• Sonuç bulunamadı

İslamiyet’in Kabulünden Sonra Türk Kadını

2. EN ESKİ TÜRK TOPLULUKLARINDAN İSLAMİYET SONRASINA AİLE VE

2.2. En Eski Türk Topluluklarından İslamiyet Sonrasına Kadın

2.2.2. İslamiyet’in Kabulünden Sonra Türk Kadını

İslamiyet’in kabulüyle birlikte Türk toplumunda medeniyet ve kültür değişimi kaçınılmaz olmuştur. Bunun sonucunda kadının erkek karşısındaki durumu ve sosyal hayattaki konumu da yeniden şekillenmiştir. İslamiyet’ten önce de sonra da bir kadının tek başına ve kendi adına toplum içinde var olamayacağını, bağlı olduğu erkeğin yaşama alanı içinde kendini gerçekleştirebileceğini ve üretken olabileceğini ifade eden Umay Günay217 günümüzde kadın erkek eşitliğinde ortaya çıkan ve İslamiyet’e bağlanan yasakların esasında Arap- Fars kültür dairesinden bize aktarılan Arap- Fars ve Hint geleneklerinden başka bir şey olmadığını ifade etmiştir.

“İslamiyet öncesi belirgin bir biçimde toplum içinde varlığı kabul edilen kadın İslam dininin kabulünden sonra da bir müddet eski âdet ve geleneklere göre bir yaşam şeklini sürdürmüştür. Ancak Türk kadınlarının sosyal hayatı da eskiye nazaran giderek kısıtlanmaya başlar. Kadını sosyal hayatın dışına iten unsur İran ve Bizans hayat tarzlarının hâkimiyetidir. Yine de burada göz ardı edilmemesi gereken bir nokta Türklerin İslamiyet’i, Hz. Muhammed’in “Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız olduğu kadar, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır” sözüne uygun kabul ettikleridir. Kadının devlet yönetimindeki etkili konumu Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına kadar sürmüş ve Sultanların saray içindeki entrikaları bilhassa son dönemlerde pek çok esere ilham

215

Özkan İzgi, “İslamiyetten Önceki Türklerde Kadın”, Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 11-14, 149-151.

216

Süleyman Duygu, “Türk Sosyal Hayatında Kadın”, Türk Kültürü Dergisi, 11, 18.

217

olmuştur. Ancak bu kadınların çoğunluğunun yabancı uyruklu olduğu da bilinen bir hakikattir.”218

İslamiyet’in kabulünden sonra kadının konumunu İslam’ın değişmez ve en güvenilir kaynakları olan Kur’ân- Kerim ve hadisler ışığında ele almak konuyu sağlıklı bir şekilde değerlendirmek bakımından önemlidir. Kur’ân-ı Kerim'in pek çok âyetinde insanın ilk yaratılışı ve bu yaratılış esnasında geçirdiği aşamalar kadın ve erkek ayırımı yapılmaksızın anlatılır: “O, insanı pişmiş çamura benzeyen kuru bir balçıktan yarattı.”219 , “And olsun ki insanı, süzme çamurdan yarattık, sonra onu bir damla su olarak, sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bir damla suyu yapışkan bir nesneye çevirdik, yapışkan nesneden bir çiğnemlik et yarattık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu, bambaşka bir yaratık olarak inşa ettik.”220, “Allah sizi topraktan, sonra bir damla sudan yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir...”221 , “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok kadın ve erkek meydana getirip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. ...”222

Kurân-ı Kerim’de insanoğlu anlamında “insan” ve “beşer” terimleri hem kadın hem de erkek cinsine hitap etmede kullanılmış; bazen de her iki cinse birden seslenilmiştir: “Şüphesiz müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar.”223

Yine Nisa 4/32 ayetinde “Erkeklere kazançlarından bir pay vardır. Kadınlara da kazançlarından bir pay vardır” ifadesi kadının kişisel malını, mülkünü istediği gibi tasarruf etme, kazanç sağlama ve ticaret yapma hakkı olduğunu gösterir. “Kadınlara mehirlerini (bir görev olarak) gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin”224 ayeti evlenilen kadına kocası tarafından verilen

218

Ayfer Yılmaz, “Türk Kültüründe Kadın”, Milli Folklor, 16, 115.

219

Kurân-ı Kerim, Rahmân, 55/14.

220

Kurân-ı Kerim, Mü'minûn, 23/12-14.

221

Kurân-ı Kerim, Fâtır, 35/11.

222

Kurân-ı Kerim, Nisâ, 4/1.

223

Kurân-ı Kerim, Ahzâb, 33/35.

224

mehir konusunda da tasarruf hakkına sahip olduğu, mehirini dilediği biçimde değerlendirebileceğini belirtir.

Kadın ve erkek biyolojik, psikolojik ve sosyal yönden bazı farklılıklara sahip olmakla beraber İslam’da birer rakip değil birbirini tamamlayan parçalar gibi düşünülmektedir. “İslâm'da erkek ve kadın iki yarışmacıdan çok, birbirini tamamlayan iki parçadır. Allah katında erkek ve kadın eşittir. Aynı İslâmi kurallara uymaları gerekir ve O'nun önünde, hareketlerinden aynı derecede sorumludurlar. Yani, metakozmik gerçek ile olan ilişkilerinde eşittirler. Fakat kozmik düzeyde psikolojik, biyolojik ve sosyal olarak birbirinden farklıdırlar ve birbirlerini tamamlarlar. Her iki cinsin biyolojik birleşimi çekişmeci olmaktan çok uyumlu bir şekilde oluşuyorsa anlamlı bir sosyal yapı da her iki cinsin ahenkli çalışmasına bağlıdır.”225

Allah fıtrata uygun olarak kadın ve erkeğe farklı görevler vermiştir. “…Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız, erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır.”226, “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta ve ailelerinin geçimini sağlamaktadırlar.”227 Ancak bu durum, erkek veya kadının birbirinden mutlak bir şekilde üstün oldukları anlamını taşımaz. Her iki cinsin biyolojik ve psikolojik yönden farklı olduğunu ve bu farklılıklar ölçüsünde yeteneklerle donatıldıkları ifade edilir. Erkeğin erkek olarak, kadının da kadın olarak üzerine düşen rolleri yerine getirmeleri sosyal bir kurum olan ailenin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlar.

İslamiyet’in kabulünden sonra kadınların gözlerden uzak ve kapalı bir hayat sürmesini İslam bilginlerinden Câhiz şu satırlarla ifade etmiştir: “Evleri çevreleyen yüksek duvarlar, sağlam kapılar, sık perdeler, hadım edilmiş özel hizmetçiler, sütanalar, kadın hizmetçi ve dadılar edinmek sırf kadınları korumak ve onlardaki güzellik ve haz nimetini muhafaza için yapılır.”228

“Gezdiği yerlerin örf ve adetlerini anlatan İbn Batuta, Müslüman Türk kadını hakkında daha geniş ve ilgi çeken temalara değinmiştir. Türklerin konukseverliliğini şöyle anlatır: “Bu beldelerde bir zaviye yahut haneye insek, komşularımız olan erkek ve kadınlar

225

Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da Düşünce ve Hayat, Fatih Tatlılıoğlu (Çev.), İnsan Yayınları, İstanbul 1981, 303.

226

Kurân-ı Kerim, Bakara, 2/28.

227

Kurân-ı Kerim, Nisâ, 4/34.

228

hatırımızı soruştururlardı. Orada kadınlar örtünmezler. Oradan ayrılırken aynı kavimmişiz gibi bize veda ederler ve kadınlar ayrılığımıza teessüf ederler.” Ayrıca kadınların bir haftalık ekmek pişirdiklerini ve seyyahlara da ekmek gönderip, onların hayır dualarını istediklerini belirtir. Satıcılar ile çarşı esnafının kadınları hakkında bilgi vermekte özellikle kıyafetlerinden bahsetmektedir. Köylü kadınların pazarda alışveriş yaptıklarını, erkekleriyle yan yana bulunduklarını ve erkek evde olsa da olmasa da kadının misafiri ağırladığını belirten Batuta, Türk örf ve adetlerinin diğer Müslümanlara göre farklılıklar arz ettiğini, taassubdan uzak, diğer toplumların aksine kadına verilen değer ile Türklerin ayrı bir yapıya sahip olduğunu söyler. Sultan Özbek Han’ın eşine karşı saygısını şöyle anlatır ve onların serbestliğinden bahseder. Özbek Han tahtına kurulmuş olarak otururken sağ yanında Taytugli Hatun ve onun yanında da Kebek Hatun yer almışlardı. Tahtın hemen aşağı basamağında hükümdarın çocukları oturmaktaydılar. Büyük oğlu sağda, küçük oğlu solda ve kızları da tam ortada, sultanın karşısında yer almışlardı. Odaya giren her hatunu sultan ayağa kalkmak suretiyle karşılıyor, elinden tutarak tahta çıkarıyordu ve bu merasim halkın gözleri önünde oluşuyordu.”229

Marco Polo seyahatnamesinde Türk kadınının dünyanın en ahlaklı ve temiz kadınları olduğunu ifade etmiş; İbn Fadlan ise Orta Asya seyahati esnasında Müslümanlığı yeni kabul etmiş olan Bulgarların kadın-erkek bir arada olduklarını birbirlerinden çekinip kaçmadıklarını, zina olayının çok az görüldüğünü ve en büyük suçu teşkil ettiğini kaydetmiştir.230

W.W. Barthold İslamın İlk Devri ve Kadın isimli makalesinde, Y.E. Bertels Nizamî adlı eserinde eskiden beri Türk halklarına mensup kadınların hür yaşadılarını, sosyal ve siyasi faaliyetlere katıldıklarını, elinde silahla savaşlara girdiklerini belirtmektedirler. Onların bu yoldaki görüşleri arkeolojik bulgularda rastlanan savaşçı kadın tasvirleriyle de doğrulanmaktadır. Ev duvarlarında bulunan bu tür tasvirler Amazon kadınların Orta Asya’da yaşadıklarını göstermektedir.231

“Müslüman Türk toplumunda kadınlar, ait oldukları toplumun gelenek, görenekler ve kabullerinin etkisiyle diğer Müslüman toplumlardaki kadınlara kıyasla daha özgür bir yaşam sürmüşlerdir. Ancak Arap- Fars ve Hint kültürlerinin etkisiyle kadın hakkında bazı

229

Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması Tarih Boyunca Türk Kadınını Hak ve

Görevleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1982, 50-58.

230

Süleyman Duygu, “Türk Sosyal Hayatında Kadın”, Türk Kültürü Dergisi, 11, 15-16.

231

olumsuz düşünce ve değişimler görülmüş; kadının toplumdaki konumu yavaş yavaş değişmiştir. Bu doğrultuda İslami dönemin ilk eserlerinden Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig eserinde kadınla ilgili ifadeler talihsiz ve kabul edilemezdir. “El dokunmamış, yüzünü başkası görmemiş ev kızı- seni sevsin- senden başkasını bilmesin.” “Dostum sana kesin sözümü söyleyeyim. Kız doğmasa, doğrasa yaşamasa daha iyi olur.” “Kız çocuk dünyaya getirmeye gayret etmemelidir. Ama şayet doğarsa öldürülmesi daha isabetli olur.” Erkeklere karılarını dışarıya bırakmamalarını önerir. Çünkü kadın evinden uzaklaşırsa mutlaka yolunu şaşırır. Bütün kadınlar, adeta sadakatsiz olarak nitelendirilmiştir. Size bakarken bile akıllarının başka yerde olduğunu ekler. Sözlerini, erkeğin yaşamını bozan kadınları suçlayarak bitirir.”232

Dünyada karanlığın ve cehaletin hüküm sürdüğü yıllarda, ilk emri “Oku” olan bir din, kadınların eğitim ve öğretimi hususunda da kadın ve erkeği eşit oranda teşvik etmiştir. Erkek ve kadının ilim öğrenmesi farz kılınmıştır.

“Bizim karşılaştığımız en önemli problem kadının eğitim meselesidir. Kadın toplumun direğidir. Bu direğe bakmamız ve kadınlarımızı eğitmemiz gerekir. Çünkü bir erkeği eğitmek tek bir kişinin eğitilmesidir, ancak bir kadının eğitilmesi bütün ailenin eğitilmesidir. Bu dünyada yarısı cahil kalmak suretiyle hiçbir millet ilerleyemez. Bu nedenle genç kızlara verilecek eğitim, onları sağlıklı bir anne olmaya yöneltip fıtratı ve ahlakı ile de uyum içinde olmalıdır.”233

“Kadının ilim öğrenmesi kadın için insanlığını idrak etmesinin ilk şartıdır. Tarih boyunca kadın, farklı dönemlerde farklı muamelelerle karşılaşmıştır. Her türlü haktan yoksun bırakılan batı kadını tahsil ile mücadelesine başlamıştır. Hukuku ve insanlığı idrak edince kendi haklarını istemesini bilmiştir. Doğu müslüman kadınına gelince o da batı kadını gibi tahsile yönelmiştir. Hâlbuki onun insanlığı İslâm tarafından kabul edilmiş ve hakları tanınmıştır. O, sadece bunu bilmiyor, bunu öğrenmeye muhtaç bulunuyordu.”234

“Kadının eğitimi İslâm'ın kadına yüklediği temel bir haktır. Velisi, kadının eğitim almasından sorumludur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Çocuğun

232

Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması Tarih Boyunca Türk Kadınını Hak ve

Görevleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1982, 36.

233

Mustafa Sıbai, Kadının Yeri/İslam Fıkhı ve Beşeri Hukuk Açısından Kadın, Abdullah Yalçın-Mehmet Yolcu (Çev.), Akabe Yayınları, İstanbul 1988, 195.

234

babası üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, yazmayı öğretmesi ve buluğ çağına erdiğinde evlendirmesidir.”235

“Yine çeşitli mehazlarda, İslamlığı kabul etmiş olan birçok Türk hükümdarlarının hatunlarıyla müşavere ettikleri, onlardan yardım gördükleri yazılıdır. Terkenler, siyaset ve idare işlerinde önemli rol oynarlardı. Onların, kendilerine ait yurtlukları ve bunları idareye mahsus divan teşkilatları vardı. Ünlü Arap kumandanı “Kanlı” Kuteybe, Buhara hakanı Gül hatundan çekinirdi. Hemedan’da kuşatılan Tuğrul Beği, karısı Altın-Can, ordunun başına geçerek, bizzat, kurtarmıştı. Melikşah’ın karısının ise, yalnız kocası üzerinde değil, kumandanların üzerinde de büyük tesiri vardı. Alpaslan’ın karısı da, onun sarhoşken yapmak istediği bazı hareketlerini engellemişti.”236

İslamiyet’ten önce kadın aktif iken İslamiyet’le birlikte kadın pasivize edilmiştir anlayışı karşısında Özkul Çobanoğlu’nun tespitleri önem taşır. Çobanoğlu’na göre yerleşik düzene geçiş ile İslamiyet’in kabulünün eş zamanlı gerçekleşmesi kadın tipleri ele alan araştırmacıların gözden kaçırdığı en önemli nokta olmuştur.237

İslamiyet’in Türk toplumunda yayılıp benimsenmesi ile beraber Müslüman Türk kadınlarının sahip oldukları haklar ve toplumdaki yerleri daha da belirgin ve sağlam bir hal almıştır. Müslüman Türk kadını, diğer Müslüman topluluklardaki kadınlarla karşılaştırıldığında daha özgür bir hayat sürmeye ve İslamiyet’ten önceki saygın konumunu elinde tutmaya devam etmiştir. Ancak zaman zaman Arap, İran ve Hint geleneklerinin ve batıl inançlarının etkisiyle ters bir yansıma meydana gelmiş ve kadın haklarında, kadın algısında ve Türk erkeğinin düşünce biçiminde bazı olumsuz düşünceler etkili olmuştur. Bu düşüncelerin etkisiyle erkek kimi zaman kendini kadından üstün görmüş ve kadın üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Hal böyle olunca kadınlar geri plana itilmiş, her türlü hak ve hukuktan, sosyal yaşantıdan el çektirilmeye başlamıştır. Burada üzücü olan ve sorgulanması gereken husus İslam toplumlarındaki bu acıklı durumun faturasının İslam dinine kesilmek istenmesidir. Oysaki Kuran-ı Kerim bundan on beş yüzyıl önce kadın- erkek konusundaki hükümleri muğlaklığa yer bırakmayacak şekilde açıklamıştır.

235

Ali Abdülhalim Mahmud, Müslüman Kadının Şahsiyeti, Kültür ve Daveti, Veysel Bulut, Mustafa Nuhoğlu (Çev.) Ravza Yayınları, İstanbul 1996, 415.

236

Süleyman Duygu, “Türk Sosyal Hayatında Kadın”, Türk Kültürü Dergisi, 11, 16.

237

Kesin olarak bildiğimiz hususlardan biri de şudur ki Türk kadını, İslamiyet’i benimsedikten sonra da içtimai hayatın her alanında olduğu gibi siyasi alanda da söz sahibi olmaya devam etmiştir. Melikşah’ın karısı Türkan (Terken) Hatun, Vezir Nizamülmülk’ün kadınların devlet yönetiminden uzak tutulması konusundaki fikir ve eylemlerine rağmen, ülke siyasetine yön vermiş Türk kadın hükümdarının en güzel örneklerinden biridir.

Abbasiler döneminde Türklerin, orduda önemli askeri görevler üstlendiği görülür. Halifeler arasından on iki tanesinin de Türk hatunlar ile evlendiği tespit edilmiştir. Böylece Türklerin askeri dehası ile Abbasilerin yönetimsel gücü birleşmiştir. Abbasiler devrinde yetişmiş Şuca Hatun, Naime (Şağab) Hatun gibi devletli Türk kadınları Türk-İslam tarihinde müstesna bir yere sahiptir.

“Şuca Hatun; kısmen Harun Reşid, kocası el-Mutasım, kendi öz oğlu el- Mütevekkil’in hilafet devirlerini yaşamış, ismi hem kendi hem de kendiden sonraki devirlerde daima hürmet ve tazimle yâd edilmiş, en değerli, en ulu Türk analarından biridir. Bu bakımdan Şuca ana, o devirlerde Hilafet çevrelerinde bir kadının ulaşabileceği itibar ve şerefin en yüce, en asil bir simgesi ve çok az bir kadına nasip olan “Seyyide Hanım Sultan” lakabı ile yâd edilmiştir. Naime Şağab Hatun ise Abbasi Hilafetini yirmi beş yıl bizzat yönetmiştir. Gerçekte yirmi beş yıl devlet idaresinde aktif rol oynamak, hele Abbasî Hilafeti gibi binbir entrikanın döndüğü bu milletler halitası (Arap-Fars-Türk ve daha bir yığın millet) kurumu dirayetle yönetmek, şimdiye kadar değil bir kadın, çok az erkeğe nasip olmuştur.”238

Kazan Türklerinin tarihinde ise Süyün Bike Hatun’un üç yaşındaki oğluna naibe olarak tayin edildiğini Bahriye Üçok’un İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın

Hükümdarlar239 adlı eserinden öğrenmekteyiz. Üçok eserinde Nogay ordusundan Yusuf Mirza’nın kızı Süyün-Bike’nin güzelliği kadar aklı ve vatanperverliği ile de tanınmış bir kadın olduğunu; babasının ve kocası Safa-Gerey Han’ın etkisiyle Moskof taraftarlarına karşı milliyetçilerin başkanı olduğunu kaydeder. Dahası, “Korkunç” lakabıyla anılan IV. İvan’dan Kazan şehrini almak için 1550 yılında büyük bir ordunun bizzat başına geçer ve bir kahraman mertebesine ulaşır.

238

Necati Gültepe, Türk Kadın Tarihine Giriş (Amazonlardan Bâcıyân-ı Rûm’a), Ötüken Yayınları, İstanbul 2013, 310-317.

239

Bahriye Üçok, İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2011, 209-210.

Yukarıda verilen örnekler, Türklerin Müslümanlığı benimsemelerinden sonra kadının durumunda olumsuz yönde değişimler yaşandığı yolundaki görüşlerin tamamıyla doğru olmadığının en güzel delilidir. Diğer taraftan kadını toplumun esas ve vazgeçilmez unsuru olarak kabul eden ilk dinin İslamiyet olduğu söylenebilir.

Görülüyor ki Türkler hayatın hiçbir alanında görev ve sorumluluk noktasında kadın ile erkek ayrımı yapmamış; kadını soyutlamamış, toplumun kadın ve erkeklerin oluşturduğu karmaşık bir yapı arz ettiğinin farkında olmuştur. Türk kadını, erkeklerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olarak devlet başkanlığı da dâhil olmak üzere bütün işleri ve görevleri layıkıyla yerine getirmiştir.