• Sonuç bulunamadı

Boşanmaya Yönelik Araştırmaların Dünya Düzleminde Değerlendirilmesi

Boşanma oranlarındaki artış büyük ölçüde dünya genelinde benimsenen ekonomik trend ve bunun toplumsal alandaki yansımalarıyla ilişkili olmakla beraber ülkelerin sosyo-kültürel yapılarını kapsayan içsel dinamikleriyle ilişkilidir. Zira boşanma olgusunun ortaya çıkan sonuçları itibariyle genel bir görünüm arz etmesinin yanı sıra boşanmanın nedenlerinin tespiti ve boşanma sonrasında ortaya çıkan maduriyetlerin giderilmesi yönündeki sosyo-politik önlemlerin uygulanma düzeyleri ülkere göre farklılık göstermektedir. Her ülkede, o toplumun sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasal yapı özelliklerinin farklılık göstermesi itibariyle bu süreç farklı boyutlarda gelişme gösterebilmektedir.

Batı ülkelerinde pek çok araştırmacı ve teorisyen, toplumsal yapıdaki çözülmenin, aile gibi geleneksel kurumlardaki aşınmanın ve ahlaki dezenformasyonun kapsamlı sonuçlarını olduğunu ve bundan yola çıkarak sosyal politikalarla olumsuz sonuçların ortadan kaldırılabilmesine yönelik stratejiler geliştirmeye ön ayak olmaktadırlar.

Boşanmadan kaynaklanan sorunlardan toplumun rahatsızlığının temelinde ekonomik gerekçeler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çünkü aile birliğindeki çözülme sosyal yardım ve hizmet alanları başta olmak üzere devlete önemli yükler getirmiştir.

Bu değişimler, batıda aile politikalarının kapsamlı bir şekilde ele alınmasına ve uzun vadeli stratejik planların oluşturulmasına neden olmuştur (Boşanma Nedenleri Araştırması Raporu, 2009: 8-13).

Eurostat’ın raporuna göre, dünyanın en gelişmiş ülkelerinden olan Amerika’da ve Japonya boşanma oranları açısından dikkate değer oranlara sahiplerdir. Amerika’da boşanma oranı, 1990 yılı içinde binde 4.2; Japonya’da 1996 yılında binde 1.6 olarak tespit edilmiştir. AB ülkelerinde, bu oran binde 2.1 iken 2007’de binde 1.3’e düşmüştür. Bunun yanı sıra Litvanya ve Letonya gibi ülkelerin de en yüksek boşanma oranlarına sahip oldukları tespit edilmiştir. Bu rapora göre, Kuzey Amerika ülkelerinde boşanma oranları sürekli bir artış göstermiştir. Buna göre nüfusun sadece %44’ü parçalanmamış ailelerden oluşmaktadır. Tüm çocukların 1/7’i boşanmış anne-babaların çocuklarıdır (Eurostat, 1996-2007).

Araştırmacılar, son 30 yılda dünyada boşanma oranlarında dramatik bir artış olduğunu, örneğin Amerika’da yeni ve ilk evliliklerin en az yarısının boşanma ile sonuçlandığını göstermişlerdir. Örneğin Fransa’da her dört evlilikten birinin boşanma ile sonuçlandığı, İngiltere’de ise son yirmi yılda boşanma oranları dört kat artarak Batı Avrupa’nın en yüksek boşanma oranına sahip olduğu tespit edilmiştir. Amerikan Alan Puttmacher Enstitüsünün 2000’li yıllara ait verilerinde gelişmiş ülkelerdeki evliliklerin % 50’sinin boşanma ile sonuçlandığı görülmüştür (White, 1991: 92-102; Gilbert, 1998: 63-75). Bununla birlikte boşanma oranlarının son on yıl itibariyle Rusya’da %5.3, Almanya’da %2.4, İsveç’te %2.4, Belçika ve İngiltere’de %2.6, Finlandiya %2.6, Hollanda’da %2.3, İtalya’da %0.7, Yunanistan’da ise %0.9 civarında olduğu ortaya konulmuştur (The Worldwide Statistics Report, 2012).

The Worldwide Statistics’in sunduğu rapora göre ise 2005-2010 yılları arasında dünyadaki diğer boşanma oranları şu şekilde olduğu görülmüştür: Belarus %68, Rusya %65, İsviçre %64, Latvia %63, Ukrayna %63, Çek Cumhuriyeti %61, Belçika %56, Finlandiya %56, Litvanya %55, İngiltere %53, Danimarka %43, Moldovya %52, Birleşik Devletler %49, Macaristan %46, Canada %45, Norveç %43, Fransa %43, Almanya %41, Hollanda %41, İsveç %40 Kazakistan %39 (WSP, 2012). The Worldwide Statistics Report’a göre Amerika’nın ve Avrupa ülkelerinin pek çoğunda boşanma oranlarının artışıyla beraber evlilik dışı ilişkilerin de yaygınlaştığı tespit edilmiştir. Örneğin evli olmadıkları halde birlikte yaşayan çiftlerin sayısı İsveç’te ABD’nin dört katı olduğu; İngiltere’de doğumların %19,2’sinin evlilik-dışı ilişkilerin sonucu olduğu, bu oranın İskandinav ülkelerinde daha yüksek olduğu gösterilmiştir.

Buna göre 2005-2012 yılları arasındaki boşanma oranlarına yönelik araştırmalarda bir önceki yıla göre önemli bir artış kaydedilği hatta ikiye katlandığı ve bu ülkelerdeki ailelerin %15’inin tek ebeveynli ailelerden oluştuğu tespit edilmiştir (WDSR, 2012). Ayrıca ABD’de gençlerin %52’si 17 yaşına kadar cinsel ilişkiyi yaşadığı, tüm kadınların %80’inin evlilik öncesi ilişki yaşadığı sonucuna ulaşılmıştır. Böylece her yıl evlilik dışı 100.0000 bebeğin doğduğu, 400.000’nin hayatına kürtaj ve düşük ile son verildiği; evli erkeklerin %50-65’inin ve evli kadınların %45-55’inin eşlerini aldattığı tespit edilmiştir (WDSR, 2012).

Diğer ülkelerdeki oranlara bakıldığında Rusya’da ki evliliklerin %70’i ilk 10 yıl içinde sonlanmakta, doğan çocukların %20’si evlilik dışı olmaktadır. İngiltere’de 18-49 yaş grubunda yer alan kadınların 1/7’si evli olmadıkları halde başka erkeklerle yaşamakta, her 8 çocuktan 1’i anne-babasından ayrı yaşamakta ve 6 bebekten 1’i gayri meşru ilişki sonucunda doğmuş olduğu tespit edilmiştir. Benzer sonuçlara Çin’de de rastlanmış ve Batı’daki eğilimlere paralel olarak, boşanma oranının sürekli yükseldiği günümüzde bu oranın %70’lere çıktığı tespit edilmiştir. İsveç’te evlenmeye karşı talep düşük olmakla birlikte, evlenenler de taraflardan birinin isteği üzerine hemen boşanabilmektedir (WDSR, 2012).

The US Department of Health and Human Service’in yaptığı araştırmaya göre, ABD’den her yıl 1.000.000 çocuk evinden kaçmaktadır. Buna sebep olarak da alkolik ebeveynlerin baskısı, ekonomik sorunlar, yoksulluk, zengin olma hayalleri, özgür yaşam özlemi ve ailelerin çocuklarına olan ilgi düzeylerinin oldukça düşük olması şeklinde belirtilmiştir. Bununla birlikte yapılan araştırmalara göre, evinden kaçan çocukların %57’si boşanmış ailelerin çocuklarıdır ve %16’sı babalarını hiç tanımadıkları belirtilmiştir (The US Department of Health and Human Service, 2011).

Amerika’da ve Avrupa Ülkelerindeki boşanma oranlarına dair bu veriler ışında boşanma oranlarının artışına neden olan faktörler üzerine araştırmaların ağırlık kazandığı görülmektedir. Trent ve South toplam 66 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeden oluşan örneklem üzerinde sosyo-ekonomik gelişme ve boşanma oranları arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Asya ve Latin Amerika ülkelerinde düşük gelişmişlik düzeyi ve düşük boşanma oranları söz konusu iken Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde yüksek gelişmişlik düzeyi ve yüksek boşanma oranı gözlenmiştir. Fakat Mısır, Libya, Tunus, Irak, Ürdün gibi ülkelerde ise gelişmişlik düzeylerine kıyasla boşanma oranlarının yüksek olduğu tespit edilmiştir. İtalya’da ve İrlanda’da boşanma oranının

düşük olduğu ve bunun boşanmayı yasaklayan Katolik mezhebiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir (Arıkan, 1996: 12).

Benedek ve Brown, giderek özgürleşen bir toplumda bireyin mutluluğunu önemseyen bir anlayışla hem kadının hem de erkeğin, toplumsal ve dini sınırları sorguladıkları, eşlerinden duygusal olarak hoşlanmamalarını boşanma için yeterli bir neden olarak göstermişlerdir (1997: 2-6). Giddens, romantik ilişki anlayışının ve yeni yaşam tarzlarının yaygınlaşması; hükümetlerin geleneksel davranış biçimlerini değiştirmek için benimsedikleri bireyci, özgürlükçü ve ekonomik çıkarlara dayalı yaşam tarzına işaret eden politikalarla açıklamıştır (2000: 35). US Divorce Statistics Report’a göre, evliliği boşanma ile bitmiş olan kişileri kısa süre içinde yeniden evlendiklerini göstermiştir. Gelir ve eğitim düzeyi değişkenlerinin, boşanma oranlarının artışına yönelik analizlerde önemli iki değişken olduğu tespit edilmiştir. Yüksek eğitim düzeyinde yer alan kişilerin daha iyi iş olanakları elde ettikleri ve yüksek bir gelire sahip oldukları, bunun da boşanmayı etkilediği; çocuk sahibi olan eşlerin çocuk sahibi olmayan eşlere göre daha düşük oranda boşanma eğilimi gösterdikleri sonucuna ulaşılmıştır (USDSR, 2012).

Simonsson ve Sandström’un İsviçre’deki boşanma oranları üzerine yaptıkları araştırmada boşanma oranlarını etkileyen temel değişkenin ekonomik alanda liberal eğilimlerin hakim olmaya başlaması ve kadınların ekonomik özgürlük için verdikleri mücadele sonucunda elde ettikleri haklar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ekonomik özgürlük, kadın erkekten bağımsız kılmaktadır. Bu da evlilik dışında kendine ait bir gerçekliğin olduğu düşüncesine sahip olmaya götürmektedir. Kadının geliri, sekülarizasyon ve cinsiyet rollerindeki değişimler, kadının işgücü olarak özgürleşimi gibi sosyo-ekonomik ve kültürel değişkenler, boşanma oranlarındaki artışın temel nedenleri olarak gösterilmiştir (2011: 3-11).

Katz, araştırmasında gelişmiş ülkelerde genel refah artışıyla birlikte evlilikle ilgili yaşanan herhangi bir sorunda ayrı bir ev açabilme olanağının geçmişe kıyasla daha kolay hale gelmesini, bireylerin evliliklerindeki tatminlerin kısa sürede kaybolması ve yeni tatmin kaynaklarını aramasını, boşanmış kişilere yönelik negatif atıfların azalmış olmasını, evliliğin bireysel mutluluk taleplerine dayalı olarak daha çok ödüllendirici ve doyum sağlayıcı bir ilişki formuna dönüşmesini boşanma olasılığıni arttıran faktörler olarak tespit etmiştir (1995: 51).

Sonuç olarak, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, sosyo-kültürel farklılılıkları gibi yapısal değişkenler ile boşanma oranları arasında doğrudan bir ilişki olduğu

varsayımında hareketle boşanma oranlarının hızlı artışının neden olduğu olumsuz sonuçlarla mücadele de yine bu farklılıklar odağında geliştirilecek politikalarla mümkün olabilmektedir. Refah artışıyla birlikte batılılaşma süreci ve batı değerlerinin yaygınlaşmaya başlaması, boşanma oranlarını etkilediği söylenebilir. Boşanma oranlarının düşük olduğu ülkelere bakıldığında, boşanmanın gerçekleşmemesi konusunda kültürel ve yasal düzenlemelerin etkisinden bahsetmek mümkündür. Geleneksel değerlerin etkisinin fazla olduğu ülkelerde boşanma oranlarının düşük olduğu görülmektedir. Dini değerler, aile bağlarının korunmasına yönelik yaygın inanç, bireyci değerlerden ziyade toplulukçu değerlerin baskın olduğu toplumlarda boşanma konusunda daha mesafeli bir duruşun olduğunu görmek mümkündür. Bununla birlikte toplumun varlığını idame ettirmesi, toplumsal düzenin sağlanması ve toplumun uyumlu bir bütünlük arz etmesi konusunda aileye verilen önem boşanma oranlarının düşük olduğu toplumlarda gözlemlenmektedir. Aile, bu ülkelerde, toplumun düzen içinde var olması için önemli bir işlevi üstlenmiştir. Geleneksel değerlerin çözülmeye başladığı toplumlarda bireyci değerler daha baskın olmaya başlamıştır. Dolayısıyla evlilik daha az zorunlu bir süreç olarak algılanmaya başlamıştır. Aileye özgü değerler değişmiştir.