• Sonuç bulunamadı

6. Literatür Değerlendirmesi ve Araştırmanın Kaynakları

3.1. Muhâsibî’de Vicdanın Gerçekleşme Seyri

3.1.5. Eylem Öncesi Düşünme ve Odaklanma:Tesebbüt-Himmet

Muhâsibî’ye göre tesebbüt, nefs eylem için çağrıda bulunduğunda bunun Allah’ın sevdiği veya hoş görmediği bir şey midir? Konusunda bilgisi netleşene kadar oluşan bekleme süresidir. Kişinin eylem öncesi düşünmesi ve acele etmeden teenni ile karar vermesidir. Tesebbüt Allah’a söz verdiği ve yapmama konusunda kararlı olduğu bir

357 el-Muhâsibî, er-Riâye, 44.

358 el-Muhâsibî, er-Riâye, 45.

eylem hakkında nefsini korkutmasıdır. Nefsine şöyle seslenir. “Allah seni görüyor ve aceleyle verdiğin karardan sorumlu tutulacaksın.” Sonra zaafa düştüğü o eylem hakkında Allah’tan yardım istemelidir. Eylem öncesi düşünmekle kişinin dünyadaki sorumluluğu hafifler. Eğer aceleyle eylemde bulunursa birçok yanlışa düşeceği için ve davranışlarından sorumluluk doğacaktır. Bu nedenle kişi akıl, ilim ve tesebbütle kalbine gelen havâtırı tahlil etmelidir. Faydalı ve zararlı olduğu konusunda bir ayrıma gittikten sonra o fiili işlemelidir. Eylem öncesi böyle bir tahlilde bulunmazsa havâtırın Allah’tan mı nefsinden mi geldiği konusunda emin olamaz. İşte bu durumdaki kişi ancak ilim, tesebbüt ve akıl ile doğruyu ayırt edip tanıyabilir. İbnü’l-Mukaffa, tesebbüt konusunda örneğin kişi iki işten hangisinin doğru olduğunu anlamadığında hangisinin tutkularına yakın olduğuna bakarak ona aykırı olanı yapabilirsin359 şeklinde öneride bulunmaktadır

Muhâsibî tesebbütle ilgili karanlık ve yağmurlu bir gecede çukur ve hendeklerle dolu bir yolda yürüyen kişiyi misal verir. Adamın feneri yoksa gözlerinin faydası olmayacağı gibi gözleri görmüyorsa fenerin de bir faydası olmaz. Ayağını koyacağı yeri görmüyorsa dikkat edemeyeceği için ne fenerin ne de gözlerin faydası olur. Gözleri gören önüne bakmazsa feneri güçlü de olsa gözü durum değişmez. Burada sağlam göz akıl, fener ise ilimdir. Dikkatle bakmak akılla tedbir alma ve Kitap ve sünnetin yol göstericiliğinden faydalanmaya işaret etmektedir.”360 Karşılaşılan böyle durumlarda sakınma duygusu onu uyardığında kişinin kalbinde köklü bir ilim oluşur. Havâtırın yönünü bilinceye kadar bu durum üzerinde kalmaya devam eder.

Muhâsibî düşünmenin kalbe ağır gelen bir eylem olduğundan bahsetmektedir.

Bunun sebeplerini düşünme eyleminin doğası hakkında yaptığı tahlillerden çıkarmak mümkündür. Düşünceler üst üste geldiğinde bunlarla baş etmek kişiye ağır gelmektedir.

Özellikle yaptığı amellerin ahirete bakan yönlerini düşünmesi kişinin rahatını kaçırır.

Nefsini incitir. Düşünce esnasında lehte ve aleyhteki şeyleri hatırlamak nefsini üzüntüye sevk eder. Ahireti düşündüğünde Allah’a yaklaştırmayan her türlü hazzı yarıda bırakıp korkuya kapılır.361 İnsanın alışkanlıklarını terki nefsine ağır gelir. İnsan doğasında tembellik, gaflet ve alışkanlığa kapılma eğilimi vardır. İşte bu sebeplerle Muhâsibî’de düşünme, insanın rahatını kaçıran bir eylemdir. Gaflet kişi ile ahiret amelleri arasına girerek günah ve sevap konusunda Allah’ın uyarısına karşı kalpleri katılaştır.

359 Mukaffa, el-Edebü’s-sağir, 86.

360 el-Muhâsibî, er-Riâye, 80.

361 el-Muhâsibî, er-Riâye, 55.

Muhâsibî’ye göre nefs kişiyi alışkanlıklarına, zevklerine ve rağbet ettiği şeye döndürmek için sürekli uğraşır. Kişi nefsiyle mücadele ederek zevk ve alışkanlıklarını bırakmadığı takdirde karşılaşacağı akıbeti hatırlamalıdır. Bıraktığı kötü alışkanlığın ondaki tiksinti hissini hatırlatır. Allah’ın gazabını celbeden halleri düşününce nefs ve istekler arasında bir gerginlik oluşturur. Böyle mücadele eden kişiye Allah yardım gönderir.362 Bu tür stratejilerle alışkanlıklarının önüne geçer.

Nefs terbiyesinde en önemli unsur alışkanlıklar karşısında kişinin nefsine idman yaptırmasıdır. Nefsin alışkanlıklarını kıracak alıştırma, tefekkür ve düşünce sınaması yani vicdan yoklaması ruhun yönetiminde temel araçlardan biridir. Haz içinde yaşamaya alışılan bir kendilik biçimi, yaşamını değiştirmesi gerektiğinde bundan acı duyar. Bu konuda tâlim görenler ise hazları küçük görürler. Mademki ruh kendini yönetmek zorundadır o halde kişisel erdemlerin öğrenilmesi ve erdemli olmayı yönetme becerisi sağlanmalıdır. Bu yönetim önce kişinin kendisinden başlar. Sonra yakınlık sırasına göre evini ardından toplumsal yaşamla ilişki biçimlerini yönetme gelir.363 İnsanın kendini dönüştürebilmesi bilincini yeterince kullanması ile mümkündür. Bilinçli bir kendini eleştirme süreci bu dönüşümünü sağlayabilir.

Muhâsibî’de düşünme eyleminin kalbe ağır gelmesi inayet fikri ile dengelenebilir.

İnayet, ahiret ve dünya ile ilgili kalbe ağır gelen düşünceleri bıraktığında doğacak zararın daha büyük olacağını bilmesinden dolayı anlık zorluğa katlanması gerektiği farkındalığıdır. Sürekli kurtuluş için nefsani hazza karşı çıkmanın zorluğuna göğüs germektir. Bu inkişaf düşünme ile nasıl sağlanabilir? Muhâsibî düşünmenin ilimle, ilgi ve endişeyi tek noktada yoğunlaştırmakla mümkün olduğuna dikkat çeker. Kurtuluş, insanın aşkınlık kapasitesi ve sonluluk fikrinde yaratıcısı ile ilişkisinde gelişen farkındalığın bir sonucu meydana gelmektedir.364

Kişinin himmeti yani dikkati dünya işlerine yoğunlaşınca akıl, ahiret işlerini düşünüp anlayamaz. Himmet bütünüyle ahiret işlerine yöneldiğinde ise akıl devreye girer, Allah’ın razı olduğu şeyleri düşünür. Himmet, tefekkür kapısını açamaya vesile olmaktadır. “Kul himmetini toplayınca düşünür, düşününce nazar eder ve nazar edince kalp gözüyle görmeye başlar.”365 Himmeti teksif, organları düşünmek istenilen dışında

362 el-Muhâsibî, er-Riâye, 44.

363 Foucault, Cinselliğin Tarihi, 169.

364 Eduardo Tadeu Cristino, La Conscience Morale: Pour une Théologie et une Pédagogie Comme Projet de Libération (Université Catholique de Louvain, PhD Thesis, 2005), 47.

365 el-Muhâsibî, er-Riâye, 56.

hiçbir şeyle meşgul etmemektir. Muhâsibî, idrakle ilgili olarak insanın gözle bakması, elle dokunması, kulakla dinlemesinin kalbe tesir ettiğini düşünmektedir. Tüm duyular, hakkında tefekkür edilmek istenen şeye tahsis edilirse tefekkür gerçekleşir.

Gerçek tefekkür, Allah’ı (c.c.) tefekkürdür. O’nun âlemdeki eserleri hakkında derin düşüncelere dalmak ne tür nimetlerle donatılmış olduğunu düşünmek hem şükretmek hem de âlemdeki vazifesini tekrar tekrar hâtırlayarak dini bilincini taze tutmayı sağlamaktır.

Bu bir tür tefekkür, düşünce saflaşması meydana getirir. Düşüncedeki bu saflık, Allah’ı bilme ve onu tanıma imkânı doğurabilir. Tefekkür kişinin düşüncelerindeki akışını Allah’a doğru çevirir. Aksi takdirde bahsedilen havâtır benliği kaplar. Bunlar kişinin hem anını iyi değerlendirememe hem de nefsinin arzularını gündeme getirerek içsel yolculuğunda durağanlık meydana getirmektedir. Havâtır ile gelen ve kalbi meşgul eden imgeler tefekkürü bozmak isteyebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda ilim, tahayyülde onarım sağlayabilir. Dolayısıyla tefekkür, zihnin dış dünya ile ilişkisi bağlamındaki düşüncelerin değil, kendi doğası ve niteliğindeki düşüncelerin özüdür.

Netice itibariyle Muhâsibî’de bilgi ve idrakle gelişen süreçte ahlâki eylem meydana gelmektedir. Muhâsibî açısından ilim meclisleri kişinin kendine dair bilgi düzeyini arttırması bakımından önemlidir. Dinleme ile kişinin bilgi düzeyi gelişir. Aynı zamanda kulun Allah’la ilgili bilgisini arttırmasına vesile olur. Dinleme, hâtırlamaya, hâtırlama düşünmeye ve kendini incelemeye imkân tanır. Kendini inceleyen kişi ise sorumluluk ve sınırlarını öğrenmektedir. Böylelikle kişi hem kendine hem de yaratıcısını bilmeye dair ilme ulaşır. Muhâsibî’nin mârifet-i nefs dediği süreç bu aşamalarda meydana gelmektedir.

Hatırlama vicdanın uyandırıldığı ve ilk farkındalık ateşinin yandığı aşamadır. Hatırlama, kişinin geçmişine dair bir ayna tutmasına neden olur. Bu da muhasebe kültürünü doğurur.

Vicdan insanın doğasındaki eleştiri ve kritik özelliğinin bir yansıması olarak kişinin her yönden kendini hesaba çekmesini sağlar. Kişi muhasebe ile her hali ve niyetinin Allah tarafından bilindiği fikrine ulaşır. Bu bilgi her yeni eylem öncesi ahlâki yönden bir sorgulamayı beraberinde getirmektedir. Muhâsibî kişiye bu işlemi yaptıran şeyin Allah tarafından kişinin kalbine verilen zamir/vicdan olduğundan bahseder.

Muhasebe kişinin eylemlerinin doğruluğu ve yanlışlığını test etmesini sağlar.

Geçmişe ve geleceğe dair olması kişinin eylemlerinden hem önce hem de sonrasında sorumluluk meydana getirmektedir. Bu bakımdan eylem öncesi yapılan muhasebe niyetin iç yüzüne dönük bir eleştiridir. Eylem sonrası yapılan muhasebe ise hangi eylemden pişmanlık duyması gerektiği yönüyle tevbe kavramını gündeme getirmektedir. Bu tahlil

kişinin bir sonraki davranışlarını düzenlemeyi sağlamaktadır. Tevbe kişinin sorumluluk duygusunun bir sonucudur. Muhasebe sadece bir seferde yapılıp biten bir eylem olmadığı için kişinin her fiilinde aktif bir rol oynar. Ahlâki bilincin sürekliliğini sağlar. Bu nedenle kişinin yapıp etmelerinde her an görülme ve gözetilme hissini akla getirir. Bu da Allah’ın kulları ile her an ilişkide olduğunun bir göstergesidir.

Tevbe ile kişi içinde onu huzursuz eden duygudan kurtulur. Bu bakımdan kişiye yenilenme fırsatını verir. İç huzursuzluğa sebebiyet veren eylemleri yeniden gözden geçirir ve onların ağırlığından kurtulur. Muhâsibî düşünme sürecinin her aşamasını vicdani bakımdan değerlendirmektedir. Ahlâki bilinçte bu düzeye ulaşan kişi sonraki eylemlerini düşünme ve tedbir almadan yapmak istemez. Muhâsibî düşünme ve tedbir alma süresi için tesebbüt kavramını kullanır. Vicdan, “kişinin iyi ve kötü arasındaki farkı temyiz eden ve iyilikten lezzet kötülükten ıstırap duyan bir hiss-i hafi” tarifinde366 olduğu gibi iyi ve kötü arasındaki farkı anlamak bir süreç gerektirmektedir. Muhâsibî iyi ve kötü arasındaki temyiz ve tahlilin süreçlerini bu şekilde izah etmektedir. Bu yönüyle vicdan Muhâsibî’de daha çok düşünme gücüyle büyük bir ilişki içindedir.

Zamir başlı başına bir yetidir. Muhâsibî’nin doğuştan ahlâklılık fikrini benimsediğini düşünürsek zamir de akıl gibi doğuştan insana verilmiştir. Vicdan kişinin eylemlerinde ve niyetinde ortaya çıkmaktadır. Kişi müktesebatını sorgulamaya başlaması ile farkındalık kazanır. Bu nedenle vicdanın doğasında birikim ve tercübe bulunmaktadır.

Aklın bilgi ile basîret düzeyi arttıkça zamir hâtırlama ve muhasebe işlevini gerçekleştirir.

Zamirin en büyük işlevi eylem öncesi ve sonrası niyet kontrolü ve iç denetim yapmasıdır.

Muhâsibî ahlâk düşüncesinde insana verili tüm mekanizmayı sürece katmaktadır.

Zamir gibi bir kavram kullanması tüm bilişsel süreçten etkilenen ahlâki özneyi ifade etmesi bakımından da özgün bir yorumdur. Özetle Muhâsibî’de düşünme gücü akıl-kalp birlikteliği ile ifade edilmektedir. İnsan anlayış düzeyi olan basîretle nefs ve hevâsının isteklerini hakikat bilgisi ile uygunluk bakımından sorgulayabilmektedir. Basîret için vahiy ilmi gereklidir. Zamir ahlâki özne olan insanın kendilik bilinci veya benliğidir.

İnsana dair her türden hadisede bu benlik etki altındadır.

366 Sami, “Kamus-i Türki”, 1487.