• Sonuç bulunamadı

III. Kaynak Değerlendirmesi

3. MUHKEM VE MÜTEŞÂBİHE YAKLAŞIMI

1.2.2. İstitâat ve Teklif

Istıtâat lafzı sözlükte terim olarak, “kulun fiili gerçekleştirmesini sağlayan vasıtaları kullanarak ihtiyarî fiillerini meydana getirmesini mümkün kılan güç”, şeklinde tanımlanmaktadır.485

İbn Şehrâşûb’un istitâatin imkânı bağlamında Hz. Ali (ö. 40/661), Ca’fer-i Sadık, Ebu Hureyre (ö. 58/678) gibi bazı isimlerden yer verdiği birtakım rivâyetlerin ifade ettiği ortak husus, Allah’ın kendisi üzerine va’d ve va’id yüklediği her şeyin insanın fiileri olduğunun belirtilmiş olmasıdır. Müfessirin bu aşamada yer verdiği ve Ali er-Rızâ’ya isnad edilen bir aktarıma göre, ‘fiillerin yaratıcısının Allah olup olmadığı’ şeklinde bir soruya Ali er-Rızâ, “ َُۜهُلوُس َر َو َني ۪ك رْشُمْلا َن م ٌءي َ۪ٓرَب َ ٰاللّ َّنَا, Allah ve Resûlü, Allah’a ortak

koşanlardan uzaktır”,486 âyetini zikrettikten sonra ‘Allah’ın âyette söz konusu ettiği ‘berî

oluş’ müşriklerin zâtına yönelik olmayıp, müşriklerin şirk ve kötülüklerinden beri

484 Emevîler iktidarları süresince Cebrî anlayışı hem beslemişler hem de Cebrî anlayışın narkoz etkisi

sayesinde hanedanlıklarını belirli bir süre devam ettirmeye çalışmışlardır. Vâkıa olarak islam devletleri tarihinin erken döneminden bu hanedanlığın tanıştığı Cebrî anlayışla uzun bir dostluğu bulunmaktadır. Yukarıda Muaviye’ye nisbet edilen rivâyetin farklı bir versiyonu ile Emeviler ve Cebrî düşünce ilişkisi için bkz. Fethi Kerim Kazanç, Kelâm Yazıları, Ankara: Araştırma Yayınları, 2014, s. 301-305.; Ayrıca Câhız’ın cebr özelinde Emevi eleştirisi için bkz. İrfan Aycan, “Câhız ve Emevî Tarihine Mutezilî Bir Yaklaşım”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi XXXV (1996): s. 297.

485 Bkz.; Topaloğlu ve Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, s. 168.; Yusuf Şevki Yavuz, “İstitâat” DİA XXIII,

s. 399.

106

olmaktır”, şeklinde bir cevap vermiştir.487 Yine ona göre Kur’ân’da Allah’a Nisbet

edildiğinde Allah için bir noksanlık ve kötülük sayılabilecek bazı ifadeler de zorunlu olarak insana nisbet edilmelidir. Çünkü Allah kendisi hakkında “ ُهَقَلَخ ءْيَش َّلُك َنَسْحَا يَٓ ۪ذَّلَا, O,

yarattığı her şeyi güzel yaptı”488 demek sûretiyle güzel ve iyi olarak nitelendirilemeyecek

küfrü de yaratmadığını murad etmiş olmaktadır.489 Bunun da yanında “

َءآََمَّسلا اَنْقَل َخ ا َم َو َۜالً طاَب اَمُهَنْيَب اَم َو َض ْرَ ْ ا َو, Göğü, yeri ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık”490

âyeti Mücbire’nin ‘bütün bâtıllar, cahillikler ve hikmete aykırı her şey Allah’ın fiillerindendir,’ şeklindeki söylemlerinin batıl olduğunu göstermektedir.

Müellifin konuyu ele alma bağlamında değindiği önemli bir nokta da Kur’ân’da yer alan fiillerin nisbetinin tespit edilmesinde, fiil-fâil ilişkisine müracaat edilmesidir. Allah’a itaat etmek ve ondan korkmak, birer fiil olarak ele alındığında bu fiilleri yerine getirenin ‘itaat eden ve korkan,’ olarak ifade edilebilmesi, zorunlu olarak kendisine itaat edilmesini ve kendisinden -azabından- korkulmasını isteyen Allah’a nisbet edilemez. Çünkü Allah hem itaad edilen hem de itaat eden olamaz.491 “Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’a (ö. 235/849-50 [?]) Tevbe 9/42. âyeti [ َُۜةَّقلَّشلا ُم هْيَلَع ْتَدُعَب ْن كٰل َو َكوُعَبَّت َ ااد صاَق ا ارَفَس َو اابي ۪رَق ااض َرَع َناَك ْوَل

َنوُك لْهُي ُْۚمُكَعَم اَنْج َرَخَل اَنْعَطَتْسا وَل ٰلِلّا ب َنوُف لْحَيَس َو

َنوُب ذاَكَل ْمُهَّن ا ُمَلْعَي ُ ٰاللّ َو ُْۚمُهَسُفْنَا , Kolay bir kazanç, normal bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı, fakat çıkılacak yol onlara uzak geldi, kendilerini helak ederek Gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık" diye Allah'a yemin edeceklerdir. Allah, onların yalancı olduğunu elbette biliyor.] ile ilgili sorulan bir soru bağlamında müfessirin yer verdiği bir başka bilgi ise şu şekilde özetlenebilir; öncelikle âyette- münafıkların savaşa katılmama gerekçelerini güç yetirememe olarak öne sürdükleri haber verilmiştir. Ancak âyette münafıklar aksini söylemiş olsalar da onlar savaşa katılabilecek güce sahip idiler, bir başka ifadeyle savaşa katılabilecek bir ‘ıstıtâatları’ bulunmaktaydı. Buna rağmen münafıklar ‘gücümüz yetseydi,’ şeklinde bir beyanda bulunmuşlar, fakat bu iddiaları, Allah tarafından ‘Allah, onların yalancı olduğunu elbette biliyor.’ şeklinde

487 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 26.; Rızâ Reşîd, Tefsîrü’l-Kurʾâni’l-Hakîm, y.y.: Nşr. el-

Hey'etu'l-Mısriyye el-âmme li'l-kitab, 1990, X, s. 137.

488 Secde 32/7.

489 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 29. 490 Sâd 38/27.

107

net bir sözle yalanlanmıştır.492 Dolayısıyla İbn Şehrâşûb’a göre insan, iradeye sahip bir

varlık olarak fiillerini meydana getirmede bir tercih hakkına sahiptir. Müfessirin bu noktada sahip olduğu düşünce, mezkûr âyetle ilgili olarak “âyet, kişinin henüz yapmadığı bir şeyi yapmaya kadir olduğuna delâlet etmektedir,” diyen Kādî Abdülcebbâr’ın düşüncesine, yakın durmaktadır.493

Bu arada yeri gelmişken ifade edilmelidir ki Mâtürîdî, müşriklerin ‘istitâatlerinin olmaması’ şeklindeki şikâyetlenmelerinin savaşa katılmalarını hazırlayacak sebep ve imkanlardan yoksun olmaları anlamında olduğunu; binaenaleyh kastettikleri fiilî bir istitâatten yoksun olmaları manasında olmadığına dikkat çekmektedir.494 Mâtürîdî’nin bu yorumu çerçevesinde denilebilir ki Allah’ın münafıkları yalanlaması ‘maddi (fiziki güç ve lojistik) bir istitâate’ sahip olmadıkları şeklindeki beyanlarına yöneliktir. Ancak İbn Şehrâşûb’un söz konusu âyetle ilgili yorumu, münafıkların hakiki bir istitâatten yoksun oldukları şeklinde bir yaklaşımı benimsediğini hissettirmektedir.

İbn Şehrâşûb daha sonra, “ َهَعْس ُو َّ ا ااسْفَن ُ ٰاللّ ُف ّلَكُي َ , Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler”495, “ ُۚا

َهَعْس ُو َّ ا ٌسْفَن ُفَّلَكُت َ , hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük

ve sorumluluk teklif edilmez”496 gibi bazı beyânların da cebriyenin, ‘Allah, kulu gücünün

yetmediği bir şeyle mükellef kılar,’ şeklindeki iddialarının batıllığına delil olduğunu söyler.497 Söz konusu cebriyenin bu iddiaları esasen Allah’ın âmâ birisini görmeyle;

yatalak birisini de yürümekle; bizleri de uçmakla sorumlu tutabileceğini söylemekten farksızdır diyen İbn Şehrâşûb, kulun sahip olduğu istitâatin her alanda farklılaştığını zira Kehf 18/67. âyette Hızır’ın Hz. Musa’ya hitaben “ ارْبَص َي عَم َعي ۪طَتْسَت ْنَل َكَّن ا َلاَق, Sen doğrusu benim yaptıklarıma dayanamazsın” şeklindeki sözünde görüldüğü şekliyle istitâat veya kudret olumsuzlanmamış sadece ilgili durumun Hz. Musa’ya ağır gelişi söz konusu

492 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 34.; benzer tefsiri açıklamalar için bkz. et-Taberî, Câmiʿu’l-

Beyân, XIV, s. 271.; Semerkandî, Bahrü’l-ʿUlûm, II, s. 61.; Vâhidî, el-Vasîṭ, II, s. 500.

493 Kādî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, s. 255.

494 Mâtürîdî, et-Tevhid, s. 257.; krş. Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, V, s. 248.; ayrıca bkz. Ebû Bekr Muhammed b.

Tayyib Bâkıllânî, Temhidu'l-Evâil fi Telhisi'd-Delâil, (thk. İmâdud-Din Ahmed Haydar), Lübnan: Müessesetü'l-kütübi's- sekâfiyye, 1987, s. 330.

495 Bakara 2/286. 496 Bakara 2/233.

108

edilmiştir.498 Buna ek olarak müfessir “ َۜالًي۪بَس هْيَل ا َعاَطَتْسا نَم تْيَبْلا لَّج ح ساَّنلا كَلَع ٰ لِلّ َو, (Hac)

yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır”499

âyetinden hareketle istitâatin fiilden önce geldiğini; istitâatin fiille beraber olamayacağını zira fiile bağlanmış bir istitâat anlayışında, fiilin yokluğunun aynı zamanda istitâatin yokluğuna götüreceğini ifade etmiştir.500