• Sonuç bulunamadı

6. Literatür Değerlendirmesi ve Araştırmanın Kaynakları

4.1. Ahlâki Bilincin Yanılan Doğası

4.1.4. Aldanma ve Gaflet

Aldanma, Muhâsibî’nin er-Riaye eserinde zamirin günahlarından saydığı konulardan bir diğeridir. Arapçada “el-ğarre” ile ifade edilen gurur ve aldanma, Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda sakınma ve havfı az olanların düştüğü yanılgı biçimlerindendir. Bu yanılgıya, inançsız veya isyan edenler kadar Müslüman, âbid, ilim ehli, fakih, kişiler de düşebilmektedir. Aldanma ve gaflet kişinin nefsinden kaynaklanan bir ahlâk sorunudur. Muhâsibî aldanma konusunu izah ederken yargılama ve temyiz

416 el-Muhâsibî, er-Riâye, 361.

417 Cengiz, Doğa Öznellik, 213.

418 el-Muhâsibî, er-Riâye, 333.

gücünün nasıl çalıştığına dikkat çekmektedir. Bu açıdan kişinin korku duygusunu nasıl yönlendirdiği ve nerede ümit duyması gerektiğine önem vermektedir. Muhâsibî’de iyiyi kötüden ayırt etme işlevi, dini duygularda havf ve recâ veya ihlâs ve riya duygularını tefrik etme boyutunda ele alınmaktadır. Bu açıdan aldanma kadar aldanmaya neden olan şeylerin bilinmesi kişinin duygularında doğru ve yanlışı temyiz edebilmesi için önemlidir.

Aksi takdirde aldanma ve gaflet, ameller konusunda kişiyi yanılgıya uğratarak ahlâken yanlış tutumlara yönlenmesine sebep olmaktadır.

Muhâsibî aldanmayı öncelikle Kur’ân’da bu yönü ile öne çıkan şahsiyetler ve olaylar üzerinden sonra da kişilerin tutumları ve temsil ettiği zümrelere indirgeyerek çeşitli açılardan değerlendirmektedir. İki zümrenin aldanmasından bahseder. Bunlar,

“dünya ile aldanarak ahireti unutan” kâfirler, diğeri ise “Allah ve ahiretle aldanan”

Müslümanlardır.419 Kâfirlerin aldanma sebebini, nefs ve şeytanın sözüne uyarak ahiret konusunda gaflete düşmeleri ile açıklamaktadır.

Muhâsibî’nin izahları yoğunlukla Müslümanların düştüğü yanılgılar üzerinedir.

Birinci zümre için malı ve zenginliği ile bilinen Karun’u örnek gösterir. Karun ve onun gibiler, sahip oldukları zenginliklerin kaynağını kendi ilminden zannederek Allah’ı unutmuşlardır (En’am,6/44). Muhâsibî, bu tür kişilere nimetlerin Allah’ın onlardan razı olduğuna dair bir işaret değil imtihan amaçlı verildiğine dikkat çekmektedir. İnsan çoğu zaman bu nimetleri kendinin hak ettiği yanılgısına düşmektedir. Ahiretin varlığından şüphe duyanların aldanması ise dünyada verilen iyilik ve ihsanı fark edip bu ikramlara başkalarından daha layık olduklarını düşünenlerdir. Yani Allah’ın verdiklerini kendisinden bildikleri gibi başkalarından buna daha layık olduklarını düşünmek suretiyle de aldanma ve gaflet içindedir. Muhâsibî böylelerine verilen nimetlerin istidrac420 nedeni olabileceğine dikkat çeker. İstidrac, lütuf görünümünde verilenlerin birer imtihan unsuru olduğunu kişinin anlamamasıdır. Onu, tarafına verilen bir ayrıcalık gibi görmesidir.

Aslında verilen bu nimetler onu yavaş yavaş helake sürüklemekte fakat kişi bu helakin farkında değildir.

Muhâsibî, Allah ve ahiretle aldanan Müslümanlar hakkında ise birçok neden zikretmektedir. Kişilerin ilim, ibadet, basîret, takva, vera’, uzlet, cihad gibi ameller bakımından aldanma ve gaflete düşebileceğine dikkat çekmektedir. Aslında Muhâsibî her

419 el-Muhâsibî, er-Riâye, 370.

420 Sözlükte merdiven basamağı çıkar gibi yavaş yavaş yürümek anlamına gelen istidrac “bir kimseyi bir şeye adım adım, derece derece yaklaştırmak, onu kurduğu tuzağa yaklaştırıp düşürmek, aldatmak”

anlamındadır. İsmail Durmuş, “İstidrac”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV, 2001), 238.

kavramı yaşadığı dönemdeki bir zümreyi temsilen seçmiş gibidir. Bunları fakihler, zahidler, cedel yapanlar (kelamcılar), vaizler, kussaslar, zühd hadislerini ezberleyenler şeklinde belirtmektedir. Onun bu söylemi bir tür dindarlık eleştirisidir. Yaşadığı çağdaki Müslüman zümrelere dair gözlemleri günümüz İslam toplumlarındaki ahlâk sorunlarına işaret etmesi bakımından güncelliğini korumaktadır.

Muhâsibî, ilim ve amel yönüyle bu zümreleri temsil edenlerin en büyük yanılgısını havf ve recâ üzerinden değerlendirmektedir. Örneğin davranış ve düşünceleri ile isyan içindeki Müslümanların aldanmalarını şöyle izah eder. Böyleleri amelleri konusunda recâ içindedirler. Allah’ın cömertlik ve keremini hâtırda tutarak nefslerini rahatlatırlar.

Allah’a isyan sayılan ameller yapmaya devam eder fakat recâ haliyle düşünürler. Burada havf ve recâ arasındaki temyiz tam yapılmadığı için kişi ahlâki yönden aldanma içindedir.

İçinde bir rahatsızlık duymadan günah işlemeye devam eder. Bu durum onlardaki Allah’tan korku ve sakınma duygusunu azaltmaktadır.

Muhâsibî, Müslümanların havf ve recâyı yanlış yerde kullanarak düştükleri aldanma biçimlerini tahlil etmektedir. O recâ ve Allah’la aldanma arasındaki farkı anlamak için öncelikle Allah’a ne durumlarda recâ duyulmalıdır? Sorusuna cevap verir.

Allah iki yönden recâya izin vermektedir. Birincisi “günahkârların Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyip tevbeye yönelmeleri konusundadır. Aksi takdirde kişiler günahlarından tevbe etmek istediklerinde affedilmeme korkusuna kapılırlardı. İkincisi ise Allah için amel edenlerin cennette daha yüce makamlara ermeleri konusundadır.”421 Nefsi günah işleyen kişi Allah’ın cezalandırmasını düşünerek havfa yönelmelidir. Havf kişiyi günahtan sakındırdığı gibi günah işleyen kişinin tevbe etmesinde teşvik vazifesi görmektedir. Fakat bu ikisi arasında havfı recâ ile karıştırarak aldananlar bulunmaktadır.

Bunlar havf gereken yerde recâ duygusuyla günahı hafife alır ve bu aldanma ile nefslerini hoş tutarlar. Aldanmak onları rahatsız etmez. Nasılsa affedilirim diye düşünürler. Oysa Allah emrinden çıkanları cezası ile korkutmuş ve kulların tevbe etmesini istemiştir. Ümidi kesip günah işlemeye devam etmesinler diye de tevbe edenlere recâ vermiştir. Bu nedenle havf ve recâyı yerli yerinde kullanılmasına önem vermektedir.

Muhâsibî, ibadetini izhar edip kendini çok dindar sayan zümrelerin ve ilim ehli kişilerin aldanmasından da bahsetmektedir. Mesela, müminlerin fıkıhla aldanmalarına dikkat çekmektedir. İlim erbabına Allah’ın, ilmi insanlara kendilerine vacip kılınan şeyi

421 el-Muhâsibî, er-Riâye, 372.

bilmeleri ve tatbik etmeleri için gönderdiğine dikkat çekerek ilimle uğraştığı halde kalbinde sakınma duygusu hâsıl olmayanları cehaletle niteler. Ayrıca âlimlerin ilmi otoritelerini bir iktidar aracı olarak kullanmasını şiddetle eleştirmektedir. Örneğin bazı fıkıhçıların fetva verirken sanki kendisinden daha fazla Allah’ı bilen yok gibi davranmalarını fıkıhla aldanma olarak nitelemektedir.422

Muhâsibî bilginin zihne intikali ile amel etme sonucunda elde edilen ilmi ayırmaktadır. İlim ehli bazı kişilerin havf, recâ, tevekkül ve rıza gibi güzel duyguları insanlara anlatırken onları kalbinde de olduğu hissine kapılarak aldanmalarına dikkat çeker. Bu kişiler kitaplardan veya âlimlerin söylediklerini ezberleyerek ilmi öğrenirler fakat uygulama konusunda eksikleri söz konusudur.

Muhâsibî dini pratiklerden yoksun ilmi, aldanma sebeplerinden biri görmektedir.423

“Bu ne organlarla ne de zamirle amel etme olmayıp sadece meseleyi güzel bir şekilde beyan etmek ile ilgilidir.” Der.424 Muhâsibî’de zamir ve kalbin amelleri aynıdır. O, zamire samimi ve katışıksız duygularla amel etme görevi verir.

Muhâsibî’nin havf ve recâ arasındaki dengeyi nasıl kurulacağına dair ipuçları verir.

Şöyle ki kişi nefsini havf sahiplerinin ilk mertebesiyle deneyip imtihan etmelidir. Eğer bu durumda havfı kaybolur ve daha geri gelmezse diliyle anlattığı şeyle aldandığını ve onun ehli olmadığını anlayabilecektir. Örneğin gizli ve açık farzlardan biri ortaya çıktığında fırsatı kaçırırım endişesiyle Allah’tan korkup o farzı yapmaya çabucak girişiyor mu? Ya da Rabbinin gazabına uğrayacağı bir iş ortaya çıktığında azap dokunur diye Allah’tan korkup nefsi onu hemen terk etmeye koşuyor mu? İşte bu tarz sınamalarla kişi aldanıp aldanmadığını test edebilecektir.

Muhâsibî’ye göre aldanmadan kurtulmanın yolu nefisleri takvada kararlı olmaya davet etmekle mümkün hale gelmektedir. Çünkü nefsi tanımak ibadetin aslındandır.

Öncelikle kişi nefsindeki açık ve gizli şeyleri öğrenir hayır ve şer hususunda onları imtihana tabi tutar. İmtihan neticesinde kalbi ve organları hoş olmayan amellerden temizlenmiş midir? Kendisine farz olan şeylerin öncelikli olarak hangisini yapmak istediğini test ettiğinde gece ve gündüz her halinde zamirinden geçenler nedir? Kendisini daha önce zahitlerden görmesine rağmen bu imtihan neticesinde Allah’ın haklarını yerine getirmediğini fark etmiş midir? Böylece kişi nefsini gözetlediğinde zühde rağmen takva

422 el-Muhâsibî, er-Riâye, 388.

423 el-Muhâsibî, er-Riâye, 391.

424 el-Muhâsibî, er-Riâye, 392.

konusunda aldandığını görmeyi sağlarsa aldanmadan kurtulmaktadır. Muhâsibî bu ve buna benzer birçok imtihan biçimini kişinin nefsine uygulamasını ister. Sorgulamalar neticesinde başarılı olursa aldanmadan kurtulmuş olur ve takva ve ihlâs konusunda daha dikkatli olmaya gayret eder.425

Netice itibariyle riya, ucb, kibir ve aldanma gibi ahlâki yönden kişiyi yanılgıya uğratan duygular temelde yargılama gücü ile ilgilidir. Yargılama, değer ölçüsü olarak kabul edilen şeye nispetle yapıldığından riya, ucb, kibir gibi duygular idrakin perdelenmesine sebebiyet vermektedir. İnsanın doğasında bulunan gösteriş isteği, böbürlenme ve kibir gibi haller kişinin kendini kontrol etmesine engel olmaktadır.

Muhâsibî gösterişe karşı inayet ve ihlâs bilincini, kibre karşı acziyeti ve aldanma karşında takvalı olmayı önermektedir. Bu duyguların yönetiminde akıl ve kalp uyumu ile duyguların yönetimi yapılırken zamir, niyetlerin iç yüzünü Allah’ın bildiğini hâtırlatma görevi görmektedir. Ne zaman ki bu görevde gaflete düşerse nefs ve aldatan duygular kişiye hâkim olmakta ve onların tesiri altına girmektedir. Bu bakımdan zamir denge vazifesi görmektedir. Havâtırın etkisi ile gelen bu hislerin kontrolünde Allah’ın haklarına riâyet, takva, vera’ ve havf-recâ dengesi önemlidir. Zamir, kişinin eylemlerinde hakikat bilgisine uygunluk prensibi bakımından kontrol vazifesi görmektedir. Muhâsibî’nin bu türden açıklamalarındaki temel iddiası Allah’a kullukta insan, konumuna, ibadetlerine ve tüm yaptığı iyiliklere güvenerek kendini emniyet içinde hissetmemelidir. Şeytan veya nefs kişiyi aldanmaya sevk eden duygulara yönlendirebilir. İnsanı kurtuluşa götüren şey ise bu duyguları tanıyarak onların bilinci perdelemesinin önüne geçmektir. Ahlâki eylem ve ibadetlerde takva, ihlâs ve vera’ şuuruna ermek için ilimden istifade etmelidir.

Muhâsibî’nin bu düşüncesinden insanın cehd ve gayretine önem verdiği fikrine ulaşılabilir. O gösterilen gayret sonucunda Allah’ın inayetine mazhar olunacağı fikrini benimsemektedir.