• Sonuç bulunamadı

Üslûb-ı Sâbık ya da Vaz‘-ı Kadîm İhtilafları

I. BÖLÜM

3. TİCARİ ve SOSYAL İHTİLAFLAR

3.3. Üslûb-ı Sâbık ya da Vaz‘-ı Kadîm İhtilafları

Binaların yeniden inşasındaki en önemli kriter, binaların üslûb-ı sâbık (eski tarz) veya vaz‘-ı kadîm üzere inşa edilmesi gereğidir. Zira, Osmanlılar için

kadîm olanın makbul görülmesinden dolayı mimari tarzlar eski üslûba ve sistem

de kadîm olana göre şekillenmektedir. Bundan dolayı, binaların yeniden inşası için en önemli başvuru kaynağının eski-kadîm olan olduğu ileri sürülebileceği gibi, kadîmin eskimez ve eskitilmezliğinin genel bir ilke olarak düşünüldüğü söylenebilir.195

192 ÜŞS, 228, 58a/2 (19 Ra 1071/22 Kasım 1660).

193 İŞS, 9, 182a/2 (12 Ra 1072/5 Kasım 1661).

194 İŞS, 8, 32a/1 (3 R 1071/6 Aralık 1661).

195 Her ne kadar kaideyi bozmayacak bir istisna da olsa, bazen üslûb-ı sâbıkın belli kurallar dahilinde değişebileceği ifade olunmalıdır. Zira, Molla Gürâni Vakfı’na ait Vefa’da bulunan medrese ve

Yapılacak inşaatlarda bu ilkenin belirlenmiş olması düzen ve nizam açısından önem arz etmektedir. Bu bakımdan Osmanlı idarecilerinin bu konudaki hassasiyetleri özellikle mimarbaşıya gönderilmiş olan emirlerde göze çarpmaktadır. Yukarıda ele alınan, 1756 Cibali yangınından sonra gönderilmiş olan buyrulduda görüldüğü üzere Saraçhane’deki dükkânların çoğunun üslûb-ı sâbıklarının bozularak buralara bekâr odaları gibi yeni yerler yapılmış, buna karşılık ustalar ve yer sahipleri “mu‘tâd-ı kadîm”e uymaları yolunda uyarılmışlardır.196

Fetvalara konu olan üslûb-ı sâbık meselesinin adeta ilgili yerin bir hakkıymış gibi görüldüğüne şahit olunmaktadır. Nitekim, yanmış bir dükkânın kiracısı tarafından aynı şekilde tekrar dükkân olarak inşa edilmesine razı olmayıp yeri başkasına vermek isteyen mütevellinin, konuyla ilgili verilen fetvada haksız olduğu ve arsayı başkasına veremeyeceği açık bir şekilde göze çarpmaktadır.197

Yapılacak binaların inşasında taraflar arasında gerçekleşen ihtilafların önünü alması bakımından söz konusu üslûb-ı sâbık meselesi çok önemli bir işlev görmektedir. Zira bu vesileyledir ki taraflar, aralarındaki meseleler dolayısıyla herhangi bir ihtilaf yaşamadan, karşılıklı anlaşma yoluyla sorunlarını giderebilmekteydiler. Örneğin, yangın öncesinde Nişancı Paşa Vakfı’na ait iki arsa arasında bulunan duvarın üstüne bir binanın çatısının uzanıyor olması kayıttaki ifadeyle “üslûb-ı sâbık” olarak kabul edilmektedir. Yangın sonrasında ise bu durum bir referans teşkil etmiş ve diğer taraftan istenen iznin olumlu karşılanmasının yolunu açmıştır. Belgenin ilgili kısmı şöyledir:

“… es-Seyyid Abdurrahman Çelebi b. Abdülhak nâm kimesne meclis-i ma‘kūd-ı mezbûrda … Sâfiye Hâtun mahzarında takrîr-i kelâm edip mezbûre Sâfiye Hâtun'un tasarrufunda olan semerci dükkânı ile beynimizde olan taş duvarın üzerinde kable’l-harîk sokak cânibinde bir zirâ‘dan dört parmak nâkıs ve bir cânibinden bir zirâ‘ altı parmak mezbûre Sâfiye Hâtun'un tasarrufunda olan mismârî dükkânı üzerine benim fevkānî olan odamın sathı ve sakfı tecâvüz eylemiş idi hâlâ üslûb-ı

mescidin, yine aynı vakfa ait olup hemen bitişiğinde yer alan “kârgir binâ kubbeler” ile istibdal edildiği ve dolayısıyla medrese ve mescidin konumlarının değiştiğini belirtmekte yarar vardır. Bk. BOA, A.DVNS.ŞKT.d-18, 359/1613 (Ra 1106/Kasım 1694).

196 Ahmet Refik, Hicrî On İkinci Asırda, s. 185-186. Belgenin çevirisi için bk. I. Bölüm’de “Fırsatçılık” alt başlıklı kısım.

197 Meşrepzade Mehmed Ârif Efendi, Fetavâ-yı Câmi‘ü’l-icâreteyn, Dârü't-tıbâati'l-Âmire, İstanbul 1252, s. 143.

sâbık üzerine merkūme Sâfiye Hâtun'un rızâsıyla binâ murâdımdır, mezbûreden suâl olunup takrîr [ve] tahrîr olunması matlûbumdur dedikde gıbbe’s-suâl mezbûre Sâfiye Hâtun'un cevâbında fi’l-hakīka hâl minvâl-i muharrer üzredir üslûb-ı sâbık üzre binâ eylesin dedikde …”198

Yukarıdaki belgede hiçbir itiraz gündeme gelmiş olduğu görülmemekle birlikte, aynı gün ve tarihte kayıtlara geçen bir başka belgede söz konusu duvarın Seyyid Abdurrahman Çelebi tarafından on yıldır kullanılmasına karşılık, Safiye Hatun’un yangın sonrasında bu durumun devamına itiraz ettiği anlaşılmaktadır. Fakat mahkeme, iki taraf arasında bu bağlamda yangın öncesindeki on yıl boyunca hiçbir ihtilaf ya da niza‘nın meydana gelmemiş olmasını, bir hakkın oluşması şeklinde yorumlayarak davayı düşürmüştür. Bu hakkın oluşmasını sağlayan fiili durum ise, ancak üslûb-ı sâbık olarak açıklanabilmektedir.199

Öte yandan, önceden iki katlı olmasına rağmen 1693 yılı yangınından sonra üç katlı olarak inşa edilmesi yanında fazladan on pencere ilâve edilen bir evin, komşu eve havalesinin olması dolayısıyla şikâyete konu olmuştur. Bilirkişilerin yaptığı keşif neticesinde, evin on penceresinin kadîme uygun olmadığı tespit edilerek mahkeme tarafından bu pencerelerin kapatılmasına karar verilmiştir.

“el-Hâc Mehmed … el-Hâc İsmail ve el-Hâc Ali … nâm karındaşlar mahzarlarında üzerlerine da‘vâ ve takrîr-i kelâm edip mezbûrân … işbu menzilim mukâbilinde vâki‘ kadîmî tahtânî olan menzili ba‘de’l-harîk müceddeden binâ ve ihdâs eyledikleri işbu üç tabaka menzillerinin on aded pencerelerinin benim menzilimin makarr-ı nisvân olan mevâzi‘ine havâlesi olmağla hâlâ nazar olunup men‘ ve def‘ ettirilmek matlûbumdur dedikde gıbbe’s-su’âl mezbûrân … cevâblarında menzil-i mezkûrları kadîmde tahtânî olduğunu her biri ba‘de’l-ikrâr mi‘mârân-ı mezbûrân ve müslimûn-ı mezbûrûn ile münâza‘un fîhâ olan mevâzi‘ine nazar eylediklerinde fi’l-hakîka mezbûrân el-Hâc İsmail ve el-Hâc Ali’nin on aded muhdes pencerelerinin … havâlesi olduğu zâhir ve mütehakkik olmağın …”200

Daha önce de değinildiği gibi, yapılan talepler üzerine bilirkişiler tarafından gerçekleştirilen keşiflere istinaden ve özel şartlara bağlı olarak

198 İŞS, 12, 31b/2 (23 Za 1073/29 Temmuz 1663).

199 İŞS, 12, 31b/1 (23 Za 1073/29 Temmuz 1663).

talebin makul olması ölçüsünde binaların vaz‘-ı kadîmden farklı olarak inşa edilmesine izin verildiği de vakidir. Yani, yangın öncesinde menzil bulunan bir arsa üzerine mutasarrıfın bir değirmen bina etmesi, mahkemenin uygun bulması halinde mümkün olabilmektedir. Fakat, farklı saiklerle bu tür durumlara, üstelik kendilerine herhangi bir zararı olmadığı halde, itiraz edenlerin olması da rastlanan bir durumdur.201 Bir fetvada, büyük bir hamamın ifraz edilerek küçültülebileceği ve artık yerlere de yeni odalar yapılabileceği dermeyan edilmektedir. Bu fetvanın verilmesi, hamamın büyük olmasından dolayı yeterince ısınmaması ve müşteri potansiyeli bakımından çevresinde oturanların sayıca az olması sonucu kârının tatmin edici olmaması gibi önemli sebeplere dayanmaktadır.202

Bütün bunlara karşılık, vaz‘-ı kadîme göre inşa edilmiş olduğu halde ihtilaf sebebi olarak mahkemeye intikal eden durumlara da rastlamak mümkündür. Örneğin Halil Ağa isimli kişi, Mehmed Geylâni vakfından kiraladığı bir mahzeni yeniden yaptırmış ve kapısını yangından önce olduğu gibi (vaz‘-ı kadîmi üzere) karşısında bulunan zaviye tarafına açtırmıştır. Fakat, kapının açıldığı tarafta oturan vakıf mütevellisi, bu durumdan rahatsız olduğunu belirtmiş ve “bi gayri vech zikr olunan kapıyı seddeyle” diyerek Halil Ağa’nın, kendi tasarrufunda olan arsadan buraya girip çıkmasını istemediğini belirtmiştir. Bunun üzerine, vaz‘-ı kadîme aykırı hareket eden söz konusu mütevelliye mahkeme tarafından “vaz‘-ı kadîmi üzre mürûra mâni‘ olmamak için tenbîh

olun”muştur.203