• Sonuç bulunamadı

6. Literatür Değerlendirmesi ve Araştırmanın Kaynakları

4.2. Ahlâki Bilincin Kemâli

4.2.5. Adalet ve Fazilet

Muhâsibî ahlâk düşüncesinde zamir/vicdanla bağlantılı diğer kavram adalet ve fazilettir. Ahlâk felsefesinde Platon, insan nefsinde bulunan şehvet, öfke ve düşünme güçlerinin her birinin dengelenmesiyle ortaya çıkan iffet (şehvetin dengelenmesi), cesaret(öfke) ve hikmet (düşünme) erdemlerinin yerli yerinde kullanılmasıyla birlikte oluşan tümel erdemi adalet olarak tanımlamaktadır.446Devlet kitabındaki diyalogların temel kavramlarından olan adalet az veya çok olduğunda zulüm meydana getiren tek erdemdir. Adaletin azı zulüm çoğu ise başkasına karşı haksızlık meydana getirmektedir

444 Zafer Erginli, Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Kalem Yayınevi, 2006), “İhlas”, 415.

445 el-Muhâsibî, el-Kasd ve’r-Rucu, 58.

446 Arslan Topakkaya, “Adalet Kavramı Bağlamında Aristoteles-Platon Karşılaştırması”, (ts.), 31.

ki bu da bir çeşit zulümdür. Ahlâk Felsefesinde erdemlere konu olan adalet Muhâsibî’de ise nefsin hesaba çekilmesi ile orantılı olarak tanımlaması değişen bir özelliğe sahiptir.

Muhâsibî’ye göre nefsini hesaba çekmeyen kişi gittikçe adaletten uzaklaşmaktadır.

Adaleti önemsememek ve ihmal etmek kişiyi adaletsizliğe götürmektedir. Muhâsibî adaleti iki yönden ele almaktadır. Birincisi zahiri yani insanlar arası ilişkide görünen adalettir. İkincisi ise Allah’la kul arasında olan batıni adalettir. Muhâsibî adaleti istikamet ve fazilet yolu şeklinde de bir ayrıma tabi tutmaktadır. Bu yolun temsilcilerini ise adalet ehli ve fazilet ehli diye adlandırmaktadır. Böyle bir ayrıma gitmesindeki temel neden kişinin ahlâki yönden öncelikli sorumluluklarına dikkat çekmek istemesidir. O adaleti istikamet yolu olarak tanımlar. İstikamet ise doğruluk, dürüstlük ve itidali ifade etmektedir. İkinci bahsettiği yol ise fazilettir. Fazilet ise amellerde daha fazlası ve daha üstününü ifade için kullanılmıştır. Yani ahlâken hep daha üstün olanını talep etmektir.

Muhâsibî öncelikle insanların istikamet yolunda olmaları gereğine dikkat çekmektedir. İstikamet ve fazilet arasındaki farkı şu şekilde izah eder. İstikamet ahlâkı için örneğin mü’minin sabır ve vera ile hareket etmesi zorunludur. Fakat zühd ve rızanın fazilet olduğu yani zorunlu olmadığına dikkat çekmektedir. “İnsaf adaletle, ihsan ise faziletle birliktedir” diyerek adaletin kişiyi faziletten alıkoymasını mazur, faziletin adalete engel olmasını ise aldanma olarak tanımlamaktadır. Bu durumda kişinin amellerinde adalet ve istikamet temel esastır. Muhâsibî’ye göre istikamet üzere olmak her kişinin tutması gereken bir yoldur.

Muhâsibî kişinin kendini adalet ehli olup olmadığı konusunda tartması için adalet sahibi kişilerin üç tür özelliğine dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi kişinin lehinde ve aleyhinde olan bilgileri bilmesidir. Muhâsibî’nin bu şartı eserlerinde sık zikretmesinin altında yatan neden aklın özelliği olan “Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi”

ne önem vermesidir. İkincisi, fiil yani bilgi ile ameldir. Üçüncüsü ise sabırdır. Sabır, bilgi ve amelin devam ettirilmesinde etkindir.

Muhâsibî bu üç şartın yerine gelmesi ve adaletin vuku bulması için nefsin tanınmasına, nefse olduğundan fazla değer verilmemesine ve iç dış bütünlüğüne önem vermektedir. Adalet konusunda kararlılığa ve adil olmaya en yakın davranış biçiminin nefsinin hoşlandığı ve hoşlanmadığı her konuda zamir/vicdanını kontrol etmesidir.447 Bu kontrol esnasında kişi halini başkaları fark ettiğinde bu durumdan utanacak veya hoşnut

447 el-Muhâsibî, Adâbu’n-Nüfûs, 59.

olmayacaksa halini değiştirmelidir. Utanma ve hoşnutsuzluk gibi bir durum söz konusu değilse o hali benimseyerek devam etmelidir. Muhâsibî eğer kişi nefsi insanların kendisinin farkına varması gibi içinde bir arzu duyarsa nefsinin isteğinin tersini yapsın demektedir. Çünkü insana utanma ve hoşnutsuzluk hissettiren şey vicdanıdır.

Muhâsibî’de vicdan nefs ile adalet konusunda da mücadele halindedir. Vicdanın hallerinden utanma duygusunda kişinin çevresi tarafından da ahlâki eylemlerinin denetlendiği anlamı çıkarılabilir. Yani toplum ahlâkına ters bir tutum ahlâken yanlış bulunmaktadır. Eğer kişi çevresine karşı ahlâklı tutumunda başkalarının takdirini umuyorsa bu da ahlâken doğru olmayan bir davranıştır.

Muhâsibî adaletten en uzak olanı nefsini hesaba çekme konusunda en gafil olan insan olarak tanımlar. Aslında insan Allah tarafından sürekli gözetildiğinin idrakinde olsa kalbi çatlayacak duruma gelecektir diyerek düşünmeye dikkat çekmektedir. Kişi düşünmediği takdirde hayâ ve korkunun Allah’ın gözetmesinden kaynaklandığını ve kudreti tarafından kuşatıldığını fark edemeyecektir. Tefekkür eksikliği tüm duyuların kalbe getirdiği bilgilerden ve Allah’ın zamirlerden haberdar oluşunu unutturacaktır.448 Bundan sonra Allah’ın bilmesini değil başkalarının içindekileri bilmesinden endişe duyarak “insanlar kalbimde olanı bilselerdi benden nefret eder ve benden iğrenirdi” diye düşünmeye başlayacaktır. Böylesi bir durumda insanlar katında şan ve şerefinin azalması tedirginliğini duymaktadır. Çünkü sende Allah’ın nefreti ve senin O’nun katındaki değerini kaybetmen diye bir düşünce söz konusu değildir. Halbuki Allah’ın nefreti insanların nefretinden daha büyüktür.

Muhâsibî adalet ve faziletin sürekliliği için sürekli murakabe halinde olunmasını önemsemektedir. Murakabe etmek “Allah’tan utanmak”tır. Murakabe, Allah’ın nimetlerine şükür ve kötülük yaptığını itiraf ederek affedilme çabası olarak da tanımlamaktadır. Murakabe ancak günahları terk etmek ve boş vakit geçirmeden uzak durup kendini denetlemekle mümkündür. Vicdanın fiillerinden olan iç denetim Muhâsibî’de murakabe ile ifade edilmiş gibidir. Murakabe kalbin arınmasına vesiledir.

Kalbin arınması ile “ihlas, güvenilirlik, şükür, tevazu, teslimiyet, samimiyet, Allah için sevmek ve buğz etmek”449gibi haller meydana gelmektedir.

448 el-Muhâsibî, Adâbu’n-Nüfûs, 60.

449 el-Muhâsibî, Adâbu’n-Nüfûs, 52.

Muhâsibî, insanın içinin dışından daha faziletli olması gerektiğine dikkat çekmektedir. İnsanların haklarına riayet etmek ve haklarına girmemek, haklarına tecavüz edildiği durumlarda ise nefsinden onların öcünü almak, insafı karşı taraftan beklememek esastır.

Arınmanın amelden öncelikli olduğuna dikkat çeken Muhâsibî arınmayı daha evla görmektedir. Kişi amel etmeden önce o amelin sıhhatini bozan durumlardan arınmaya dikkat çekmektedir. Bunu binanın yıkılmasına rağmen temeli sağlam kalmakla birlikte temeli yıkılan binadan eser kalmayacağına dikkat çekmektedir. Amelden önce kötülükten arınmayan kişiye yaptığı kötülükler iyiliğine engel olacaktır. Nefs arınmayı istemez.

Fakat kişi iyi kadar kötünün de bilgisine sahip olmalıdır. Muhâsibî kulun bütün iyilikleri yapmamasının sorun teşkil etmeyeceğini fakat kötülüğün tamamının terk edilmesinin kul için gerekli olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü kötülüğün terki zaten iyilik anlamına gelmektedir. Her iyilik yapan ise iyilerden olmayabilir. Şeytan insanları iyi ve kötü ile yoldan çıkarmak isteyebilir.

Görüldüğü gibi Muhâsibî’nin adalet fikri daha çok kişinin istikamette olması ve faziletin adaleti bozmaması kuralına dikkat çekmektedir. Amellerin daha fazlası anlamında fazileti zühd ve rıza olarak tanımlayarak onların öznel uygulamalar oluşuna dikkat çekmektedir. Ahlâk felsefesinde bahsedilen faziletler/erdemler anlamından ziyade Muhâsibî amellerin daha fazlası anlamında fazileti kullanmıştır.