• Sonuç bulunamadı

4. ROMANLARIN ĐNCELENMESĐ

4.1.5. Eserin Tutarlılık Açısından Đncelenmesi

Eserin tutarlılık açısından puanlanması ve değerlendirilmesinde Coşkun (2005) tarafından geliştirilen ölçek kullanılmıştır. Bu ölçeğe göre değerlendirilen eser çok iyi (5) derecede tutarlı kabul edilmiştir.

Đstanbul’da yaşayan üç kişilik bir ailenin kısa bir zaman diliminde yaşadıklarının konu edildiği romanda, her bir ayrıntı başlangıç ve bitiş arasındaki bağlantıların oluşmasına katkı sağlayacak biçimde işlenmiştir. Kemal’in babasının kaza geçirmesi, annesinin evin sorumluluğunu üstlenmesi, Kemal’in bu duruma kayıtsız kalmayıp ailesine destek olmaya çalışması, ailesinin desteğini alan babanın yeni durumunu kabullenip toparlanmaya çalışması, bu sıralarda Kemal’in arkadaşlık kurduğu birinin Kemal’i kendi çocukları yerine koyup ona çok özel bir armağan bırakması ve bu

armağan sayesinde Kemal’in hayatında her şeyin yoluna girmesi gibi romanda birbiri ardına ve birbirin destekleyen bir planın olması da önemlidir. Ayrıca yazar olayı, ilgi çekici ve özgün bir şekilde anlatmaktadır. Bu gibi özelliklerden dolayı tam anlamıyla tutarlı bir eserdir.

Eserin çok iyi derecede tutarlı olması çocuğun metni daha iyi anlamasına, metindeki derin yapıyı kavramasına katkı sağlayacaktır.

4. 2. Hep O Şarkı (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

4.2.1. Eserin Đçerik Çözümlemesi

4.2.1.1. Konu

Romanda konu olarak Đstanbul’da yaşayan bir paşanın kızı Münire ile onların yalı komşusu olan başka bir paşanın oğlu Cemil’in aşk hikâyesi işlenmiştir. Kişisel ve sosyal nedenlerden ötürü birbirine kavuşamayan bu gençlerin aşkları resmî olarak esere de adını veren bir şarkı ile başlamıştır. Romanda Yakup Kadri Münire’yi bir romancı olarak göstermiş ve romanını onun ağzından yazmıştır. Geriye dönüş teknikleri ile Münire kendi hayatı etrafında Tanzimat Dönemi Đstanbul’unun yönetim tarzını, insanlarının yaşayışlarını, Anadolu’ya bakış tarzlarını da vermeye çalışmıştır. Bu bakımdan bu roman bir aşk hikâyesi olmakla birlikte bir devrin yaşayışına da ışık tutması bakımından önemlidir.

4.2.1.2. Ana fikir

Yakup Kadri, eserinin başkahramanın bir romancı olarak göstermiş ve onu kendi hayatının romanını yazmakla görevlendirmiştir. Münire kendi romanını yazarken bir hayli zorlanmıştır. Yazar bu yolla roman yazmanın ne kadar güç bir iş olduğunu ortaya koymak istemiş olabilir. Ayrıca eserde her ne kadar olaylar belirli kişiler etrafında gerçekleşmiş olsa da Tanzimat Döneminin esere yansıtılmış olması da önemlidir. Özellikle o dönemdeki konak yaşantısı eserde gözler önüne serilmiştir. Cemil Bey’in ve Hakkı Paşa’nın Sivas’a sürgün edilişinde ve sonrasında yine Cemil Bey’in Van’a tayin edilişinde Münire’nin ve çevresindeki kadınların bahsedilen şehirlerin nerede olduğunu dahi bilmemeleri o dönemde Đstanbul’daki saray ahalisinin Anadolu hakkında hiçbir şey bilmediklerini göstermektedir.

Gelenekler arasında sıkışıp kalan ve toplumun baskısına yenik düşen iki gencin aşklarını sahiplenecek cesaretlerinin olmayışı, zorluklar karşısında okurları kolayca kabullenişe sürüklemesi bakımından eserin olumsuz bir yönünü göstermektedir. Bu

yönüyle genel anlamda araştırmanın temelini oluşturan 12-15 yaş grubu için her anlamda eserin uygun olmadığı belirtilebilir.

4.2.1.3. Kompozisyon1

Romanın başkahramanı Münire, Abdülmecit döneminde bir mabeyinci kızıdır. Konaklarının komşusu Hakkı Paşa’yla babası hem yılların arkadaşı hem de aile dostudur. Romanın olay örgüsü Münire ile Cemil Bey’in aşkı etrafında oluşmuştur. Münire Cemil Bey’i beş yaşından beri sevmeğe başlamıştır. Küçük yaşlarında komşuları Hakkı Paşa’lara her gidişleri ve onların kendilerine her gelişlerinde devamlı telaşa düşüşünü delil olarak gösterir. Bu çocukluk aşkları daha sonra gerçek aşka dönüşür. Hatta on beş yaşında ilk defa feraceye giyerek gittiği sünnet düğününde haberi olmadan görücüye çıkarıldığı o gece Cemil Bey’in kendisi için söylediği şarkı aşklarının nişanesi olacak ve romanın diğer kısımlarında da leitmotif tekniğiyle sıkça tekrarlanacaktır. O geceden sonra Hakkı Paşa, Münire’yi oğlu Cemil’e ister. Münire’nin babası, Cemil havai olduğu için ona kızını vermez. Küçük yaşından beri varlığının hep yanı başındaki konakta yaşadığını kabul eden Münire, babasının bu ret cevabından sonra babası tarafından evde göz hapsine alınır. Annesinin şefkatli müsamahası, dadısının vefalı himayesi Münire’nin imdadına yetişemez ve o kafeste bir kuş gibi çırpınmaya başlar. Artık Cemil Bey ile olan her şeye veda eder.

Münire’nin tek tesellisi arada bir Cemil Bey’in sesini duymaktır. O ses, hep o şarkıyı söyler. Münire, sesin vücutla, yüzle mükemmel uyumunu Cemil Bey’ de görmüştür. Sesi, Cemil Bey’in ta kendisidir. Münire onunla hayallerinde kavuşur. Uykusunda onu sayıklar.

Babasının on altı yaşına basan Münire’ye karşı tavırları değişmiştir:

Zaten, babamın benim önümde Cemil Bey meselesine temastan utanır gibi bir hali vardı. Bu bahsi, ima yoluyla bile bana açmaktan daima çekinmiştir. Yalnız benim Cemil Bey’e meylimi hiSSettiği günden hakkımdaki muamelesinde, diyebilirim ki, eski

1 Bu başlık Hikmet Uç’un “Hikâye ve Romancı Yakup Kadri Karaosmanoğlu” eseri ile Ayşegül Gazel’in “Yakup Kadri’nin Romanlarında Kadınlar” adlı yüksek lisans tezinden yararlanılarak oluşturulmuştur.

şefkatinden eser kalmamıştı. Gerçi katı bir söz söylemiyor, beni kıracak bir harekette bulunmuyor, bana öfkesini - hayır, babacığım hiç de öfkeci bir adam değildi – bana gücenikliğini yalnız tavırları ve bakışlarıyla ifade ediyordu. Günlerce, güya ev içindeki varlığımdan haberi yokmuş sesimi duymuyormuş, yüzümü görmüyormuş gibi davranıyordu. Komşularımızla aramız açıldığı günden Nafi Mollaların konağına gelin gideceğim güne kadar geçen iki bayramda elini öptüğüm vakit bana ne mutadı üzere ‘nice senelere güzel kızım’ demiştir, ne de saçlarımı okşayıp alnımdan öpmüştür (Karaosmanoğlu, 2009: 33-34).

Uykusuz geceleri, bomboş günlerinde dert ortağı olan hikâye kitaplarının ortadan kaldırılışı gibi ağır bir cezaya çarptırılır. Münire ne yapacağını bilemez.

Denize dalar. Annesi onu gezmelere götürür. Oysa misafirlikler onu avutmayıp, azabını artıracaktır. Hatta halası, kızları bile onu ferahlatmayacaktır. Münire, ömrünün sonuna kadar vakarı, şerefi ve itibarıyla yasamasını bilen hoşsohbet, eğlenceyi seven halasını örnek almıştır:

Benim üzerimde bu hayat örneğinin büyük tesiri olduğunu zannediyorum. Gerçi, babamın kız kardeşine karşı aldığı vaziyet yüzünden evleninceye kadar, onu pek seyrek görmüşümdür. Fakat her görüşümde, ondan bir şey almış, onu, farkına varmaksızın tenkit etmişimdir. Hâlâ gülüşlerim onun gülüşleri, bakışlarım onun bakışları, yürüyüşlerim onun yürüyüşleri, kalkıp oturuşlarım onun kalkıp oturuşlarıdır. Yüzümü, boyumu, posumu, saçlarımı, gözlerimin rengini de ona benzetenler vardı.

Hatta bir gün, akrabalardan biri, babamın yanında “Büyüdükçe ne kadar halasını andırıyor!’ demişti de babam, birden bire suratını asmış: ‘Đnşallah huyunu da andırmaz.’ diye mırıldanmıştı” (Karaosmanoğlu, 2009: 35-36).

Münire, halasının görünüşü kadar, belki de daha fazla, huyunu beğenir.

Münire, babasına karşı gelmese de cüretkâr davranışlarda bulunur. Bunlardan birisi, arkadaşı Sıdıka sayesinde Cemil Bey’le mektuplaşma çaresini buluşudur. Cüretli dediği hareketlerinden bir başkası da denize açılıp, seSSizce Hakkı Paşalardan yana yüzüşleri ve Cemil Bey’e kendini gösterişleridir. Yaz mevsiminde, yalıdayken kâh Cemil Bey’in güzel sesini işiterek kâh Sıdıka vasıtasıyla mektuplaşarak kâh dalgalar arasından yüzünü Cemil Beye göstererek gönlünü avutur, biraz teselli bulur. Bundan başka, mesire yerlerinde rastlaşırlar. Annesi titizlense, nöbet tuttursa da Cemil Bey ile birbirlerini görürler. O zaman, Münire’nin bütün vücudunu tatlı bir ürperme kaplar.

Yüreği sanki göğsünü delip ona doğru uçacakmışçasına çırpınmaya baslar. Bu saadet kırıntıları yalnız yaz mevsiminin nimetleridir.

Kışın konağa taşınınca, Sıdıka imdadına yetişemez, yazın yaşadıklarını yaşayamaz. Bütün gün, aksam karanlığı çökmeye başlayınca bunalır, ümitsizliğe kapılır. Ara sıra görücüler gelir. Sabahın erken saatlerinde Münire haberdar edilir. Annesi hazırlanmasını ister. Dadısı onu hazırlar. Münire kimsenin ona acımadığını düşünür.

Münire, dadısının da ağlayarak söylediği, “Kısmet bu elmasım. Kısmete karşı gelinmez” (Karaosmanoğlu, 2009: 44) sözünün doğruluğunu onaylar. Hayatı da bu söz doğrultusundadır. Fakat o yaşlarda sözün saçma olduğunu düşünmüştür. Sözü boş ve saçma bulsa da her şeye boyun eğer, görücülere karşı vazifesini yapar. Bu, belki baba korkusundandır. Ama başka sebepler de vardır. Münire bunları büyüdüğünde de anlayamaz.

On iki yaşına kadar hep annesinin koynunda yatan, sonra dadısı Ferhunde Kalfayla aynı odayı paylasan Münire, bir gün Nafi Mollaların konağına gelin gider, Kazasker Nafi Mollanın oğlu Rüknettin Beyin karısı olur. Babasının ona sormadan gelin göndermesini yadırgamaz. Kocasından nefret etmesine karşılık, kaynatası Nafi Molla’yı beğenir. Đnsana huzur ve sükûn veren bir soylu insan olarak görür. Kaynanası ve kocasını obur, hantal vücutlu ve münasebetsiz bulur. Bunlar arasında kendini adeta kurulu bir bebeğe benzetir.

Konağa gelmeden önce Cemil Bey’le mektuplaşmasını arkadaşı Sıdıka sağlar. Konağa gittikten sonra, Zeyrekli Fatma Hanım görüşmelerini ve mektuplaşmalarını temin eder. Bir defa Beşiktaş Bahçesinde, bir kere de Zeyrekli’nin evinde buluşurlar.

Konakta günleri yalnız geçer. Romanların dünyasında avunur. Kocası Rüknettin Bey konaktaki bir hizmetçi ile düşüp kalkmaya başlar. Hatta yardımcısı Cenan Kalfa’dan öğrendiği üzere hizmetçi kızın kocasından hamile kaldığını öğrenir. Durumu anne babasına anlatır ve bir daha o konağa dönmez.

Halası ile olan yakınlığı başka bir boyut kazanır. Halasının da kocası yoktur. Bir noktada aynı tecrübeyi birlikte yaşarlar. Halası ona destek olur, Münire kendini onun yanında güçlü hiSSeder. Münire halası aracılığıyla Cemil Bey’le onun Kanlıca’daki yalısında buluşur. Her şey yoluna girecekken bu sefer felaketler Cemil Bey tarafından

gelmeye başlar. Bir gece Münire ile sandal gezisine çıkan Cemil Bey’i Mısırlı bir sultan görür ve onunla evlenmek ister. Sultanın evlenme teklifini reddeden Cemil ve babası Sivas’a sürgün edilir. Münire’nin babası, Hakkı Paşa’yı kurtarmak ister ancak padişah kendisine çok sert çıkışır.

Cemil Bey gidince Münire’nin dünyaya bakışı bütün bütün değişir. Hatta Münire birkaç defa hayatına son vermek kastiyle sahile iner, intihar etmek ister, başaramaz. Cemil Bey’i bir daha görmek düşüncesi onu vazgeçirir. Bundan sonra ferdi felaketlerin yerini genel ve tarihi belalar alır. Sulan Aziz’in tahttan indirilişini takip eden Feriyye olayı sırasında otuz yaşlarındadır. Babası üç gün ortadan kaybolur. Döndüğünde perişandır. Son iki yılını yatakta geçirir. Münire, Rüknettin Bey’den resmen boşanır. Cemil Bey’in Van’a tayin edildiğini ve orada bir memur kızıyla evlendiğini duyunca daha çok yıkılır. Bu sıralar Moskof savaşı başlar. Memleketin altı üstüne gelir. Herkes kendi başının derdine bakar. Aile geçim sıkıntısına düşer. Babası savaş bitmeden kalp yetmezliğinden ölür.

Zor hayat şartları içinde Münire gönül meselelerinden uzak durur. Hem babasının ölümünden sonra Münire’nin tek derdi annesi olmuştur. Gece gündüz onun üstüne titrer. Biraz rahatsızlansa telâşa kapılır. Uyurlarken bile kalkıp annesinin nefes alışını dinler. O da babası gibi göğüs darlığı veya kalp hastalığına uğrayacak diye korkar.

Böylece annesinin yanından bir dakika ayrılmaksızın bütün bir yılını konakta geçirmiştir. Halası onları sık sık görmeye gelir, bazen geceleri de kalır. Onlar da ayda bir iki defa halasına ziyarete giderler ve dış âlemle bütün ilişkileri bundan ibaret olur. Artık devlet düşkünleri arasına girmişlerdir. Onları kimse arayıp sormaz.

Yeni bir devir başlamıştır. Đstanbul değişmiş, başkalaşmıştır. Kadınların ve erkeklerin kıyafetleri, sohbetleri eskisinden çok farklıdır. Münire ve annesi bu değişime ayak uydurma imkânı bulamayıp değişimi yadırgarlar. Yeni devirle tek bağlantıları Eşref Paşa’nın ailesidir.

Halasına göre her şey değişse de Boğaziçi aynı kalmıştır. Münire babasının ağır hastalığından beri oraya hiç gitmemiştir. Halasına inanamaz. Zaten gidip görmek arzusu da yoktur. Çünkü kendi şarkısı bitmiştir. Hem tek düşüncesi annesinin sağlığıdır. Annesi de babası gibi birden bire yatağa düşmüştür. Günden güne fenalaşır ama hiç belli etmez. Bir gece yarısı büsbütün ağırlaşır ve son nefesini verir.

Münire, o zamandan beri hep halasındadır. Yazı Kanlıca’da, kışı Fazlıpaşa’da beraber geçirmektedirler. Uzun yıllar ne Baltalimanı’ndaki yalılarına, ne Laleli’deki konaklarına uğramıştır. Konakta dadısı ve bazı eski hizmetkârlar vardır. Dadısı da bir sabah yatağında ölü olarak bulunmuştur. Aynı gece Baltalimanı’ndaki yalıları yanmış, kül olmuş ve bu Münire’ye malûm olmuştur.

Boşnak bahçıvanlarının veya eşinin ihmali sonucu, onların yalılarıyla birlikte Hakkı Paşaların yalısı da yok olmuştur.

Sonraları, Münire sandalla oraya gider. Yalılarının eski hâlini hayal etmektedir; ancak boş bir arsadan başka bir şey göremez. Nice tatlı ve kıymetli anları, nice hayatları gömülmüş gitmiş bulur. Ancak koruluktaki fıstık ağacı ona kucak açar. Münire seSSiz seSSiz ağlar. Halasının yanına döndüğü vakit gözleri kıpkırmızıdır.

Bir gün halası, ruhlarının küflerini ve paslarını silkmeleri gerektiğini söyler. Halasının günleri kanaviçe, Münire’nin günleri romanla geçmektedir. Đkisinin gözlerinin gücü de zayıflamıştır. Münire halasının bu kasvetli hayat dışında başka bir hayatı olduğunu bilir. Halası gerek Kanlıca’da, gerek Fazlıpaşa’da bulundukları zamanlar, arada bir yatı misafirliklerine gider; Münire’nin bilmediği dostlarıyla kalır. O dostlar halasına hiç gelmezler. Daha sonraları öğrendiğine göre halası, Bektaşîlik denen gizli bir tarikata mensuptur ve babasıyla onun arasındaki soğukluk da bundan ileri gelir. Halası, Münire’nin gençliğinden beri yaşadığı azap dolayısıyla çok üzgündür. Ona yarı ana, yarı abla, yarı sırdaş ve dert ortağı olmuştur ve onu yine hayata döndürmeye uğraşmaktadır. Halasının sevgisi ve ilgisi tek tesellisidir. Ayrıca o da halası gibi Allah yolunda çabalayacak ve ruhunun pasını, küfünü bu şekilde giderecektir. Bunun yolunu da pek çok şey öğrendiği halasından öğrenmek ister. Halası bu konuda kendisinin rehberlik yapamayacağını, eğer isterse ona yol gösterecek kişileri bulacağını söyler. Aralarında birkaç kere daha buna benzer konuşmalar olur; ancak tam olarak aydınlanamaz. Hem merakını, hem boşluğunu, hem namaz ve niyazla tam olarak doyuramadığı ruhunun açlığını giderecektir. Böylelikle halasıyla Bektaşi tekkesine varırlar. Bu da çare olmaz. Đçinde o eski şarkının yankısından başka bir şey duymaz.

Bir boşluk ve bir ıSSızlıkta belirip silinen bir hayaletten başka bir şey görmez. Bir gün, yine dalmış otururken halası saz âlemi için Eşref Paşanınkilere davetli olduklarını söyler. Daha on beş gün evvel yine böyle bir şey için oraya gittiklerinden Münire

isteksizdir. Halasının da dünya zevklerine hâlâ dört elle sarılması neredeyse Münire’nin ondan soğumasına sebep olacaktır. Ama halasının bunu kendisini oyalamak, avutmak için yaptığını düşünür. Halasının ısrarıyla oraya giderler.

Pakize Hanımefendi onları samimiyetle karşılar. Sadece onlar davetlidir. Kahve içerler. Yemek yerler. Yemekten sonra âlem iyice yoğunlaşmıştır. Halası ve Münire kalkmayı düşünürlerken Pakize Hanımefendi buna izin vermez. Çok hoşlarına gidecekleri bir şarkı okunacaktır. Ev sahibesi, onları geceyi orada geçirme konusunda ikna eder. Derken o şarkı baslar: Münire şaşkındır:

Ne o? Bu kimin sesi? Bardak elimde titredi. Bu, onun sesi değil amma, okuyuş tarzı onunkine pek benziyordu: Bestenin dar bir nağme ve makam kalıbı seklinde çıkıp güftede ifade edilen his ve heyecanlara uygun bir ahenk haline girişi; sözlerin içten gelişi, konuşulan dildeki kadar tabiîliği, munisliği, hepsi vardı bu okuyuşta. Fakat, okuyan o olamazdı. Hattâ hanendelerden biri de değildi. Meslekten yetişme bir hanende kaideler dışına bu kadar çıkıp şahsîleşemezdi. Zaten, dikkat ediyordum, saz bir tarafta şarkı bir tarafta kalıyordu. Su halde kimdi bu? Kimdi bu heveskâr? Şüphesiz, vaktiyle Cemil Beyi tanıyanlardan, onun şarkı söyleyişini dinleyenlerden ve şarkı söyleme tarzını benimseyenlerden biriydi. Ne yazık ki, hiç sesi yoktu.

Cemil Bey’in berrak, gevrek ve doğrudan doğruya göğüsten gelen sesi nerede? Bu kırık, kısık hançere sesi nerede idi? Kendimi tutamayıp: ‘- Kim bu adam?’ deyivermiştim (Karaosmanoğlu, 2009: 159).

Münire’nin elindeki limonata bardağı birden yere düşer ve Münire bayılır. Kendine geldiğinde halası başucundadır. Pakize Hanımefendi af dilemekte, onu sevindirmek istediğini belirtmektedir.

Ertesi gün, eve döndüklerinde halasıyla bir kelime konuşmaksızın yatar. Pek uzun, pek zahmetli, pek tehlikeli bir yoldan aç, susuz yürüye yürüye gelmiş gibidir. Halasıyla hiç konuşmak istemeyişinin sebebi yalnız bu yorgunluk, bu bitkinliktir. Kimseye karşı bir kırgınlığı yoktur. Hatta bayılarak herkesin rahatını bozduğu için utanmaktadır. Kendisi gibi yaşı ilerlemiş, saçlarına ak düşmüş bir kadına böyle bir iradesizliği hiç yakıştıramaz. Ayrıca halayıklarını önünde rezil olmuştur. Bu olay bütün Đstanbul’a yayılacaktır. Yatağından kalkamayışının, halasıyla konuşamayışının bir sebebi de belki bu utançtır.

Eşref Paşalardaki geceden sonra halasıyla Cemil Bey’in o geceki durumunu sorarak konuşmaya başlar. Halasına göre Cemil Bey çok değişmiştir. Zarafeti kaybolmuş, süklüm püklüm bir sığıntı hâlini almıştır. Münire Cemil Bey’in görünüşünün değişebileceğini anlar; ama huyunun değişebileceğini kabullenemez. Bir padişaha karşı gelen Cemil Bey’in, o zamanki devrin ileri gelenlerine baş eğebileceğini aklı almaz.

Bir gün Cemil Bey halasının Kanlıca’daki yalısına çıkagelir. Münire ne yapacağını şaşırmıştır. Halası Cemil Bey ile konuşurken, merak eden Münire, kapı aralığından bakarken Cemil Bey ile göz göze gelince, içeriye girmek zorunda kalır.

Cemil Bey, resmî bir selâm verir. Onu inceleyen Münire, halasının daha önce anlattıklarının doğru olduğunu görür. Cemil Bey dar giysileriyle cendere içinde gibidir. Vaziyeti süklüm püklümdür. Kardeşi, babalarından kalan mirası onunla paylaşmamakta, Cemil Beyi güç duruma düşürmektedir. Aylardır ailesiyle akrabalardan birinin evinde kalmaktadırlar. Eşyaları açıktadır. Münire görüntüsü gibi konuşması da değişen Cemil Bey’in yanından kaçmak ister. Ancak halası konuya Münire’yi de karıştırmaya çabalar. Cemil Bey hep halasına hitap etmektedir. Para olmayınca mahkemeye de müracaat edememiştir.

Münire’ye yangından sonra yalının yerini görüp görmediğini sorar. O cevap veremez. Cemil Bey ezilip büzülerek halasından Pakize Hanımefendi aracılığıyla Eşref Paşa’dan, hakkının geri alınması konusunda yardım istemesini rica eder. Münire, para istemediği için, o kadar düşmediği için rahatlamıştır. Cemil Bey acınacak hâldedir. Münire ona bakmaya bile tahammül edememektedir. Halası, elinden geleni yapacağını, zaten Cemil Bey’in babasının da Eşref Paşa ile dost olduklarını vurgular.

Halası onları bir bahaneyle baş başa bırakır. Havadan sudan konuşurlar. Cemil Bey, hemen hemen gençliklerindeki ses tonuyla bir şeyler söyleyecektir ki halası gelir.

Münire o günden sonra Cemil Bey’i hiç görmediği için ne diyeceğini de öğrenemez. Zaten artık söyleyeceklerinin de bir önemi olmayacaktır. Halasına dert yanar:

Ah, keşke hiç görmeseydim onu... Ölünceye kadar hep yirmi beş yıl evvelki Cemil Bey olarak kalsaydı hayalimde. Hani, yirmi beş yıl evvel buradan son çıkıp gittiği gün yok mu? Đşte, hep o hali, o heyetiyle kalsaydı. Bu, bana yeterdi, ölünceye

kadar hep onu sevmek, hep onun hasretini çekmek kuvvetini kendimde bulmak için.