• Sonuç bulunamadı

4. ROMANLARIN ĐNCELENMESĐ

4.3.3. Eserin Anlama ve Anlatma Becerisine Katkısı/ Dil ve Anlatım

4.3.3.3. Dua ve Beddualar

Tarihî romanlarda yer alan dua örnekleri geçmişteki kahramanların giriştikleri büyük savaşlarda manevî bir güçten destek aldıklarını göstermektedir. Bu romanda yer alan dualardan bazıları şunlardır:

“… Azrâil’e; çünkü ancak o zaman hazır olabilecektir. Münker ile Nekir’e çünkü ancak o zaman inanacaktır Allah’ın kendisine bağışladığı ömrü, mutluluğu, gücü hak ettiğine, iyi kullandığına, doğru kullandığına!” (Buğra, 2010: 5).

“Allah’tan nice zamandır, gece, gündüz dudakları kıpır kıpır mehil diliyor” (Buğra, 2010: 5).

“Osmancık şükrediyor, duasını okuyor ve hep gülümsüyor artık, eşiğe bakarak. Eşikteki, sanki Azrâil değil de, az sonra yeniden kavuşacağı, gönül sultânı Malhun Hâtundur” (Buğra, 2010: 6).

Hep gözümün önündedir, Osmancık; bu sözleri üzerine, baban Ertuğrul beğ gazi, ellerini açıp bir huşû içinde, mırıl mırıl dualar okudu, yarı kapalı kirpiklerinden pıtır pıtır yaşlar döküldü. Şeyhim Ede Balı da; Ey ulu Tanrım, sen Kayı beğlerine şu Ertuğrul gazi kulunun sîne saflığını ve îmanını bağışla d,ye dua atti. Ve bu duaya, hepimiz de can ve gönülden âmin dedik (Buğra, 2010: 48).

“Tanrım, yüzümü kara çıkarma; beni yarı yolda koma.” (Buğra, 2010: 84).

“Küllü men aleyha fan” (Buğra, 2010: 182) (Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır- Rahman Sûresi).

“Deden… Allah rahmetin, Muhammed Mustafâ şefaatin eksik etmeye...” (Buğra, 2010: 192).

“Allah sizlerden râzı olsun” (Buğra, 2010: 202).

“Adı Ali olsun. Adının eri olsun. Karayağız olacağa benzer; Ali’lerden Kara Ali diye ayrılsın; alnı daima ağ olsun, anasına, atasına, adına kara düşürmesin. Tanrı mutlu kılsın” (Buğra, 2010: 206).

“- Ruhuna rahmet Bay Koca; Allah’ın rahmeti üstünden eksilmesin.” (Buğra, 2010: 222).

“ Bana hayır, Ümmet-i Muhammed’e ve Oğuz’a hayırlı olandır; Allah bana hep onu bağışlasın” (Buğra, 2010: 313).

“ – Peygamberimiz buyurmuştur ki, Allah’ın kullarına zulüm ve cevr ile musallat olan hân, Kıyâmet Günü en şiddetli azâba uğrayacaktır” (Buğra, 2010: 317).

“ – Kim bu kanunumu bozarsa, Allah onun dinini de, dünyasını da bozsun… Her kim bu kanunu tutarsa Allah râzı olsun; eğer neslime bu kanundan başka bir kanun koyduracak olurlarsa edenden ve ettirtenden Allah râzı olmasın” (Buğra, 2010: 319).

“Elhamdülillah, kâfir hep mağlûb, Müslümanlar hep galibdir” (Buğra, 2010: 342). “ Anan dahi olsa bir kimse sana Tanrı’nın buyurmadığı bir söz söylerse, sen onu kabul etme. Aslını bilmezsen Tanrı ilmini bilenlere sor” (Buğra, 2010: 347).

“ Ve, Âl-i Đmrân sûresinden mırıldanıyor:

- ‘ O, vâdesiyle yazılmış bir yazıdır” (Buğra, 2010:352).

Eserde dualara oldukça fazla yer verilmiş olması Türk büyüklerinin manevî bir destekle beslendikleri ve cihat anlayışına uygun olarak hareket ettiklerinin bir göstergesi olabilir.

4.3.3.4. Anlatma Teknikleri

4.3.3.4. 1. Öyküleme

Eserin genlinde öyküleme tekniği kullanılmıştır. Yazar anlatıcı geriye dönüş tekniğiyle Osmancık’ın Osman Bey olma hikâyesini okurlara sunar. Öyküleme tekniğini örnekleyen bazı kullanımlar şunlardır:

Domaniç temmuzlarından birinde, bir gecedir. Gökte Samanyolu bir sırma kemerdir. Sarı, mavi yıldızlar parıl parıl parıldamaktadır. Yayla serinliği gönüllerde soylu yiğitliklere, hafızalarda büyük olaylara özlem estirmektedir. Korunun eteğindeki düzlükte, Ulupınar’ın çevresinde ateş yakılmıştır. Kuru çam dalları çatırtılarla yanmakta, alevler kimilerinin alınlarını, kimilerinin bir yanaklarını ya da tüm yüzeylerini aydınlatmaktadır…. (Buğra, 2010: 10).

- Biz, Şeyhim Ede Balı ile sabah musafahâsı için odaya geldiğimizde, Ertuğrul beğ gazi, şimdi şu senin oturduğun yerde, başı omzuna kaykılmış, gözleri yumuk, sırtına da yanına da dayanmadan otururdu. Ben istiğraktadır sandım. Şeyhim Ede Balı; uyuyor dedi. Parmaklarımızın ucuna basa basa çıktık, sofada oturduk. Ertuğrul beğ gazi, az vakit sonra uyanmış ki öksürüp etrafı yokladı. O zaman hizmetine bakan er içeri girip bize haber verdi. Buluştuk. Đlk sözü de hayırdır inşallah diye rüyasını anlattı. Bugüne dek ağzından inanmadığı bir tek lâf çıktığını işitmediğim Şeyhim Ede Balı, bugüne kadar bir tek iğri söz ettiği bilinmeyen Ertuğrul beğ gazi’ye, bir süre susup düşündükten sonra bunu bir tebşîr- i ilâhî say, beğim… rüyân o değerdedir, dedi. Hep gözümün

önündedir, Osmancık; bu sözleri üzerine baban Ertuğrul beğ gazi, ellerini açıp huşû içinde, mırıl mırıl dualar okudu, yarı kapalı gür kirpiklerinin arasından pıtır pıtır yaşlar döküldü. Şeyhim Ede Balı da; Ey ulu Tanrım, sen Kayı beğlerine şu Ertuğrul gazi kulunun sîne saflığını ve îmanını bağışla diye dua eti. Ve bu duaya, hepimiz de can ve gönülden âmin dedik (Buğra, 2010: 48).

Velhâsıl, Osmancığın hâli yamandır. Kâh deliye dönüyor, dişleri kenetleniyor, gözleri camlaşıyor; boğuşacak dev, kırıp dökecek, tuzla buz edecek bir şeyler arıyor; kâh köşe bucak saklanıyor, kardeşlerini, arkadaşlarını bile.. anasını bile görmek istemiyor: Kar, kış, kıyamet, mahmuz basıp dere, tepe at sürüyor ama artık dört nallarda da avunamıyor (Buğra, 2010: 57- 58).

Yazarın anlatımını şiirler, ayetler ve hadislerle zenginleştirmiş olması eserin sunumunu ilgi çekici hâle getirmiştir.

4.3.3.4. 2. Betimleme

Yazarın fiziksel betimlemeleri ve doğa tasvirleri oldukça ilgi çekicidir:

“Đri elâ gözler yumulmuştur. Ama gür kaşları, uzun kirpikleri, sert bıyıkları, kemerli burnu ve köşeli çenesiyle o karayağız yüz gülümsemektedir” (Buğra, 2010: 8).

“Gür kirpikleri, kalın kaşları, karayağız teni, gözlerini ışıldatan gücü, her soydan kızlara çekici geliyordu” (Buğra, 2010: 8).

“Derya gibi ırmaklar, karı eksilmeyen doruklar, gölge görmemiş çöller, uçsuz bucaksız ovalar geçilmişti” (Buğra, 2010: 9).

“Mihail’ler yüksek ve kalın duvarlarla çevrili kocaman bir bahçenin içinde, çatı hariç, üç katlı bir konakta oturuyorlardı. Bahçede ayrıca üç bina daha vardı. Onlarda da uşaklar, rençberler, çobanlar ve silâhlı adamları kalıyordu” (Buğra, 2010: 17).

Yayla sabahıdır. Gün daha doğmamıştır. Gökyüzü sütmavisi, çamlar neftî, üzerlerine çiğ yağmış çayırlar zümrüt yeşili; ışıl ışıl. Çobanlar daha davarları toplamamış, atlar, kısraklar, taylar daha delişmen –ve mutlu- neşelerini bulmamış. Kara çadırlar ile ağıllar arasında gidip gelenler, sadece allı, lâcivertli, altın sarılı, menekşe morlu giysileri ile kadınlar ve kızlardır(Buğra, 2010: 29).

Okurların yaşadıkları çevreye bakış açılarını çevirmeleri, olayları farklı gözle görmelerini sağlamaları açısından betimlemeler önemlidir.

4.3.3.4. 3. Gösterme/ Sahneleme

Genellikle öyküleme tekniğinin kullanıldığı romanda yazar yer yer gösterme tekniğine de yer vermiş ama çoğunlukla bu teknik bir şekilde anlatmaya bağlanmıştır. Bu durumu belirten bazı örnek kullanımlar şunlardır:

“- Ne zamandır buradasın? Adam gülümsüyordu: - Bu üçüncü yaz olacak. - Adın ne senin?

Adamın gülümseyişi boyun büküşüne uydu: - Derviş’e ad gerekmez.

Bile bile verdiği aradan sonra da ekledi:

- Ad beğlere gerek… sana gerek”(Buğra, 2010: 32). “- Ne vakit padişah olursan sana bir şehir vereyim. Kumral Abdal hep gülüyodu:

- Şehirden vazgeçtik; bize şu köyceğiz yeter. - ‘Kabulümdür’ deyince de,

- ‘Öyleyse biz bir kâğıt ver’ diyerek niyetinin hiç de şaka olmadığını belirtti…” (Buğra, 2010: 90).

“- Osmancık, Osmancık … can karam benim… Cankız’ın canı karam: Sevenleri, güvenenleri, bel bağlayanları kara çıkarma.

- Çıkarmam ana.

- Çıkarma” (Buğra, 2010: 125).

Gösterme ve anlatma tekniğinin beraber kullanılmış olması, bunun dışında romanda geriye dönüş tekniğinin ustalıkla işlenmiş olması eserin okunuşunu akıcı ve zevkli bir hâle getirmiştir.

4.3.3.4. 4. Semboller ve Özgün Söyleyişler

Roman kahramanlarının yerel ağız ile konuşmaları özgün söyleyişlere örnek verilebilir:

“- Al sana bir hoşluk saha… bıldır, ben beğlik istemem deyen, şimdi; önümde ağam var, der. Eskiden de önümde ağam var deye, istemem der idiysen eyi; amma beğliği ister de içinde saklamışsan kötü” (Buğra, 2010: 106).

“- ‘Koman çocuğu alın’ diye çığrışırken…” (Buğra, 2010: 136). “- Leşin hümâ yiyesi, kıydırtma kendine” (Buğra, 2010: 136). “… daha öteleri ko bir yana….” (Buğra, 2010: 12).

“ Osman nârasını bastı:

- ‘Urun ha.’” (Buğra, 2010: 64).

“… beni yar yolda koma” (Buğra, 2010: 84).

“ Gönlü Osman’a yatanlar; ‘Hemi Osmancık ev, bark edindi; gücü artar, delilenivermeleri azalır’ demekte, ötekeler de bu söze: ‘Huy canın altındadır’ diye karşılık vermektedirler” (Buğra, 2010: 105).

“-‘Gök gümüş’ diyor ve ara vermeden hızla ekliyor; ‘Bak Rahman, bak Sungur, bak a Akça Koca, bak Saltuk, bak Konur, şo kubbe de gümüş” (Buğra, 2010: 336).

4.3.4. Eserin Đlköğretim Türkçe Dersi (6, 7, 8. Sınıflar) Öğretim Programı Açısından Đncelenmesi

Tarık Buğra’nın Osmancık adlı eseri Đlköğretim Türkçe Dersi (6, 7 ve 8. sınıflar) Öğretim Programında, Giriş bölümünde yer alan “Genel Amaçlar”, “Öğrenme Alanaları” ve Yöntemler bölümünde yer alan “Okuma Metinlerinde Bulunması Gereken Özellikler” bakımından incelenmiştir.

“Genel Amaçlar”, “Öğrenme Alanları” ve “Okuma Metinlerinde Bulunması Gereken Özellikler” ile ilgili ayrıntılı açıklamalar kavramsal çerçevede verildiği için söz konusu maddeler bu bölümde bir kez daha verilmemiştir. Bu bölümde sadece eserin söz konusu amaçların gerçekleşmesine ne ölçüde katkı sağladığı araştırılmıştır.

Genel amaçlar başlığında altıncı amaç olan söz varlığıyla ilgili olarak bu araştırmada müstakil bir bölüme yer verilmiştir. Bu yüzden değerlendirmeler diğer maddelerle sınırlı olacaktır.

100 Temel Eser uygulamasının amacı öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırmak olduğundan bu eseri okuyan öğrencilerin okuma becerilerinin geliştireceği düşünülebilir. Öğrenme alanları birbiriyle bağlantılı olduğu için okuma becerisi bir diğer anlama becerisi olan dinlemeyi de etkileyecektir. Eserde birbirinden farklı ve ilginç kelimeleri, terimleri, deyimleri öğrenen okurlar bu yolla söz varlıklarını geliştirebilir. Söz varlığının gelişmesi de onların yazılı anlatım becerilerine katkı sağlar. Ayrıca incelemenin iletiler kısmında da belirtilen Ede Balı’nın Osman Bey’in beyliğini ilân ederken söyledikleri sözlerin yayıncının notuna göre hiçbir tarih kitabında yer almamasına rağmen herkesçe gerçekten Ede Balı’nın o sözleri söylediğine inanması, yazılı bir metnin usta ellerde nasıl gerçekmiş gibi algılanabileceğini gözler önüne serer. Yazarın dil, anlatım ve ifade zenginliği okurlara yazı yazma alışkanlığı kazandırabilir.

Bu eser vasıtasıyla öğrenciler Millî ve manevî değerler kazanabilirler, Belirli bir dönemdeki Türk kültürünü öğrenebilirler. Altı yüzyıllık bir hükümranlığın temellerinin

nasıl atıldığının bilinmesi okurların millî ve kültürel değerlerini özümsemesi bakımından önemlidir. Bu özellikleri bakımından programın genel amaçlarına hizmet etmektedir. Programın diğer genel amaçları öğrenme alanları ile ilgilidir. Söz konusu becerileri romanın kazandırma düzeyi bir önceki paragrafta belirtildiği için burada bir kez daha yinelenmemiştir.

Eser, okuma metinlerinde bulunması gereken özelliklere göre değerlendirildiğinde seçilen konunun özellikle erkek çocukları için ilgi çekebileceği söylenebilir. Ancak yazarın boydaki kadınların yaşayışı, giyim tarzları, toplumdaki yerleri hakkında bilgi verdiği için bu saye de bayan okurların da ilgisini çekebilir. Roman, genel amaçlarda belirtildiği üzere millî birlik ve beraberliği aşılayan ve manevî değerleri öğrencilere kazandırmayı amaçlayan bir romandır. Özellikle Osman Bey’in belirli bir ülküyü gerçekleştirmek üzere kişiliğinden uyanması ve mücadelelere girişmesi, yapılan savaşların cihat anlayışı ile yapılmış olması da söz konusu değerleri örneklendirme açısından önemlidir. Ayrıca yazma becerisini geliştirmede belirtildiği gibi eser söz varlığı açısından oldukça zengindir.

Eser ayrıca okuma metinlerinde belirtildiği üzere okurların -özellikle de on dört, on beş yaş okurların- ilgi ve seviyesine uygundur.

4.3.5. Eserin Tutarlılık Açısından Đncelenmesi

Romanın tutarlılık bakımından incelenmesinde Coşkun’un (2005) geliştirdiği öyküleyici anlatım tutarlılık değerlendirme ölçeği kullanılmıştır. Bu ölçeğe göre roman değerlendirildiğine eserin iyi derecede (4) tutarlı olduğu görülmektedir.

Çünkü eserin belirli bir konusu vardır. Eser, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in hayat hikâyesini anlatmaktadır. Metinde mantıklı bir plan vardır, olaylar birbirini tamamlayacak şekilde kurgulanmıştır. Ancak metnin birimleri arasında bağlantılar olmakla birlikte bazı bölümlerde kopukluklar bulunmaktadır. Örneğin Osmancık babasına ve Ede Balı’ya kızıp Domaniç’ten gider ama nereye gittiğinin bilgisi verilmez. Hemen sonrasına yazar yeni bir metin halkasına geçer ve bambaşka bir olayı Mihail KoSSes ile Osmancık’ın tanışma hikâyesini anlatır. Roman genel anlamda bütünlük taşısa da bu gibi metin halkalarının birbirinden kopuk olması eserin çok iyi derecede tutarlı olmasını önlemiştir.

4. 4. Yaşlı Adam ve Deniz (Ernest Hemingway)

4.4.1. Eserin Đçerik Çözümlemesi

4.4.1. 1. Konu

Yaşlı Adam ve Deniz romanında küçük bir kulübede tek başına yaşayan ve geçimini küçük teknesiyle balıkçılık yaparak sağlayan yaşlı adam Santiaogo’nun öyküsü anlatılmaktadır. Santiago tam seksen dört gün tek bir balık dahi tutamamış, etrafındaki herkes onun talihsizlikten de beter bir uğursuzluğa kapıldığını düşünmüşlerdir. Ancak o, mücadelesinden vazgeçmemiş ve açık denizlerde altı buçuk metre büyüklüğünde bir balık tutmayı başarmıştır. Yaşlı adamın açık denizlerde verdiği mücadele eserin asıl konusunu oluşturmaktadır.

4.4.1. 2. Ana Fikir

Eserin ana karakteri Santiaogo’nun hayat karşısındaki duruşu, çevresindeki kişilerin olumsuz fikirlerine çok fazla önem vermeyişi, günün her doğuşunun yepyeni ayrı bir gün getireceği düşüncesi, okurlarına “hayat mücadelesini elden bırakmadan çalışmaya devam ederseniz, karşılaştığınız zorluklar sizi zafere ulaşma yolunda daha da kamçılarsa ve sabırla beklerseniz uzun zamandır sizi terk eden şansınız da geri dönecektir fikrini aşılamaktadır.

Ayrıca romanın yardımcı karakteri Manolin’in yardımsever olması, yaşlı adamın mesleği kendisine ilk öğreten kişi olmasından dolayı her zaman ona saygı duyması da yapılan iyiliklerin karşılıksız kalmadığı düşüncesini okurlara göstermektedir.

4.4.1. 3. Kompozisyon

Romanın ana karakteri Santiago, Gulf Stream’de küçük teknesiyle yalnız başına avlanan yaşlı bir adamdır ve tam seksen dört gün tek bir balık tutamadan döner. Đlk kırk gün yanına bir de yardımcı çocuk almıştır. Ancak çocuğun ailesi yaşlı adamın talihinin kötüye gittiği düşüncesiyle onu yaşlı adamın yanından alıp başka birinin yanına verirler. Yalnız, çocuk, yaşlı adamı çok sever, her fırsatta eski ustasının yardımına koşar. Çünkü çocuğun delicesine sevdiği balıkçılığı ona ihtiyar öğretmiştir. Ancak diğer balıkçılar yaşlı adamla dalga geçerler. Oysaki yaşlı adam seksen beş sayısının kendisine uğurlu geleceğine ve talihinin seksen beşinci gün geri döneceğine inanır. Bu düşüncelerini kulübesinde çocukla paylaşır. Bir taraftan da sürekli çocukla maçlar üzerine konuşurlar. Bazen de yaşlı adam çocuğa yani Manolin’e geçmişinden, çocukluğundan bahseder. Özellikle de Afrika yolculuğundan… Seksen dördüncü gece de biraz beyzboldan biraz da Afrika yolculuğundan konuştuktan sonra yaşlı adam kulübesinde uykuya dalar. Manolin de evine gider. Santiago o gece rüyasında çocukken gittiği Afrika’yı, onun gözleri acıtacak kadar beyaz ve parlak kumlu kıyılarını, esmer renkli kayaların meydana getirdiği burunları görür ve aslanların kükreyişini dinler. Santiago zaten artık rüyalarında sadece başka ülkeleri, aslanları, beyaz kumlu kıyıları görmektedir. Bütün bunlar şafak vakti oynaşan kediler gibi birbirine dolanır ve çocuğu sevdiği kadar bunları da sevdiğini, aradığını hiSSeder. Çocuğu düşünde hiç görmemiştir. Birden uyanır, açık duran kapıdan görünen aya bakar ve kıvırıp başının altına aldığı pantolonunu açarak ayağına geçirir. Sabah serinliğinde titreye titreye çocuğun oturduğu eve gider ve onu uyandırır.

Çocuktan ayrılan Santiago açık denize doğru teknesiyle hareket etmeye başlar. Karanlıkta şafağın sökmek üzere olduğunu sezinler. Sürekli kürek çeker; akıntının meydana getirdiği hafif çırpıntılar dışında denizin çok sakin oluşu ve hareketlerindeki uyum nedeniyle hiç yorgunluk duymaz. Zaten işin yarısından çoğunu akıntı götürür; ortalık ağarırken o saatte ulaşmayı umduğu yerden çok daha açılmış olduğunu anlar. Güneş denizin üzerinde görününce, kendisiyle kıyı arasında dağılmış öteki kayıklarr da seçmeye başlar. Tüm dikkatiyle karanlık sulara bakar, denizin derinliklerinde dimdik inen oltaları izler. Đplerini kimsenin kolay kolay beceremeyeceği kadar gergin ve muntazam tutar, akıntının karanlığında her seviyede dolaşacak büyük balıkların önüne iştah açıcı yemler salar.

Güneş yükseleli iki saati geçtiğinden doğuya bakmak gözlerini eskisi kadar yakmaz. Artık görünürlerde üç kayık, çok gerilerde üç kayık kalır. Santiago akıntıyla beraber kuşlar, uçanbalıklar ve yunuslar eşliğinde ilerlerken seksen beşinci günün uğruna tutacağı büyük balığı aramaktadır. Güneş suda garip ışıklar oynatır; o anda iyice yükselmiştir ve karanın üstündeki bulutlarla birlikte iyi havaların müjdesini verir.

Bu sırada, baş taraftaki oltası titrer. Oltayı çekince, balığın koyu renkli, siyahımsı sırtı ve altın sarısı karnı seçilir. “Palamut” diye mırıldanır. “Đyi yem olur” diye kendi kendine konuşur.

O gün seksen beşinci gündür. Balık yakalaması gerekmektedir. “Tamam” der ve bütün dikkatini oltaya verir. Balık, yaklaşık yüz kulaç derinliğinde oltanın ucundaki yemleri yemektedir. Oltanın ipini yavaşça gevşetir. Böylece, balık yemi rahatlıkla yiyebilecek ve yakalanacaktır. “Haydi, biraz daha ye” der. “Haydi bakalım” diyerek oltayı iki eliyle kavrar ama onu bir parmak bile yukarı alamaz. “Ne balık be” diye mırıldanır. Tuttuğu balığın kocaman bir balık olduğunu bilir ve enlemesine ağzına takılan zoka ile birlikte karanlıkta çırpındığını tahmin eder. Balık durmadan gider, kayık da durgun sular üstünde aynı yönde ilerler.

Aradan dört saat geçmiştir ve balık tekneyi yedeğine çekerek açık denize doğru ilerlemeye devam eder; ihtiyar da olta sırtında, iki büklüm oturur. Bir ara dönüp arkasına bakar, kara iyice gözden kaybolur.

Yıldızların durumundan anlayabildiğine göre balık yönünü değiştirmeden bütün gece yol alır. Güneş battıktan sonra hava soğumuştur, ihtiyarın sırtından, kol ve bacaklarından akan terler buz kesilmiştir.

“Keşke çocuk yanımda olsaydı” diye söylenir. “Faydası olurdu. Şu nesneyi görmeme yardım ederdi.” der. Bu düşüncelerle balığı zapt etmeye çalışırken bir taraftan da gücünün yitirmemek için bir şeyler yer. Tan yeri ağarmak üzereyken balık yemlerden birini kapar. Çubuğun biri kırılır. Santiago, hemen, ustalıkla bıçağını çıkarıp oltaları keser ve birbirine bağlar. Bütün bunları, tek eliyle yapar. Yedekte altı tane oltası daha vardır. Güneş biraz yükselince, balığın henüz yorulmamış olduğunu anlar. Bu direnişinden dolayı, balığa saygı duyar. Bir ara gözü, kayığına konan kuşa takılır. Ona bakarken, balık birden bire oltayı çeker. Yaşlı balıkçı denize düşmese de yere kapaklanmaktan kurtulamaz. Bu arada, sol eli olta tarafından kesilir, tamamıyla hiSSiz

bir hal almıştır. Dinlenmesi ve canlanması için, sağ elini devreye sokar. Birden, sağ eliyle tuttuğu oltanın gerginliğinde bir değişiklik sezer. Oltanın yavaşça yükseldiğini görür. Olta düzenli olarak yükselir. Sonra, teknenin baş tarafında bir şişlik görünür ve balık fırlar. Yükselir, yükselir, sonu gelmez. Güneşte pırıl pırıl parlar. Sonra tekrar suya dalar. Tekneden en az yarım metre daha uzundur. “Onu öldürmek zorundayım, iriliğine ve güzelliğine rağmen bunu yapmalıyım” der. Öğleden sonra, sandal hâlâ ağır ağır ilerlemektedir. Balık bir kere daha yüzeye kadar çıkar ama zıplayamaz. Böylece, vakit yine akşam olmuştur. Bu arada, oltayı kolundan söküp kayığa sıkıca bağlar. Biraz dinlenmesi ve karnını doyurması gerekmektedir. Yakalamış olduğu yunus balığını yer. Biraz uyuyacaktır. Oltayı tekrar alır, eline dolar ve uyumak için biraz uzanır. Tam daldığı sırada eli hızla suratına çarpar. Oltanın sağ eline dolanan ipi bir tutam alev olmuş yanmaktadır. Sol elinde hiçbir duygu yoktur ama sıkılı avucunu açmasıyla birlikte ipin su gibi akmaya çalışması bir olur. Başını çevirip yedekteki makaralara bir göz atar; hızla boşalmaktadırlar. Güç bela, ellerini parçalama pahasına da olsa, kontrolü sağlar, ancak halen yattığı yerden kalkamaz. Sonra, yavaş yavaş doğrulur.

Denize açıldığından beri güneş üçüncü kez yükselmeye başlarken balık dönmeye, kayığın çevresinde daireler çizmeye başlar. Yaklaşık iki saat, balığın bu dönüşleri devam eder. Ancak, her dönüşü daha kısa olur. Yaşlı denizcinin de balıktan farkı yoktur. “Sonuna gelmişken, yenilmemeliyim” diye sürekli kendisine cesaret ve güç verir. Saatlerce, balık donup zıplar, gidip gelir. Yaşlı balıkçı neredeyse pes etmek üzeredir ki, sonunda, balığın yaklaştığı bir anda zıpkınını saplamayı başarır. Zıpkını yiyen dev balık birden bire canlanır ve hızla uzaklaşır. O da son kozlarını oynamaktadır. Yaşlı adamın gözleri kararır, başı döner. Yine de oltanın ipini yavaşça gevşetmeyi