• Sonuç bulunamadı

6. Literatür Değerlendirmesi ve Araştırmanın Kaynakları

2.2. Aklın Dereceleri ve Vicdan İlişkisi

2.2.1. Gariza: Öğrenen Akıl

Muhâsibî’ye göre akıl “Allah’ın kullarından imtihana tabi tutulan kimseler için yarattığı doğuştan bir garizadır.”219 Gariza, doğuştan gelen huy, seciye tabiat, içgüdü/sevk-i ilahi anlamlarına gelmektedir. Allah tarafından verilen bu akılla insan öğrenir ve öğrendikleri sayesinde kendisi için zararlı ve faydalı olan şeyleri bildiklerine şahitlik ederler. Dünyevi konularda kendisi için faydalı olan şeyleri zararlılardan ayırabildiği için bu aklın kendisine bahşedildiğini bilir. Muhâsibî’nin bu ifadelerinden insanın doğuştan akılla yaratıcısını bulabileceği fikrinde olduğu söylenebilir. Allah aklı imtihana tabi tuttuğu kimselere vererek bu akıl sayesinde buluğ çağına ulaşana kadar delil getirmiştir. Akıl sahibi olması nedeniyle va ‘d ve va ‘idde bulunmuştur. Emir ve nehiyleri bildirerek teşvik ve davet etmiştir.220 Muhâsibî’ye göre akıl ancak kalp ve organlardaki fonksiyonları ile bilinebilir. Onun varlığına dair tavsifi ancak kişinin aklın fonksiyonlarını icra etmesiyle anlaşılmaktadır.221Doğuştan gariza aklı bu şekilde ifade eden Muhâsibî aklın asıl görevinin eşyanın hakikatini görme nuru olduğunu ve Allah’ın onu kalbe yerleştirdiğini ifade etmektedir. “Bu nur sayesinde kişi kalbine doğan duygu düşüncelerden hangisinin değişmeyen gerçek, hangisinin sahte ve tutarsız, hangisinin hem şeytanın hem de nefsinin vesveseleri ve hangisinin kulluğun gerçekleştirdiği değerler

218 Emin, Kitâbü’l-Ahlâk, 17.

219 el-Muhâsibî, el-Akl, 17.

220 el-Muhâsibî, el-Akl, 19.

221 el-Muhâsibî, el-Akl, 19.

olduğunu birbirinden ayırt eder.”222 Bu yönüyle Muhâsibî’de akıl yapılan eylemin farkına varıp iyiliğin veya hayrın nerede olduğunu bilme potansiyeline sahip bir yapıdadır.

Muhâsibî de akıl kalplere yerleştirilen mevhibelerdir. Bunlar sayesinde Allah’ı akletmek ve güzel lütuflara sahip olmak ve yine çalışarak rızık kazanılmaktadır. Bu yönüyle akıl hem verilmiş bir gariza hem de kazanılmış bir özellik taşımaktadır.223 Kazanılmış akılla Muhâsibî’nin fehm ve basîret derecesini kasd ettiği söylenebilir. Kâmil akıl ise bu düzeydeki kişiye Allah’ın lütufları yani marifet bilgisi ve i’tibârdır.

Muhâsibî aklın ne olduğunu tarif ettiği gibi ne olmadığını da açıklamaktadır.

Döneminde akıl için söylenen “Akıl Allah’ın tanzim ettiği ve kullara yerleştirdiği faydalı ve zararlı şeylere delalet eden müktesep ilimle artan ve gelişen bir mârifettir.”224 fikrine karşı çıkarak aklın marifet değil marifetin kaynağı olduğu görüşünü savunmuştur. Bu fikrinin gerekçesini “eğer akıl değil de bilgi veya mârifet doğuştan olsaydı kişiye sorumluluk yüklenmezdi.” diyerek aklın sorumlu olabilmesi için yetilerin özgür yapısına dikkat çekmektedir.225 Sorumluluk hür olan kişilere yüklenmektedir.

Her insan kendisi hakkında verilen gariza akılla iyiyi kötüden, kârı zarardan ayırabilir. İnsandaki bu temel yetiler tecrübe ve ilimle gelişmeye açıktır. Muhâsibî’nin gariza akıl fikrinden ahlâkın ilk öncüllerinin akılla birlikte insana verildiği fikrine ulaşabiliriz. Bu görüşü destekleyen fikirleri ise Fehmü’l-Kur’an eserinden ulaşmak mümkündür.

Muhâsibî yaratılıştan verili aklın imkanlarını ayeti delil göstererek şöyle açıklamaktadır.

“Allah, Âdem ve zürriyetini özel olarak seçmiş, yaratılışın delillerini ve takdirin hükümlerini düşünsünler diye fıtratlarına yerleştirdiği kabul edici akıllar, lübb(akıl-vicdan) ve anlayış(fehm) sebebiyle onlardan misak(söz) almıştır. Bu yüzden kendilerinde ve bütün mahlukatta O’nun inşasını ve yaratılışının sağlamlığını müşahede etmeleri sebebiyle onlara akılların hüccetini gerekli kılmıştır.”226

Muhâsibî’ye göre akıl hikmetin kaynağı, anlayış ve insanın keşfedici yönüdür.

Ona göre akıl, gayb ilmine dair kendine verilenlerden delil getirme özelliğine sahiptir.

222 el-Muhâsibî, el-Kasd ve’r-Rucu, 135.

223 Ahmet Beken, Hâris el-Muhâsibî’nin Din Eğitimine İlişkin Görüşleri (Adana: Çukurova Üniversitesi, Doktora, 2019), 70.

224 el-Muhâsibî, el-Akl, 19.

225 Yolande De Crussol, Le Rôle de la Raison dans la Réflexion Ethique d’Al-Muhâsibî (Paris: De Paris, 2005), 26.

226 Hâris el-Muhâsibî, Akl ve Fehmü’l-Kur’ân ve Me’ânihî (Darul’l-Fikir, 1971), 245.

Akıl, olaylar öncesine olan biteni hesaplayabilen ve sonuçları hakkında tahminde bulunabilen bir yetidir. Allah, yarattıkları içinde sadece insana bu özelliği verdiğinden insanda aklı ile Allah’ın muradını anlama ve görmediği şeylere inanma özelliği bulunmaktadır. Muhâsibî aklın doğasında gayb olana inanma ve O’nun varlığı hakkında deliller getirebilme özelliğine dikkat çekmektedir. Allah’ın peygamber ve kitap göndererek insanlar için neyi çirkin neyi güzel gördüğüne dair bilgiler ulaştırmasını sağlamasıyla, insanlardan itaat edenlere ikram, isyan edenlere ise itaba uğrayacaklarını bildirmiştir. İnsana bütün bu verdikleriyle mazeret yollarını kapatarak akıllarını, vicdanlarını ve anlayışlarını bunun için kullanmasını istemektedir.227

Başka bir ifadesinde ise Muhâsibî, insana ahlâki davranışların Kur’an’da emredildiğini insanların akıllarıyla Allah’ın ayetlerini düşünerek ve lübbleriyle(gönül-vicdan) söylenen şeyi tezekkür(hâtırlama) etmelerini söylemektedir. Muhâsibî’nin Allah’ın tefekkür için aklı, tezekkür için de gönül(lübb) sahiplerine has kıldığını ifade ederek akıl ve lübb arasındaki ince farka dikkat çekmiştir. Sad Suresi, 38/29 ayetinde

“O’nun ayetlerini düşünsünler diye…” ifadesini akıl ve lübb sahiplerinin öğüt alması için ayetlerin indirildiği şeklindeki yoruma dikkat çekmiştir.228Alınan öğüt ve ayetlerle amel edilmesi sonucunda insanın felaketlerden kurtularak felaha ereceğini ifade eder.

Muhâsibî’ye göre aklın en önemli vazifesi niçin bu dünyaya gönderildiğini, yaratılış gayesi ve kendi varlık sebebini araştırmaktır. Kendilik incelemesi için gerekli olan bu sorgulama her insanın yapması gerektiğini düşünür. Aklın en önemli özelliği olan düşünme kabiliyeti bunun için kullanılmalıdır. Düşünme kişinin manevi yönden farkındalığının ilk adımıdır. Muhâsibî marifet-i nefs ve vicdan muhasebesi için öncelikle kişinin kendisine şunu söylemesini ister:

“…sen boşuna yaratılmadın! Başı boş bırakılacak değilsin. Bu yurda ancak Allah’a itaat veya isyan edip sonunda bu yurttan ebedi azaba ya da ebedi nimete sevk edilesin diye denenmek ve yoklanmak için yaratılıp konuldun.”229

Muhâsibî insanın dünyada amaçsız ve boşuna yaratılan bir varlık olmadığını ve sorumluluk sahibi olarak Allah’ı bulma ve O’na itaat etme görevine dikkat çekmektedir.

Ona göre aklın ve düşünmenin gayesi Allah’ı bilmek ve kulluktur. Allah insana doğuştan aklı vermiştir fakat onu doğasında bulunan hevâ, öfke veya haz uyandıran tutkularla

227 el-Muhâsibî, Fehmü’l-Kur’ân, 266.

228 Kuvvetli, Akıl ve Kur’an’ı Anlamak, 288.

229 el-Muhâsibî, er-Riâye, 35.

imtihan etmektedir. Bu anlamda Muhâsibî’ye göre insanın aklı, nefsi ve hevâsı ile sınanmaktadır.

Mademki akıl diğer varlıklardan farklı olarak insana verilen doğruyu ve yanlışı temyiz etme yetisidir. Akıl pek çok ulvi gayeye matuf yaratıldığı için insandan beklenen aklın veriliş gayesine uygun eylemi aramasıdır. Akla uygun davranış, iradeyi meşgul eden kasıtlı bir eylem olmalıdır. Aklın kullanılabilmesi için her şeyden önce kişinin bunu irade etmesi gerekmektedir. Bu açıdan irade ve akıl birbiri ile bağlantılı eylemlerdir. Ahlȃki diye nitelenebilecek bir eylem niyet içermelidir. Niyetin eyleme dönüşmesi zekâ ve irade ile mümkündür. Bunlar, kendiliğinden oluşan eylemler değildir. Akıl, irade, istek ve niyet sürecin unsurlarıdır. Eğer kişi istek ve niyetinde kendisi için yararlı olanı ayırt edemiyorsa bu durum istek ve iradeyi de etkilemektedir. Yani akıllı insan isteyebilir, irade edebilir.

Aklın yokluğunu ise deli olarak ifade edilir ve aklı olmayanların istek ve iradesini doğru kullanamadığını çünkü bu mecnunluk hali onun zekâsının üzerini kapladığını ifade eder.

Söz konusu kişi akıldan yoksundur ve bu durumda zaten sorumluluk sahibi değildir.

Aklın gariza kabul edilmesi, onun değişebilir ve gelişme özelliğine sahip olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenle aklın gariza halinde mârifet aranmaz fakat ilim, bilgi ve tecrübenin eklenmesiyle ahlâklanma süreci mârifete doğru ilerlemektedir. Bu anlamda Muhâsibî’de akıl temel bir yapıdır ilerleyen ise zihnin değişken yapısı yani mârifet düzeyleridir. Akıl sahibi insan yaratıldığı özelliklerle gelişmeye açık bir yapıdadır. Akıl, bilgi ve mârifetten farklıdır. Muhâsibî’nin dikkat çekmek istediği iki şey vardır: 1. Aklın doğuştan gelen bir fakülte olarak ayrımı, 2. Aklın bilgi ve mârifete ulaşmış hali arasındaki farktır. Böylece o, potansiyel akıldan bilfiil hale geçiş sürecini ahlȃklanma sürecine paralel değerlendirerek kişide ahlâki gelişimin güzergahını belirlemektedir.

Netice itibariyle gariza akıl, marifet değil, marifetin kaynağıdır. Öyleyse insan aklı, bilgi meydana getirebilecek kuvve halinde bir kabiliyettir. Muhâsibî’nin gariza akıl tasvirinden aklın doğuştan verili bir yeti olarak insanı ahlâken yücelten ve yaratıcısını bulması için gerekli donanımı verilen bir yapıya sahip olduğunu anlıyoruz. Akıl bu yönüyle gelişen ve eğitime açık zamanla marifete ulaşabilecek bir potansiyele sahiptir.

Aklın gelişmesi ile insana verilen ahlâki öncüllerde gelişmektedir. Akıl kendisi için faydalı ve zararlıyı ayıran bir özelliği ile onun kendisi için en doğru olanı bulması için gerekli deliller verilmiştir. Önemli olan aklın kullanılması ve eğitimle geliştirilmesi önem kazanmaktadır. Akıl öğrenme, delilleri değerlendirme, gördüklerinden çıkarımda(istidlal) bulunarak yorumlama özelliğine sahiptir. Akıl veriliş gayesine göre uygun eylemi arama

eğilimindedir. Muhâsibî aklın ikinci derecesi olarak tanımladığı fehm ise şöyle izah edilmektedir.