• Sonuç bulunamadı

III. Kaynak Değerlendirmesi

3. MUHKEM VE MÜTEŞÂBİHE YAKLAŞIMI

1.2.3. Hidâyet ve Dalâletin Allah’a Nisbeti Problemi

Öncelikli olarak hidâyet sözcüğünün sözlük anlamı üzerinde duran İbn Şehrâşûb’a göre el-hüdâ kelimesi, irşad anlamına; irşad ise yol anlamına gelmektedir ki her mürşidin aynı zamanda ‘hâdî’olarak isimlendirilmesi de lafzın bu anlamıyla ilgilidir.501 İsrâ 17/2. âyette

Tevrat’ın doğru yola ulaştırıcı veya ‘hâdî’ olmasını ifade eden “ ُهاَنْلَعَج َو َباَت كْلا كَسوُم اَنْيَتٰا َو ىادُه, Mûsâ’ya Kitab’ı verdik ve onu, “benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık”, Kur’ân pasajı ile Bakara 2/3. âyette Kur’an’ın ‘doğruya ulaştırıcı’ olmasını söz konusu eden ‘ َني قَّتُمْلّ ل ىادُه ۛ هي ف ۛ َبْي َر َ ُباَت كْلا َك لَٰذ, Bu, kendisinde şüphe olmayan kitabtır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir”, âyeti buna bir örnek sayılabilir. Müfessir daha sonra kelimenin, Kur’ân’da bu anlamına ek olarak, burhan ve bir yola ulaştırma502; yol gösterme ve kurtuluş503; sevâp

ve açıklama504 gibi yakın bazı anlamlara da geldiğini bir dizi âyet üzerinden örneklemeye

çalışmaktadır. Daha sonra İbn Şehrâşûb, hidâyet sözcüğünün Kur’âni çerçevedeki bu kullanımından hareketle cebriyyenin imana ulaştırma, hidâyete erdirme gibi hususları bir kudret ve gücü gerektirdiği gerekçesiyle Cebrî anlayışa yorduğunu belirtmiştir.505 Ancak

498 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 119. 499 Âl-i İmrân 3/97.

500 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 125-126.

501 Kelimenin yol, işaret, yola sevketme, irşad gibi anlamlarının yanı sıra özel olarak İman, İslam, kutsal

kitab, Peygamberler ve İmamet anlamlarına gelecek şekilde geniş bir kullanım sahası bulunmaktadır. İlgili kavramın semantik bir denemesi için bkz. Ramazan Altıntaş, “Kur’ân'a Göre Hidâyet ve Dalâlet” (Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1993), s. 47-58.

502 Fatiha 1/2.; Bakara 2/213.; Şûrâ 42/52.

503 Muhammed 47/2-4-5.; Zümer 39/18.; Yûnus 10/9. 504 İnsan 76/3.; Beled 90/10.; Leyl 92/12.

505 Cebriyye’nin konuya ilişkin bu yaklaşımına Mu‘tezilî âlimler, fiilin kişide mevcut olduğunu ifade

ederek bir fiil olan hidâyet eyleminin herhangi zorlanma olmaksızın kişinin sahip olduğu güç ile yerine getirdildiğini savunmuşlardır. Mu‘tezile’nin hidâyet problemine yaklaşımına dair detaylı bilgi için bkz. Bozkurt, “Mu'tezile'de Hidâyet Problemi”, s. 61-64.; Eş’ari ve Mâtürîdî kelâmcıları ile Mu‘tezile’nin hidâyet meselesine yaklaşımının bir mukayesesi için ilgili tezin 66-86. sayfa kısmına bakınız.

109

Allah’ın hidâyete erdirmesini cebre yoran cebriyyenin bu anlayışını tenkit eden İbn Şehrâşûb, dilcilerin ‘geniş anlamıyla kişinin bir yola cebren sevkedilmesini’ ‘hidâyet’ sözcüğüyle ifade etmediklerini belirterek ilgili görüşü filolojik bir tahlil üzerinden eleştirir ve kişinin, ancak bir beyana muhatap olduktan sonra sorumluluk altına alındığına dikkat çeker.506 Nitekim müfessir, “ااروُفَك اَّم ا َو ا ار كاَش اَّم ا َلي۪بَّسلا ُهاَنْيَدَه اَّن ا, Şüphesiz ona yol

gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük eder”,507 âyetini örnek getirerek kişinin

şükreden veya nankör [ا اروُفَك- اار كاَش] kul olmasının onun tercihine508 bağlı kılındığını ifade

etmektedir.509 Buna ek olarak “ َلي ۪بَّسلا ُهاَنْيَدَه اَّن ا” ibaresi İbn Şehrâşûb ve Kadî Abdülcebbâr gibi isimlere göre Allah’ın kâfirlere de doğru yola girecekleri bir hidâyeti vermesinin imkanına delâlet etmektedir. Buna göre ilgili ibare aynı zamanda, Cebrîyyenin bir iddiası olan, ‘Alllah’ın kâfir kimseleri hidâyete erdirmeyeceği,’ şeklindeki görüşlerini iptal etmiştir.510 Bunun da yanında “Allah yola gelenlerin yolunu daha da doğrultur”,511 âyeti

çerçevesinde müfessir, âyette kullanılan hüden lafzının, hidâyete erenlerin ibadetlerini ve günahlardan kaçınmalarını(n imkanını) arttıracak bir ‘hidâyet,’ anlamına geldiğini belirtmiştir.512

Bu bağlamda ifade edilecek olursa İbn Şehrâşûb’a göre hidâyet lafzının mutlak olarak kullanıldığı Kur’ân pasajlarında, beyan, yol göstermek, kurtuluş yolunun açıklanması gibi anlamları bulunmaktadır.513 Buna göre müfessir, hidâyet kelimesinin

Allah’a nisbet edildiği bir yerde söz konusu ifade; cennete ulaştıracak yolun keyfiyetinin muhataba açıklanması anlamına geldiği şeklindeki görüşü ile Mu’tezile ile aynı noktada durmaktadır. Zira Mu‘tezilî âlimlere göre hidâyet, kurtuluşa götüren yolun tarif edilmesidir.514 Kadî Abdülcebbâr’ın ifadesiyle hidâyet, bir ma’rifet (tanıma) olarak Allah’ın kişide yarattığı bir hal değildir, çünkü Allah’ın kendisinde ma’rifeti yarattığı

506 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 48-50; 70. 507 İnsan 76/3.

508 Eserde (Müteşâbihü’l-Ḳurʾân) ٌرَّيخُم şeklinde zikredilen kelime muhakkik Hamid el-Mu’min’in dipnotta

işaret ettiği üzere eserin diğer bazı yasma nüshalarında ٌر بجُم olarak geçmektedir. Burada müellifin taraf olduğu görüş esas alındığında ilgili kelimenin ٌر بجُم olması daha makul durmaktadır. Bkz. İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 51.

509 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 51.

510 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 52.; Kādî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, s. 717. 511 Meryem 19/76.

512 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s, 65. 513 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 58,63. 514 Kādî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, s. 146.

110

kimse, mümin oluyor; bu ma’rifeti yaratmadığı kimse de kâfir olarak kalıyorsa, bu dolayımda küfür Allah’tan olacağı için nihai olarak da Allah’ın onlara küfrü nisbet etmesi ve kâfir olmalarından ötürü onları ayıplaması uygun düşmeyecektir. Bu zorunlu olarak onların kendi tercihlerinden ötürü olan küfürlerinin ayıplanması anlamına gelmektedir.515

Kadî Abdulcebbar’ın yanı sıra Şerif el-Murtezâ da yol götermek anlamındaki hidâyetin ister kâfir olsun ister mümin olsun Allah’ın bütün sorumlu varlıklara bu anlamda bir hidâyeti mevcuttur. Murtezâ’ya göre hidâyetin ikinci anlamı ise mükafat ve kurtuluşa erme olup söz konusu hidâyetin bu ikinci çeşidi sadece müminlere aittir.516

Hidâyet sözcüğünün karşı kutbunda yer alan dalâlet kelimesi çerçevesinde İbn Şehrâşûb, bir lafız olarak öncelikli olarak bu kelimenin ‘lâzım’ (geçişsiz) bir fiil olduğunu ve Arap dilinde kelimenin, bir şeyi kaybetmek veya helak olmak gibi negatif anlamlara sahip olduğuna işaret etmiştir. Bu bağlamda müfessir ilgili kelimenin Kur’ân’da; azap517,

amellerin yok olması518, helak olmak519, bir şeye karar vermek (hüküm)520, yoldan

çıkmak521, hayırlı ve doğru yoldan yüz çevirtmek522, imtihanın zorluk açısından

şiddetlenmesi523, mahrum olmak524 gibi anlamlara geldiğini kaydettikten sonra, söz

konusu ifadenin Allah’a nisbet edilemeyeceğini ifade etmiştir. Buna göre İbn Şehrâşûb’un dalâlet lafzına dair temel görüşünün tenzih edicilik bağlamında bir şekillenmeye tabi olduğu ileri sürülebilir. Zira çirkinlik alemetinin bir ifadesi olan bu ifadenin nisbeti en kötü anlamıyla şeytana yapılmıştır diyen müellife göre dalâlet sözcüğünün semantik alanında, Allah’a yakışan herhangi bir sıfat bulunmamaktadır.525

Dolayısıyla ilgili ifadenin herhangi bir şekilde Allah’a nisbeti mümkün değildir.526

515 Kādî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, s. 146-147.

516 Arslan, İslam Düşünce Geleneğinde Şiâ-Mu'tezile Etkileşimi, s. 157-158. 517 Kamer 54/47. 518 Muhammed 47/4. 519 Muhammed 47/1. 520 Nisâ 4/88. 521 Câsiye 45/23. 522 Tâhâ 20/85;89. 523 Müddessir 74/31. 524 En’âm 6/125.

525 Dalâlet kavramınının semantik alanında en ön plana çıkan kavram dizisi şaşırtmak, saptırmak, yanılmak,

azap, iptal, hüsran gibi negatif anlamlı kelimeler bulunmaktadır. İlgili kavramların Dalâlet kavramıyla ilişkisi için bkz. Altıntaş, “Kur’ân'a Göre Hidâyet ve Dalâlet”, s. 210-216.

111

İbn Şehrâşûb, hidâyet lafzında de savunduğu anlayışa uygun bir şekilde dalâletin veya dalâlete götürecek unsurların Allah tarafından kişide yaratılmadığını belirterek cebriyenin hidâyette olduğu gibi dalâlette de kişinin herhangi bir kesbi olmadığı şeklindeki anlayışını eleştirmektedir.527

Müfessire göre her şeyden önce dalâletin Allah’a nisbet edilmesi durumunda bir tenakuz dolayısıyla problem doğmaktadır. Eğer kişi Allah tarafından dalâlete sevk ediliyorsa bu durumda, Allah’ın kâfirlere karşı bir delili kalamayacak, bunun da ötesinde söz konusu dalâlet kelimesinin Allah’a nisbet edilmesi durumunda; resûl, kitab, ödül, ceza, müjdeleme ve korkunun hiçbir manası kalmayacaktır. Son tahlilde dalâlet sözcüğü, şeytana nisbet edilirken zemmedici bir formda kullanıldığı sabit olunca,528 ilgili ifadenin

Allah’a nisbet edilemeyeceği de ortadadır.529 Bunun yanı sıra Allah, eğer şeytanın insanı

dalâlete sevk ettiği gibi kullarını dalâlete sevk ediyorsa, şeytanın hak ettiği kınanmayı kendisi de hak etmiş olacak ve bu durumda şeytandan nasıl ‘istiâze’ ediliyorsa, Allah’tan da istiâze edilecek ve o da şeytanın düşman olarak tanınması530 gibi tanınacaktır. Kaldı ki -Allah’ın dalâlete sevk ettiği bir anlama biçiminde- ilk ve en son saptıran! Allah, kendisiyle aynı şekilde dalâlete sevk eden şeytanı ve avanelerini nasıl kınayabilir.531

Bu noktada İbn Şehrâşûb, Kaderiyyenin Allah dışında, şeytan ve avanelerinin hiçbir insanı dinden saptırmadıkları inancında olduğunu, zira onlara göre şeytanın ve avenelerinin insanı dalâlete sürükleyecek kudretleri bulunmadığını savunduklarını belirtmektedir. İbn Şehrâşûb devamla şunları ekler; esasen dalâlete sürüklemede eğer Allah, şeytan ve avanelerine ortak oluyorsa bu durumda Allah da zemmedilecek ve kaderiyenin söz konusu iddiasına göre Allah, ‘ben mümini saptırır ve sadece kâfiri hideyete erdiririm’ demiş olmaktadır.532

527 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s, 76.; ilgili görüşler için bkz. Bkz. Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân,

IX, s. 227.; el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn, V, s. 265.

528 “(…) ْمُهَّنَيّ نَمُ َ َو ْمُهَّنَّل ْْض َُ َو, Onları mutlaka saptıracağım, behemehâlonları kuruntulara sokacağım...” Nisâ

4/119

529 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 77-78.

530 “(…) Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim

mi?” diye seslendi.” A’râf 7/22.

531 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 78. 532 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 80.

112

Müfessirin konuya ilişkin beyanlarından anlaşıldığı kadarıyla o, Allah’ın Kur’ân’da şeytanın kendisini tanımla(n)dığı bir söz ile tanımlayamayacağını özellikle ifade etmeye çalıştığı görülmektedir. Ona göre dini terminolojide ‘idlâl’ fiili, bir şeyi bir şeye karıştırmak sûretiyle belirginliğin ortadan kalkmasını ifade ettiği için, doğru yoldan saptırmaya gücü yetmeyen ve engellemeden aciz olan şeytanın hile ve vesvese ile insanı yoldan çıkarması anlamına gelmektedir. Allah ise aciz olmayıp, insanı yoldan çıkarmak için hile ve kandırma yollarına başvurmaz.533 Bunun da Allah’ın dalâleti kendisine mutlak

olarak nisbet ettiği dalâlet lafzı içerimli Kur’ân pasajlarında, söz konusu dalâlet lafzı, herhangi bir başka kelimeye ilişmeksizin kullanıldığından dolayı, Allah’ın dinden saptırdığı gibi bir anlam da çıkmamaktadır.534 Mesela “(…)ااري ۪ثَك ۪ه ب لَّل ضُي, O, bu misalle

birçoğunu saptırır…”535 âyetinde Allah söz konusu dalâlet kelimesini kendisine nisbet

etmekle birlikte burada Allah’ın dinden saptırdığına dair bir anlam çıkarımında bulunulamaz. Müellif bu bağlamda yukarıda yer verilen Bakara 26. âyeti ile ilgili Tûsî’nin şöyle bir görüşünü nakleder; kim Allah hidâyete erdirmez, dalâlete de sevk etmez bilakis kulların kendileri hidâyete erer veya dalâlete girerler derse bu anlayışıyla hata yapmıştır.’ Müfessir Tusî’nin bu meâldeki açıklamasını zikrettikten sonra Tûsî’nin söz konusu görüşüne cevap sadedinde şunları ifade eder; bizler Allah’ın hidâyete erdirdiğine mühtedi, dalâlete sürüklediği kimseyi de dâll olarak isimlendiririz, ancak bizim bu şekildeki isimlendirmemiz, Allah’ın tasarruflarında Cebrî davrandığı anlayışına götüren muhaliflerimizin kabulünden farklıdır. Çünkü muhaliflerimiz, ‘Allah kullarından büyük bir kısmını dalâlete sürükler’536 ifadesinin, kullarını kendisine itaatten uzaklaştıran, iman

konusunda onların kafalarını karıştıran, hataya sürükleyip şüpheye düşmelerine sebep olan ve nihayetinde dalâlette kalmalarına sebep olan bir Allah olarak anlamaktadırlar.537

533 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 81. 534 İbn Şehrâşûb, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, II, s. 81. 535 Bakara 2/26.

536 Bakara 2/26.

537 Cebriyye’nin despot bir tanrı anlayışına götüren bu şekildeki anlayışı dikkate alındığında Mu‘tezilî

müfessir ve kelâmcılar ile İbn Şehrâşûb’un hidâyet ve dalâlet kavramlarını Allah’a nisbet edildiği Kur’ân âyetlerini neden müteşâbih âyetler kategorsinde değerlendirdikleri daha da netlik kazanmaktadır. Mu’tezilî âlimlerve Bakıllâni gibi Eş’arî kelâmcılarının hidâyet ve dalâlet kavramlarının Allah’a nisbet edilmesiyle ilgili görüşlerinin bir incelemesi için bkz. Şerafettin Gölcük, Bâkıllâni ve İnsan Fiilleri, Ankara: TDV Yayınları, 1997, s. 322-334.; Ehl-i Sünnetin kavrama ilişkin görüşleri için bkz. Altıntaş, “Kur’ân'a Göre Hidâyet ve Dalâlet”, s. 303-305. Mu’tezile’den Ebu Müslim el-İsfehânî, Kādî Abdülcebbâr, Zemahşerî gibi âlimlerin hidâyet ve dalâletin Allah’a nisbeti problemine dair yaklaşımları için bkz. Sulahattin Karabat, “Mu'teziî Müfessirlerin Hidâyet ve Dalâlet Kavramlarını Yorumlamaları” (Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016), s. 46-48;53-55;64-70.

113

Muhaliflerimizden bir kısmı bu anlamın yanı sıra Allah’ın kulda dalâleti gerektirecek veya dalâlete sevk edici muharrik unsuru yarattığını savunmuşlardır ve nihayetinde Allah’ı en çirkin ve en kötü sıfatlarla tavsif etmişlerdir. Biz şunu söylemekteyiz; Allah, kullarından kimisini hidâyete erdirmiştir, kimisini de dalâlete sürüklemiştir. Allah dilediği bir kimseyi dalâlete diğer bir kimseyi de hidâyete sevk edebilir. Bununla birlikte Allah, sadece batıl yolda olan kimseye dalâlet verirken, mühtedi, mümin kimseleri dalâlete sevk etmeyi dilemez, bilakis onların hidâyetini daha da artırır.538

Buna göre denilebilir ki İbn Şehrâşûb, hidâyet lafzına yaklaşımına hâkim tenzihî düşünceyi dalâlet lafzında da devam ettirerek dalâleti özellikle sıfatlar bağlamında Allah’tan nefyettiği görülmektedir. Müfessirin müteşâbih kategorisine yerleştirdiği ve bu çerçeveden bir yaklaşım örneği gösterdiği âyetleri yorumlama hususunda Mu‘tezilî müfessirlerle ortak bir zeminde bulunduğu da tekrar ifade edilebilir. Ve ayrıca müellif hidâyet ve dalalet ifadeleri kapsamında görüşleri uç noktayı temsil etmeleri yönüyle cebriyye, kaderiyye gibi mezheplere açık bir şekilde tenkitler yöneltmiş ve bu çerçevede insan iradesine bağlı bir hidâyet ve dalalet anlayışını savunmuştur.