• Sonuç bulunamadı

Literatürde kümelenmenin tarihsel geçmişi ile ilgili araştırmada; kümelenmenin isim olarak ortaya çıktığı andan itibaren değil de kavramsal olarak ortaya çıkış zamanını göz önüne alındığı söylenebilir. Böylelikle aslında Adam Smith’den başlayarak, Marshall, Porter’a kadar uzanan bir akım ortaya konulmaya çalışıldı. Kümelenme Çeşitleri Yatay Patikaya Bağımlı Dikey Bilgi Tümleyici Yerel Hiyerarşik

A.Smith’in “ Akşam yemeğimiz için umudumuzu kasabın, bakkalın ya da fırıncının iyi niyetine değil, onların kendi çıkarlarını gözetiyor olmasına bağlarız” ifadesi ile yaygın kanının aksine Smith bireyi kendi başına bir varlık olarak değil, amacı daha iyi bir toplum yaratmak olan bir toplumun üyesi olarak tasvir emektedir. Smith daha iyi olma yolunda “bağlantıların ve bağlılıkların” gücüne inanır. Girişimcileri “büyük bir organizmanın tek bir hücresi” olarak görür. Dahası “uygar bir toplumda insan her zaman büyük çoğunlukların işbirliğine ve yardımına gereksinim duyar.” (Mercan, 2004:169).

Kümelenme kavramının temelleri 1900’lu yılların başına kadar uzanmaktadır. Endüstriyel bölgelerin oluşturulma aşamalarındaki gözlemleri sonucunda Marshall(1920) “19. yüzyılda İngiltere’deki endüstriyel bölgelere bakarak lokalizasyonun fiziksel olmayan boyutlarının farkına varan ve endüstriyel lokalizasyonun önemini vurgulayan” ilk ekonomisttir. 19. Yüzyılın sonlarına doğru

İngiliz iktisatçı Alfred Marshall’ın ekonomik büyümede önemli bir araç olarak

ortaya koyduğu, kısaca sektörlerin coğrafi yoğunlaşmalarını ifade eden “kümelenme modeli” bundan yaklaşık yüzyıl sonra, 90’lı yıllarda ABD’de Harvard Üniversitesi

İşletme Okulu profesörlerinden Michael Porter tarafından uluslar arası rekabet

stratejilerinin değerlendirilmesi kapsamında yeniden gündeme getirilen ve pek çok ülke tarafından ekonomik kalkınmada kullanılan bir yöntemdir (Malmberg and Maskell, 2001).

Kümelenmenin avantajlar sağladığı görüşü yeni bir görüş olmayıp, endüstriyel ekonomide daha önceleri önemi vurgulanan bir konudur. Nitekim kümelenmenin kökenleri İngiliz İktisatçı Alfred Marshall’ın İngiltere’de, endüstriyel bölgelerde yaptığı incelemelerine dayandırılmaktadır. Marshall, Ekonominin Temelleri (Principles of Economics– ilk baskısı 1890’da yapılmıştır) isimli kitabında, birbirlerine benzer karakterde olan firmaların özel bölgelerde bir araya geldikleri ve bunun sonucunda bazı kazanımlar elde ettiklerine vurgu yapmıştır. Elde edilen bu kazanımları dışsal ekonomiler (external economies) olarak isimlendirmiştir. Porter’ın uzmanlaşmış endüstriyel politikası oldukça yenidir. Alfred Marshall Kitabının 10. bölümünü “belirli yerlerde uzmanlaşmış sanayinin toplanması” konusuna ayırmıştır. Marshall uzmanlaşmış faaliyetlerin yerel toplanmasını dışsal ekonomilerin basit bir

üçlüsü şeklinde ortaya atmıştır (Kayalar, 2005): Bu üçlü; 1. Nitelikli işgücünün hazır olarak elde edilmesi,

2. Destekleyici ve yardımcı sanayilerin gelişimi,

3. Üretimin farklı aşamalarında ve dallarında farklı firmaların uzmanlaşması şeklinde sıralanabilir.

Ayrıca Marshall dışsal ekonomilere şu soruların yanıtlarını bulmak için vurgu yapmıştır:

1. Bir endüstrinin kuruluş yeri niçin ve nasıl önemlidir?

2. Küçük firmalar niçin ve nasıl daha etkili ve rekabetçi kılınabilir?

Mekânın önemine vurgu yapan Marshall, KOBİ’lerin yaşam sürelerini uzatabilmek ve küreselleşen dünyada rekabet gücüne sahip olabilmeleri için izlemeleri gereken yöntem hakkında çeşitli önerilerde bulunmuştur.

Tarihsel süreç içerisinde Marshall birbirine bezer firmaların aynı coğrafik alanda bir araya gelmelerini kümelenme olarak isimlendirmemiş olsa da, “endüstriyel bölgeler” (industrial districts) olarak isimlendirdiği bu bölgeler aslında bugün bilinen kümelenmeleri işaret etmektedir (Humphrey and Schmitz, 2000:7).

Kümelenmelere hükümetlerin ilgisi daha çok 1970 li yıllardan itibaren başlamıştır (Best, 1990:230). Sanayileşmiş ülkelerde hükümetler bölgesel avantajlarını kalkınma için çok kritik önemi olduğuna inanmaktadırlar. Bu nedenle endüstriyel bölgeler kavramı da hükümetlerin politikaları haline gelmiştir.

1970’li yılların sonu 1980’li yılların başında dünyada yaşanan ekonomik buhran dönemi mevcut kalkınma modellerinin tartışılmasına ve alternatif modellerin denenmesine yol açmıştır. Fordist üretim sistemi olarak da adlandırılan ve homojen malın kitlesel üretimi, stoklama, üretim sonrası kalite kontrolü, kaynak yönlendirici üretim, dikey bütünleşme gibi esasların dikkate alındığı sistemden farklılaştırılmış ürünlerin esnek, küçük ölçeklerde üretimi, sıfır stok, üretim aşamasında kalite kontrolü, talep yönlendirici üretim ve düşey ayrışma, tam zamanında üretim, gibi özellikleri barındıran çok daha esnek bir üretim modeli olan post-fordist üretim sistemi genel kabul görmeye başlamıştır. Bu geçiş beraberinde bir çok farklı bakışı

da ortaya çıkarmıştır (Karaçay ve Erden, 2005: 113).

Bu noktada rekabet gücünü artırabilmek için KOBİ’lerin ağ örgütlenmeleri sistemine geçerek daha dinamik bir yapıya dönüşmeleri amaçlanmıştır.

Post-fordist üretim sisteminde (Kayasü ve Yaşar, 2004:20);

1.Üretim faktörlerinin tam istihdamına yönelik olarak kapasite kullanım oranını sürekli arttırmaya gerek kalmamakta,

2.İşçiler üzerindeki baskı hafiflediğinden verimlilikleri artmakta ve üretim süreçleriyle ilgili iyileştirmeler hakkında düşünmeye vakit bulabilmekte,

3.Üretim miktarı yüksek olduğu ölçüde birim maliyetlerin düşük olması anlamındaki ölçek ekonomilerinin önemini geri plana atacak biçimde küçük ölçekli işletmeler de uluslararası rekabette başarılı olmakta,

4.Aynı ve benzer girdilerin kullanılacağı birden fazla ürün modeli, firmanın pazarlama bölümünden tüketici tercihleriyle ilgili olarak gelen talep tahminleri doğrultusunda, fabrika içindeki çok küçük değişikliklerle ve çok az zaman kaybıyla üretilebilmekte,

5.Verimlilikleri artan işçilere daha yüksek ücretler ödenebilmekte ve bütün bunlar olurken, hammadde, ara malları ve nihai ürünler için stoklama gereksinimi azalacağından, maliyet tasarrufları sağlanmaktadır.

Kısacası “Fordist kitle üretim sisteminin” aksine “esnek üretim sistemlerinde” üretilen malların kalitesi yükselirken maliyetlerde bir düşüş sağlanabilmektedir. Bu gelişmeler günümüzdeki anlamıyla KOBİ’lerin büyük ölçekli firmalarla yurtiçi ve yurtdışında rekabet edebilmelerinin ve aralarında ürün farklılaştırmasına ve network ağına dayalı sınaî kümeler oluşturabilmelerinin kapısını aralamıştır.

Ekonominin yeniden yapılanma süreci üretim ve istihdamın coğrafyasını da etkilerken ulusal ve ulus-altı mekânsal işbölümündede önemli değişikliklere sebep olmuştur (Özaslan, 2004:27). II. Dünya savaş-sonrası dönemin temel yapıtaşları olan dikey olarak örgütlenmiş hiyerarşik firma yapıları, küresel rekabet ortamında düşey ayrışma ve esnek uzmanlaşma süreci yaşamışlardır. Düşey ayrışma olgusu, esnek KOBİ’lerin ve aralarındaki ilişkilerinin artmasına neden olurken, daha da önemli bir sonucu ise yerel düzeyde kümelenme ihtiyacını doğurmuştur. Nitekim sanayi

örgütlenmelerinde ve firma yapılarında meydana gelen değişim sonucunda sanayinin coğrafi dağılımı değişirken, küresel düzeyde yeni bir mekânsal işbölümü oluşmaya başlamıştır (Kavrakoğlu vd., 2002:35-37).

1970 li ve 1980 li yıllardan sonra dünyada teknoloji, üretim ve yönetim gibi alanlardaki hızlı değişim sonucunda ulus altı ölçeklerde tanımlanan bölgelerin önemi artmıştır. Bu bağlamda ekonomik ve sosyal yapıların temel öğesi olarak bölgeyi gören yaklaşımların vurgulanması önem kazanmıştır. Bölgenin genel kabul görmüş anlamı değişirken bölgesel politikalardaki yaklaşımların da dünyadaki değişimlere paralel olarak yeniden şekillendiği ve değiştiği de bir gerçektir (Kayasü ve Yaşar, 2004:348). Bu tarihsel çerçevede kümeleme faaliyetleri de hız kazanmıştır.

Aktarılmaya çalışılan gelişmeler ile doğrultusunda dünya ekonomisinde kümelenmeye geçiş süreci özetle şu şekilde gerçekleşmiştir;

Marshall’dan yaklaşık yüzyıl sonra Porter’ın neo-Marshallian Kümelenme kavramı 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında sahneye çıkmıştır. Ulusal rekabetçi avantaj ve uluslar arası rekabetçilige dayanır. Ele aldığı konu, bir ulusun ihracat firmalarının başarısını açıklayan ‘Rekabetçi Elmas’ı kavramına bağlıdır. Bu kavram “faktör koşulları”, “talep koşulları”, “firma stratejisi ve rekabet yapısı” ve “ilgili ve destekleyici endüstrilerin varlığı” olarak sıralanabilir. Bu dört faktör arasında ne kadar çok gelişmis ve yoğun etkileşim olursa o kadar büyük firma üretkenliğinin olacağını savunmuştur (Kayalar, 2005).

Küreselleşme ve yerelleşme süreçleri bölgesel gelişme anlayışlarını kökten değişime uğratmıştır. Bu süreçler, dünya sistemiyle doğrudan etkileşime girmeye başlayan bölgesel ve yerel ekonomilerin küresel ölçekte rekabet eden birer aktör haline gelmesine neden olmuş, yerel potansiyelin ve dinamiklerin kalkınma sürecine katkısını ve katılımını zorunlu hale getirmiş; yerel yönetimlere ve yerel kalkınmaya verilen önemi artırmıştır. Bu kapsamda, yerel ekonomilerin, ulusal öncelikler çerçevesinde, küresel ölçekte rekabet koşullarına ayak uydurma yeteneklerini artırmak ve kendi gelişimlerini sürdürürken ulusal kalkınma hedefine de katkıda bulunmalarını sağlamak için, yeni bölgesel gelişme politikaları ve araçlarının geliştirilmesi gerekmektedir (DPT, 2009b:62). Böylece küreselleşmenin başlaması da tarihsel süreç içinde kümelenmeye katkıda bulunmuştur. Şekil 1.5 de sanayi

bölgelerinin gelişme sürecinde kentleşme, sanayileşme ve firmaların uluslararasılaşmasını kapsayan uzmanlaşma sürecini göstermektedir.

Şekil 1.5 : Sanayi Bölgelerinin Gelişimi

Kaynak: (Erdil,2006:9)

Bu tip örgütlenme biçimi, merkezi-hiyerarşik ve büyük ölçekli yapılanmalardan daha küçük ölçekli esnek firma veya idari-kurumsal örgütlenmelere geçiş yaşandığına işaret etmektedir. Firmalar bazında meydana gelen değişim “düşey ayrışma” süreciyle ortaya çıkarken; yerel idari yapılanmalarda meydana gelen yeni örgütlenme biçimleri “yerelleşme” ve “âdem-i merkezileşme” süreciyle gündeme gelmekte ve her ikisi de yerel düzeyde işbirliği, dayanışma ve ağ-şebeke (network) tarzı ilişkiler zemininde yatay düzlemli birer yeniden-yapılanma biçimi olarak görünürlük kazanmaktadır. Her iki örgütlenme tarzı küreselleşme sürecinde ekonomik bir faktör olarak mekanın veya yeni bir düzenleme birimi olarak yerel birimin (territory) önem kazandığını ortaya koymakta ve hem sanayi hem de idari- kurumsal yapılarda olmak üzere yerel düzeyde bir yatay entegrasyon sürecinin yaşandığına işaret etmektedir (Marin, 2004:66).

Günümüzde, Kaliforniya’daki Silikon Vadisi’nde binlerce ilişkili ileri teknoloji firmalarının bir araya gelmiş olması belki de modern zamanların en güzel kümelenme örneğini oluşturmaktadır. Ancak, kümelenme temelli ekonomik

kalkınma anlayışı, özellikle Porter’ın 1990’da basılan The Competitive Advantage of Nations çalışması ile hız kazanmıştır. Porter, bu çalışmasında, herhangi bir bölgedeki öncü endüstrilerin genel eğilimleri, belirli bir coğrafik alanda gruplaşmış olmaları, bir başka ifadeyle rekabetçi kümelenmeler içerisinde yer almalarıdır (Porter, 1990).

Rekabet; hiyerarşik yapılarıyla ölçek ekonomileri mantığı üzerine kurulu büyük işletmeleri, anlık talep değişimleri ve dalgalanmaları karşısında zorlarken, esnek üretim süreçleri ve teknolojileri temelinde yapılanmış KOBİ’ler, avantajlı konuma gelmiştir. Bu tür bir sanayi örgütlenme modeline "esnek uzmanlaşma" denilmekte ve yerel kalkınma literatüründe önemle üzerinde durulmaktadır. Esnek uzmanlaşma, kitlesel üretimin aksine nitelikli emek ve esnek biçimde, genel amaçlı makineler kullanılarak gerçekleştirilen çeşitli ürünlerin küçük ölçekli imalatıdır (Kumar, 2005: 13).

Son araştırmalar kümelerin ekonomik gelişim sürecindeki önemini vurgulamaktadır. Birçok ekonomide sanayi belki doğal bir kaynak, pazar, ihtiyaç ya da yöresel beceri etrafında ortaya çıkmaktadır. Sanayinin gelişmesi beraberinde girdi ve hizmet sağlamak için yeni şirketlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır (Mercan, 2004: 168).

Sonuç olarak kümelenmenin temellerinin 1900’lü yıllarda Alfred Marshall tarafından atıldığını daha sonra üretim sistemlerindeki değişim, dünyada yaşanan ekonomik krizler, küreselleşme ve hükümetlerin bakış açılarındaki değişim ile birlikte Micheal Porter’un 1980 lerin sonu 1990 ların başındaki yorumuyla günümüzdeki halini aldığını söyleyebiliriz.