• Sonuç bulunamadı

Hukuksal Düzlemde Yapılan Reformların Boşanma ile İlişkisinin Türkiye

2.2. Boşanmanın Hukuksal Olarak Değerlendirilmesi

2.2.2. Hukuksal Düzlemde Yapılan Reformların Boşanma ile İlişkisinin Türkiye

Türkiye’de boşanmaların Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha az olduğu ileri sürülmektedir. Bunun nedeni Türkiye’de dini ve ailevi bağların güçlü olması, geleneklere bağlılık ve kırsal kesimde dini nikahla oluşan evliliklerin çözülmesinin istatiksel olarak yansımaması olarak belirtilmektedir. Fakat son yıllarda dünya genelinde yaşanan sosyo-ekonomik ve kültürel değişimlerin Türkiye’de yapısal bir dönüşüme neden olduğu göz önünde alındığında boşanmaların önemli ölçüde arttığı gözlenmiştir. Bununla birlikte medeni kanunda boşanmalara dair yapılan düzenlemeler ve kadın-erkek eşitsizliğini ortadan kaldırmak için getirilen yasal değişiklikler, boşanma oranlarının artışında etkili olmuştur.

Demografik göstergelerden biri olan boşanma oranları tarihsel eğilim izlendiğinde 1955-1960 arası en yüksek sonra düşük hatta son beş yılda değişmeyen bir yapı göstermiştir. 1988’de yürürlüğe giren 3444 sayılı kanunla boşanmalara kolaylık getirilmiş ve boşanmalarda artış yaşanmıştır (DİE, 1992). 1982 Anayasası’nın 41. maddesinde “Aile toplumun temelidir” ilkesi ile aileye verilen önem yasallaştırılmıştır. Çağdaşlaşma sürecinde aile hukukunda boşanmalara yeni düzenlemeler getirlmiştir. Fransa, Almanya, İsviçre yasalarına bakarak ailede eşitsizliği kaldırmak için değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikler çerçevesinde bakıldığında örneğin 1966 yılına kadar erkek davacıların sayısı çokken 1990 ve sonrasında kadınların sayısı artmıştır. Boşanma nedeni olarak geçimsizlik faktörü yaygınlaşmıştır. 1990’da bu neden %90 orandadır (Feyzioğlu, 1986:244-249; Velidedeoğlu, 1965: 160).

Medeni Kanun’da 3444 sayılı kanun değiştirilmiştir. Nakafaka konusu yenilenmiştir. Yoksulluk nafakasına ilişkin 144. madde ve nafaka ile ilgili tazminatı ödeme biçimine ilişkin 145. maddedeki yeniliklerden 143. madde etkilenmiştir. 144. maddeye göre yoksulluk nafakası önceden 1 yıl iken süresiz duruma getirilmiştir. Bu nafakanın istenmesi olanağı yaygınlaştırılmıştır. 144. maddenin yeni şeklinde “büyük bir yoksulluğa düşme” yerine sadece “yoksulluğa düşme” ifadesi kullanılmıştır. Böylece eskiye nazaran daha kolay nafaka tazminmatının istenebilmesine olanak tanınmıştır. Maddi tazminat biçiminde nafaka isteği evlenme sırasındaki yaşam

standardının devam ettirilmesi düşüncesinden doğduğundan hükmedilecek tazminat, yoksulluk nafakası düzeyinin çok üstünde de olabilir (Öztan, 1981: 36-56).

MK’nın 143. maddesinde maddi tazminata ilişkin olarak yoksulluk şartı aranmamıştır. Boşanma sırasında ortaya çıkan masraflar, boşanma sonucu ortaya çıkan maddi kayıplar da bu kavramın içine dahil edilmiştir. MK’nın 145. maddesindeki değişkliklerle yoksulluk nafakası ile maddi tazminat ödemesi bir arada düzenlenmiştir. Her ikisinde de taksitle ödenebilir, belli şartların gerçekleşmiş olması durumunda son erebilir ibareler getirilmiştir. Takside bağlanarak ödeme olanağı tanınmış olan maddi tazminat, yoksulluk nafakası gibi yoksulluğun ortadan kalkması ile sona erecektir. Nafakanın belirlenmesinde maddi güç oranı esas alınmıştır (Velidedeoğlu, 1965: 160; Öztan, 1981: 37; Ansay, 1991: 263).

1945’de Birleşmiş Milletler tarafından kadın-erkek eşitliğine dair düzenlemeler yapılmıştır. Fakat erkek yine avantajlılığını devam ettirmekteydi. 1967’de UNESCO kadınlara karşı yapılan ayrımlar ile ilgili bildiri yayınlamıştır. Bu ayrımın toplumun refahıyla bağdaşmadığını, ülkelerin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel hayatına katılmalarına engel olduğu, yeteneklerini kullanmalarına engel olduğunu belirtilmiştir. 1960’dan beri iki önemli adım atılmıştır. İlki, insan haklarına verilen önem artmıştır. Eğitim yoluyla insan hakları yaygınlaştırılmış, sağlamlaştırılmıştır. İkincisi ise Batılı kadınların haklar için verdikleri mücadeleler ve bunları yaygınlaşmasıdır. 1947’den beri BM kadın haklarıyla ilgili konferans, karar, sözleşme sayısı bir hayli fazladır (Çelikel, 1990: 59-65; Gürkan, 1973: 57-60). Bu anlaşmalar içinde 03.09.1981 tarihli Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslar arası Sözleşmesi’ni Türkiye 14.09.1985’te yürürlüğe koymuştur. Fakat bu sözleşmenin belli maddeleri yürürlüğe girmemiştir (kadın erkek hukuksal ehliyet eşitsizliği, ikametgah seçimindeki hak eşitsizliği evlilik süresince hak ve sorumlulukların kullanılması, çocuklarla ilgili hak ve sorumlulukların kullanılması ve aile adının seçilmesi bizim hukuk sistemimizle bağdaşmamaktadır (Feyzioğlu, 1986: 244-249; Öztan, 1981: 37; Velidedeoğlu, 1965: 160).

Türkiye’de Cumhuriyet döneminde gündeme gelen kadın hakları önemli fakat oldukça sınırlıydı. O günden beri kadınlar belli bir mücadele vermeden -batıdan farkı olarak-bu hakları bu hakları elde etmeye çalışmışlardır. Buna geleneksel baskılar da eklenince yeterince bu alanda yapılan düzenlemeler içselleştirilememiştir ve yaşama geçirilememiştir. Türk toplumunda kadın statüsüne yönelik olumsuzluklar baba otoritesine ve cinsel tabular bağlıdır (Feyzioğlu, 1986: 244-249; Velidedeoğlu, 1965:

160). Cinsel olarak erkeğe daha çok özgürlük verilmiştir. Boşanma açısından sorunun çözümü eşlerin boşanmalarını güçleştirmek değil boşanma halinde tarafların maddi ve manevi zararlarını en aza indirmektir. Şimdi boşanmak için başvuran kadınların sayısı fazla ya da erkeklerle eşit duruma geldiği göz önüne alındığında boşanmanın güçleşmesinde kadının yararı olduğu düşüncesinin değer kaybettiği anlaşılmaktadır. Çalışma yaşamına katıldıkça kadınlar her şeye rağmen evliliklerini devam ettirme, sadece geçim kaygısıyla katlanma eğilimleri azalmıştır. Mal rejimine ilişkin olarak yeni tasarı ve mal otaklığı rejiminin yasal rejim olarak benimsenmesine ilişkin çalışmalar Türk uygulamasında iyi sonuçlar doğurmama olasılığı vardır. Çocuklar, velayet, mal varlığı vb. gibi konular her evliliğin farklı yapıda olduğu düşünüldüğünde dikkat edilmelidir. Sorunlara yol açabilmektedir. Toplum yapısına uygun olmayabilmektedir. Nafaka bedellerini enflasyona göre arttırılması gerekmektedir (Öztan, 1981: 37; Tekinay, 1978: 173-175).

Türk Medeni Kanunu’nda boşanmaya ilişkin hükümler 4721 sayılı Kanunun 2. kitabının 2. bölümünde yer almaktadır. Boşanma nedenleri 161. madde ile 166. madde arasında sıralanmıştır. Yasanın 166.maddesinde “evlilik birliğinin sarsılması” ya da “şiddetli geçimsizlik” nedeniyle boşanma genel bir boşanma nedeni olarak görülmüştür. Diğer boşanma nedenleri ise özel nedenlerdir. Bu özel nedenler: zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış suç işleme ve haysiyetsizlik, terk ve akıl sağlıdır (Demirkan vd., 2009: 13).