• Sonuç bulunamadı

Hukuksal Düzlemde Yapılan Reformların Boşanma ile İlişkisinin Dünya

2.2. Boşanmanın Hukuksal Olarak Değerlendirilmesi

2.2.1. Hukuksal Düzlemde Yapılan Reformların Boşanma ile İlişkisinin Dünya

Ekonomik literatürde boşanma yasalarındaki reformların bireylerin aile kurma ve ailenin çözülmesi yönündeki davranışlarını etkilediğine yönelik 4 önemli model geliştirilmiştir. Becker (1991) ve Peters (1986) tarafından geliştirilmiş olan bu

modellerden biri en basit bir şekilde boşanmak isteyen eş ile evli kalmak isteyen eş arasında ortaya çıkan mülkiyet haklarının transfer edildiğini iddia eden tek taraflı boşanma yasası ile ilgilidir. Bu teorilerinden ilki Coase teorisidir. Temelde ekonomik bir teori olan bu teori devlet müdahalesi gerektirmeden özel taraflar arasındaki anlaşamaya dayanarak etkin bir çözüme ulaşılabileceğini iddia etmiştir. Dışsal ekonomilerde mükiyet hakları tesis edilirse mübadele maliyetinin sıfır olması koşulu ile taraflardan birinin diğerinin zararını karşılayarak sosyal bir optimuma ulaşılabileceğini ve ekonomik etkinliğin sağlanacağını ileri sürmektedir. Mülkiyet hakkının hangi tarafa tahsis edildiği ekomik etkinlik açısından önem taşımamaktadır fakat faydanın taraflar arasındaki dağılımını etkilemektedir. Peters ve Scott bu teoriye bağlı olarak varlığın (sermayenin) etkilerinin önemsiz olduğunu ve boşanma oranlarında bir değişim yaratmadığını buna karşın ev içindeki pazarlıkla ilgili davranışlarda (boşanma ile malların paylaşımı, kadınların işgücü desteği, domestik şiddet gibi) değişimlere neden olabildiğini varsaymışlardır. Dolayısıyla bu model evlilikte ya da doğurganlıkta değişimin olmayacağı belirtilmiştir (Drewianka, 2008: 485-503; Coelho ve Garoupa, 2006: 525-542).

İkinci model, boşanma yasasıyla ilgili reformların (ya tek taraflı ya da kusura dayanmayan) eskisinden farklı olarak boşanma maliyetlerini azaltacağını varsaymıştır. Bu modelde boşanma maliyetlerinin azalması hala evli olan çiftler arasında boşanma olasılığını arttırmakta, bununla birlikte doğurganlığı da azaltmakta ve çocuklara yönelik yatırımları değiştirmektedir. Bununla birlikte eğer yasal değişimler evli olan nüfusun azalmasına neden olursa bu durumda doğum oranı da düşmektedir. Çünkü bu modelin varsayımına göre çok az insan doğum oranının yüksek olduğu grupta yer almaktadır. Boşanma maliyeti daha az çocuğa sahip olan çiftlerde daha düşük olacaktır. Evli olmayan kişilerin karşı karşıya kaldıkları bu durum evlilik dışı doğum oranını arttırması muhtemel kılmaktadır. Bunun yanı sıra azalan maliyetler, evliliği daha az riskli kılmakta öyleki bekar olanların evlenme olasılıkları daha da artmaktadır (Gruber, 2004: 799-833; Weiss ve Willis, 1985: 268-292; Becker, 1977: 1141-1187; Peters, 1986:437- 454).

Üçüncü modele göre, boşanma yasasında yapılan reformler evliliğin bazı kazançlarını azaltmaktadır. Bu reformler eşlerin, boşanmayı daha muhtemel kılabilme yönündeki davranışlara karşı bir diğerini kontrol etmeye yönelik daha fazla kaynak harcamasına yol açmaktadır. Azalan kazançlar boşanmayı daha çekici hale getirmektedir böylece evli çiftler arasında düşük doğurganlık, toplam doğurganlıkta

düşüş ve evlilik doğum oranlarında artışa neden olmaktadır. Bu durum boşanmayı çekici evliliği itici kılmaktadır ve bekar olanların evliliğe yönelik istekleri azalmaktadır (Allen, 1992: 679-685). Pek çok ekonomist bu tarz nedenselleştirmenin neden ikna edici olmadığına işaret etmişlerdir. Onlara göre temel sorun boşanmada maliyetin yüksek olması ve oportinizmin boşanma davası sürecinde muhtemel olmasıdır. Coase teorisinin neden başarısız olduğuna yönelik diğer argümanlar yüksek boşanma davası ücretlerini, bilgilendirmedeki sınırılıkları, cinsiyet farklılıklarını, boşanma pazarlığına yönelik tehdidin yada korkunun doğası, bölünmezlik, çocukların yarı-özel doğası ve zarara vurgu yapan beklentilerle ilgili problemler yada eşler arasındaki sınırlandırılmamış tatransferler (aktarımlar) gibi faktörlerin önemini vurgulamışlardır (Allen, 1992: 679- 685).

Son olarak bazı modeller de boşanma reformlarının ev içindeki pazarlığı değiştirdiği için boşanma olasılığını arttırdığını öne sürmüşlerdir. Tek taraflı boşanma yasası evli kalmayı tercih eden eşten boşanma isteyen eşe yönelik malların transferini öngörmektedir. Bu durum varlığın (sahip olunan malların) aile formasyonunu ve ayrılma kararlarını değiştiren etkilerini vurgulamaktadır. Böylece yasal evlilik boşanmak isteyen eş açısından bir güvenlik biçimi olarak görülmektedir. Fakat tek taraflı boşanma yasasında boşanmayı muhtemel ve evliliği daha az istenir kılan güvenlik talebini zayıflatmaktadır. Bu iki model artan boşanma olasılığının evli çiftler arasında doğurganlığı azalttığını ve evli olmadan yapılan doğumların oranını arttırdığını ileri sürmüşlerdir (Drewianka, 2008: 485-503).

Özetlersek Coase teorisi, boşanma yasalarındaki değişimn ya evlilik ya da doğurganlık davranışları üzerinde etkileri olmadığını varsaymıştır. Bunun dışında diğer bütün modellerde de doğurganlığın düştüğü ve evlilik dışı doğumların arttığı ileri sürülmüştür. Fakat ikinci modelde bekarların evlenmeye daha çok istekli olacaklarını en son iki modelde ise evli olmaya daha az istekli olacakları vurgulanmıştır. Şu halde boşanma yasalarının aile formasyonu davranışı üzerinde nasıl bir etkisinin olduğu farklı şekillerde açıklanmaya çalışılmıştır (Drewianka, 2008: 485-503).

Birbirinden farklı varsayımlar öne süren bu modellerde kusura dayalı olan ve kusura dayalı olmayan rejimlerin boşanma üzerindeki etkisinin kısa süreli olarak pozitif yönde bir etkisinin olabileceğini fakat uzun dönemde etkileri konusunda bir konsensusun olmadığı görülmüştür. Bu yönde yapılan emprik çalışmalarda bu iki değişken arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde ortaya koymamıştır. Bazıları kusura dayalı olmayan boşanma yasalarının boşanma oranları üzerinde çok az etkisi olduğunu ileri

sürerken diğerleri bu tarz yasaların önemli ölçüde etkili olduğunu varsaymışlardır. Brinig ve Bucley (1998: 325) 1979-1990 yılları arasında 49 farklı ülkede kusura dayalı olan ve kusura dayalı olmayan boşanma yasalarının boşanma oranları üzerindeki etkilerini ortaya koymaya yönelik kapsamlı emprik bir çalışma yapmışlardır. Onların elde ettikleri temel sonuç boşanma düzeyleri kusura dayalı olmayan boşanma yasası ile pozitif olarak ve önemli ölçüde ilişkili olmasıdır. Kusura dayalı olmayan boşanma yasası yönündeki değişim, boşanma oranlarının artmasıyla sonuçlanmıştır. Bu sonuçlar Friedberg tarafından da desteklenmiştir. O, boşanma yasası reformlarının iç kaynaklı olmadığını ve tek taraflı boşanma yasasının boşanma davranışı üzerinde büyük ölçüde etkisi olduğunu ileri sürmüştür (1998: 608). Fakat Ellman ve Lohr, boşanma oranlarındaki artışı yasal düzlemdeki değişimlerden ziyade farklı değişkenlerle açıklamışlamışlardır. Boşanma oranlarındaki artışın yasal düzenlemelerden önce gerçekleşmeye başladığını ileri sürmüşlerdir. Bu araştırmacılar boşanma yasası ve boşanma oranları arasındaki ilişkiyi üç faktörle ilişkilendirerek açıklamışlardır: Boşanma oranlarındaki genel trend (eğilim), geniş bölgesel etkiler ve dip-followed-by- peak pattern (bir düşüşten sonra hızlı yükseliş). Onlara göre, bu faktörlerin kısa dönemde (bir ya da iki yıl) boşanma oranlarının artışına neden olmuş uzun dönemde hiç bir etkisini olmamıştır. Bu açıklamalar boşanma yasası reformunun hem boşanma oranlarındaki artışa hem de yasadaki değişimlere yol açan iç kaynaklı ve toplumsal güçlerle ilişkili olduğuna dayanmıştır (1998: 341). Wolfers, boşanma oranlarındaki dinamik etkiyi boşanma yasalarının uzun dönemli etkilerine karşı kısa dönemli etkilerinden ayırarak açıklamıştır. O, boşanma yasalarındaki reformun ilk on yılda pozitif bir etkisinin olduğunu ve sonraki on yıl ve sonrasında ise katı bir tersine dönüşün olduğunu varsaymıştır (2006: 1-4). Rasul, yaş kategorileri açısından etkilerini araştırmıştır. Ona göre tek taraflı boşanma yasasının eşleşme niteliğini arttırdığını ve eski boşanma rejimleriyle karşılaştırıldığında evlilik süresine olumlu yönde katkı sağlamıştır (2006: 30).

Allen, Canada da yaptığı araştırmada boşanma yasası reformlarının boşanma oranlarını etkilediğini Avrupada ise boşanma yasası reformlarının etkilerinin daha düşük olduğunu emprik kanıtlarla göstermiştir (1998: 129). Binner ve Dnes, İngiltere’de boşanma yasası reformalarının (1949 ve 1969) uzun dönemli olarak pozitif etkisinin olduğunu göstermişlerdir (2001: 298). Smith, farklı Avrupa ülkelerinde yaptığı araştırmada dinsel değerlerin ve kadının ekonomik statüsünün ülkeler arasında gözlenen bu farklılığın dinamiğini oluşturduğunu ileri sürmüştür. Diğer önemli faktörler ise

finansal yardımları ve düşük maliyetli idari süreci kapsayan legal yardım şemalarının varlığını kapsamaktadır (2002: 212-229).

Buna göre gelişmiş ülkelerde boşanma oranlarının artışı üzerine yapılmış pek çok çalışmada, boşanmayla ilişkili yasalarda zaman içerisinde gerçekleştirilen düzenlemeler kritik öneme sahiptir. 1970’li yıllarda Amerika’da aile yasalarında gerçekleştirilen radikal değişimler örnek gösterilerek, yasal düzenlemelerin boşanmayı daha da kolaylaştırdığını ileri sürmüşlerdir. Yeni yasaya göre, eşlerden biri, diğerinin rızası olmadan taraflara tek taraflı boşanma hakkı vermiştir. Bu durumun, Amerikan aile yapısında radikal bir değişime yol açtığı şeklinde yorumlanmıştır (Furstenberg, 1990: 379-403; Smith, 2010:15-28; Amato ve Wang, 2000: 1269-1287; Gottman ve Levenson, 2000: 737-745).

Benzer bir şekilde, Becker da tek taraflı boşanma yasasının kabulü ile boşanma oranlarındaki artış arasındaki ilişkiyi vurgulamışlardır. Bu yasanın kabul edilmesinden sonraki 10 yıl içinde boşanma oranları artmıştır. Tek taraflı boşanma yasası, eşler arasında var olan mülkiyet ilişkisinin yeniden düzenlenmesini esas almaktadır. Yani mülkiyetin yeniden paylaştırılmasını ifade etmektedir. Bu durumu, taraflar arasında boşanmayı kolaylaştıran ya da cazip kılan bir faktör olarak değerlendirmiştir (1981: 38- 45). Fakat birçok teorisyen bu faktörün tek başına yeterli olmadığını, her iki değişken arasındaki ilişkinin sürekli olmayacağını ileri sürmüştür. Yıllara göre boşanma oranlarındaki artış ya da farklılaşma karşılaştırıldığında, evlilik ilişkisinde yaşanan sürtüşmelerin de ne kadar önemli olduğunun üzerinde durulması gerektiği vurgulanmıştır. Yani boşanma yasasındaki değişim şu an için etkili görünse bile bir on yıl sonra etkili olamayabilmektedir şeklinde bir sonuca ulaşılmıştır (Kalmijn, 2006: 1197-1231; Yodanis, 2005: 45-50; Blackburn, 2003: 38-42).

Friedberg, boşanma reformları ile boşanma oranları arasında ilişki olduğu göstermiştir. Yıllara göre yaptığı istatistikî araştırmasında boşanma oranlarındaki her artışın, boşanma yasalarındaki reformlardan sonra geldiğini göstermiştir. Örneğin, 1960’larda, tek taraflı boşanma yasasının kabulünden sonraki yıllarda boşanma oranlarında bir artış olduğunu söylemiştir. Fakat sadece boşanmaya yönelik reformların boşanma oranlarındaki artışı açıklamakta yeterli olmadığını da vurgulamıştır. Çünkü boşanma konusunun tek boyutlu olarak analiz edilemeyeceğini savunmuştur (1998: 382-390). Buna karşıt olarak bazı teorisyenler de boşanma oranlarının yasal rejimdeki değişimlerden etkilenmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu teorisyenler, liberal nitelikli boşanma yasaları ile boşanma oranlarının artışı arasında doğrudan bir ilişki olmadığını

söylemişlerdir. Bu artışın daha ziyade süreç içinde farklı değişkenlerle birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir (Peters, 1986:437-454; Allen, 1992: 89- 96).

2.2.2. Hukuksal Düzlemde Yapılan Reformların Boşanma ile İlişkisinin Türkiye