• Sonuç bulunamadı

Destanların Teşekkülü ve Sınıflandırılması

1. ANA HATLARIYLA ÖZBEK TÜRKLERİ VE ÖZBEK TÜRKLERİNİN

1.2. Özbek Türklerinin Destan Anlatma Geleneği

1.2.2. Destanların Teşekkülü ve Sınıflandırılması

Türk edebiyatı tarihinde destanî türdeki eserleri ifade etmekte en sık kullanılan ve bir terim olarak işletilen destan kelimesinin bu tanımlarından sonra bir destanın nasıl teşekkül ettiği konusuna çeşitli araştırmacıların ortaya koyduğu görüşlerle değinmek gerekecektir.

Dünya üzerinde her milletin destanı bulunmayabilir. Bu milletler, Yunan, Latin ve Doğu milletlerinin destan konularından veya mitolojilerinden esinlenerek yapma destanlar oluşturmuşlardır. Bir milletin doğal destanının teşekkülü için öncelikle tarih öncesi ilkel dönemlerde varlık göstermesi ve halkın geniş bir muhayyile gücüne sahip olması gerekir. Göçler, savaşlar, yangın, deprem vb. büyük tabiat hadiseleri gibi halkı derinden etkileyen ve zihninde nesillerce yer edecek bazı olayların bulunması gerekir.

“Türk destanlarının kaynağı ve başlangıç dönemi hakkında ileri sürülen tezler çoğunlukla eski Türk inancının hâkim olduğu dönemlere odaklıdır. Dursun Yıldırım, E. D. Turnısov’un görüşlerini referans göstererek, Türklerde destanların ortaya çıkışını ve kaynağını atalar kültü ve bu külte bağlı olarak gelişen ata ruhlarına tapınma (manizm) inanışının sürdürüldüğü dönemlere dayandırır. Yıldırım’a göre, Türk destanlarının ve destan anlatıcılarının bugünkü şekil ve tipleri M.Ö. 7. yüzyıl ile M.S. 6-7. yüzyıllar arasında ortaya çıkmıştır. Destanların ritüellere bağlı olarak ortaya çıktığı tezine dayanan bu görüş, aynı zamanda anlatılarda ana olay örgüsündeki yapısal unsurlar olan motif ve tiplerin kaynağı hakkında da ipuçları verebilecek niteliğe sahiptir. Mitik anlatının

78

Muhammadnodir Saidov, “Melike Ayyar Dastanining Janr Hususiyetleri Hakıda”, Özbek Dili ve Edebiyatı

Dergisi, 1, 33-36.

79

kahramanı bizzat Tanrı iken destanda merkezî kahramanın kaynağının ritüeller, ritüeli yöneten kam olduğu görüşü hâkimdir.”80

Bugünkü tarih, etnografya, antropoloji ve arkeoloji ilminin elde ettiği neticelere göre, MÖ I. binde başladığı bilinen Türk destan edebiyatının teşekkülü noktasında araştırmacılar milli bir destanın doğması için gerekli üç aşama konusunda hemfikirdir. Destanın oluşumu konusunda Mehmet Fuat Köprülü ve Zeki Velidi Togan’ın görüşleri ilk olmakla birlikte Öcal Oğuz, Şükrü Elçin, Özkul Çobanoğlu, Nerin Köse ve Hasan Köksal gibi kimi araştırmacılar da görüşlerini bugünün ihtiyacına cevap verir nitelikte aktarmışlardır.

Şükrü Elçin’e göre ise “tarihe bağlı olmakla beraber, tarih sayılmayan; ozanların kobuzlarla terennüm ettiği; cemiyetin ortak hayat görüşü ile ülkülerini aksettiren bu eserlerin teşekkülü için bir “yaratma zemini” ile savaş, din değiştirme, göç, kuraklık vb. büyük hadiselerin millet vicdanında birtakım sarsıntılara sebep olması lazımdır.”81

Öcal Oğuz’un, Fuat Köprülü’nün görüşlerinden hareketle geliştirdiği ve destanın oluşumu için gerekli olan üç şartı beşe çıkararak kaydettiği görüşleri dikkate değerdir. “Destanların oluşumu ile ilgili çalışmalar da göstermektedir ki, bizim görüşümüze göre bu safha ve şartlar beş ana başlık altında toplanabilir: 1. Destan Devri: Bir destanın yaratılabilmesi için destanı yaratacak toplumun “destan devri” olarak adlandırabileceğimiz bir dönemde yaşaması gerekir. Bu dönem mitoloji unsurlarının toplum hayatında etkisini kuvvetle sürdürdüğü, “alp tipi”nin toplum hayatını yönlendirdiği bir dönemdir. 2. Sözlü

Gelenek: Bir toplumun destan yaratabilmesi için kültür ve edebiyat verimlerinin kulaktan

kulağa aktarıldığı sözlü gelenek ortamına sahip olması gerekir. 3. Vak’a: Toplumu derinden etkileyen ve destanın oluşumuna imkân veren bir çekirdek olayın ortaya çıkması gerekir. Toplumu derinden etkileyen bu olay, bir başarı veya bir felaket olabileceği gibi, öteki kültürlerden ödünçlenmiş bir konu veya ozanlar tarafından iyi kurgulanmış bir çekirdek anlatı da olabilir. 4. Ozan: Hangi nedenle olursa olsun toplum üzerinde etki bırakan ve kulaktan kulağa anlatılmaya başlanan bu olayın öncelikle bir ozan tarafından bir edebiyat ürününe dönüştürülmesi gerekir. Yani bir icracı ozan tarafından konu destanlaştırılmak ve diğer ozanlar tarafından da kuşaklar boyunca anlatımı sürdürülmelidir.

5. Tespit: Toplum destan devrini tamamlamadan sözlü gelenek ortamında yayılan bu metin

80

Nezir Temur, Manas Destanı’ndaki Tipler Üzerine Bir İnceleme, Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara 2012, 3.

81

yazıya geçirilmedir. Destan devrini tamamlayan toplumlardan tespit edilen metinler destan özelliğini yitirecektir. XV. yüzyılda yazıya geçirilen Dede Korkut Kitabı’nın XX. yüzyılda derlenen kimi boylarının hikâye (Bamsı Beyrek Boyu), kimilerinin ise masal (Deli Dumrul ve Basat’ın Tepegözü Öldürdüğü Boy) özelliği kazandığı dikkate alınırsa “tespit zamanı”nın ne derece önemli olduğu görülür.”82

Destan kavramının tanım ve teşekkülü dışında, üzerinde durulan konulardan biri de Türk destanlarının tasnifi meselesidir. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılması sonucu, burada yaşayan Türk boylarının zengin bir destan repertuarına sahip olması meseleyi biraz daha çetrefil hale getirmiş ve yeni birtakım tasnifler yapılması gerektiği düşünülmüştür. Burada uzun uzadıya yapılan Türk destanlarının tasniflerini vermek yerine en çok kabul gören birkaç tasnifi anmak yerinde olacaktır. Mehmet Fuat Köprülü83 bu konuyla ilgili tasnifinde destanları Coğrafi Sahalara Göre Türk Destanları ve Tarihi ve Kavmi Dairelere Göre Türk Destanları olarak iki başlık altında incelemiştir. Coğrafi Sahalara Göre Türk Destanlarına “Altay-Yeniseyi” sahasında meydana gelen ürünleri, “Bozkırlar” sahasında meydana gelen ürünleri ve “Tarım-Sır-Derya” sahasında meydana gelen ürünleri dâhil etmiştir. Tarihi ve Kavmi Dairelere Göre Türk Destanları içerisine ise Eski Türk ya da “Hiyung-Nu” dairesi: “Alp Ertunga”, “Oğuz” ; “Gök Türk” ya da “Tu-kiie” dairesi: “Tu- kiie” (Gök Türk)lerin türeyişini anlatan metinler, “Ergenekon”, “Köroğlu” ve Uygur Dairesi: Uygurların türeyişi, göçü ve Manihaizm’i kabulü ile ilgili metinleri yerleştirmiştir. “Özbek destanları ise bilim adamlarınca daha çok konularına göre bir tasnife tabi tutulmuştur. V.M. Jirmunskiy ve H.T. Zarifov ilk tasnifi yapanlardır. Bu tasnife göre Özbek destanları; Kahramanlık destanı, Cenknameler, Tarihî Destanlar, Romantik Destanlar, Edebî Destanlar ve Yeni Destanlar olmak üzere altı gruba ayrılmıştır. Dikkati çeken ikinci bilimsel görüş ise M. Saidov’a aittir. Saidov, Özbek destanlarını önce Kitabî Destanlar ve Sözlü Destanlar olarak ikiye ayırmış ve daha sonra sadece Sözlü Destanları; Kahramanlık Destanı, Cenknameler, Tarihi Destanlar, Sevgiyi Anlatan Destanlar ve romantik Destanlar olarak ayrıma tabi tutmuştur. T. Mirzayev ve B. Sarımsakov ise önceki tasnifleri yeniden değerlendirmiş ve Özbek destanlarını; Kahramanlık Destanları,

82

Öcal Oğuz, Türk Dünyası Halkbiliminde Yöntem Sorunları, Akçağ Yayınları, Ankara 2000, 51-52.

83

Cenknameler, Tarihî Destanlar, Romantik Destanlar ve Kitabî Destanlar şeklinde tasnif etmişlerdir.”84

M. Saidov, Melike Ayyar Destanı’nın Üslup Özellikleri85 isimli makalesinde geleneksel destanları kahramanlık, romantik-aşk ve tarihsel destanlar olarak birkaç türe ayırmış; Özbek folklor eserlerinde bazı destanların hangi türe gireceğini kestirmenin zor olacağını belirtmiştir. Çünkü bu destanların kahramanlık yönü de aşk- muhabbet yönü de aynıdır, yani iki konu da destanın en önemli türü sayılır. Mesela “Şirin ve Şeker” Destanı bu tarz destanlar arasına girer. Saidov, Melike Ayyar Destanı’nın ise hangi türe gireceğini söylemenin zor bir mesele olduğunu ifade eder. Çünkü destan Alpamış gibi tamamen kahramanlıktan oluşmamakla birlikte aşk konusu çok zayıftır. Destanda kahramanın uzak memleketteki güzel bir kızı almaya gitmesi önemli bir konu olsa da destanın kahramanlık etkisini değiştirmez. Destanın ideolojik yönü aileyi güçlendirmek olduğundan kahramanlar çok cesur olup zor savaşlarda kazanmayı başarırlar. Bu olaylardan yola çıkarak destanın amacının kahramanlığı öne çıkarmak olduğunu ve destanın kahramanlık destanları türüne mensup olduğunu ifade eder.

Özbek Türklerinin destanlarının, kahramanlık, aşk ve kahramanlık olmak üzere iki konu üzerinde yoğunlaştığını belirten Mehmet Aça86 ise Özbek destanlarını, konularına göre, Kahramanlık dastanları (Göroğli, Alpamış, vs.), aşk dastanları (Rüstem Han, Şirin- Şeker, vs.) olarak gruplandırmıştır.

“Özbek destanlarının birçoğu on altıncı ve on sekizinci yüzyıllara kadar kahramanlık destanı olarak gelmiş; Özbek hanlıkları döneminden sonra özellikle klasik şark kültürünün de etkisiyle giderek kahramanlık aşk destanlarına dönüşmüşlerdir. Bu nedenle kahramanlık aşk destanları, Köroğlu’nun bazı kolları ve Alpamış gibi hem kahramanlık destanı özelliği; hem de Leyla ve Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi konusunu klasik edebiyattan alarak destan geleneğine has üslup tarzında yeniden işlenmiş olan halk hikâyesi özelliği taşırlar. 16. ve 18. yy.lar aynı zamanda feodalitenin doruk noktasına ulaştığı Özbek hanlıkları dönemidir. Olağanüstü motiflerin sıkça kullanılmış olması,

84

Selami Fedakâr, Özbek Destanları 1 Erali ve Şirali, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2009, 18-19.

85

Muhammadnodir Saidov, “Melike Ayyar Dastanining Janr Hususiyetleri Hakıda”, Özbek Dili ve

Edebiyatı Dergisi, 1, 33-36.

86

destanın, masal fantezisinin gelişmiş olduğu bu feodal toplumlar döneminde şekillenmiş olabileceği tezini daha da güçlü kılmaktadır.”87

Destanlarla ilgili bu açıklamalardan yola çıkarak şu tespitlerde bulunabiliriz: Destanlar, sözlü kültür ortamında yaratılan, yaşatılan ve aktarılan halk kültürü ürünlerinden biridir. Diğer sözlü kültür ürünleri gibi, destanlar da, destan anlatıcılarının, zamanın ve sosyal yapının etkisiyle değişip gelişirler. Sözlü kültürden beslenen destanlar, ait olduğu toplumun kültürel değerlerini, normlarını ve ahlak anlayışını yansıtırlar. Destanlar tarihî belge niteliği taşımazlar; ancak tarihî olaylardan kaynaklanır veya tarihî olaylar hakkında bilgi verirler. Göçerevli yaşam şeklinin insanın fizikî güçlerini de geliştirmek zorunda bırakması kahramanlık unsurunu ön plana çıkarmıştır. Çoğunlukla manzum olarak anlatılan destanların, nazım, nazım-nesir ve nesir biçiminde teknikler de görülür. Ancak nesir kısımlarında bile kafiyeler, kelime ve ses gruplarının tekrarıyla elde edilen ahenkli bir yapı vardır. Destan icrasında müzik aletleri kullanılır. Nesilden nesile aktarılan destanlar, varyantlar ve daireler halinde gelişir.

1.2.3. Destan Anlatıcıları ve İcra Gelenekleri

Destan kavramının tanımı, teşekkülü ve tasnifi dışında destanların konuları, tipleri, motifleri, kompozisyon özellikleri, icracı ve dinleyicileri gibi konular da son derece önem arz etmektedir. Destanlar yalnızca kuru bir metinden ibaret değildir. Anlatıcı, dinleyici ve anlatma ortamı destanın bir bütün olarak değerlendirilmesini sağlayan unsurlardır. Özellikle insanlar arasında iletişimi sağlayan, canlı bir varlık olan dilin kültür değerlerini dünden bugüne aktaran taşıyıcı bir fonksiyona sahip olduğu göz önüne alındığında yaratılmış bir destanı yaşatan destan anlatıcılarının en önemli görevi üstlendiği görülecektir.

“Türk boyları arasında destan anlatıcıları çeşitli isimlerle anılmaktadır. Batı Türkleri arasında “ozan”, Kazak Türklerinde “cırav/akın”, Uygur Türklerinde “destançi”, Tatar Türklerinde “sasan/sesen”, Başkurtlarda “susan”, Güney Sibirya türkleri arasında “toolçu/hayçı/kayçı/nımahçı”, Yakut Türklerinde “olonghusut/olongho”, Özbek ve Karakalpak Türkleri arasındaki destan anlatıcılarına ise “baksı/bahşı” adı verilmektedir.”88

87

Hüseyin Baydemir, Rüstem Han Destanı ve Destandaki Olağanüstü Motifler”, Atatürk Üniversitesi

Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 20, 176- 177.

88

“Tarihi menbalarda, Temür’ün seferlerinde bahşılara destan anlattırdığı, Toktamışhan’ın sarayında Kemalî ve Cihan Mirza gibi “cirav”ların bulunduğu hakkında bazı malumatlar mevcuttur. Halk destanları biçimine yakın ‘Eba Müslim’ eseri XII. asırda yaratılmıştır. Şifahi malumatlar bizi, XVII. asra kadar götürmektedir. Ergaş Cumanbülbüloğlu’nun yedi göbek atasının destancı olduğunu da dikkate alsak, ancak, XVI. asır başlarına kadar malumat edinebiliriz. Bunun dışında, başka destancılar veya destancılık mekteplerine ait şifahi malumatlar da bizi, XVII. asır başlarına ulaştırabilir. Bunlara ve bunlara benzer çok az miktardaki malumatlara ve XX. asır başlarından günümüze kadar bahşılar ve canlı şifahi cereyana ait toplanan zengin folkloristik malzemelere tarihi tipolojik açıdan bakarsak, kadimden beri devam edegelen Özbek halk destancılığı, XVI. asır başlarından itibaren muayyen ölçüde değişme, yenileşme vetiresine girmiş ve kesif bir tekâmüle geçmiştir denebilir.”89

Özbek destancılığı konusunda yaptığı önemli çalışmalarla bilinen Töre Mirzayev’in90 ifadesine göre her bir destan metni hem anlatıcısından hem de yaratıldığı toplum hayatından izler taşıyan bir nevi icadî akt olma vasfı gösterir. Destan anlatıcısının icra etme ve destan metnine yeni özellikler katma faaliyeti ise birdenbire olmamış; asırlardır süregelen sözlü epik gelenekler çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Böylece bahşılar için öğrenilmesi gereken genel kaideler, destancılık kalıpları meydana gelmiştir. Öte yandan destancılık kalıpları, geçmişten gelen, ortak gelenekler silsilesi ile bahşının irticalen söyleme yeteneğiyle uyumlu yenilikleri de içinde taşır.

Fuad Köprülü, bahşı kelimesinin muhtelif zaman ve mekânlarda ifade ettiği anlamları geniş biçimde izah etmiştir. Kelime, yakın zamanlara gelinceye kadar Sanskritce bhikşu (dilenci ve gezginci Budist rahibi) kelimesinden almış sayılmakta91 ve diğer taraftan Kırgız ve Kazak Türkçelerinde bahşi/baksı “şaman, büyücü, falcı” anlamlarına gelmekte ve burada bir defa daha destan anlatıcısı ve şaman aynı terminolojide birleşmektedir.92

“Özbekistan’da destan anlatıcılarına umumiyetle “bahşı” denilmekle beraber, ülkenin Harezm bölgesinde “sazçi, halfe”, Fergana vadisinde, “sannavçi”, Surhan Derya ve

89

Töre Mirzayev, “Özbek Halk Destancılığı ve İslam Şair”, Dursun Yıldırım (Çev.), Türkistan Dergisi, 11, 28- 29.

90

Töre Mirzayev, “Özbek Halk Destancılığı ve İslam Şair”, Dursun Yıldırım (Çev.), Türkistan Dergisi, 11, 28.

91

Fuat Köprülü, Edebiyat Araştırmaları I, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, 141.

92

Kaşka Derya boylarına “yuzboşi”, Güney Tacikistan Özbekleri arasında da “soki” gibi mahallî adlar verilmektedir. Ayrıca, mükemmel icra kabiliyeti ve zengin repertuarı dolayısıyla halk arasında büyük şöhrete sahip olan usta bagşılar da “şoir” ünvanıyla anılmaktadır.”93

“Harezm destancıları ise farklılık gösterirler. Onlar grup halinde destanlarını söylerken bahşılar özellikle dutar çalar. Onlara gıccek ve balamande sazendeler eşlik ederler. 1930’lu yıllarda Harezm bahşıları destanlarını tar ve rübabla da söylemeye, bahşılara daireci, hatta oyuncular eşlik etmeye başladılar. Harezm’de epik eserleri, onlardan alınan parçaları icra eden bir kısım sanatkârlar da vardır ki onlara halfe denir. Halfecilik özellikle kadınlar arasında yaygındır. İki türlüdür. Birincisi cemiyetli halfelerdir ve üç kişiden ibarettir. Bunlar, aynı zamanda german çalan, aşule söyleyen usta halfe, aşuleye yardım eden, bazan dans eden daireci ve dans edip kayrak ile oynayan, yalla ve lapar söyleyip bazan daire çalan oyunculardır. İkincisi de ferdî halfelerdir. Bunlar destan ve koşukları sazsız icra ederler. Halfeler çoğunlukla Âşık Garip ve Şahsenem, Âşık Aydın, Asilhan, Hurlika ve Hemra, Kumru, Kıssai Zeba, Tulumbiy, Zevriya, Durapşa, Bezirgân, Hırman Deli gibi destanları, Mahdumkulu şiirlerini, çeşitli merasim koşuklarını ve kendi eserlerini icra ederler. Halfeler düğünler, bayramlar, çeşitli törenler ve kadın toplantılarında yer alırlar. Bu durum günümüzde de Harezm’de “kadınlar sanatı” şeklinde devam etmektedir.”94

Harezm müzik kültürü ve Harezm sahası destanlarının müzik eşliğinde icrası üzerine Abdurrauf Fıtrat’ın yüksek lisans tez çalışması olarak Türkiye Türkçesine aktarılmış olan Özbek Klasik Müziği ve Tarihi95 adlı eserinde kıymetli bilgiler bulmak mümkündür. Fıtrat, eserinde destanların icrasında kadın destan anlatıcıları olan halfelerin çaldığı müzik aletleri balaman, gıccak, târ, dutar, kopuz ve dombıranın yapılış aşamalarını anlatmıştır.

Töre Mirzayev, Bahşılar96 isimli çalışmasında Özbek halk şairlerinden Fazıl Yoldaşoğlu, Polkan ve İslam Şair hakkında ayrıntılı bilgiler vermiş; bu şairlerin üçünü de

93

İsa Özkan, Yusuf Bey- Ahmet Bey Bozoğlan Destanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989, 37.

94

Filiz Kırbaşoğlu, “Köroğlu Destanı’nın Özbek Varyantları Üzerine Bir Araştırma-Göroğlu’nun Doğuşu,

Yunus Peri, Hasanhan, Miskal Peri, Avazhan, Göroğlu’nun Ölümü- (İnceleme- Metinler)”,

(Yayımlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2000), 5-6.

95

Tuğba Teke, “Türk Halk Edebiyatında Aburrauf Fıtrat ve ‘Özbek Klasik Müziği ve Onun Tarihi’ Adlı

Eseri”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2015).

96

on dokuzuncu yüzyılın sonunda yetişmiş, kendine has özellikleri olan ve epik geleneği geliştiren yetenekli destancılar olarak tanımlamıştır. Öte yandan bu yetenekli bahşılar, Özbek destancılığında yenilikler bularak yeni fikirler öne sürmüş böylelikle kendilerine has destancılık üslubu oluşturmuşlardır. Sade, yüksek daha çok geleneksel kahramanlık eposu üslubunu Fazıl Yoldaşoğlu’ndan kaydedilmiş her destanda bulabiliriz. Hatta şairin kendi yazdığı “Mamatkerim oğlan”, “Cizzah Ayaklanması”, “Oçildov”, “Günlerim”, “Lenin”, “Salmaş”, “Nişancı”, “Cambulga”, “Elat Cesur” gibi birçok destanında geleneksel kahramanlığı ön plana çıkardığı görülmektedir. Korgan destancılık okulunun yetenekli temsilcisi Polkan Şair’in eserlerinde ise hem sözlü hem yazılı edebiyatın geleneksel özellikleri birleşmiştir. Yetmişten fazla farklı destan söyleyen şair, halk destanlarının diğer türlerini de bildiği halde romantik destanları başarılı bir şekilde söylemiştir. Zengin repertuarı ile Özbek folklorunun gelişiminde büyük payı olan İslam Şair, otuzdan fazla destan söylemiş; kendisi de birçok yeni ve orijinal eserler yazıştır. İslam Şair’den kaydedilmiş destanlar adeta uzun bir tarihten söz eder nitelikte olup halkın sevdiği ve değer verdiği kahramanları karada ölmez suda batmaz kahramanlardır. İslam Şair’in söylediği destanlarda geçmiş zamanın izleri ile şairin yaşamış olduğu zamanın ruhu ve devrin özellikleri başarılı bir şekilde birleşmiştir.

“Türk epik destan geleneğinin icra ortamlarının, Özbekistan’da yaygınlığı konusunda Sovyet devrinde bile, İristay Kuçkartay gibi bir uzmanın “Çeşitli törenlerde, toplantılarda, çay evlerinde veya evlerin birinde gözlerini yumup elindeki dombırasını çalıp müziğin ahengiyle sallanarak destan söyleyen bir bahşı ve ona sessiz bir şekilde kulak veren insan manzaraları, Özbek köylerinin, yaylalarının ve şehirlerinin medenî hayatının ayrılmaz bir parçası idi. Basım işleri başladıktan sonra buna ailelerde destan okuma geleneği eklendi. Ben, Alpamış destanını ilk defa çocukluğumda komşumuzun evinde dinlemiştim. Destan okuma işinin horozlar ötünceye kadar devam ettiği hiç aklımdan çıkmaz.” şeklindeki tespitleri son derece açık bir biçimde ortaya koymaktadır.”97

“Özbek destancılığında genel olarak destan söyleme düzeni vardır. Bu düzen 19. yüzyıl Kastamonu âşık fasıllarının düzenine benzer.”98 “Kastamonu'da âşıklar bir araya

97

Özkul Çobanoğlu, Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara 2015, 88.

98

geldiklerinde üstad olan başa geçer, geri kalanlar meslekteki kıdem ve kudretlerine göre sırayla oturduktan sonra gene sırayla sazların akordunu yaparlar.”99

“Bakçı yetiştirmenin kendine has gelenekleri vardır. Bakçı, köy köy destancılık edip gezdiği zamanlarda halk arasındaki yetenekli, şiir okumaya yazmaya isteği olan gençleri seçer. Gezmelerde onları kendi yanlarına alır. Çırak biraz olgunlaşınca üstâd dinleyicilerin izniyle kendi söylediği destanın devamını ona söyletir. Çırak üstâd repertuarındaki destanların bir kısımını ve bakçılık yollarını öğrendikten sonra üstâdı onu halk huzurunda sınavdan geçirmek için ziyafet verir. Ziyafete halk edebiyatının bilirkişileri ve destan dinleyicileri de davet edilir. Çırak onlara bir destanı müstakil söyleyip, şakird sınavından başarılı çıkarsa, üstad ona baştan ayağa kadar elbise (sarpa) bazen yeni dombura veya dutar (tanbur) hediye edip topluluk önünde dua eder. Öğrenci, bakçı namını (ismini) alıp müstakil (bağımsız) destancı olsa da kendi repertuarını genişletmek amacıyla üstâdı ve başka büyük halk şairlerinden öğrenmeye devam eder. Bunun için üstâd-şakird alâkası hiçbir zaman kesilmez.”100

“Öğretmek ve öğrenmek, her şeyden önce birlikte olmak ve çırak tarafından usta anlatıcının sözlerini devamlı olarak dinlemek ve ustanın yanından sabaha kadar hiç ayrılmamak suretiyle olur. Bu beraberlik, sadece arada bir rastlanan bir durum değil, resmî bir karaktere sahiptir. Usta bir destan anlatıcısı (üstaz), bildiği destanları ve onları icra etme sanatını öğretmek için, bir çırağı (şagirdi) evine götürebilir ve çırağın da usta anlatıcıya, normalde bir tarım işçisi gibi çalışarak yardım etmesi beklenmektedir.”101