internally displaced people/IDPs) olarak adlandırılmaktadırlar. Yurtiçinde Yerinden Edilme İzleme Merkezi (Internal Displacement Monitoring Centre/IDMC) verilerine göre, 2019 yılının sonu itibariyle, dünyada yaklaşık 45.7 milyon insan, hak ihlalleri, savaş, şiddet gibi sebeplerle ülke içerisinde yerinden edilmiştir.197

196 Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), ‘‘Refugees and Displaced People 62 (I)’’, 15 Aralık 1946, https://www.unhcr.org/excom/bgares/3ae69ef14/refugees-displaced-persons.html, 6 Mart 2021 tarihinde erişildi.

197 Internal Displacement Monitoring Centre (IDMC), ‘‘Global Report on Internal Displacement 2020’’, Nisan 2020, https://www.internal-displacement.org/sites/default/files/publications/documents/2020-IDMC-GRID.pdf, 6 Mart 2021 tarihinde erişildi.

69 3.1.2.9. Vatansız (Stateless People)

Herhangi bir devletin vatandaşı olarak sayılmayan ve bu statünün getirdiği hiçbir olanaktan faydalanamayan ve tüm yasal sorumluluklardan muaf olan kişilere vatansız denilmektedir. BMMYK tahminlerine göre, bugün dünyada 10 milyondan fazla kişi vatansız durumda198 ve vatansız insanlar, bu durumun getirdiği sosyo-kültürel, ekonomik ve politik olumsuzluklarla yüzleşmektedir.

3.1.2.10. Birlikte Yaşama Modelleri

Göçmenlerin bulundukları ülkelere uyum sağlamaları beklenmekte ve uyum süreci hem psiko-sosyal anlamda bireysel (mikro) hem de sosyo-kültürel, ekonomik ve politik anlamda grup (mezzo) ya da toplum (makro) bazlı gerçekleşmektedir. Buna binaen, birlikte yaşama pratikleri, her iki tarafın kendini kültürel olarak koruma refleksiyle hareket etmesine sebep olabilmekte ve bu bağlamda, gruplar arası etkileşim ve iletişim, mevzubahis olgunun yönünü belirlemektedir. Birlikte yaşama süreçlerinde, iktisadi ve hukuki yapı gibi daha maddi unsurların benimsenmesi kolay olabilirken, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal temelli uyumların yaşanması zaman alabilmektedir. Şayet farklı kültürlerden bir araya gelen topluluklardan biri ya da her ikisinde sosyo-kültürel anlamda bir değişiklik meydana geliyor199 ve bu durum süreklilik arz ediyorsa akültürasyon (kültürel etkileşim/ kültürel karşılaşma) söz konusudur. Çoğunlukla göçmenlerin, ev sahibi toplumun değerlerini tanıması ve içselleştirmesi200 üzerinden temellendirilen bu olgu, ayrılma (segregation) ve marjinalleşme (marginalization) gibi sonuçlar da doğurabilmektedir.201

198 Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), ‘‘Global Action Plan to End Statelessness’’, 4 Kasım 2014, https://www.refworld.org/docid/545b47d64.html, 6 Mart 2021 tarihinde erişildi.

199 Robert Redfield, Ralph Linton ve Melville J. Herskovits, ‘‘Memorandum for the Study of Acculturation’’, American Anthropologist, 38, no. 1 (1936): 149.

200 Young Yun Kim, ‘‘Communication and Acculturation’’, Intercultural Communication: A Reader (4.

Baskı) içinde, ed. Larry A. Samovar, Richard E. Porter ve Edwin R. Mcdaniel (Belmont, CA: Wadsworth, 1982): 380.

201 John W. Berry, ‘‘A psychology of Immigration’’, Journal of Social Issues, 57, (2001): 615-631.

70

Entegrasyonun tam tersi olan ayrılmada göçmen ya da azınlık grupları ev sahibi toplumla sosyo-kültürel ve yapısal açıdan tamamen bağlarını koparabilmektedir.202 İlerleyen yıllarda, bu tür grup yoğunlaşmalarının mekânsal yoğunlaşmaya da yol açabilmesi olasıdır ve bu sürece gettolaşma adı verilmektedir. Bir nevi sosyal çözülmeye yol açan bu durum, işsizlik ve yoksulluk şeklinde tezahür edebilmekte ve suç gibi toplumsal olguların artışına neden olabilmektedir.203 Egemen toplumsal yapıdan farklı hem sosyo-ekonomik hem de kültürel bağlamda meydana gelen bu tür mekânsal yoğunlaşmalar, belli grupların marjinalleşmesine, ekonomik, kültürel ve toplumsal açıdan dezavantajlı duruma düşmesine ve prekaryalaşan yeni grup kimliklerinin oluşumuna zemin hazırlayabilmektedir.

3.1.2.10.1. Asimilasyon

En kolay tabiriyle asimilasyon, göçmenlerin bulundukları mesken ülkenin yerli halkıyla arasında bulunan farklılıklarının minimuma indirgenmesi maksadıyla, bireysel olarak göçmenin ya da göçmen topluluğun yerli kültüre benzetilmesi veyahut benzemesi sürecine verilen isimdir. Bu süreçte göçmen toplulukların, mesken ülkenin sosyo-kültürel norm ve değerleriyle öz kimliklerini kaybetmesi oldukça muhtemel bir durumdur. Sosyo-kültürel benzeşmeyle etnik temelli tüm farklı yönlerin ev sahibi ülke lehinde eritilmesi204 söz konusudur. Bununla birlikte, literatürde çoğunlukla tartışılan 3 farklı asimilasyon modeli bulunmaktadır. Mevzubahis bu modeller, Anglo-uyum modeli (İngiliz uyum modeli), eritme-potası modeli ve çok-kültürlülüğe dayalı model şeklinde sıralanabilmektedir.205

202 Sezel Saygın ve Derya Hasta, ‘‘Göç, Kültürleşme ve Uyum’’, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 10, no.

3 (2018): 315-316.

203 Sulhi Dönmezer, Toplumbilim (11. Baskı) (İstanbul: Beta, 1994): 428.

204 Richard Alba ve Victor Nee, Remaking the American Mainstream: Assimilation and Contemporary Immigration (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2003): 11.

205 Anglo-uyum modeli, göçmen gruplarının baskın/yerli grubun etno-kültürel değerlerine göre yeniden yapılanması ve baskın gruba benzemesi; eritme-potası modeli, her iki grubun kültürlerinin bir araya gelerek melez ve öyle ki, yeni bir kültürel yapı meydana getirmesi; çok-kültürlülük temelli model ise her etno-kültürel grubun kendi sosyo-etno-kültürel özelliklerini koruyarak ve görünür bir şekilde yaşayarak uyum içinde birlikte var olması anlamına gelmektedir. Daha ayrıntılı içerik için ayrıca bakınız: Milton M. Gordon, Assimilation in American Life: The Role of Race, Religion, and National Origins (New York: Oxford University Press, 1964): 84-159.

71 3.1.2.10.2. Entegrasyon

İlk başlarda adaptasyon olarak ele alınsa da, daha sonraları entegrasyon olarak kullanılmaya başlanan kavram, göçmenlerin kendi etnik kimliğini korumalarıyla beraber, göç ettikleri ülkeye kültürel, yapısal ve politik anlamda uyum sağlama süreci olarak ifade edilebilmektedir.206 Kültürel açıdan entegrasyon, daha çok ev sahibi toplumun norm, alışkanlık, kural ve değerlerine entegre olma durumuna karşılık gelmekteyken, yapısal entegrasyon, mesken ülkenin kurum, kuruluş veyahut farklı iş sektörlerine katılımı ifade etmekte ve bu katılım sonucu göçmenlerin yeni paralel formlar üretmesi sürecine işaret etmektedir. Politik entegrasyon ise göçmenlerin bulundukları ülkenin vatandaşı olma yolunda attığı tüm yasal ve sosyo-politik adımlara ve bu yasal sürecin doğurduğu birtakım hak ve yükümlülüklere uyum ve bunları kazanım süreci olarak ele alınabilmektedir.

3.1.2.10.3. Çok-Kültürlülük (Multiculturalism)

Çok-kültürlülük kavramı, farklı kültürel arka planlara sahip toplulukların, kendi geleneksel ve kültürel değer, davranış ve örüntülerini kaybetmeden ve birinin diğerine benzeşmeden birlikte var olduğu yaşama süreçlerine ve pratiklerine verilen genel addır.

20. yüzyılın ortalarına doğru popülerlik kazanan bu konsept, toplulukların kendilerini var oldukları topluluklar arasında özgürce ve farklılık içinde tanımlaması ve ifade etmesi olarak da nitelendirilebilmektedir.207 Çok-kültürlülük perspektifine göre, bir kültür diğerinden asla üstün değil — yani kültürler birbirine eşittirler. Kültürel farklılığı bir sorun olmaktan çıkaran ve toplumsal, iktisadi ve siyasi boyutları olan çok-kültürlülük, asimilasyonun tam tersidir.

Çok-kültürlülüğün ideal bir bakış açısı mı yoksa toplumsal bir olgu mu olduğu literatürde oldukça tartışılan bir konudur. Öyle ki, Say’a göre, çok-kültürlülüğün kavramsallaştırılmasında problemler yattığından ve farklı kültürlerin karşılaştırılırken hangi özelliklerinin ölçüt alınıp hangilerinin alınmayacağı bir çıkmaza yol açtığı ve bu

206 Tuomas Martikainen, ‘‘Din, Göçmenler ve Entegrasyon’’ çev. Nebile Özmen, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 38, (2010): 266-267.

207 Ömer Say, ‘‘Çokkültürlülük Kavramı ve Anlamın Çokluğu’’, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7, no. 1 (2017): 31.

72

sebeple, muğlak bir anlam taşıdığı için,208 toplumsal bir gerçeklikten ziyade, felsefi sahayla sınırlı tutularak tartışılması daha doğrudur. Diğer yandan, Giddens ise bu konuda, çok-kültürlülüğün toplumsal bir çoğulculuk modeli olduğuna inanmakta ve çoğulcu toplum tahayyülünün gelişebilmesi ve tüm alt kültürlerin eşit derecede geçerli olabilmesi için bir çabalama sürecinin gerektiğini düşünmektedir.209

3.1.2.11. Diaspora

Diaspora, yer ve dönem açısından tanımlanması ve sınıflandırması oldukça güç bir kavramdır. Yunanca dia (için, dolayı) ve sporos (tohum) kelimelerinden türeyen diaspora, ‘‘sağa sola dağılmış/saçılmış tohumlar’’ anlamına gelmektedir.210 Günümüzde, dünya üzerinde diaspora (kopuntu) olarak nitelendirilebilecek birçok etnik grup ya da sosyo-kültürel, ekonomik ve politik temelli göçmen topluluğu bulunmakta; ancak bunların taksonomisi, benimsenen yaklaşım bağlamında değişmektedir. Bununla beraber, küresel aktörler halini alan diasporalar, bulundukları ülkede örgütlü yapılara sahiptir ve anavatanlarıyla kültürel, ekonomik ve politik anlamda bağlarını devam ettirmektedir.

Diaspora kavramı etrafında şekillenen yaklaşımlar, literatürde çoğunlukla iki farklı ekolden beslenmektedir. Bu yaklaşımlardan ilki, klasik diaspora kavramından yola çıkılarak geliştirilmiştir. Yahudi diasporasını orijin alan klasik yaklaşım, daha çok Ermeni, Filistin ya da Afrika diasporası bağlamında tartışılmaktadır. Kaynak ülkeyle ekonomik, politik, sosyal ve kültürel anlamda bağını koparmama ve bulunulan ülkeyle arasına duvar çekerek cemaatleşme eğilimde olan bu diaspora temelli kimlikler, asimilasyona ve belli bir derecede entegrasyona karşı direnç göstermekte ve kendi sosyo-kültürel faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ancak klasik ekolden beslenen yaklaşımların, özellikle Yahudi ve belli etnik grupları temel alması211 ve maskülen bir niteliğe sahip olması eleştiri almalarına neden olmuştur.

208 A.g.e., 35.

209 Anthony Giddens, Sosyoloji, haz. Hüseyin Özel ve Cemal Güzel (Ankara: Ayrıntı Yayınları, 2000): 251.

210 Fırat Yaldız, ‘‘Diaspora Kavramı: Tarihçe, Gelişme ve Tartışmalar’’, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 18, no. 18 (2013): 290.

211 Kim D. Butler, ‘‘Defining Diaspora: Refining A Discourse’’, Diaspora: A Journal of Transnational Studies, 10, no. 2 (2001): 190-192.

73

Diasporayı çağdaş çalışmalar çerçevesinde inceleyen yaklaşımlar da mevcuttur ve bu yaklaşımlar diasporanın klasik anlamda kullanılmasına karşıdırlar. Etno-kültürel topluluktan ziyade, birey ve insan hakları temelli bakan çağdaş yaklaşım, karşılıklı uyum, çoğulculuk, çok-kültürlülük ve kültürel anlamda melezleşme gibi daha küresel normlar üzerinden kurulu bir toplum tahayyülüne sahiptir.212 Özellikle göçmenlik, misafirlik, mültecilik ya da etnik cemaatleşme gibi hukuki statü ve oluşumlar üzerinden tanımlanan ve modern bağlamda ele alınan diaspora yaklaşımlarıyla iç içe geçen çağdaş temelli diaspora kavramı, klasik yaklaşım gibi ulusal ya da etnik kimliklerden daha çok, sınırları aşan düşünce ve imajların hareketliliği yoluyla mülahaza edilmekte ve küreselleşme sürecindeki etkileri üzerinden tartışılmaktadır. Bu çerçevede, çağdaş anlamda kullanılan diaspora kavramı, daha çok küresel eğilimli nüfus hareketleri aracılığıyla ve bu hareketlerin mesken ülkelere kazandırdığı yeni imgelem ve veçhelerden yola çıkılarak temellendirilmektedir. Cohen, bu hususta her göçmen topluluğunun diaspora olarak tanımlanmayacağına dikkat çekmekte ve bu toplulukların diaspora olarak tanımlanması için mesken ülkede geçmişle bağlarını kuvvetli tutmaları, bugün ve gelecek içinse asimilasyona karşı direnç göstermeleri gerektiğine vurgu yapmaktadır.213

3.2. Göç Olgusuna İlişkin Teorik ve Analitik Tartışmalar

Göç olgusunun temel dinamiği insan, zaman ve mekân üçlüsü etrafında dallanıp budaklanmaktadır. Bu nitelik, göç sürecini oldukça karmaşıklaştırmakta ve göçün kesin tanımlarla teorik açıdan analiz edilmesini zorlaştırmaktadır. Kronolojik çerçevede insanların ilk olarak avcı-toplayıcı (ilkel) topluluklar, daha sonra tarım toplumları ve son olarak endüstriyel toplumlar kurduğuna yönelik birtakım kavramsal sınıflamalar yapılmakta,214 fakat günümüzde bu sınıflandırmanın alanı genişletilerek toplumlar arası sınırların kalktığı bir melezleşme — başka bir deyişle küreselleşme sürecine girildiğine yönelik ekonomik, politik ve kültürel temelli yaklaşımlar bulunmaktadır.

212 Robin Cohen, ‘‘Diasporas and the Nation-State: From Victims to Challengers’’, International Affairs, 72, no. 3 (1996): 514-515.

213 Robin Cohen, Global Diasporas: An Introduction (Londra: UCL Press, 1997): 186.

214 Çağdaş Ümit Yazgan, ‘‘Tarihi Süreçte Toplum-Çevre İlişkileri ve Çevre Sorunlarının Ortaya Çıkışı’’, E-Journal of New World Sciences Academy, 5, no. 1 (2010): 230-235.

74

3.2.1. İbn Haldun’un Göçebe ve Yerleşik Toplumlar Kavramı

Dönemsel anlamda, İbn Haldun’un Mukaddime (1377) adlı eserinde göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçiş sürecinin ele alınması, göçün akademik anlamda tartışılmasına öncülük etmiştir. İbn Haldun, ilk adımda toplumların göçebe olarak doğduğunu savunmakta ve baştan yerleşik bir şekilde meydana gelmediklerini düşünmektedir.215 Bu bağlamda, toplumlar, göçebe (bedevi) ve yerleşik (hadari) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Söz konusu ayrımı yaparken İbn Haldun, bulunduğu dönemin Türk, Kürt, Moğol, Norman, Arap ve Berberi topluluklarını baz almaktadır.216

Göçebe toplumlar, bir nevi medeni olarak nitelendirilen yerleşik hayatın dışında bir yaşam standardına sahiptir. Bu toplumlarda, İbn Haldun’un temellendirdiği ve

‘‘asabiyet’’ olarak kavramsallaştırdığı bireyler arası bağlılık ve sosyal dayanışma duygusu oldukça gelişkin düzeydedir. Diğerkâm bir yapıya sahip olan göçebe toplumlarda, kanaatkârlık söz konusudur ve dışa karşı sürekli bir mücadele ve kapalılık mevcuttur.217 İbn Haldun, bu toplulukları kendi arasında iki gruba ayırmıştır: İlk grup daha çok tarım ve çiftçilik faaliyetleri yürütürken, ikinci grup hayvancılık kolunu meslek edinmiştir. Zirai faaliyetleri olanlar, sirküler bir biçimde göç ederek belli yerlere dönemsel uğrayıp terk ederken, hayvan besleyenler dönüşü olmayan göçler gerçekleştirerek hayvanlarının besin ihtiyaçlarına göre tam bir göçebe hayat tarzı yaşamıştır.218

Göçebe toplumların zamanla medeni bir toplum yapısına dönüştüğünü iddia eden İbn Haldun, hadari ismini verdiği yerleşik toplumların tarımsal faaliyetler vasıtasıyla, zamanla kasaba ve şehirleri meydana getirdiğini düşünmektedir. Bu bağlamda, onun bedevi toplumdan medeni topluma geçiş sürecini kurallaştırarak

‘‘tarihsel determinizm’’ anlayışını benimsediğini ifade etmekte yarar vardır.219 Ancak

215 Fazıl Hüsnü Erdem, ‘‘İbn Haldun’un Devlet Görüşü’’, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 6, (1993): 159.

216 A.g.e., 161-162.

217 A.g.e., 160.

218 İbn Haldun, Mukaddime (1. Cilt), haz. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergah Yayınları, 1988): 208.

219 Erdem, ‘‘İbn Haldun’un Devlet Görüşü’’, 161.

75

tüm toplumlara ya da topluluklara bu anlayışın metodolojik olarak uygulanması ve doğrusal perspektiften bakılması mümkün değildir.

3.2.2. Ravenstein’ın Göç Yasaları

19. asırda teorik ve uygulamalı anlamda göç alınanda yapılan ilk çalışmalar William Farr, Thomas Riley Malthus ve Ernst Georg Ravenstein gibi isimler tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak bu kişiler arasında özellikle kartograf ve coğrafyacı olan Ravenstein, 1885 ve 1889 yıllarında yayınladığı Göç Yasaları (The Laws of Migration) adlı iki makalesinde istatistiki verilerle ele aldığı yedi prensiple ön plana çıkmaktadır.

1871 ve 1881 yıllarında, Birleşik Krallığın İngiltere, İskoçya, Galler ve İrlanda krallıklarında yapılan nüfus sayım ve doğum istatistikleri raporundan yola çıkarak seyahat kolaylığının, ulaşım yollarının gelişmişliğinin, hayat standartlarının, refahın ya da istihdam gücüne hitap edici fırsatların işçi göçlerini etkilediğini varsaymıştır.220 Dahası, Farr’ın göçün belirleyici faktörlerini göz ardı ettiği ve gelişigüzel gerçekleştiğini iddia eden fikrini eleştirerek göç sürecinde hedef ülkeyle kaynak ülke arası mesafe, zaman ve hedef ülkenin endüstriyel anlamda kalkınmacı olması ve olanaklarının genişliği gibi faktörlerin de etkili olduğunu savunmuştur. Bu çerçevede ise insanların nüfus hareketlerini yedi maddede detaylandırmıştır.221

a) Göç ve mesafe: Ravenstein’a göre göçler, genellikle kısa mesafeler arası gerçekleşmektedir. Ticari ve endüstriyel faaliyetlerin yaygın olduğu merkezlere doğru gerçekleşen bu kısa mesafeli göçlerin yeni göç dalgaları ve akımları oluşturduğu ve söz konusu merkezlerin bu göç akımlarını çektiği ifade edilmektedir.

b) Göç ve Basamakları: Ravenstein, göçü emen ticari ve sanayi merkezlerine gelen kişilerin geride bıraktıkları alanların daha uzak yerleşim bölgelerinden gelinerek başkaları tarafından doldurulduğunu iddia etmekte ve çekim merkezlerine doğru göçün evrensel ve basamaklı bir olgu olarak gerçekleştiğini

220 Ernst G. Ravenstein, ‘‘The Laws of Migration’’, Journal of The Statistical Society of London, 48, no. 2 (1885): 167.

221 A.g.e., 198-199.

76

savunmaktadır. Böylelikle çabuk büyüyen ve gelişen kentlerin çekim gücü, ülkenin en uzak köşelerine kadar hissedilmektedir.

c) Dağılım ve İçine Çekme Süreci: Göçün yayılımı ve emilimi birbirinin zıttı yöndedir — fakat göçü dengeleyici bir biçimde birbirini destekleyici süreçlerdir.

Kent nüfusu ne kadar nüfus emiyorsa çevre kesimleri de o kadar oranda emiş gücüne sahiptir ve süreç, ülkedeki genel emme oranıyla benzerlik taşımaktadır.

Dağılımın yaşandığı kentlerde ya da kentlerin çevre kesimlerinde ise nüfus daha yavaş artmakta veyahut azalmaktadır.

d) Göç Akımı ve Karşı Akım: Ravenstein, her gerçekleşen ana göçün kendini dengeleyici bir karşı akım ürettiğini düşünmektedir. Zincirleme olarak gerçekleşen bu göç döngüsü, yerleşim birimlerinin göç aldığı oranda verdiğini göstermektedir.

e) Doğrudan Göç: Uzun mesafeli göçler genel anlamda doğrudan büyük ticari ya da endüstriyel merkezlerin olduğu birimlere doğru yapılmaktadır.

f) Kır ve Kent Sakinleri Farkı: Ravenstein’a göre, kent yerleşimcileri kırsal yerleşimcilere nazaran daha az göç etme eğilimindedir. Bu sebeple, kent dışı çevre kesimlerde yerinden ayrılma, göç dalgalanmaları veyahut zincirlemeleri gibi olguların gözlemlenmesi daha muhtemeldir.

g) Kadın ve Erkek Farkı: Ravenstein, kadınların erkeklere oranla, göçe daha meyilli olduğunu düşünmektedir.

1889 yılında yayınladığı ikinci makalesinde Ravenstein, söz konusu yasalarına birtakım eklemeler yapmıştır. Çekici faktörler kadar olumsuz birtakım itici faktörlerin de göçe sebep olduğunu savunan Ravenstein’a göre göç hareketleri, nüfus ve ekonomi temelli kanunlarla sürekli denetim ve müdahale altında tutulmaya çalışılmaktadır.

Dolayısıyla, bu yasaların fizik yasaları gibi kesin sınırları olmadığına — haliyle nüfus hareketliliği faaliyetlerine müdahale ve göç eden bireylerin davranış ve eylemlerine göre

77

değişiklik gösterebileceğine değinmektedir.222 Cinsiyet boyutlu fark hususunda ise kadınların yakın mesafeli ve iç göç eğiliminin erkeklere oranla daha fazla olduğu eklemesini yaparken, uzun mesafeli ve uluslararası göçlerde erkeklerin kadınlara nazaran daha yoğunlukta olduğunu belirtmektedir.223

3.2.3. Lee ve İtme-Çekme Faktörleri Teorisi

Göç olgusu çerçevesinde geliştirilen bir diğer kuram, Everett S. Lee’in A Theory of Migration adlı eserinde ele alınmaktadır. İtme-Çekme Faktörleri (Push-Pull Factors) Teorisi üzerinden göç etme eğiliminin altında yatan etmenleri inceleyen Lee’e göre göç, dört temel etmen etrafında şekillenmektedir. Bunlar; yaşanan mekânla ilgili etmenler, hedef nokta — yani gidilmesi düşünülen yerle ilgili etmenler, göçe müdahaleci etkiyen dışsal etmenler ve göç durumunda olan failin bireysel etmenleri olarak ifade edilmektedir.224 Genel anlamda, göçü kalıcı ya da yarıcı yer değişikliği olarak nitelendiren Lee’nin bu yaklaşımı, göç olgusunu göç eden bireyden daha fazla ele alsa da, göçü deneyimleyen faillerin de göz önünde bulundurulması gerektiği vurgusunu yapmaktadır.225

İtici ve çekici faktörlerin hem kaynak hem de hedef mekânda var olduğunu savunan Lee, söz konusu etmenlerle, göçün aynı zamanda hem makro hem de mikro

İtici ve çekici faktörlerin hem kaynak hem de hedef mekânda var olduğunu savunan Lee, söz konusu etmenlerle, göçün aynı zamanda hem makro hem de mikro