• Sonuç bulunamadı

A. SANAT

2. SANAT VE GELENEK

4.2. Eleştirmenler

Ece Ayhan’ın eleştirmenlere bakışı tamamen olumsuzdur. Eleştirmenleri âdeta şiirin ve şairlerin önündeki en büyük engel gibi görür. Kimi zaman onlara en ağır sıfatları yatıştırmaktan kaçınmaz. Eleştirmenlerin, tüm gerici ve baskıcı kurum ve yapılarla eşgüdüm içinde kendi aralarında örgütlenerek her türlü edebi ilerleyişi

“durdurmak”, farklı olanı devre dışı bırakıp yerleşik yapının devamını sağlama işlevini yerine getirmek üzere varlık bulduklarına inanır. Bu misyon, bütün eleştirmenleri ortak bir çizgide birleştirmektedir:

“Çeşitli yönlere giden (gerçeklikte bir yere filan gitmiyorlar bence) bir dolu, bir sürü eleştirmen bir bu karanlıkta birleşmişlerdi; çizgiyi aşmayacaksın!, aykırı dal! Olmayacaksın!”622

Yerleşik sistemin iktidar organları kendi çıkarları doğrultusunda kurdukları statükocu yapının toplumsal yaşayışın her alanında işlerlik kazanması için nasıl insanları “tektip”leştirmeye çalışıyorsa, “üçüncü anlamıyla ‘iktidar’ demek olan eleştirmenler”623 de gönüllerinde yatan aynı arzuyu gerçekleştirebilmek için şairleri tektipleştirmeye uğraşırlar:

“Yazın eleştirmenlerinin gönlünde, oldum bittim bir bando-mızıka takımı yatar. Hele şiirde ‘sıçramış’ bir akım söz konusu ise abanozdan

621 Yeditepe, “İkinci Yeni ve Eleştirmeciler”, Aynalı Denemeler içinde, s.75.

622 İlhan Berk, “’Defterler’ Üzerine Bir konuşma”, Dipyazılar içinde, s.39.

623 İzzet Yasar, “Şairlerin Elinde Şiirden Başka Şeyler de Vardır”, a.g.e. içinde, s.48.

yapılmış ve obua türünden çalgıların kısık ve çatlak seslerini bastırmak üzere akıllarınca mahşerde (yani son çözümlemede) kalın sesli ‘sousaphone’u bile öttürebilirler.”624

Bunun için “kalıplar” üretirler; şairlerin edebiyat dünyasında var olabilmelerini, bu kalıplara göre biçim alma koşuluna bağlarlar:

“Yazın eleştirmenleri büz dökmüşlerdir. Biliyorsun onlar yapar

‘kalıplar’ı, ‘kalıplar’ da onları; karşılıklıdır iş, bir kısır döngü; bir açmaz içinde dönenip duracaksın işte.”625

Ece Ayhan; “Suut Kemal Yetkin, Vedat Günyol, Rauf Mutluay, Asım Bezirci… gibi eleştirmenler bizler için gerçekten yük’tür.”626 diyerek adlar ve anlayış çizgileri bakımından belirli bir ayrıma gitse de, temelde hiçbir eleştirmeni sözünü ettiği çerçevenin dışında görmez:

“Kaldı ki, dilimin hiçbir eleştirmeni status quo’yu aşkın anlatımlar taşıyan bir yeni açıyı, bir yeni perspektifi zamanında haber vermiş de, kavramış da, ona yandaş olmuş da değil.”627

Onu eleştirmenlere yönelik tümüyle olumsuzlayıcı düşünüş ve ifadelere yönelten ana etken, çoğu eleştirmenin İkinci Yeni şiiri karşısında takındığı tutumdur.

Bu hareketin eleştiri cephesinden gördüğü tepki, İkinci Yeni eleştirilirken genellikle Ece Ayhan şiiri özelinde yapılan örneklemeler, onu kimi noktalarda acımasızca sayılabilecek bir bakış açısına ve önyargılara kadar varabilen bir karşı tepki pozisyonuna götürmüştür, diyebiliriz. İkinci Yeni karşısında eleştirmenlerin konumunu şöyle belirler:

“Biliyorsunuz bizim yakın yazın tarihimizde ve özellikle ‘İkinci Yeni’

Akımı (ben ‘Sıkı Şiir’ diyorum; hermetique’den yola çıkıldı belki ama orada kalınmamıştır) konusunda gerçekten ilkel ve iyice dar kafalı (‘filisten’) eleştirmenler nesnel olmakla bilimsel olmayı birbirlerine karıştırırlar. Ne yapalım, bu dünyada şiir, Levranti’lerden, ineklik edenlerden bir türlü kurtulamıyor. Akıllarınca şiirin tarihte parasız ve beklenmedik yürüyüşünü

624 Ece Ayhan, “Tan Oral”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.255.

625 Ece Ayhan, “Şairlerin Elinde Şiirden Başka Şeyler de Vardır”, Dipyazılar, s.50.

626 Ece Ayhan, “Ömer Uluç ile Bir Yakından Bir de Uzaktan Konuşmalar”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.210.

627 Yeditepe, “İkinci Yeni ve Eleştirmeciler”, Aynalı Denemeler içinde, s.75.

durduracaklar! Hem de dünya güzeli bir görüşü alabildiğine sevimsiz kılma pahasına!”628

Eleştirmenlerin bu tutumunu “ürkü”yle açıklar ve bu noktada okurla kurdukları yönlendirici ilişki sürecinde okurun da eleştirmenlerle aynı, yani “karşıt cephe”de yer aldığını düşündüğü için her iki kesimi de aynı kategoride değerlendirir:

“Ama bir tek sözcük yazayım: Ürkü! Evet, evet, gerçekten de okurlar da, eleştirmenler de 1956’dan bu yana ‘uzun’ ürkmüşlerdir.”629

Statükocu yapının bu “ürkü”sü, onları “Kırk yıllık mihenk taşının nesi varmış” anlayışıyla sözde “çağdaşlık” söylemlerinin buluşturulduğu bir çelişki atmosferinde can havliyle o “kırk yıllık mihenk taşları”na sarılmaya itmiş; böylece bu yapının aktörleri de “temel niteliği ‘örgütlenmiş sorumsuzluk’ olan” yerleşik işleyişin sürekliliğini sağlayacak bir tür çare arayışının sonucu olarak da “belirli bir matematik” uğruna, yani “yöntemli düşünmeye, araştırmaya, çeyrek gelişmeye,

‘değişinim’e (‘mutasyon’a), şiirde logaritmaya, ‘düşünce’de kakışmaya, yeni sözdizimine ve giderek yeni mantığa” karşı çıkışlarının dayandığı çıkar hesapları uğruna elbirliğiyle “gerçeklik”i ve “tarih”i çarpıtma yoluna başvurmuşlardır.630 Bunlar “aynı eküriden”dirler, “kurnazlıklarıyla ünlü”dürler; olaylara “kendi

‘Ortodoks’ (‘Sünni’) mika gözlüklerinden” bakılabilmesini ve “belgeler”in, “tarihsel gerçekler”in “göz göre göre gözden kaçırılması”nı sağlamak için her yola başvururlar, tüm kurnazlıkları denerler.631

Kendileriyle “aynı yıllarda, aynı ortamda yaşamış olmaktan utanç duyduğum”

dediği eleştirmeler için “yazın’ın (edebiyat) savcıları” ve “bile bile ‘tarih’i atlayan gizli sağcılar” gibi yakıştırmalar yanında, aşağılayıcı sıfatlar kullanmaktan da kaçınmaz: “domuzlar”,632 “kara denizaltılar ve kara kargalar”.633

Eleştirmenlerin kitaplarında kendi adının hiç geçmediğini ya da kendisine önem verilmeyerek “şöyle bir değinildiğini”, onların “derledikleri seçkilerde, antolojilerde” şiirlerinin bulunmadığını dile getiren şair,634 bu durum karşısında “Ben

628 Ece Ayhan, “Luchino Visconti”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.99.

629 İzzet Yasar, “Şairlerin Elinde Şiirden Başka Şeyler de Vardır”, Dipyazılar içinde, s.51.

630 Ece Ayhan, “Pazar Postası ve Mahşerin Dört Atlısı”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.19.

631 Ece Ayhan, “ ‘Türk Resminde Yeni Dönem’den”, a.g.e . , s.23.

632 Ece Ayhan, “Haklılığın İnadı ya da Kötülük Toplumu”, a.g.e. , s.32.

633 Orhan Kâhyaoğlu, “Haklılığın İnadı”, Şiirin Bir Altın Çağı içinde, s.133.

634 Sedat Ergin, “Bir Söyleşi”, Dipyazılar içinde, s.15.

bir kez şiirden gelmedim ve bir bakıma ben kendimi şairden saymam” diyerek635 aslında ironik bir protesto ortaya koyar.

Eleştirmenleri “güvenilmez” bulmasının, edebi işlev açısından “geçersiz”

saymasının nedeni olarak; eleştirinin özünde “keyfi beğeni”den, “öznellik”ten kurtulamayacağına, her türlü yaklaşım ve değerlendirmenin eninde sonunda “renkler ve zevkler” tartışmasından öteye geçilemeyen bir görecelilik ekseninde yürüyeceğine ilişkin taşıdığı güçlü kanıyı gösterebiliriz. Bu bağlamda verdiği örnekler, sözünü ettiğimiz kanıyı yeterince yansıtır mahiyettedir :

“Beğeni herkese göre değişiyor. Vedat Günyol’a göre en büyük şair Celal Sılay. Memet Fuat’a göre Nâzım Hikmet’ten sonra Kemal Özer, hatta Doğan Türker de var, Ülkü Tamer de var. Enis Batur’a göre ‘çok büyük şair Güven Turan’, aslında ilginç bir adamdır ama Enis Batur’a göre ‘çok büyük’, hatta İsmet Özel’den de önemli. Enis’e göre Ercüment Behzat Lav da çok önemli. Attilâ İlhan’la Asım Bezirci’ye göre Ömer Faruk Toprak ‘çok uç şair’ hatta ‘Cümhuriyetin en büyük şairi’, Suphi Taşan da öyle… Ama Turgut Uyar önemsiz onların gözünde. Hatta bazılarına göre Cemal Süreya faşist!

Görece… Muzaffer Uyguner’e göre Cümhuriyetin en büyük şairi Salâh Birsel. Osmanlı hariciyesine göre Türkiye’nin Shakespeare’i Abdülhak Hamit. Dericilere göre Anıl Meriçelli. Çünkü derici. Deri fabrikaları var çocuğun. Örnekler işte böyle çoğaltılabilir.”636