• Sonuç bulunamadı

Ece Ayhan’ın dünya görüşünü belirli bir siyasal pratiğe ya da mevcut söylem alanlarından birine konumlandırarak açıklamak oldukça güç, hatta olanaksızdır. Bu bakımdan söylenebilecek en kesin şey, onun, kişilik yapısıyla da örtüşür biçimde

“karşıt (muhalif)” bir bakış açısına sahip olduğu, dünya görüşünü de bu karşı duruş çizgisindeki arayış ve sorgulamalar üzerine kurduğudur.

Onun, kendisini yakın hissettiği, aynı saflarda gördüğü insan öbeği şu ya da bu siyasal yelpazenin kapsamıyla sınırlı değil, “kaybedenler” ya da “kaybedeceği belli olanlar”dan oluşan bir kesimdir; aidiyet ve birliktelik açısından düşünsel konumunu temelde belirleyen budur:

“Ben kaybedeceği baştan belli insanlarla omuz omuzayım, ve ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun! Ben kaybedenlere önem veriyorum.”103

Tarihe ve bugüne bakışı, olay ve olguları yorumlayışı bu dışlanmış, kaybetmiş, iktidar kurumlarının zulmüne uğramış kitlelerin varlık nedenini hazırlayan her türlü bileşeni sorgulama, anlamaya çalışma izleğinde biçimlenirken üzerinde ısrarla durduğu belli başlı kavramlar vardır. Bunların başında “devlet”

gelmektedir.

Ece Ayhan “devlet”in “dışında ve karşısında” olmaya çok önem verir. Tam bir devlet karşıtıdır. Ona göre devlet, iktidar sahibi çıkar gruplarının kurdukları, her türlü ileriliğe ve ilerlemeye engel olma sonucunu getirmekten başka bir düzenlemesi olmayan, halkı yıldırıp sömürerek işleyen, baskıcı bir kurumsal yapıdır. Devlet, her şeyden önce “vergi” demektir.104 Tarih boyunca devletin çıkarlarıyla halkın çıkarları hiçbir zaman örtüşmemiş, tam tersine, sürekli çatışmıştır. Halk-devlet ilişkisi, bizde de geçmişte ve bugün hep bir karşıtlık ve çatışma ilişkisidir. Halkın yüzyıllar içinde

102 Enis Batur, “Ancak Rûmun Şuarası”, Cumhuriyet, 21.7.2002.

103 Ece Ayhan, Morötesi Requiem,, s.75. Devlet hakkındaki bu savını güçlendirmek için şu Çerkes Ethem’in durumunu örnek verir. Ona göre, Çerkes Ethem’in devletçe dışlanmış oluşunun asıl nedeni düzenli orduya katılmayışından çok “vergi toplaması”dır; çünkü vergi toplamak “devlet olma savı ileri sürmektir.” (Bkz. a.g.m.)

104 Müslüm Batuk, “Bir Etikçi: Ece Ayhan”, Sivil Şiirler içinde, s.68.

oluşan en belirgin özelliği “devletten hoşlanmaması” ve “binlerce mezraya kaçması”dır. Kimse “bu olgunun tersini” iddia edemez ve böyle bir iddiayı

“yutturamaz”.105

Gazetelerin, kamu iktisadi teşebbüslerini “devlete kambur” olarak niteleyen yorumlarına çok öfkelenen Ece Ayhan, insanların sırtındaki asıl yükün, “kambur”un

“devlet” olduğunu söyler.106 Mustafa Irgat’la yaptığı bir söyleşide, bir gün, başka pek çok olumsuzluğu ve kötülüğünün yanı sıra “düşünce”nin gelişimini de “durduran”

temel etken olarak gördüğü “devlet”in insanlara yük oluşu bağlamında “Devlet Adlı Bir Kambur anlatısı” yazmayı planladığından söz eder.107

Devletlerin “övülen” geçmişlerinin gerçekte binlerce kıyım ve zulümden oluştuğuna inanan Ece Ayhan, bu bakımdan özellikle Osmanlı İmparatorluğunu örnek gösterir; Osmanlıda iktidar uğruna yapılan siyaseten katillerin yanı sıra

“nizam-i âlem ve devletin bekası” gerekçesiyle gerçekleştirilen “kardeş katliamları”na dikkati çekerken, imparatorluğun görkemini ironik bir anlatımla “öz çocuklarını boğmaya” bağlar.108 Ona göre; kendini halka, düşünceye, her türlü insani gelişime kapatmış ve “gerçekte “Bizans’ta bir sülale değişimi”nden ibaret olan Osmanlı,109 bir “Despotluk ve Nobranlık İmparatorluğudur.”110 Yalnızca “kamu mimarisi” önemli olan bu imparatorluğun kubbelere verdiği değerse “iktidar, baskı, denetim” kavramlarının bu kubbeler aracılığıyla ilanı ve çoğunluğun içine kazınması içindir:

“Osmanoğullarının yalnız kamu mimarisi önemlidir. Ortadoğu’da kubbe her şeydir; iktidarı en yetkin biçimde kim böyle anlatabilir, biz Kapıkullarına. Her şey denetim ve gözetim altındadır. Bütün imparatorluk ve kentimiz boyunca. ‘Delirmek bile güçtür!’”111

Ece Ayhan, Osmanlıya yönelttiği eleştirel bakışını aynı biçimde Cumhuriyete de yöneltir. Ona göre, aslında Cumhuriyet de Osmanlının bir devamıdır;

Osmanlıdaki anlayış biçimini ve iktidar baskıcılığını aynı biçimde yapısında koruyan

105 Ece Ayhan, “Ölümün Arkasından Konuşmak”, Bütün Yort Savul’lar!, s.149.

106 Cenk Koyuncu, “Şiirimin İktidara Gelmesini İstemem”, Aynalı Denemeler içinde, s.18.

107 Mustafa Irgat, “Şiirimiz Karadır Abiler”, a.g.e. içinde, s.29, 30.

108 Ece Ayhan, “Ölümün Arkasından Konuşmak”, Bütün Yort Savul’lar!, s.148.

109 Ece Ayhan, Morötesi Requiem, s.83 ; Ütopya, “ ‘Abiler Sesi Tüyler Ürpertici Bir Çığlık Olarak Bana Tam da 1969’da Kayseri’den Gelip Çarpmıştı”, Sivil Denemeler Kara içinde, s.26..

110 Ece Ayhan, “Cumhuriyette Kadın Dolaşımı”, Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup, s. 61.

111 Ece Ayhan, Morötesi Requiem, s.69.

Cumhuriyet, zaten Osmanlı paşalarınca [yani bürokrat bir sınıf tarafından]

kurulmuştur.112 “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ustalıkla ve kılık değiştirerek kaymış”

olan “badem bıyık”lı113 bürokratlar yeni bir devlet kurmayı planlarlarken “devlet-toplum” ikiliğine dayalı asıl sorunu görememişlerdir:

“Marşlar söylenip yürünürken de Cumhuriyet ilan edilmiş, badem bıyıklı laikler çıkmış, bu kez açıkça Türkiye Cumhuriyeti düşünülmeye başlanmıştır. Yani kimse Devlet ile Toplum’un açılmış olan aralarını bulmayı gözetmiyor…”114

Bu ikisi (Osmanlı ve Cumhuriyet) “hem temelde hem ayrıntıda, iki kaşık gibi iç içe ve birbirlerinin peşinde”dirler.115 Osmanlı, bu iç içelikte arkadaki “kaşık”

konumundadır.116 Osmanlı, türlü uzanımlarıyla Cumhuriyette yaşamasını sürdürmektedir:

“Yakın geçmişte, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında terör ve kıyım yapanların, işleyenlerin çocukları, torunları, gelinleri, damatları, yeğenleri… içimizde yaşıyorlar. Yaşamasına yaşasınlar da, benim dikkatimi çeken onların babalarının, dedelerinin hayranı oluşlarıdır. Yalnız ‘kalıt’

kaldığı için değil doğallıkla (o ‘kalıt’ da var işin içinde). Bunun bir anlamı olmalı bugün.”117

Cumhuriyetin ilanıyla gerçekleşen değişim ise “tek padişahlı” bir sistemden

“çok padişahlı” bir sisteme geçişten ibarettir, ikisinin arasındaki fark yalnızca budur.118 Sözgelimi, “içi geçmiş tarih hocalarının söylediklerinin aksine, gerçekte Yeniçeri Ocağı kapatılmamıştır.” İşin gerçeği, yalnızca “esas duruş” kent değiştirmiştir. Üstelik Ocaklar’ın sayısı 2 olmuştur”.119 “Zamanımızın cumhuriyeti”

artık “en az iki-üç padişahlıdır.”120 Ayrıca bu padişahlar, artık günümüzde “tebdil”

gezmeye de gereksinim duymazlar; toplumu bütünüyle kucaklamak için bugün

“başka yordamlar”a sahiptirler.121 Üstelik “düşünce”, -Osmanlı zamanında olduğu

112 Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, s. 183.

113 Ece Ayhan, “Cumhuriyette Kadın Dolaşımı”, Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup, s. 65,66.

114 Sedat Egin, “Bir Söyleşi”, Dipyazılar içinde, s.18, 19.

115 Ece Ayhan, “Mehmet Güleryüz’le İktisat ve Resim Üzerine”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.214.

116 Ece Ayhan, “Ömer Uluç ile, Bir Yakından Bir de Uzaktan Konuşmalar”, a.g.e. , s. 212.

117 Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, s. 135.

118 Ece Ayhan, “Pera Palas’ın Arkasında”, a.g.e. , s.103.

119 Ece Ayhan, “Esas Duruş Mülkün Temelidir”, Ludingirra, 1 (Bahar 1997).

120 Ece Ayhan, “Cumhuriyette Kadın Dolaşımı”, Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup, s. 68.

121 Ece Ayhan, Morötesi Requiem, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s.99.

gibi- henüz “uygarlaşmamış” haliyle “kentin dışında, çadırda” oturmaya devam ettiği için, bugün bile “kardeş katli vaciptir” denilebilmektedir.122 Aynı baskıcı tutum, kişilerin “birey” olmalarını ve özgür düşünebilmelerini engelleme açısından ortak bir reflekse dayanır; zaten “Anadolu’da özgürlük hep sürgünde kalmıştır.”123 Düşündürücü olan bir konu da “bin yıllık Anadolu serüvenimiz”de “askeri önder ile sivil önder”in şimdiye değin “hep tek kişide birleştirilmiş” olmasıdır.124

Ne geçmişteki ne de günümüzdeki yönetim biçiminin taraftarlığını yapar o, çünkü biçimleri farklı olsa da dayandıkları anlayış biçimlerinin aynılığına inanmaktadır; ama “eski”ye göre “yeni”nin daha ileri, daha gelişmiş, insanilik açısından daha ileri bir noktada bulunmasını beklemenin kişiler için doğal bir hak kabul edilmesi gerektiğini düşündüğünden, asıl hesaplaşma alanı olarak Cumhuriyeti öne çıkarır. Cumhuriyete yönelttiği eleştirilerin ise bir tür “geçmişe özlem” gibi görülmesini istemez:

“Benim derdim kendi merdivenli bu Cumhuriyet’tir. Ben Cumhuriyet’te de uyuyamıyorum çünkü. Geçmişte, tarihte (tarih kötülenmelidir, kötülenecektir de) hiçbir yetkin ve iyi bir şey bilmiyorum ben bugünlerden daha iyi ve daha yetkin; evet bilmem. Bende ‘Nerde o eski enginarlar?’ ya da ‘Ah o Altın Çağ!’ masalı hiç olmamıştır olmadı.”125

Cumhuriyetin daha kuruluş aşamasında büyük yanlışlıklar işlenmiş, “iş baştan yanlış çatılmış”tır.126 O da Osmanlı gibi “kamusallık”ın dışında hiçbir şeye yaşama şansı vermemektedir:

“Çevremizde her şey Kamusal (Kara Kamu) kılınmış. Ne ‘marj’a, ne

‘birey’e, ne ‘ütopya’ya sanki yer ve zaman yok!”127

Ece Ayhan’a göre Türkiye Cumhuriyetinin “temeli çeviri”dir;128 “bu Cumhuriyet, Tanzimat Tercüme Odası’ndan çıkmış”tır.129 1924’te “Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu (Code civil et codes des obligations)” aceleyle “çevrilip yürürlüğe” sokulunca, “bütün bir cumhuriyet ‘çeviri bir cumhuriyet’ olmaya

122 Ece Ayhan, “Tonguç Yaşar’la Ortadoğu ve Balkanlar Çapında Bir Söyleşi”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.248.

123 Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, s.96.

124 Ece Ayhan, “Esas Duruş Mülkün Temelidir”, Ludingirra, 1 (Bahar 1997).

125 İlhan Berk, “Kafamızı Kurcalayan Kimi Sorular Üzerinedir: I”, Dipyazılar içinde, s. 28,29.

126 Ece Ayhan, “Mehmet Güleryüz’le İktisat ve Resim Üzerine”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.215.

127 Ece Ayhan, “Ömer Uluç’la Sanat ve Delilik Üzerine”, a.g.e., s. 205.

128 Ece Ayhan, “ ‘Prens Sabahattin’ Eyuboğlu”, a.g.e., s.57.

129 Ece Ayhan, “Tan Oral”, a.g.e. , s.255.

başlamıştır.”130 Dayanağı ise halk iradesi değil, bürokratik bir düzenlemedir; varlığı

“bürokratların iktidarı” üzerine kuruludur:

“Kabakçı Mustafa, Patrona Halil… Osmanlı tarihinde kazanmış olsalardı acaba ne olurdu? III. Ahmet tahttan indirildi o kadar oysa. Sınıfsal yapısı açıkça görülmeyen ya da açıkça gösterilmeyen devlet. Bürokratlar her zaman iktidara konmuştur.”131

O, iktidara sahip olmak ile iktidara tabi olmak bakımından karşıt uçlarda yer alan ama aslında aynı anlayış temelinde bir tutum ve düşünüş içinde bulunan kişi ya da kitleleri “aynı masanın farklı taraflarında bulunanlar” olarak görür; aslında birbirlerini tümleyen bu karşıt uçların aynı algı eksenindeki “kapışma”larının sonucunda bir tarafın “iktidar”a konmasını İsmet İnönü-Nâzım Hikmet ikiliğinden yola çıkarak örneklendirir:

“Tarih denilen, meşe seli gibi kıpkızıl, ırmakta iki kez yıkanılmaz ya;

hadi biz hayal ya da metafor dünyamızda, çevirelim; geri çevirim: Sözgelişi, İsmet İnönü, kapıkulluğundan vazgeçseydi ve bunun sonucu 13-14 yıl hapislerde yatabilir, ve Nâzım Hikmet de Cumhurbaşkanı olabilirdi. Teşbihte hata olmazmış! Bir anlamda da takdim tehir! Masa’nın bir yanı ile öteki yanı sorunu işte anlayacağınız! Fark etmez!”132

Gerçekte bugün de iktidarda olduğunu iddia ettiği “Jön Türkler”133, Ece Ayhan’ın kanısınca, eskiden “Bektaşi olurlardı”; şimdi ise “laik” ya da “yeni laik”tirler ve belki de kapsamı “bile isteye dar tutulmuş” olan bir “dar tarikat”

kurmuşlar, ülkede egemen olan bir “Batı tekkesi” oluşturmuşlardır.134 Ayrıca, Tanzimat döneminin sona ermiş olması bir yana, “bugün de Tanzimat’ın tam üzerinde oturuyoruzdur.”135 Üstelik, “gerçekte sağ”ın “sol”, “sol”un “sağ” olduğu ülkemizde “sağda” yer alan “bugünün Tanzimatçıları” eskisinden de beter durumdadır; “halkla ilgili” şeyleri sevmeyen eskilere göre günümüzün Tanzimatçıları “tutarsızdır.” Tarihin bu tekerrürünün, dönemlerin aslında birbirinin devamı ya da özdeşi olmasının nedeni, ülkemizde “tepeden inmeci” yani “jakoben

130 Ece Ayhan, “Aydınlara Bir Bakış Sürüyor”, Aynalı Denemeler, s.56.

131 Ece Ayhan, Morötesi Requiem, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s.76.

132 Ece Ayhan, “Esas Duruş Mülkün Temelidir”, Ludingirra, 1 (Bahar 1997).

133 Ece Ayhan, “Bir ‘Devlet Şairi’ Olarak Yahya Kemal”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.52.

134 Ece Ayhan, “ ‘Prens Sabahattin’ Eyuboğlu”, a.g.e., s.57.

135 Ece Ayhan, “ ‘Saba Melikesi’ Emel ile Bir Söyleşi”, a.g.e.,s.242.

bir gelenek”in var olmasıdır.136 Tüm bu görüşlerinin sonucunda Ece Ayhan şu itirafta bulunur:

“Ben Cumhuriyet’te de uyuyamıyorum! Yasalar, toplumu değiştirmekten çok bürokrasinin yetkilerini pekiştirmeye yarayacaktır.”137 Aslında Ece Ayhan’ın Cumhuriyet eleştirisini, kendince yanlış bulduğu uygulamalar ekseninde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Kanımızca şu sözleri, sözünü ettiği yanlışlığın giderilerek Cumhuriyetin gerçekte olması gerektiği yapı ve özelliğe doğru evrileceğine olan inancını ya da umudunu yansıtmaktadır:

“Alttan alta atan bir ‘karaşın cumhuriyet’ de var ama. Yalnız ‘sarışın cumhuriyet’ olacak değil ya.”138

Bizim kültürel ve siyasal yaşamımızdaki sorunları “Doğululuk” ekseninde de sorgulayan Ece Ayhan, Doğu’nun tarihinde “kavramlara değil de sıfatlara, tek boyutlu sıfatlara çok düşüldüğünü”,139 sıfatların belirleyici bir işlev gördüğü bu tek boyutluluğun gerçekleri görmeyi engellediğini düşünür. Ona göre, Doğu’nun en büyük eksikliklerinden biri de “süreç yokluğu”dur. Uzun süreli bir gözlem ve eleştirel bakışla bunun sonucu olarak mevcut işleyişe müdahil olmayı getirebilecek bir “süreç”, bizim de içinde bulunduğumuz “bütün bir Doğu”da yoktur; nasıl ki

“Çılgın Aşk, Roman, Portre, Ara Kurumlar, Bireysellik, İnsan Hakları, Belediyelikler… yoksa.”140 “Doğucu” olmak bizim açımızdan hiçbir sorunu çözmez;

Batıcı olmak da öyle. Zaten her iki tutum da “ölü bir altyapıya” dayanır. Ayrıca, hangisinin fanatiği olunursa, sonuçta karşıt kutupta bulunan öbürüne varılması bir tür doğa yasası gibidir:

“Evet, açıl Doğu açıl! Doğu açılsın, Doğu açılacak elbette. Ama yeni bir Akdenizli der ki, hem yeni ayana, hem yeni divanilere, Doğuya doğru fazla giden, coğrafya yüzünden, Batıya düşer. Tersi de geçerlidir bunun. İster Hacivat’ın, ister Karagöz’ün olsun, ölü bir altyapıya dayandığı için, birbirinin tersi olmaktan öte, bir anlamı, karşıtların çatışması olmayan bu

136 Müslüm Batuk, “Bir Etikçi: Ece Ayhan”, Sivil Şiirler içinde, s.69.

137 Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, s. 168.

138 Ece Ayhan, “Berlin’de Adı Bir ‘Sivil Söyleşi’ Konulmuştur”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.185.

139 Ece Ayhan, “Küçük Bir Kültür”, Sivil Şiirler, s.7.

140 Gergedan, “Niçin Yazıyorsunuz”, a.g.e. içinde, s.78.

düşünceler, topraklarda, halkın arasında, bir halife, bir oğul bırakmayacaktır, bırakmıyor.”141

Önemli olanın, egemen parametrelerin dışında öncelikle bu toplumu ve kendi toplumsal gerçekliğimizi anlamak olduğunu düşünen Ece Ayhan’a göre “iki Türkiye” vardır:

“Evet, eskiden beri iki Türkiye vardır: Biri taşradaki ‘İbrahim toplumu’, öbürü, kentteki ‘dar kalabalıklar’.”142

Bu sınıflandırma, aynı zamanda “devlet-halk, iktidar sahipleri-iktidara boyun eğenler, ezenler-ezilenler, sömürenler-sömürülenler, haksızlık yapanlar-haksızlığa uğrayanlar, ‘kötülük dayanışması’ uyarınca artıkdeğer bölüşümünü gerçekleştirenler-emekleriyle sermayeyi kalkındırıp kendi yoksunluklarını ‘tevekkül’e sığınarak bastırmaya çalışanlar” gibi ikilikleri de imlemektedir. “İbrahim toplumu”nu teşkil eden Anadolu insanı devlet tarafından dışlanmakla kalmamış, Türkiye’deki aydınlarca da hep “öteki” olarak görülmüştür:

“Evet, 1973’de, yıllar sonra su yüzüne çıkabilenler, çıkmayı başaranlar, geçmişteki ‘meczuplar’ın torunlarıydı, çapulcuların çocuklarıydı.

Şunlardı, bunlardı ama bu toplumu onlar da kıyısından köşesinden sakallarıyla, garip örtünme biçimleriyle… oluşturmazlar mı?

Oluşturmuyorlar mı? Evet, belki de en çok kelle yitirenler onlar olmuştur tarihte, Kayyumları, üfürükçüleri…. (Foucault’nun deyimiyle –bunu bana Lale Müldür söylemişti Gümüşlük’te-) ‘ötekiler’i nasıl dikkate almazsın, almazsınız bir toplumbilim araştırmasında, anlamıyorum anlıyamıyorum..

sizin kişisel düşüncenize, tıkırınıza ben ne yapayım? İşimiz, bütün derdimiz

‘gerçek’e, ‘gerçekler’e yaklaşabilecek bir bireşim bulmak değil midir? Evet, dar ve geniş anlamıyla bireşim!”143

Oysa kim “neye yorarsa yorsun”, “belirli bir kültürün içinde oturmak için, gerçekten de bütün sıfatların silinmesi, tüm “küçük kültürler”in “biriktirilmesi”

gerektiğine inanır Ece Ayhan.144 Halkın düşünüş ve yaşayış biçimleri yakın plana alınarak iyi irdelenmeli, sığındığı kimi kavramlar egemen ideolojinin

141 Ece Ayhan, “Ölümün Arkasından Konuşmak”, Bütün Yort Savul’lar!, s.151.

142 Ece Ayhan, “Şiir Atölyeleri ya da”, Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup, s. 49.

143 Sedat Egin, “Bir Söyleşi”, Dipyazılar içinde, s.10.

144 Ece Ayhan, “Küçük Bir Kültür”, Sivil Şiirler, s.9.

yönlendirmeleri dışındaki ‘gerçek aydın’ bakış açısıyla doğru okunabilmeli, bu kavramların derinlerindeki dönüştürücü/devrimci dinamikler gözden kaçırılmamalıdır; ama “iktidar”la doğrudan göbek bağı olan “sosyal demokrat aydınlar” bu kavramları –örneğin “tevekkül”ü- çarpık bir yorumla algılayıp öyle de lanse ederek haksız ve halktan uzak konumlarını iyice pekiştirmişlerdir:

“Şu Anadolu Orta Zaman’ında ‘tevekkül’ün gerçekte bir çeşit umarsız ‘başkaldırma’ olduğunu da düşün! Bir kör umut. Kurcalayınca, irdeleyince, deşince neler neler çıkmaz ki. Boya kazınmalı. Bu ‘emlak laikleri’, kendilerinin ve babalarının ve dedelerinin boyun eğişleri, kamburları anlaşılmasın diyedir, tüm ‘tevekkül’leri ‘bir lokma bir hırka anlayışıdır, başka bir şey değildir’ anlamında belletiyorlarsa ben ne yapayım.”145

“Sosyal demokrat” yerine “sosyal bürokrat” ifadesini kullanmayı yeğleyerek146 bu kesimin “devlet” ve “iktidar”la olan yakın ilgisini (ya da özdeşliğini) vurgulamak isteyen Ece Ayhan’a göre, aslında “sol”da yer alması,

“sol”un tabanını oluşturması gereken bu “İbrahim toplumu”, kendisini “sol”da tanımlayan Batılılaşmacı sosyal demokratların söz konusu konumlarına bir tepki olarak “sağ” yelpazede yer almayı yeğlemiş, âdeta “düşmanla işbirliği” yapmak zorunda kalmıştır:

“Çok sonraları. Batılılaşalım gülelim eğlenimcileri, sonucu kendileri hazırladıkları halde, şaşırtan şey, halkı devleti kendisine en az hissettirebilecek düşmanlarıyla bile işbirliğine iten neden bu değil midir?

biraz bir yanıyla da, katlanarak.”147

Tüm bu saptamalarına karşın topluma yönelik en ağır eleştirileri yapmaktan da geri durmaz Ece Ayhan. Hatta “bir insan toplumu içinde olmadığımızı” düşünüp bunu sık sık dile getirdiğini kendisi de belirterek toplumsal yapıya ilişkin şu nitelemeleri kullanır:

“Tarihe ve bugüne bakarak ‘örgütlenmiş sorumsuzluk’la kuşatılmışız da diyebiliyorum. Her şey kara kamu ya da kamusal; ara kurumlar bile yok

145 İlhan Berk, “Kafamızı Kurcalayan Kimi Sorular Üzerinedir: I”, Dipyazılar içinde, s. 30.

146 Müslüm Batuk, “Bir Etikçi: Ece Ayhan”, Sivil Şiirler içinde, s.68.

147 Ece Ayhan, “Ölümün Arkasından Konuşmak”, Bütün Yort Savul’lar!, s.149.

diyorum. Ama yakınızda ya da uzağımızda ‘kasap suratlılık’ olacak diyorum.

Kitaba ve yazıya karşı eski ve yeni büyük bir düşmanlık var diyorum.”148 Yazıya ve yazılı kültüre “düşman”lığından söz ettiği bu toplum, bunun bir sonucu olarak aynı zamanda geçmişini çok çabuk unutmakta, bu unutkanlığını da meşrulaştırmak için “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” sözüne sığınmaktadır.149 Toplumsal belleği “kedi belleği”ne benzetir:

“Toplumun, ‘topluluk’un bir belleği yok. Kedi belleği adeta. Başka bir deyişle geniş mezhepli bir kedi belleği.”150

Toplumun tarih boyunca yaşadığı baskı ve zulümler karşısında neredeyse hep edilgin bir konumda kalmasını başka kuramsal açıklamalarla anlamakta güçlük çeker ve kendisini ikna edici bir neden arayışı yönünde şu kuşkusunu dile getirir:

“Burada bir düşünce düştü aklıma; ateş parçası. Biz, bilinçaltında acaba korkak mıyız? atalarımızın başlarına gelenler yüzünden. Yalnız ‘büyük kaçgun’ yüzünden değil; ‘susun, aptesimiz yok, halifenin ya da padişahın adını anmayalım, hafiyeler vardır dinlerler.”151

Onun toplum karşısındaki tavrı, kendini soyutlamadır. Bu tavrı kendisi için en doğru seçim olarak görür; “Bu toplumdan, bu tarihten olmaktansa ‘doğal’ bir adam olmayı seçiyorum ben.”152 diyerek toplum karşısındaki tavır ve konumunu açığa vurur. Toplumun içinde bulunduğu durumun düzeleceği konusunda ise umutlu değildir:

“İdris Küçükömer geldi vapura, karşıma oturdu; pencerenin yanındayız; konuşuyoruz. Yol boyunca varılan, vardığımız sonuç; bizim toplumu, bu koşullar içre ve üzre, hiçbir şey, ama hiçbir şey kurtaramaz!

Akla gelebilecek ya da gelmeyecek her şey çözülmez bir arapsaçı tam; sayısız bir kördüğüm, bir karmakarışıklık.”153

Toplumla ilgili olumsuzlayıcı hatta yer yer aşağılayıcı sözlerine bakarak onun elitist olduğunu ya da elit tabakaları olumladığını sanmak çok yanlış olur. Ece Ayhan, aynı olumsuzlayıcı eleştirilerini aydınlar için de dile getirir; üstelik daha sert

148 Ece Ayhan, “Nilgün Marmara’ya Sorular”, Sivil Şiirler, s.91.

149 Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, s. 177.

150 Ece Ayhan, a.g.e., s. 186.

151 Ece Ayhan, a.g.e., s. 183.

152 Sedat Egin, “Bir Söyleşi”, Dipyazılar içinde, s.16.

153 Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, s.129.

bir tutumla. “Toplum-aydın” ikiliğini ise “Karagöz-Hacivat” karşıtlığına benzetir.154 Her iki kesimin de yanında yer almadığını belirtmekle birlikte aydınların daha fazla sorgulanması gerektiğini düşünür:

“Ben hiçbir zaman Karagöz’leri (kabaca düz-halkı deyimler) savunmadım, savunmuyorum ama bugünkü Hacivat’lar da (bu da genel çizgileriyle ‘okumuşlar’ı) biraz fazla ileri gitmiyorlar mı dersiniz? Gidilmiyor mu? Bunun üzerine bir düşünelim bakalım derim.”155

Şerif Mardin’in aynı görüşü içeren bir savından yola çıkarak Türkiye’de

“aydınların oluşamayacağını” söyleyen Ece Ayhan, bu nedenle “aydın” yerine

“okumuş” sözcüğünü kullanmanın daha doğru olacağını belirtir.156 Kendisi de özellikle bu sözcüğü kullanmaya dikkat eder. Ona göre, sözgelimi “kayırılmış bu İstanbul kentinde” bir tane bile “entelektüel” bulmak olanaksızdır.157 “Aydın” sıfatını hak edip taşıyacak kişinin birtakım özelliklere sahip olması zorunludur. Bunların başında kendi “grubunun içinden konuşmamak” gelir. Ayrıca “ ‘aydın’ın ‘yalnız değil, ‘yapayalnız’ bırakılmış olması zorunludur” ve bu “yapayalnız bırakılmışlık”

sürecinin “en az 30-40 yıl”ı bulması gerekir.158 Hepsinden önemlisi de “aydın”, sözünün eri olmalı, haklılığına inandığı konuda hiçbir nedenle geri adım atmamalı, bedel ödemekten kaçınmamalıdır; yani “göze alabilme” yürekliliğine sahip olmalıdır.

Bu özellikteki bir “aydın” örneği olarak İsmail Beşikçi’yi gösterir:

“Görüşleri dolaşıma sokmak gerekir. Pazarlamadan, pazarlık yapmadan. Göze almak yani. İsmail Beşikçi uzun süre hapis yıllarından sonra çıktığında gazeteciler ona çeşitli sorular yöneltmişler. Beşikçi de bunları yanıtlarken içeri alınma nedeni olan görüşlerini yinelemiş. Avukatı konuşmasını istemediği için onu koluna girerek götürmek istemiş ama Beşikçi konuşmasına devam etmiş. İşte burada avukat haklıdır belki, ama Beşikçi yüzde yüz haklıdır.”159

154 Bu benzetme yoluyla yalnızca “aydın-halk ikiliğini değil, “devlet-halk” ikiliğini de

simgeselleştirmiştir. Halkın hem devletten kopukluğunu hem de duyarsızlığını anlattığı satırlarda yine aynı benzetmeye başvurduğu görülebilir: “Evet, ferman Gülhane kahvelerinde Hacivatca okunurken, Karagöz aznif oynamayı kesmemiştir.” (Ece Ayhan, “Ölümün Arkasından Konuşmak”, Bütün Yortsavul’lar!, s.149,150.)

155 Ece Ayhan, “Pera Palas’ın Arkasında”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.105,106.

156 Ece Ayhan, “Ve Geldik ‘Tarihe Bakarsanız Anlarsınız’a”, a.g.e., s.47.

157 Ece Ayhan, “Eleştirmenler”, Sivil Şiirler, s. 17.

158 Ece Ayhan, “Karaşın ya da Sarışın”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.27.

159 Müslüm Batuk, “Bir Etikçi: Ece Ayhan”, Sivil Şiirler içinde, s.70.

Oysa bizde kendilerine “aydın” diyenler, bu özellikleri taşımak bir yana, gerçekten gündeme getirip tartışacakları konulardan kaçıp belli kesimlerin sorunları dışında bir şeyle ilgilenmezler. Sözgelimi, Türkiye’de milyonlarca insan

“dayanılmaz boyutlarda” barınma ve konut sorunu yaşadığı halde onlar olayın özünü görmek yerine “şehircilik” gibi çeviri kavramlarla yapay bir bağlamda, gerçeklikten ve insandan kopuk bir algı düzleminde sözde düşünce üretmeye uğraşırlar.160 Ayrıca bizim “okumuş”larımız, en başından beri resmi ideolojinin isterlerine uygun bir düşünsel kimlik sergilemiş, nedense hep “nizam-ı âlemci olmuşlardır.”161 Gerçi bunu bir ölçüde doğal karşılamak gerekir; çünkü bu “okumuş” kesim, yalnızca “dolaylı olarak devlet işlevine ortak da değillerdir, doğrudan doğruya devlet memurudurlar.”

Ece Ayhan bu düşüncelerini iktisat profesörü olan İdris Küçükömer’den aktardığı şu cümlelerle destekler:

“(Bir dergide İdris Küçükömer yazmıştı; ‘Bugün biz dahi bürokrasiyi içimizde, benliğimizde bulabiliriz… Farkında olmasak da yaşantımızda ona uyarız ya da uydururlar bizi. Ulema da devletindir, profesör de devletin profesörüdür…’)”162

Ona göre, “devlet”le ve “resmi ideoloji”yle içli dışlı olan bu “okumuşlar”, üzerinde yaşadıkları coğrafyanın en derin sorunlarını görmekten, bütün bir Anadolu’yu kateden “derin ve büyük bir çatlak”ı anlamaktan âciz oldukları gibi, aslında tüm bunlarda kendilerinin de payı bulunduğunu kabullenmeye yanaşmazlar:

“ ‘Verilmiş Olan’dan kuşkuya düşmediler gibi geliyor bana pek. Oysa derin ve büyük bir çatlak, bizim bu kırk altı milyonluk ‘topluluk’ta, Anadolu’yu baştan başa geçiyor. Yerbilimci, jeolog arkadaşlara sorarsanız,

‘hayır, yanılıyorsun, böyle uzun bir fay yok’ derler, hem de doğrudan doğruya kendilerinin oluşturduğu ‘toplumsal çatlak’ üzerinde otururken.”163 Nevin Çokyay’la yaptığı bir söyleşide, Bağlarbaşı’nda arkadan tramvaya asılmaya çalışan bir çocuğun tekerleklerin altında kalıp çiğnenmesinden sonra vatmanın Altunizade sokaklarında belinde bir iple dolaşıp durmasını anımsatır ve

“Şimdi bizim ‘okumuşlar’ (ya da ‘aydınlar’) önden çiğnedikleri halde aldırmıyorlar!

160 Ece Ayhan, “Aydınlara Bir Bakış Sürüyor”, Aynalı Denemeler, s.56.

161 Ece Ayhan, “Mehmet Güleryüz’le İktisat ve Resim Üzerine”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.215.

162 Ece Ayhan, “Aydınlara Bir Bakış Sürüyor”, Aynalı Denemeler, s.57.

163 Gülin Tokat, “İlhan Berk ile Ece Ayhan İkinci Yeni Akımını Anlatıyor”, Dipyazılar içinde, s. 130.