• Sonuç bulunamadı

KAÇINILMAZ SON: KÜÇÜK VAKIFLARIN BÜYÜK VAKIFLARA

I. BÖLÜM

15. KAÇINILMAZ SON: KÜÇÜK VAKIFLARIN BÜYÜK VAKIFLARA

Mülkler vakfedilirken, bilindiği gibi birtakım şartlarla bağlanırlar. Bu şartlar tamamen vakfedenin kendi inisiyatifinde olup, birçok vakfiyenin şartlar bakımından benzerlik gösterdiği söylenebilir. Vakfiyelerde genellikle binaların vakfedenin kendisine, kendisinden sonra evlâdına ve onların evlâtlarına, neslin kesilmesi sonrasında, varsa azatlı kölelerine, onlardan sonra ise, Haremeyn Vakfı’na vakfedilmesi gibi şartların benimsendiği görülmektedir. Ayrıca, vakfedenler vakfiyelerine çoğunlukla ‘Medine fukarasına kullanılması’ şartını da koydururlardı. Vakfiyelerde yer alan nihai şart olarak beliren Haremeyn

632 İŞS, 4, 50a/1 (7 C 1027/1 Haziran 1618); İŞS, 14, 82b/1 (23 M 1075/16 Ağustos 1664). Bu belgelerden ilkinde dikkati çeken bir husus vardır ki o da sahipsiz kalan ve mütevellisi de olmayan vakıf arsanın mezbelelik olması sebebiyle mahalle sakinleri tarafından tevcihinin istenmesidir.

633 İŞS, 22, 50a/2 (23 Ş 1107/28 Mart 1696).

634 İŞS, 22, 2b/1 (12 C 1107/18 Ocak 1696).

Vakfı’na devretmenin birçok vakfın ortak kaderi olduğunu söylemek mümkündür.

Bu bakımdan Haremeyn vakfı mütevellisinin her zaman takip içerisinde olması ve vakıf şartını yerine getirmek üzere, gerekli şartlar oluştuğunda yeni vakıf yerleri kendi idaresindeki vakfın bünyesine ilhak etmeyi mümkün kılacak hukuk sürecini başlatması beklenirdi. Örneğin, meşrûtün-lehâ olan bir atîkanın (azatlı cariye) 1660 yangını sonrasında sakin olduğu yeri terk ederek “harbî kefereye firâr” etmesinin haber verilmesi üzerine Medine vakfı mütevellisinin hemen harekete geçip “taraf-ı vakf için zabt ve âhara îcâra izin” aldığı görülmektedir.636

Söz konusu izin alma ifadesi vakıf yerin ilhakı anlamına gelmektedir. Küçük vakıfların, yangın gibi afetlerden sonra mali açıdan büyük sıkıntıya düştükleri, vakfı elinde bulunduranların yeniden inşaya güçlerinin yetersiz olduğu hallerde ilgili şahısların vakıf arsadan feragat etmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Elbette bu feragat/ilhak evresinde arsanın sınırlarını ve büyüklüğünü belirlemek üzere bir keşif yapıldıktan sonra tasarruf hakkının resmi olarak ilgili büyük vakfa geçmesi sağlanırdı ki, bu vakıf genellikle Medine-i Münevvere vakfı olarak bilinen Haremeyn vakfı olurdu.637

Arsaların ilhakını gerektiren şartlar, başta ilhak hakkına sahip olan vakfın şart edilen vakıf olması, bunun yanında şartlara göre vakfın ilhak koşullarının gerçekleşmiş olması, yani meşrûtün-lehâ olan kişilerin kalmamış olması, bu kişiler kalmış olsa bile kendilerinin yangın sonrasında yeniden inşa için maddi güçlerinin olmaması ve böylece arsadan el çekmeleri şeklinde sıralanabilir.

Örneğin, Üskübi mahallesinde bulunan evini kendisinden sonra hanımı ve ondan sonra ise Medine-i Münevvere Vakfı’na bırakan Mehmed Bey’in vefatı ile söz konusu yer, hanımı Behram Hatun’a intikal etmiş ve o da 1043/1633 Cibali yangınında yanmasından sonra söz konusu yeri yeniden kendi

636 EHM ŞS, 52, 64/3 (23 B 1072/14 Mart 1662).

637 Ahmed Ağa isimli şahsın vakfı olup Hâce Gıyaseddin mahallesinde bulunan ve 1660 yangınında yanan menzilin icar izninin Haremeyn vakfı mütevellisine verilmesi konusunda bk. EHM ŞS, 51, 209/2 (106a) (25 Ra 1071/28 Kasım 1660). Yine buna benzer bir kayıtta Medine vakfından bir önceki meşrûtün-lehâ olan kişi Rahime Hatun’un yanmış menzili yeniden bina ettirememesi üzerine vakıf mütevellisinin arsayı Haremeyn Vakfı’na ilhak ettiği görülmektedir bk. EHM ŞS, 51, 207/4 (105a) (18 Ra 1071/21 Aralık 1660). Benzer kayıtlar için bk. EHM ŞS, 52, 65/2 (28 B 1072/19 Mart 1662).

parasıyla yaptırmıştır. Kendisinin vefatından sonra bu ev, ikinci eşi Mahmud Beşe’ye kalmaktayken Medine vakfı mütevellisi arsayı vakfa ilhak etmiş, menzilin mülk ve arsanın vakıf olması dolayısıyla, Mahmud Beşe burada mukataalı kiracı konumuna gelmiştir. Yani intikal, yalnızca mülk olan menzil üzerinden gerçekleşmiştir.638

Bir vakıf arsanın ikiye bölünmüş olarak vakfedilmesi de kayıtlarda karşımıza çıkan önemli bir konudur. Bu gibi durumlarda arsa yekpare olarak değil, parseller halinde değerlendirilir ve her bir kısım özel olarak Medine vakfı bünyesine dahil olunurdu. Örneğin, Dizdariye mahallesinde yaşayan Ayşe Hatun’un, kocası ve utekasına vakfı olan evin yanmasından sonra kalan arsa, iki kısım halinde değerlendirilmiştir. Zira taraflardan biri olan Mustafa Bey vefat etmiş ve 1660 yangını sonrasında üzerinde olan arsa başkasına kiralanmak üzere doğrudan Medine Vakfı’na ilhak olunmuştur.639 Aynı arsanın diğer kısmını tasarrufunda bulunduran uteka ise, yeniden inşa için yeterli bütçeleri olmamasından dolayı arsadan el çekmişler ve bu kısım da vakıf tarafından ayrıca ilhak olunmuştur.640 Söz konusu her iki arsa da yangından sonra, dört ay gibi kısa bir süre içerisinde iki farklı işlem gerçekleştirilerek Saraylı Rindan Hatun’a icareteyn ile kiralanmıştır.641

İlhak kapsamına giren önemli diğer bir konu ise, varissiz olarak ölen kiracıların imar ettikleri yerlerin doğrudan vakfa kalması meselesidir. Örneğin, Monla Şeref mahallesinde Haremeyn Vakfı’na ait olup 1660 yangını sonrasında Mehmed Beşe’nin, icareteyn ile yeniden inşa ettirdiği odanın inşaatı tamamlanmadan vefat etmesi üzerine, mevcut oda ve arsa yapılan keşiften sonra yeniden kiralanmak üzere vakfa ilhak olunmuştur.642 Buna benzer bir başka kayıtta ise, Samanviran mahallesinde olup yine Haremeyn Vakfı’na ait bir arsanın yarı hissesini ellerinde bulunduran üç kardeşin ikisinin vefatı üzerine, yangından sonra sırfa kalan arsanın onlara ait 2/3 hissesinin yeniden kiralanmak üzere vakfa intikali sağlanmıştır.643 Zira, icareteynli yerlerin tasarruf hakkı

638 EHM ŞS, 51, 108b/2 (2 R 1071/5 Aralık 1660).

639 EHM ŞS, 51, 202/4 (102b) (25 S 1071/30 Ekim 1660).

640 EHM ŞS, 51, 208/5 (105b) (15 Ra 1071/18 Kasım 1660).

641 EHM ŞS, 51, 202/4 (102b) (25 S 1071/30 Ekim 1660); 208/5 (105b) (15 Ra 1071/18 Kasım 1660).

642 EHM ŞS, 51, 107a/3 (29 Ra 1071/2 Aralık 1660).

bilindiği üzere bireysel bir hüviyet taşıdığından dolayı, burada vefat etmiş olan iki kardeşin yerlerinin doğrudan vakfa aktarılması zorunludur.

III. BÖLÜM

KÜLDEN DOĞAN KÜLLİYE: 1660 YANGINI SONRASINDA

YENİ VALİDE CAMİİ ve KÜLLİYESİ İNŞAATI:

DEMOGRAFİK ve PANORAMİK DEĞİŞİM

Eminönü’nde, şehrin siluetine ve görselliğine önemli ölçüde katkı sağlayan bir liman Camii olarak inkişaf etmiş olan Yeni Valide Camiinin ortaya çıkış serüveni oldukça karmaşıktır. Bu karmaşıklığın boyutları iki düzlemde değerlendirilebilir. Birincisi, inşa sürecininin uzun ve iki aşamada gerçekleşmiş olması, ikincisi ise, inşa planını uygulayabilmek için gayrimüslim unsurların bölgeden transferi dolayısıyla geniş çaplı istimlâk ve istibdal yoluna gidilmesiyle meydana gelen sorunlarla mücadelede karşılaşılan güçlüklerdir. Bu bölümde, söz konusu karmaşıklığı oluşturan farklı boyutları içeren düzlemler, başlıklar halinde incelenecektir.

1. SAFİYE SULTAN DÖNEMİ: İNŞAATIN BİRİNCİ EVRESİ (1597-1603)

III. Murad’ın şehzadeliğinden padişahlığının belli bir dönemine kadar tek gözdesi olduğu bilinen Safiye Sultan’ın Boşnak olduğu şekilnde rivayetler

olsa da, daha çok Arnavut olduğu kabul edilir.644 Söz konusu dönemde, Safiye Sultan ile Valide Nurbanu Sultan arasında iktidar mücadelesi olmuş, Nurbanu Sultan ve taraftarları Safiye Sultan’ı padişah III. Murad’ın gözünden düşürme çabasına girmişlerdir.645 1585’te rakiplerinin ölmesi üzerine harem ve devlet işlerinde etkili olmaya başlayan Safiye Sultan, 1595 yılında oğlu III. Mehmed’in tahta geçmesiyle birlikte sarayda çok daha güçlü bir konuma erişmiştir.646

Saray ve dolayısıyla devlet yönetiminde sahip olduğu iktidarı temsil etmek üzere Eminönü’nde bir cami yaptırmak isteyen Safiye Sultan bölgede uzun yıllardır sakin olan Karay Yahudilerine647 ait yerleri yüksek bir bedel karşılığında istimlâk ettirerek 1006/1597 yılında Yeni Valide Camiinin inşaatını başlatmıştır.648 Caminin yapıldığı bu bölge, özellikle Edirne ve Selânik’ten gelen Karay Yahudilerinin yoğun şekilde yaşadığı bir yer olmasından dolayı, “Edirne Yahudiler Mahallesi (Mahalle-i el-Yahudiyyîn el-Edirneviyyîn)” adıyla anılmakta olup,649 cami inşaatı tam olarak Şuhud (Cuhud-Çıfıt) Kapısı (o zaman da kullanılmakla birlikte bugünkü Bahçekapı) ve Balıkpazarı Kapısı’nın

644 Feridun Emecen, “Mehmed III”, DİA, C 28, s. 407; Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun: Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, çev. Ayşe Berktay, Tarih vakfı Yurt Yay., 2. bs., İstanbul 1998, s. 125; Şehabeddin Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden Bir Âbide Yenicâmi Külliyesi”, TD, C 28-29, İstanbul 1974-75, s. 170; Ali Akyıldız, “Safiye Sultan”, DİA, C 35, s. 472.

645 Cornell H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Âli: Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, çev. Ayla Ortaç, 2. bs., Tarih vakfı Yurt Yay., İstanbul 2000, s. 307; Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun, s. 125-126; Ali Akyıldız, “Safiye Sultan”, DİA, C 35, s. 472.

646 M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, TTK, Ankara 1980, s. 43-44; Ali Akyıldız, “Safiye Sultan”, DİA, C 35, s. 473.

647 Hazar kökenli olan ve Türkçe konuşan Karayim Yahudilerinin aslen Orta Asyalı ve Türkmen oldukları, şartların zorlaması ile Yahudiliği 740 tarihinde kabul ettikleri ve buradan Avrupa’ya yayıldıkları bilinmektedir. Konu hakkında geniş bilgi için bk. Simon Şişman, “İstanbul Karayları”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, C 3, İstanbul 1957, s. 97-102; Arthur Koestler, The Thirteenth Tribe: The Khazar Empire and its Heritage, Picador Pan Books, 4. bs., London 1983; Hazar imparatorluğu VII.-XI. Yüzyıllar: Atlı Bir Kavmin Gizemi, ed. Jacques Piatigorsky-Jacques Sapir, çev. Hande Güreli, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2007 içinde (Marek Halter, “Hazarların İzinde”, s. 7-14; Aleksey Tereşçenko, “Hazarlar ya da Unutulmuş Bir Halkın Tarihî Yerlerinin Durumu Hakkında Bilinenler”, s. 33-69.).

648 Selâniki, Tarih, C 2, s. 723; A. Saim Ülgen, “Yenicami”, VD, C II, Ankara 1942, s. 388; Lucienne Thys-Şenocak, “Location, Expropriation and The Yeni Valide Complex in Eminönü”, Turkish Art: 10th International Congress of Turkish Art Geneve 17-23 Semtember 1995, Geneve 1999, s. 675; Ayrıca, İslâm hukukunda istimlâk çok sık görülmemekle birlikte, gerekli durumlarda başvurulabilecek bir kamulaştırma aracı olarak kabul edildiği ve bunlar arasında da mescid ve yol amaçlı istimlâklerin en sık rastlananlar olduğunu belirtmekte yarar vardır. bk. Hamza Aktan, “İstimlâk”, DİA, C 23, s. 365.

649 Fenârizâde Muhyiddin Mehmed Şah (Toplayan), Defter-i Evkâf-ı Cami’-i Şerif-i Ayasofya, Belediye Kitaplığı Muallim Cevdet Yazmaları, No: 64-Or, s. 185 / yeni s. 113; Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, Gözlem yay., 3. bs., İstanbul 1995, s. 18; S. Şişman, “İstanbul Karayları”, s. 100; Uriel Heyd, “The Jewish Communities of Istanbul in the Seventeenth Century”, Oriens, C 6, S 2, Leiden 1953, s. 304; E. Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında İstanbul, s. 18 ve 79; Ş. Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden”, s. 169; Stephane Yerasimos, “La Communauté Juive d’Istanbul a la Fin du XVIe Siécle”, Turcica, vol. 27, Paris 1995, s. 114-15; Lucienne Thys-Şenocak, Ottoman Women Builders: The Architectural Patronage of Hadice Turhan Sultan, Ashgate, Aldershot 2006, s. 190.

arasında yer almaktadır.650 Bu istimlâk bölgesi dahilinde, Selâniki’nin verdiği bilgiye göre bir havra ve bir de kilise mevcuttur.651 Burada mülkleri satın alınan Karay Yahudilerinden kırk kişi, kayd-ı hayat şartı ile vergiden muaf tutularak Hasköy’e nakledilmişlerdir. Ayrıca bu kişilere Hasköy’de yeni evler verilmiş ve sinagoglarının bulunduğu arsaları, kanunen satılamadığı için, karşılığında her yıl kendilerine otuz iki kuruş kira ödemesi yapılmıştır.652 Simon Şişman’ın verdiği bilgilere göre ise, Karayların arsası üzerine yapılmaya başlanan cami için kendilerine arsanın kira bedeli olarak her yıl hazineden 2.260 akçe verilmiş ve bu para her sene özel bir merasim ile ödenmeye devam etmiştir.653 Miktarı her ne olursa olsun, söz konusu kaynakların verdiği bilgiler, Yenicami arsasının istimlâk hukukuna uygun olarak devralındığını göstermektedir.654

Caminin ilk mimarı, Mimar Sinan’ın yetiştirdiği ve ondan sonra hassa mimarbaşı olan Davud Ağa’dır.655 Cami planını hazırlayan ve ilk temeli atan Davud Ağa, temel kazma işine başladıktan sonra buradan bir değirmeni döndürecek kadar çok miktarda su çıkması üzerine tulumbalarla bu suyu tahliye ettirmiştir.656 Mimar Sinan’ın Büyük Çekmece köprüsünde yaptığı gibi, başları kurşun kuşaklarla kaplanmış kazıklar üzerine blok taşlar yerleştirerek duvarları

650 Evliya Çelebi, Seyahatnâme, C 1, s. 124. Bu kapılardan Şuhud Kapısı’nın eski adı “Porta Neorion (Gümrük kapısı), Porta Hebraica-Judaca (Yahudi kapısı)” olup, Bahçekapısı’nın eski adı ise “Porta Peramatis (Geçit kapı)”dır. Bk. Petrus Gyllius, İstanbul’un Tarihi Eserleri, Çev. Erendiz Özbayoğlu, s. 55; R. Janin, Constantinople Byzantine: Developpement Urbain et Repertoire Topographique, Institut Français d’Etudes Byzantines, Paris 1950, s. 274-75; A. Saim Ülgen, “Yenicami”, VD, C II, s. 391-92; Şehabetddin Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden”, s. 167-68; Erdem Yücel, Yenicami Hünkâr Kasrı, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul t.y, s. 3-4; Lucienne Thys-Şenocak, “The Yeni Valide Mosque Complex at Eminönü”, Muqarnas, vol. XV, Leiden 1998, s. 61; Thys-Şenocak, Ottoman Women Builders, s. 190.

651 Selâniki, Tarih, C 2, s. 850; A. Saim Ülgen, buradaki kilisenin adının kaynaklarda “Saint Antuvan Manastırı” olarak geçtiğini, hatta Çıfıtkapısı’nın bu isimle de anıldığını bildirmektedir. Bk. Ülgen, “Yenicami”, VD, C II, s. 391-92.

652 Alexandros Georgios Paspates, Etudes Sur Les Tchinghianes Ou Bohemiens de l’Empire Ottoman, İstanbul 1870’ten nakleden Süleyman Faruk Göncüoğlu, “Haliç Yahudileri ve Sinagogları”, Dünü ve Bugünü ile Haliç: Sempozyum Bildirileri (22-23 Mayıs 2003), Kadir Has Ü. Yay., İstanbul 2004, s. 139; Eremya Çelebi, İstanbul Tarihi, trc. H. D. Andreasyan, s. 157’de notlar kısmı, üçüncü fasıl, 1. not; R. Janin, Constantinople Byzantine: Developpement Urbain et Repertoire Topographique, s. 274. Yenicami inşaatının ikinci evresinin miladını teşkil eden 1070/1660 Büyük İstanbul yangınından sonra, Cami çevresinde sakin olmalarına karşın, evleri ilk inşaat evresinde istimlâkten kurtulan diğer Yahudiler de, meskenleri istimlâk olunarak ya da bunları Müslümanlara satmaları sağlanarak Hasköy ve Balat’ta iskân edilmişlerdir.

653 S. Şişman, “İstanbul Karayları”, s. 100.

654 İslâm hukukunda, mescit ve yol amaçlı istimlâk en sık rastlanan örnekler arasında yer almakla birlikte, özel mülkiyete konu bir taşınmazın kamu kurumlarınca kamu yararı düşüncesiyle bedeli ödenmek suretiyle sahibinin rızasına ihtiyaç duyulmadan cebren satın alınmasını ifade etmektedir. Bk. Hamza Aktan, “İstimlâk”, DİA, s. 365.

655 Ahmet Refik, Türk Mimarları: Hazine-i Evrak Vesikalarına Göre, haz. Zeki Sönmez, Sander yay., İstanbul 1977, s. 62.

656 Selâniki, Tarih, C 2, s. 761; Muzaffer Erdoğan, “Mîmar Davud Ağa’nın Hayatı ve Eserleri”, TM, C XII, İstanbul 1955, s. 189; Ş. Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden”, s. 170-171.

yer seviyesinden bir miktar yükseltmiş ve bu işte kullanılmak üzere Rodos’tan taşlar getirtmiştir.657 Henüz caminin temelleri tamamlanmamışken Davud Ağa’nın vebaya yakalanarak 1007/1598 yılında vefat etmesi658 üzerine, yerine aynı tarihte suyolu nazırı olarak görev yapan Dalgıç Ahmed Çavuş mimarbaşı tayin olunmuştur.659 İnşaat, Dalgıç Ahmed Ağa marifetiyle 1603 yılında henüz ilk pencerelere kadar yapılmış olduğu sıralarda, III. Mehmed’in beklenmedik vefatı gerçekleşmiş ve bu olaydan sonra Eski Saraya gönderilen Safiye Sultan, başladığı bu büyük inşaattan vazgeçmek zorunda kalmıştır. Söz konusu caminin banisi olan Safiye Sultan’ın 1605 yılında vefat etmesiyle inşaatın yarım kaldığı bu aşama son bulmuştur.660

Dönemin Venedik elçisi Pietro Foscarini, IV. Murad’ın 1637 yılında Yenicami inşaatını devam ettirmeye başladığını, fakat aşırı masraf dolayısıyla onun da bu işten çekildiğini nakletmektedir.661 Sonraki valide sultanların da caminin tamamlanmasıyla ilgilenmemiş olmalarından dolayı 57 yıl gibi uzunca bir süre boyunca inşaat yarım kalmıştır.662 Bu süre zarfında inşaatın metruk ve harabe halde olmasından ve yapılan yüklü masraftan dolayı cami halk tarafından “Zulmiye” olarak anılır olmuştur.663 Söz konusu isimlendirmeye 1660 yangınından sonraki dönemde cami ile ilgili kayıtlarda da rastlanmaktadır.

657 Ahmet Refik, Türk Mimarları: Hazine-i Evrak Vesikalarına Göre, haz. Zeki Sönmez, Sander yay., İstanbul 1977, s. 69; Ş. Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden”, s. 171.

658 Davud Ağa’nın vefatı konusunda tâûndan vefat ettiği veya sû-i itikad ithamı ile idam olunduğu şeklinde bir ihtilaf mevcuttur. Bu konuda Selânikî ölüm sebebi olarak tâûnu zikrederken, Ayvansarayi de idam edildiğini öne sürmektedir. Bk. Selânikî, Tarih, C 2, s. 763; Hüseyîn Efendi Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-Cevâmi’ (İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi’mârî Yapılar), haz. Ahmed Nezih Galitekin, İşaret Yay., İstanbul 2001, s. 263; Muzaffer Erdoğan, “Mîmar Davud Ağa’nın Hayatı ve Eserleri”, s. 185; Ş. Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden”, s. 171; Ahmet Refik, Türk Mimarları: Hazine-i Evrak Vesikalarına Göre, haz. Zeki Sönmez, s. 69-70.

659 Selâniki, Tarih, C 2, s. 763-64; Muzaffer Erdoğan, “Mîmar Davud Ağa’nın Hayatı ve Eserleri”, s. 189; Ş. Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden”, s. 171.

660 Risâle-i Hatib - XVII. Yüzyıl Ortalarına Aid Bir Tarihçe - Metin ve Dizin, haz. Mehmet Çömcüoğlu, Basılmamış Mezuniyet Tezi, İÜ. Edeb. Fak. Tarih Bölümü, İstanbul 1969, s. 14-15; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, C 1, s. 124; Silahdar Tarihi, C 1, s. 218; Ş. Tekindağ, “XVII. Yüzyıl Türk Sanat Eserlerinden”, s. 171; Muzaffer Erdoğan, “Mîmar Davud Ağa’nın Hayatı ve Eserleri”, s. 189.

661 Barozzi and Berchet, Le Relazioni, 2, s. 95’ten nakleden Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun, çev. Ayşe Berktay, s. 274.

662 Lucienne Thys-Şenocak, “The Yeni Valide Mosque Complex at Eminönü”, s. 58.

2. TURHAN VALİDE SULTAN DÖNEMİ: İNŞAATIN İKİNCİ