• Sonuç bulunamadı

Hikâyelerin Anlama ve Anlatma Becerisine Katkısı/ Dil ve Anlatım

4. ROMANLARIN ĐNCELENMESĐ

4.5.3 Hikâyelerin Anlama ve Anlatma Becerisine Katkısı/ Dil ve Anlatım

4.5.3.1. Deyimler

Okurlara söz varlığı kazandırmada önemli yere sahip olan deyimler bu eserde sıklıkla kullanılmıştır. Eserde yer alan bazı deyimler ve sıklıkları şöyledir:

“abayı yakmak, ağzı kulaklarına varmak (2), ağzından baklayı çıkarmak (2), ağzını aramak, ağzının suyu akmak (2), allak bullak etmek (olmak) (2), altını üstüne getirmek, aman dilemek (demek) (2), apışıp kalmak, ardı arkası kesil(me)mek, avucunun içine almak, ayak diremek, baklayı ağzından çıkarmak, basireti bağlanmak, beyninden vurulmuşa dönmek (2), bıyık altından gülmek, bir dediğini iki etmemek,

boyun eğmek, can kulağı ile dinlemek, canına tak demek, çın çın ötmek, çileden çıkmak, dem vurmak, denizi (dereyi) görmeden paçaları sıvamak, dereyi görmeden paçaları sıvamak, dilden dile dolaşmak, dilinin altında bir şey olmak, dört elle sarılmak (3), dört gözle beklemek, dut yemiş bülbül(e dönmek) (3), ecel teri dökmek, el ayak çekilmek, el etek öpmek, el üstünde tut(ul)mak (2), eli ayağı titremek, faka basmak, geri çekilmek, göz göre göre, gözden düşmek, gözden geçirmek, gözleri dolu dolu olmak (4), gözlerini dört açmak (2), gözünden düşmek, güç hâl ile (kurtarmak), haddini bildirmek (2), haddini bilmek, hallaç pamuğu gibi atmak (2), har vurup harman savurmak, haraç mezat (5), hoşbeş etmek, içi kan ağlamak, içine kurt düşmek, in cin top oynuyor, iple çekmek, kafa tutmak (2), kan ter içinde kalmak, kanı kaynamak (2), kaşla göz arasında, kedi gibi, kendi kendine gelin güvey olmak, kendini beğenmek, kılını kıpırdatmamak, kıran kırana (2), körü körüne (4), kulağı delik, kulak kabartmak, küplere binmek, ok gibi fırlamak (4), ok yaydan çıkmak, pabuç bırakmamak, palas pandıras, parça parça etmek, pey sürmek, pot kırmak (3), sarpa sarmak, selamı sabahı kesmek, sermayeyi kediye yüklemek, su gibi (para) sarf etmek, süklüm püklüm, şapır şupur (5), takati kesilmek (kalmamak), tası tarağı toplamak (3), taş taş üstünde bırakmamak, tir tir titremek (2), yelkenleri suya indirmek (3), yüreğine su serp(il)mek (2), yüz çevirmek, yüz vermek, yüz yüze gelmek”

“El elden üstündür.” atasözü de kullanılmıştır.

Bu eser vasıtasıyla farklı deyimleri öğrenecek olan okur, bir kelimenin sadece temel anlamda kullanılamayacağını mecaz olarak da farklı anlamlar taşıyabileceğini öğrenebilir.

4.5.3.2. Tekrarlar ve Đkilemeler

Anlatımı zenginleştirmede farklı yere sahip olan ikilemeler bu eserde sıklıkla kullanılmıştır. Eserde kullanılan ikilemeler ve sıklıkları şunlardır:

“ara sıra, acı acı (6), adım adım (8), ağır ağır (10), ağlaya ağlaya, aheste aheste, alev alev (9), alıştıra alıştıra, Allah Allah, anlata anlata, aptal aptal (2), ara sıra (2), aşağı yukarı, avaz avaz (2), avuç avuç, ayrı ayrı (11), bağıra bağıra, ballandıra ballandıra (4),

bile bile (2), bir bir (2), birer birer (16), birer ikişer, boğuşa boğuşa, bol bol (5), çapul çupul, çat pat, çifter çifter, çil çil (4), çoluk çocuk, delik deşik, diyar diyar, doya doya (6), eğri büğrü, ev ev (2), ferah ferah, güle güle, hararetli hararetli (2), hemen hemen (2), hıçkıra hıçkıra (2), hüngür hüngür (4), ikişer ikişer (2), irili ufaklı (2), istemeye istemeye (9), karış karış, kat kat, katıla katıla, kayıtsız şartsız, kıyı kıyı, kolay kolay (15), konuşa konuşa, korka korka, koşa koşa (2), kuru kuru, manalı manalı (5), neler neler, parça parça (2), parıl parıl, pat pat, pazar pazar, perde perde, pırıl pırıl, rahat rahat (3), renk renk (3),ses seda (2), seSSiz sedasız (3), seSSiz seSSiz, seve seve (12), sık sık (28), sokak sokak (3), şaşkın şaşkın (2), tane tane, tas tas, tatlı tatlı, teker teker (8), tel tel, tıklım tıklım (6), topallaya topallaya, torba torba, ufak tefek, ufak ufak, uzun uzun (10), üçer beşer (2), vuruşa vuruşa, yavaş yavaş (31), yeni yeni (4), zaman zaman (2)”

Yazarın eserde oluşum bakımından farklı ikilemelere yer vermesi, bu ikilemeleri farklı görevlerde ve anlamlarda kullanması da çocuk okurların söz varlığını geliştirmesinde etkili olacaktır.

4.5.3.3. Dua ve Beddualar

Barbaros Kardeşler bütün deniz savaşlarını cihat anlayışı ile gerçekleştirdikleri için savaşlarda hep Allah’a yakarırlar ve güçlerini ondan alırlar.

“- Đnşallah o günler de gelir.

Çocuklar hep birden âmin çektiler.” (Tülbentçi, 2008: 13).

“Oruç, ufak fakat yeni bir yelkenli ile kardeşi Đlyas’ı da alarak denize açıldığı zaman bütün aile sahile gelmiş, onları hayır dualarla selametlemişlerdi” (Tülbentçi, 2008: 13).

“Herkes endişe içinde kıvranırken Oruç seviniyor, kendisine kurtuluş yolu açması için Tanrı’ya dua ediyordu” (Tülbentçi, 2008: 15).

“Siz yalnız Ulu tanrı’ya dua ediniz, yüreklerinizi pek tutunuz” (Tülbentçi, 2008: 56).

“- Haydi Aydın’ım, Allah seni korusun!” (Tülbentçi, 2008: 124). “Yüce Tanrı’ya dua etti:

- Bana bu günleri de gösterdin. Rabbim!” (Tülbentçi, 2008: 130).

“- Aslan gibi maşallah. Allah korusun, sözleri eksik olmuyordu” (Tülbentçi, 2008: 132).

“- Đsa’nın üzerine yemin ederim ki, sözlerim hakikattir. Elimden böyle yüzlerce yaralı geçti. Kolunun kesmediğimizin hayatını kurtaramadık. Ben hangi dine mensup olursam olayım, böyle bir kahramana kıyamam” (Tülbentçi, 2008: 192).

“Ulu Tanrı seni de, beni de muzaffer eylesin, amin.” (Tülbentçi, 2008: 248). “Yalnız birkaç levent, koca reisin bütün gece uyumadığını;

- Yarabbim, bizi muzaffer kılmadın, bari şahadeti esirgeme diye Yüce Tanrı’ya dua ettiğinin duyduklarını söylediler” (Tülbentçi, 2008: 284).

“… ‘Allah rahmet eylesin’ derken kızıl sakalına düşen gözyaşlarını göstermemek için bir çocuk gibi koşarak salondan dışarıya çıkmıştı” (Tülbentçi, 2008: 447).

“ Oruç ve arkadaşları şehitlerin ruhlarına Fatiha okuduktan sonra tekrar yola düzüldüler, yorulmuşlardı” (Tülbentçi, 2008: 470).

“ Beşir’in de, tayfasının da Allah belasını versin” (Tülbentçi, 2008: 90). “Baba Oruç:

- Allah, hepinizin belasını versin! diyerek geri döndü” (Tülbentçi, 2008: 186).

4.5.3.4. Anlatma Teknikleri

4.5.3.4.1 Öyküleme

Yazar anlatıcı ile kaleme alınan romanın genelinde öyküleme tekniği kullanılır. Yazar bir olayı anlatırken başka bir olaya geçer. Sonra diğer olaya kaldığı yerden

devam eder. Mesela eserin başında Hızır ve arkadaşlarının Naksos Adası’nda zindana düştükleri olayı anlatırken arya girip Hızır’ın hayat hikâyesinden söz eder ve sonra Naksos’ta yaşanılanları anlatmaya devam eder. Bu şekilde eseri okuyan çocuk okurların akılları karışabilir.

Đstanbul ile Mısır arasında uğrak bir ada olan Midilli’nin limanı zaman zaman ticaret gemileriyle dolar boşalırdı. Yakup, bazen Oruç’la Hızır’ı alır, gemileri gezdirirdi. Yıllar böyle geçti. Çocuklar büyüdüler, delikanlı oldular. Artık deniz ve yelkenli Yakup’un çocukları ve özellikle Oruç ile Hızır için her şey demekti. Yelkeni, yıllarca denizde gezmiş, binbir varta atlatmış bir korsan kadar güzel idare edebiliyordu. Ah… Onların da bir gemisi olsa ve Midilli Limanı’nda uzaklara yelken açabilselerdi, ne iyi olacaktı (Tülbentçi, 2008: 12).

Adanın verimli topraklarında hurmalıklar, zeytinlikler ve bağlar çoktu. Cerbe Adası’nın eski bir tarihi vardı. Hıristiyan hâkimi yetinden kurtulduktan sonra, Sıltan Abu Omar Osman’ın ölümünü müteakip yani 1480’de Cerbeliler bağımsız olmuşlardı. Đşte o zaman da ada Berberistan korsanlarının bir üSSü haline gelmişti… (Tülbentçi, 2008: 30).

4.5.3.4.2 Betimleme

Eserde özellikle fiziksel betimlemeler dikkat çeker. Bunun dışında mekân betimlemeleri de eserde sıklıkla yer alır.

Başka bir esirci, siyah tüller içinde yarı çıplak bir Arap kızını elinden tutarak oraya getirdi. On beş on aştı yaşlarında bulunan bu genç kız, ince uzun boylu ve mat renkli idi. Đki siyah inciyi andıran gözleri, sert ve dolgun göğsü ile bütün bakışları kendisine çevirmişti. Ilık bir Akdeniz rüzgârı tülleri bazen kaldırıyor, işte o zaman gözler vahşi bir ihtirasla açılıyordu (Tülbentçi, 2008:7).

“Cenovalı papazın adı Danilo idi. Đnce uzun sakallı, orta boylu, sağlam yapılı hoşsohbet bir adamdı” (Tülbentçi, 2008: 35).

“Đri yapılı, top sakallı, önü açık mintanından kıllar fışkıran bir Berberi korsanı, arkadaşlarına amirane bir tarzda izahat veriyordu.” (Tülbentçi, 2008: 38).

Papaz, kızın güzelliğini anlata anlata bitirememiş ve: - Bu çiçek gibi bir kızdır, beyzadem, demişti.

Danilo’nun anlattığına göre, adı Ayşe olan bu kızın esmer yüzünü süsleyen simsiyah gözlerine kolay kolay bakılamazdı. Kanatları bir tüy gibi açılıp kapanan burnu, benim diyen erkekleri bile bir ihtiras uçurumuna atmaya yeterdi. Đnce ve uzun boylu idi (Tülbentçi, 2008: 44).

“ Hemen önlerinde, eflatun renginde ipekten bir şalvar giymiş, ince uzun boylu, esmer tenli, simsiyah gözlü bir kız gül koparıyordu. Göğsü işlemeli cepkeninden dışarıya taşacakmış gibi idi ” (Tülbentçi, 2008: 71).

“Yahya uzun boylu, sivri sakallı elli, elli beş yaşlarında gözleri velfecri okuyan zayıf bir adamdı ” (Tülbentçi, 2008: 84).

“Fatma güzelliğiyle övünmesinde haksız değildi. Uzun boylu, siyah saçlı, kapkara gözlü, balıketinde olmasına rağmen incecik belli idi ” (Tülbentçi, 2008: 134).

“Orta yaşlı, kuru yüzlü, sivri sakallı bir adam olan Pizarre, Hasan ile Danilo’yu yukarıdan aşağıya süzdü ” (Tülbentçi, 2008: 136).

“ Şövalye Don Marten ile sağlam vücutlu, iri yapılı, babayiğit tavırlı iki arkadaşının Cenina Sarayı’nın saltanat kapısından içeri girmeleri bir hadise oldu…

Orta boylu, zayıf yüzlü, sivri sakallı, gözlerinden şeytan gibi zeki olduğu anlaşılan Şövalye Don Marten…” (Tülbentçi, 2008: 312).

“Fidan gibi boyu, incecik beli, açılmaya yüz tutmuş bir tomurcuk gibi göğsü, parıl parıl parlayan iri ela gözleri vardı, ince kanatlı burnu yüzünü ne güzel süslüyordu.” (Tülbentçi, 2008: 431).

Çok eski bir tarihi olan Naksos Adası on altıncı yüzyılın başlarında Akdeniz’in tanınmış uğrak yerlerinden biriydi. Küçük limanı daima dolar taşardı. Tabiat, sahildeki dağları, adanın dahilinde ova ve vadilerdeki bağ ve bahçeleri sert rüzgârlardan muhafaza için kurmuş zannedilirdi. Bu yüzden adanın üzümleri ve özellikle eski şarapları bütün Akdeniz’de şöhret kazanmıştı. Naksos’tan dar bir boğazla ayrılan Paros Adası da mermerleri ile meşhurdu. Đtalya’daki pek çok sanat eserleri Paros mermeri ile inşa edilmiş veya süslenmişti (Tülbentçi, 2008: 10).

Akdeniz’in küçük Sırt körfezinde ve Tunus sahillerinden altmış kilometre uzakta bulunan bu adacık, ün salmış korsanların, macera düşkünü haydutların, nereden geldiği belirsiz adamların, günahlarını çıkarmak maksadı

ile kiliseye müracaat eden genç kızları baştan çıkardığı için aforoz edilen papazların, servetini kumarda yiyip bitirdikten sonra Venedik’ten kaçmaya mecbur olan müflis asilzadelerin kendilerine melce bildikleri bir yerdi (Tülbentçi, 2008: 30).

O akşam Emir Şahap’ın bir saray kadar muhteşem olan konağı hakikaten görülecek şeydi. Bütün salon mumlar ve kandillerle boğulmuştu. Duvarlara renkli camlarla süslü gemici fenerleri asılmıştı. Ortadaki büyük havuzun mermerleri bembeyazdı. Ceviz üzerine sedef işlemeli Venedik yapısı alçak masalarla türlü meyveler ve yemekler konmuştu. Şarap taslarının dışı altın yaldızlıydı. Ayrıca üzerlerinde kuş resimleri vardı…. (Tülbentçi, 2008: 41).

“Halılarla örülmüş sedirler, alçak mermer masalar ve sedef işlemeli büyükçe sehpalar sanatkârane bir şekilde yerleştirilmişti ” (Tülbentçi, 2008: 91).

“Salon Maltalının meyhanesinden daha büyük ve daha ferahtı. Sağdaki pencereler etrafı kalın duvarlarla çevrilmiş olan büyük bir bahçeye açılıyordu. Duvarlarda kıymetli halılar, köşelerde sedirler vardı. Salonu aydınlatan gemici fenerlerinin camları ayrı ayrı renkte idi. Đnce uzun masaların üzerleri beyaz mermerdendi ” (Tülbentçi, 2008: 140).

Okurların yaşadıkları çevreye bakış açılarını çevirmeleri, olayları farklı gözle görmelerini sağlamaları açısından betimlemeler önemlidir.

4.5.3.4.3 Gösterme/ Sahneleme

Eserde ikili konuşmalar da çok kullanılmıştır. Yazar, gerekli gördüğü yerlerde açıklama amaçlı söze girer, onun dışında olayı bizzat kahramanların ağzından vermeye çalışır.

“ - Bu kız biz kurtarmaya gelmişti. - Nereden bildin?

- Đçime öyle geldi Hızır ağabey” (Tülbentçi, 2008: 20).

“- Yoldaşım, günahı benim boynuma, hele sen de şunu giy bakalım.

- Ağa kardeş, öteki sefine de üzerimize geliyor. Sen hâlâ oyunla meşgulsün. Bu yaştan sonra beni papaz kılığına sokuyorsun” (Tülbentçi, 2008: 59).

“- Sen bizden hiç mi korkmuyorsun? - Sizin nenizden korkacakmışım?

- Ama seni bu adadan alır, ta Mağrip sularına kadar götürürüz.

- Hani fena da olmaz. Burda ne evim, ne barkım var” (Tülbentçi, 2008: 252). “- Haberler iyi değil, reis ağabey.

- Ne oldu?

- Baba sultan nerde?

- Küffar Telesman’a mı girdi?

- Cezayir’e nasıl geldin?” (Tülbentçi, 2008: 480).

Eserin birçok yerinde anlatma göstermeye bağlanmış ya da gösterme anlatmaya. Bu kullanımı örnekleyen bazı cümleler ise şöyledir:

“ Hatice’nin boynuna sarılarak:

- Onu gördüm, dedi. Türk korsanını gördüm. - Nasıl bir adam?

- Aslan gibi.

- O da seni gördü mü?

- Görmez olur mu? Yüz yüze geldik” (Tülbentçi, 2008: 72).

Ayşe’nin göğsü bir yavru güvercin kanadı gibi çarpıyor, burun delikleri ihtirasla açılıp kapanıyordu. Bununla beraber:

- Ne olur yapmayınız. Görecekler, Cerbe Adası’nda babamın itibarı kalmayacak, diyordu.

Hızır’ın ağzından kelimeler zorlukla çıktı: - Seni seviyorum Ayşe.

- Beni daha yeni gördünüz. Size inanmıyorum.

- Đnan Ayşe. Hayatımda ilk defa bir kadına böyle hitap ediyorum. Seni seviyorum, seveceğim Ayşe (Tülbentçi, 2008: 75).

- Kuzum Danilo, fıçılarda ne var? - Patlama. Söyleyeceğiz, barut fıçısı. Naksoslu burnunu çekti:

- Oh… Ne güzel kokuyor, böyle barutla ölmeyi cana minnet bilirim. Bir gülüşme aldı. Her kafadan bir ses çıkıyordu.

- Ben de ölmek isterim. - Ben de.

Hülasa, ölmek istemeyen yoktu. Hızır:

- Çocuklar hep ölürüz amma, Tunus’a yaklaştıktan sonra. Daha yapılacak işlerimiz var, dedi (Tülbentçi, 2008: 129).

Cerrah, sakin bir eda ile cevap verdi. - Artık bu kol, kolluktan çıkmış beyzadem. - Peki ne yapmalı?

- Oruç Reis’i kurtarmak için kolu kesmelidir. Resiler hep birden ayağa kalkarak bağırdılar: - Ne diyorsun kolu kesmeli mi?

- Evet beyzadem, başka çare yok (Tülbentçi, 2008: 191).

Gösterme tekniği sayesinde okurlar yer yer tiyatro eseri seyrediyorlar izlenimine kapılabilirler.

4.5.3.4.4 Semboller ve Özgün Söyleyişler

Romanda yer yer özgün söyleyişlere de yer verilmiştir. Mesela Oruç ve Hızır’ın babaları Yakup’un ölümünü yazar “Hakk’a emanetini verirken” kelimeleriyle ifade etmiştir. Yani ölümü, kişinin Hakk’a olan emanetini verme olarak ifade etmiştir.

4.5.4. Eserin Đlköğretim Türkçe Dersi (6, 7, 8. Sınıflar) Öğretim Programı Açısından Đncelenmesi

Feridun Fazıl Tülbentçi’nin Barbaros Hayreddin Geliyor adlı eseri Đlköğretim Türkçe Dersi (6, 7 ve 8. sınıflar) Öğretim Programında, Giriş bölümünde yer alan “Genel Amaçlar” ve Yöntemler bölümünde yer alan “Okuma Metinlerinde Bulunması Gereken Özellikler” bakımından incelenmiştir.

“Genel Amaçlar” ve “Okuma Metinlerinde Bulunması Gereken Özellikler” ile ilgili ayrıntılı açıklamalar kavramsal çerçevede verildiği için söz konusu maddeler bu bölümde bir kez daha verilmemiştir. Bu bölümde sadece eserin söz konusu amaçların gerçekleşmesine ne ölçüde katkı sağladığı araştırılmıştır.

Genel amaçlar başlığında altıncı amaç olan söz varlığıyla ilgili olarak bu araştırmada müstakil bir bölüme yer verilmiştir. Bu yüzden değerlendirmeler diğer maddelerle sınırlı olacaktır.

100 Temel Eser uygulamasının amacı öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırmak olduğundan bu eseri okuyan öğrencilerin okuma becerilerinin geliştireceği düşünülebilir. Öğrenme alanları birbiriyle bağlantılı olduğu için okuma becerisi bir diğer anlama becerisi olan dinlemeyi de etkileyecektir. Eserde birbirinden farklı ve ilginç kelimeleri, terimleri, deyimleri öğrenen okurlar bu yolla söz varlıklarını geliştirebilir. Söz varlığının gelişmesi de onların yazılı anlatım becerilerine katkı sağlar.

Bu eser vasıtasıyla öğrenciler Millî ve manevî değerler kazanabilirler, Belirli bir dönemdeki Türk kültürünü öğrenebilirler. Bu özellikleri bakımından programın genel amaçlarına hizmet etmektedir. Programın diğer genel amaçları öğrenme alanları ile ilgilidir. Söz konusu becerileri romanın kazandırma düzeyi bir önceki paragrafta belirtildiği için burada bir kez daha yinelenmemiştir.

Eser, okuma metinlerinde bulunması gereken özelliklere göre değerlendirildiğinde seçilen konunun özellikle erkek çocukları için ilgi çekebileceği söylenebilir. Roman, genel amaçlarda belirtildiği üzere millî birlik ve beraberliği aşılayan ve manevî değerleri öğrencilere kazandırmayı amaçlayan bir romandır. Ayrıca yazma becerisini geliştirmede belirtildiği gibi eser söz varlığı açısından oldukça zengindir. Roman, dil bakımından Türkçenin anlatım özelliklerine ve zenginliklerine uygundur.

Ancak okuma metinlerinde bulunması gereken özelliklerden “öğrencilerin sosyal, zihinsel, psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek cinsellik, karamsarlık, şiddet vb. ögeler yer almamalıdır” ve “insan hak ve özgürlüklerine, demokratik değerlere aykırı ögeler yer almamalıdır” maddelerinde belirtilen özellikleri taşımamaktadır. Çünkü eserde çocuk okurların sosyal ve psikolojik gelişimlerini olumsuz yönde etkileyecek cinsellikle ilgili ifadeler yer almaktadır. Ayrıca eserde deniz savaşlarında esir alınıp sonrasında pazarlarda cariye olarak satılan kızların durumu da insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır.

4.5.5. Eserin Tutarlılık Açısından Đncelenmesi

Eserin tutarlılık bakımından incelenmesinde Coşkun (2005) tarafından geliştirilen öyküleyici anlatım tutarlılık değerlendirme ölçeği kullanılmıştır. Bu ölçek doğrultusunda incelendiğinde iyi derecede (4) tutarlı olduğu görülmüştür.

Çünkü romanın belirli bir konusu vardır. Yavuz Sultan Selim döneminde yaşayan Türk denizcilerden Barbaros Kardeşler’in Akdeniz’i Türk denizi haline getirme amacıyla giriştikleri mücadeleler anlatılmaktadır. Ancak yazar olayları anlatırken birini bitirmeden diğerini anlatmaya koyulur. Bu da okurların zihinlerinde bir karışıklı oluşturabilir. Özellikle çocuk okurlar en son anlatılan olayı örneğin Hızır’ın hayat hikâyesini dinlerken en başta anlatılan Naksos Adası’nda yaşanılanları unutabilir ve o bölümü yeniden okuma ihtiyacı duyabilirler. Yani konunun ayrıntıları verilirken bazı kopukluklar oluşmaktadır.

Bunun dışında metinde belirli plan vardır ki bu planı oluşturan Oruç Reis’tir. Ülküsünü geliştirmek amacıyla nerelere sefer düzenlenmesi gerektiğine o karar verir ama yaptıkları şeylerin hep aynı şekilde sunulması okurlar tarafından sıkıcı olabilir.

4. 6. Bitmeyen Gece (Mitat Enç)

Kendisini “Her gün benzerlerinin yüz binlercesi doğan ve ölen adsız ortalama insan yığını içinde bir damla olduğum gerçeğinin farkımdayım” diye tanıtan yazar Mitat Enç’in kendi yaşam övgüsünü ele aldığı eser roman ve hikâyeden öte biyografi türünde olduğu için bu araştırmanın örnekleminden çıkarılmış, incelemeye dâhil edilmemiştir.

Bununla birlikte üniversitede okurken basit bir göz rahatsızlığının giderek daha kötü bir hâl alıp körlük derecesine gelmesi sürecini ve sonrasında hayatının nasıl şekillendiğini anlatan yazarın hatıralarının -bazı düzeltmeler yapıldıktan- sonra özellikle özel eğitime muhtaç kişileri anlama ve onlara yardımcı olabilme noktasında çocuk okurlar için önemli olabilir.