• Sonuç bulunamadı

felçten kurtulup ayağa kalkabilmiş; Nisan 2001’de yeniden Çanakkale’ye dönerek Yapı Kredi Yayıncılık’tan aldığı telif ücretleriyle geçimini sağlamaya çalışmıştır.

Daha sonra Çanakkale’den ayrılıp İzmir Büyükşehir Belediyesi Gürçeşme Huzurevine yerleşen ve buradaki ihtiyaçları belediye tarafından karşılanan Ece Ayhan, 12 Temmuz 2002’de saat 16.00 sıralarında rahatsızlanarak Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesine kaldırılır. Yoğun bakım servisinde hemen tedaviye alınan şair, yapılan tüm tıbbi müdahalelere karşın kurtarılamaz ve “nörolojik rahatsızlıklarına bağlı kalp yetmezliği” nedeniyle saat 23.45’te vefat eder.48 Kültürpark İzmir Sanat’ta düzenlenen cenaze töreninin ardından, naaşı Çanakkale’ye götürülerek Eceabat ilçesine bağlı Yalova köyünde toprağa verilir (15 Temmuz 2002).

Cenaze töreninde Başbakan Bülent Ecevit’in gönderdiği mesaj da okunur:

“Ece Ayhan çağımızın büyük ozanlarındandı. Şiirleriyle gönlümüzde yaşayacaktır. Türk şiirinin bu müstesna insanına Allah’tan rahmet diliyorum.”49

Başbakan Bülent Ecevit, Kültür Bakanı Suat Çağlayan ve Eski Kültür Bakanı İstemihan Talay cenaze törenine çelenk gönderenler arasında yer almışlardır.

gibiydi devinimleri. (…) ‘Bütün dünyayı parantez içine alırsınız. Parantezi çıkardığınızda mutlaka ben kalır’ dediği gibi, çok kendiyleydi sanırım. (…) Özel yaşantısı ve duyguları üstüne konuşmaktan kaçınıyor. Daha çok olaylar ve insanlar üstüne söyledikleri. Kendisi ise tanık yerinde olmaktan hoşlanıyor. Sürekli defans halinde.”50

Ahmet Soysal, onunla Nilgün Marmara’nın evinde tanıştığını; bu ilk karşılaşma ve tanışmanın, daha önce şiirlerini okurken kurduğu Ece Ayhan figürünü doğruladığını söyleyerek ilk izlenimlerini şöyle aktarır:

“İnanılmaz ciddiydi, durmadan konuşuyor, bir şeyler anlatıyor, söyledikleri kadar hatta onların ötesinde eşsiz kişiliği cezp ediyordu. Doğru yerde durduğunu anlıyordunuz. Doğru olduğu için de zor bir yer. Dayanılmaz bir yer. Bu yüzden, yanında insanlara ihtiyacı vardı. Uçurumdaydı. Ya da temeldeydi; ama teme, bir uçurumdu. Darbeler yemiş, ama susmuyordu.

Yaralıydı ama hayat doluydu. (…) Evet, bir meclisti, o sıralar Ece Ayhan’ın etrafında, ama hiç de edebiyatçıların şapel (chapelle) dedikleriyle ilgisi yoktu. Ece Ayhan, müritlerini toplamış bir ustayı çağrıştırmıyordu. Yalın ve kırılgan bir insanlık sıcaklığı yayılıyordu oradakiler arasında.”51

Sennur Sezer de, Ahmet Soysal’ın söylediklerini destekleyici bir saptamayla, onun “kalabalıkları değilse bile birlikteliği sevdiğini”52 söyler. Çevresinde insanların bulunmasını önemseyen Ece Ayhan, bunun gereğini “bir değişimi gerçekleştirmek”

ekseninde ortaya koyar:

“Bir değişim, bir sokakta bile, elbirliğiyle yapılmalıdır bence. Ben bir keşişim ya da zangoçum falan filan ama…”53

Pakize Barışta, ilk karşılaşmalarında onun bellek gücüne ve meraklı kişiliğine olan şaşkınlığını dile getirir. Tanışmadıkları ve daha önce hiç karşılaşmadıkları halde, kendisiyle ilgili pek çok şeyi, hatta özel yaşamına ilişkin kimi ayrıntıları bile bilmektedir. Buna çok şaşırır; orada bulunan ve Ece Ayhan’ı önceden tanıyan İzzet Yasar’a bu şaşkınlığını ifade ettiğinde, Yasar’ın yanıtı sadece “O bilir” olur.

Yalnızca kişilerin geçmişine ilişkin sahip olduğu ayrıntılı bilgilerle şaşırtmaz

50 Emel Gunca, “Sahici İnsanların Ecesi”, Aynalı Denemeler içinde, s.63,64,66.

51 Ahmet Soysal, A’dan Z’ye Ece Ayhan, YKY, İstanbul 2003 [Kitap-lık (59), Mart 2003 eki, s.4-7.

52 Sennur Sezer, “Ece Ayhan İçin Aynalı Bir Requiem”, Evrensel Kültür, 128 (Ağustos 2002).

53 Ece Ayhan, Morötesi Requiem, s. 47.

çevresindekileri, gözlem gücünün yanı sıra sezgileri ve geleceğe ilişkin tahminleri de çok güçlüdür; öyle ki özel yaşamına ilişkin o sırada Barışta’nın bile farkında olmadığı bir durumu önceden sezip ona haber vermektedir:

“Ve o gün Mustafa’nın evinden ayrılırken bana gülümseyerek ‘İyi,’

demişti: ‘iyi, bak yeniden âşık oluyorsun’… Diğer birçok şeyin yanı sıra beni de bütün gün izlemiş, benim henüz bilmediğim bir şeyi o görmüştü, bunu aylar sonra anladım.”54

Bu meraklı kişiliğinin yanı sıra çok güçlü bir belleğe de sahiptir Ece Ayhan.

Kendisiyle bir söyleşi gerçekleştiren Vecdi Erbay, bu güçlü bellek karşısında duyduğu hayreti ve hayranlığı şöyle dile getirir:

“Müthiş bir hafızası var Ece Ayhan’ın. Yaşadığı, okuduğu, duyduğu hiçbir ismi unutmuyor. Anlattığı her şeyi en ince ayrıntılarına kadar hatırlıyor. “55

Güçlü ve ayrıntılarla dolu belleği için kendisi “çıfıt çarşısı ve de tavanarası belleğim” yakıştırmasını yapar.56

Meraklı ve araştırmacı kişiliği, ilgi alanlarında ve özellikle üzerinde durmaya değer bulduğu kitap ya da kaynakları seçiminde kendini belli eden ayrıntıcılıkla bütünlenerek onu farklı kılan bir etmen olmaktadır. Her ne kadar Hilmi Yavuz onun

“okuryazarlığı”nın “vasat”lıktan öteye geçmediğini öne sürse de57 Metin Celal bunun tam tersine bir saptamayı dile getirir:

“Tarih, sosyoloji, siyaset bilimi, ekonomi, felsefe onun didik didik ettiği alanlardı. Her bilginin, her olgunun ardındaki gizli anlamı bulmaya çalışırdı. Kendisini hep kıyıda hissettiğinden olsa gerek, ilgilendiği her şeyde marjinalliğin izini sürdü. Alkışlananı değil, görmezden gelineni bulmaya, göstermeye çalıştı. Entelektüel olduğu kadar, belki daha fazla sokaktaydı.

Sokakta konuşulanlar, sokağın dili, argo adeta onun ikinci diliydi. Sultan II.

Mahmut kadar ünlü fahişe Çanakkaleli Melahat da ilgisini çekerdi.”58

Doğan Hızlan’ın ilk tanışma izlenimleri de Metin Celal’i destekler niteliktedir.

54 Pakize Barışta, “Ece Ayhan (1931, Datça-Tarih Yok, Hiçbir Yer.)”, Milliyet, 5.8.2002.

55 Vecdi Erbay, “Sağlığı Çok İyi”, Özgür Politika, 14.3.2001.

56 Ece Ayhan, “Esas Duruş Mülkün Temelidir”, Ludingirra, 1 (Bahar 1997).

57 Hilmi Yavuz, “Ece Ayhan’ın ‘Hacıyograf’ları, Zaman, 9.4.2003.

58 Metin Celal, “Güle Güle Ece Ayhan, Güle Güle Usta”, Radikal, 14.7.2002.

“İlk tanıştığımız günü anımsıyorum. Beyazıt’ta Çınaraltında. Sahaflar Çarşısı’ndan çıkmıştı. Sonradan anlayacaktım ki, yüzyıllardır, bir manastırdaki elyazması kitapta saklı bir dipnotunun peşindeymiş.

Gülümsüyor, küçük eleştirileri içerik olarak hırçın, biçim olarak yumuşak yapıyordu.”59

Metin Celal, onun “kolayca dost olunabilen, yaş farklı gözetmeden herkesle konuşup tartışabilen biri” olduğunu, genç şairlerin bile ona “Ece diye hitap edebilecekleri” kadar insanlarla yakınlık kurduğunu, “kişisel olarak da çok sevildiğini” söylüyor.60

Sevin Okyay’sa bu konuda Metin Celal’e katılmamaktadır. Kendisinin bildiği kadarıyla edebiyat çevrelerindekilerin çoğu ondan çekinmekte, hatta korkmaktadır;

çünkü bu “çataldilli” şair sözünü kimseden esirgemeyen, kimseye prim vermeyen bir yapıya sahiptir. Okyay, Ece Ayhan’la ilgili saptamalarını şöyle sürdürür:

“Daha baştan kendi safını seçmiş, insanların notunu vermiş, hayata karşı bir tavır benimsemişti. Bu tavrı hiç değiştirmedi, kendini değiştirmedi, ne pahasına olursa olsun satılmadı, kararının getirdiği her türlü zorluğu da sineye çekti. İyi niyetle ona yardım etmeye çalışanlara bile huysuzlanıp ellerini böğürlerinde bıraktığı görülmüştür. İnsanlar Ece’ye yardım etmek için, başlangıçta bunu hoş karşılıyor göründüğü durumlarda bile, Ece’yle boğuşmak zorunda kaldılar.”61

Ece Ayhan’ın “huysuz” ve kendisiyle geçinilmesi güç bir kişiliğe sahip olduğu konusundaki görüşler ağırlıktadır. Hürriyet gazetesinin “Geleceğe Aşk Mektupları” dizisinde onun bir mektubunun da yayımlandığı sayfalarda şair hakkında şu tanıtım yazısı yer almaktadır:

“Kendisi pek huysuz olduğu için, seveni az. Ama şiirleri için aynı şey geçerli değil. Hiçbir zaman bir mülkiyet duygusu olmayan şair, son yıllarını hastalıklarla boğuşarak geçiriyor.”62

Doğan Hızlan da onun “huysuz” ve “hırçın” bir kişiliğe sahip olduğunu söyler:

59 Doğan Hızlan, “En Popüler Marjinalimizdi”, Hürriyet, 14.7.2002.

60 Metin Celal, “Güle Güle Ece Ayhan, Güle Güle Usta”, Radikal, 14.7.2002.

61 Sevin Okyay, “Beyaz Adam Çataldilli”, Radikal, 16.7.2002.

62 Ece Ayhan, “Geleceğe Aşk Mektupları/ Ece Ayhan: Aşk İki Kişiliktir”, Hürriyet, 14.2.2000.

“Ece Ayhan iyi bir şairdi ama huysuz, hırçın bir tabiatı vardı.

Doğunun toptancılığı bizi yanıltıyor. İyi şair olunca kişiliği üzerine konuşmuyoruz, ona yardım edenlere her zaman teşekkür etmediğini, onları üzdüğünü ben hatırlıyorum.”63

Sema Aslan’la yaptığı bir görüşmede kendisinin de “Can Yücel gibi sinirli bir yapıya sahip olduğundan” söz eder.64 Sinirli ve inatçı yapısının “haklı olduğunu bilmekten” ve “hak arama ısrarından” kaynaklandığına inanan şair,65 “huysuz” biri olduğunu ise kabul etmez; kendisine yakıştırılan bu sıfatın altında bir yanlış anlama ve çarpıtma olduğunu düşünür. Filiz Aygündüz’ün “Biraz da huysuz olduğunuz söyleniyor, ne dersiniz?” sonusu üzerine şu yanıtı verir:

“Orhan Veli’nin sevgilisi Nahit Hanım ‘huysuz’ derdi bana. Nahit Hanım’ın arkadaşlarını, Afet İnan’ı Ahmet Adnan Saygun’u, Nurullah Ataç’ı eleştirirdim. ‘Sus huysuz herif’ derdi. Aslında hiç öyle huysuz biri değilim.

Yıllar önce Arif Damar’la oturuyoruz. ‘Valla ben halim selim bir adamımdır’

dedim. Şöyle bir baktı: ‘Öyle mi?’ dedi. Çünkü duydukları başka türlü şeyler.

Bir de ben hakkımı savunurum. Bizde hakkını savunan huysuz oluyor.”66 Tutum ve davranışlarıyla başkalarına “ters” görünmesinin altında “doğru”

kalmak için gösterdiği inadın yattığı kanısında olan şair, “farklı” gördüğü bu yanına kendine özgü bir kurgu ve benzetmeyle işaret eder:

O yüzden yazıyı bir ibret ile bitirmek istiyorum: Bir gün yengeçler bakarlar ki bir yengeç adam gibi doğru dürüst yürüyor; sarhoş sanırmışlar onu.”67

Onun “şiirde de, dostluklarda da” belirli ve “yerleşmiş kuralların düşmanı”

olduğunu; “çabuk kızan” ve “çabuk kırılan biri”olduğunu söyleyen Doğan Hızlan,

“Belki de Dostlukların Son Günü ona ayrı bir haz veriyordu.”68 diyerek ilginç bir sav öne sürer. Hızlan’ın onda dikkati çektiği önemli bir özellik de “ironik”liktir. Filiz Aygündüz’ün, “Ece Ayhan’ın sizin için ‘maestro’ yakıştırması yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna Memet Fuat’ın verdiği “Ece Ayhan’a bakmayın. O

63 Doğan Hızlan, “Kim Olduğu Belli Değil Kastettiği Belli Değil Olur mu Böyle Şey?”, Hürriyet, 17.7.2002.

64 Sema Aslan, “Şiir Ayakta Kalabilmeli”, Milliyet, 31.8.1999.

65 Ece Ayhan, “Özgünlük Amuda Kalkmak Değildir”, Aynalı Denemeler, s.38.

66 Filiz Aygündüz, “Huysuz Değilim! Bir Kahve İçimi”, Milliyet, 28.8.1999.

67 Ece Ayhan, “Ayağa Kalkarak ‘İkinci Yeni’ Akımı”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.18.

68 Doğan Hızlan, “En Popüler Marjinalimizdi”, Hürriyet, 14.7.2002.

övüyormuş gibi yapar, insanı yerer.”69 karşılığı da bu “ironik” yönü yeterince vurgulayıcı mahiyettedir.

Süreyya Berfe’nin “Çok uçlarda yaşayan, aklımızın ermeyeceği, muhalif bir adamdı. (…) Hiçbir kurumla, aile dahil, devlet ve tabiat dahil arası iyi değildi. Çok aykırı bir insandı.”70 sözleriyle tanımladığı Ece Ayhan için Okay Gönensin “‘en’

azınlıktı, tek bir kişiydi. ‘Olağan’ın çok ötesinde bir bireydi.”71 biçiminde bir değerlendirme yapar. Enis Batur ise onun kendine özgülüğünü vurgularken, âdeta ondan bir mürşit gibi söz eder:

“(…) yerine kimseyi bırakmadı, bırakamazdı: Aslına bakılırsa türünün tek örneğiydi.”72

Leyla İpekçi, onun kimi özelliklerinin merkezine “yalnızlık”ı koyar; başka yönlerini ve özelliklerini bu kavram ekseninde değerlendirir:

“Görünürde Ece Ayhan başkalarına saldırmayı seçiyor ama önce kendini yaralayarak. (…) O hep ‘haklılığın inadıyla’ yaşar, evet. Unutmak istese de asla unutmaz. Affetmez ve unutmaz! Onun gibi ‘yalnız adam’lar maruz kaldıklarını daima hafızalarında taşır.”73

Ece Ayhan ise yalnız olduğu konusundaki görüşleri kabul etmez. Filiz Aygündüz’e “İçimde çok kırık dökük çekmece var. Epey kırıldım.” demesi üzerine Aygündüz’ün ona yalnızlıkla ilgili yönelttiği soruyu şöyle yanıtlar:

“Yalnızlık çekmem, canım hiç sıkılmaz benim. Biraz sivri dilliyimdir.

Şairler çok boyun eğmişler, parası pulu, imkanları olan egemenlere.

Eğmemeleri gerekirdi aslında. Bazı şeyleri hiç kurcalamamışlar. Ona çok kızıyorum. Böyle böyle birçoğuyla aram giderek açıldı..”74

Görüldüğü gibi, “yalnızlık”ı “can sıkıntısı” anlamında değerlendirmekte ve aslında soruyu geçiştirerek başka bir konuya değinmektedir. Yalnızlıkla ilgili konunun bir an önce kapanmasını ister gibidir; kanımızca bu da onun gerçekte

“yalnız” olduğunu ve Leyla İpekçi’nin yaklaşımını doğrulamaktadır.

69 Filiz Aygündüz, “Bir Kahve İçimi, Memet Fuat: Maestro Değilim!”, Milliyet, 23.1.2000.

70 “Ece Ayhan’ın Ardından”, http://www.ntv.com.tr/news/164269.asp.

71 Okay Gönensin, “Mor Külhani”, Sabah, 15.7.2002.

72 Enis Batur, “Ancak Rûmun Şuarası”, Cumhuriyet, 21.7.2002.

73 Leyla İpekçi, “ ‘Esas Duruş’a Direnen Şair”, Virgül, 64 (Temmuz-Ağustos 2003).

74 Filiz Aygündüz, “Huysuz Değilim! Bir Kahve İçimi”, Milliyet, 28.8.1999.

Perihan Mağden onun yalnızlığını “yoksulluk”, “onurluluk” ve “adam gibi bir adam” olmakla eşdeğer görür. Mağden’e göre Ece Ayhan’ı yalnızlığa iten temel neden, bu kavramların imlediği bağlamda aranmalıdır. Ayça Atikoğlu ise konuya farklı bir açıdan yaklaşır. Atikoğlu, “Şimdi bunca yıllık şairliğe ve onca yüce şiire rağmen Ece Ayhan’ın niye yalnız olduğunu, çevresinin neden yazar ve çizerler ile dolu olmadığını, niye dayanışma örneği sergilenmediğini ve koskoca şairimizin, iktidarın insafına kaldığını merak ediyor olabilirsiniz.” diyerek bu nedeni kendince şöyle açıklar:

“Hilmi Yavuz bir gün Onat Kutlar’a sokakta rastlar, alı al, moru mordur Onat’ın. Ece Ayhan hem Sarıyer’de hem de Bakırköy’de yargılatıyormuş, günler de çakışmış, bizim sevgili Onat da kan ter içinde bir mahkemeden diğerine koşuyormuş. 1974’te arkadaşlarını, 1984’te oğlu Ege’yi yargılatmaya çalışan (…) Ece Ayhan’a (…) pek bulaşılmıyor. Ama tabii şairliği tüm bu ‘çılgın’ özelliklerinin ötesinde ve üstünde Ece Ayhan’ın.”75

Bu “yargılatma” olayları, arka planındaki birtakım kuşku ve iddialarla birlikte Ece Ayhan’ın hayatında çok önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir; hem kendisinin insanlara bakışındaki değişim açısından hem de çevresindekilerin onun hakkındaki değerlendirmelerinin “olumsuz”a dönmesi bakımından. Ece Ayhan;

İsviçre’de ameliyat olduğu ve tedavisinin sürdüğü yıllarda kendisi için toplanan paraları, söylenenlere göre içlerinde Onat Kutlar, Can Yücel, Cevat Çapan, Önay Sözer ve Ferit Edgü gibi yazar ve şairlerinde de bulunduğu bir grup kişinin kendi hesaplarına geçirdiklerini ve bu parayı aralarında bölüşüp yediklerini ileri sürmektedir:

“Sait Kemal Mimaroğlu’nun Öğretmenler Bankası Yönetim Kurulu Başkanı’yken çıkardığı parayı, Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Ayhan Açıkalın’ın, İş Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Fahir Armaoğlu’nun çıkardığı paraları Ece’ye göndereceğim diye alan, annemin, evimizin durumunu bilen arkadaşlarım da oldu ama.”76

75 Ayça Atikoğlu, “Ece Yine Hasta!”, Milliyet, 21.4.1999.

76 Reha Mağden, “Dışlanacağımı Biliyorum”, Aynalı Denemeler içinde, s. 42.

Bu adlardan bir kısmı eylemin doğrudan içinde yer almasa da yapan kişi ya da kişileri savundukları için, iddiayı ortaya atan Ece Ayhan tarafından aynı biçimde suçlanmaktadır:

“Benim çentikli, ‘stigma’lı yaşamımda ‘iadeli taahhütlü bir mektup’

olayı var. 1977 ocak ayında İstanbul’da Bebek’te küçük bir semt şairinin evinde yazılmış. (Ben Zürih’teyim, mektup oraya geldi. ) Böylece Cevat Çapan, Önay Sözer, Can Yücel vs.nin nasıl avukat, daha doğrusu dava vekili olduklarını öğrenmiştim!”77 “Ben de, 1977 ocak ayında İstanbul’da Bebek’te, -yapılmaması gerekirken-, bir düşünülmeden ve ‘kurbağa pislikleri gibi… nilüferleri kararta kararta’ içgüdüsel olarak oluşturulan bir ‘kötülük dayanışması’ndan ötürü onulmaz ‘yaralandım’.”78

Şair, bu olayların geçtiği 1977 yılını kendisi için “gerçek bir başlangıç”

olarak kabul etmektedir:79

Sennur Sezer, “Yaşamını bıçakla bölünmüş gibi ikiye bölen beyin ameliyatı öncesi de böyle miydi? Anımsamıyorum.” dediği Ece Ayhan’ın bu iddiaları ve çevresinden gördüğü tepki hakkında şunları söylemektedir:

“Mülkiyeliler arasındaki dayanışma değil de edebiyatçılar arasındaki dayanışma onu İsviçre’de Gazi Yaşargil’in neşterine teslim etmişti. Ama bu dayanışma, sonunda onun kurgularından biri yüzünden yitip gitti. Ece, kendisi için toplanan paraları birilerinin yediğine inanıyordu. Mahkemeler açtı, birilerini ihbar etti. Ve yalnız kaldı. Belki bu halûsinasyonlar görmesine de yol açan ameliyatın sonucuydu, bilemiyorum.”80

Hilmi Yavuz ise aynı konudan hareketle Ece Ayhan için “kötü bir insan”

nitelemesinde bulunur. Yavuz, Ece Ayhan’ın “ona iyilik yapanlara daima kötülükle karşılık verdiğini”, “paramı yediler” iddiasıyla gerçekte kendisine yardımcı olan -yukarıda adını andığımız- kişileri iftirayla mahkemeye verdiğini, “kendisi için

77 Ece Aynan, “Sırtlanlar Üzerine”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.152. Sözü edilen mektup büyük olasılıkla Ferit Edgü tarafından gönderilmiştir. Şairin şu açıklamaları bu kanımızı güçlendirmektedir:

“’Tüccardan’ Ferit Edgü diye bir adam var. Ben ‘Tüccardan’ derim ona. Bir gün Yeşilköy’den yurtdışına çıkarken aranmış, ‘Ece yaptırdı’ demiş. (…) Ferit Edgü bana Zürih’e yazıyordu: ‘İyi insanlara kara çalıyorsun, suçluyorsun’ diye. Birkaç defa ‘Senin bildiğin gibi değil’ dediysem de ısrar etti. Sonunda vakti zamanında bir gardiyandan öğrendiğim şu sözleri yazdım ona: ‘Bana namus taslama; senin namusunu çarşafa dolar, dörde katlar, bilmem ne yaparım.” (Reha Mağden,

“Dışlanacağımı Biliyorum”, Aynalı Denemeler içinde, s.41.

78 Ece Ayhan, “Gülsen Tuncer’le Bir Söyleşi”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.274.

79 Ece Ayhan, a.g.m. , s.274.

80 Sennur Sezer, “Ece Ayhan İçin Aynalı Bir Requiem”, Evrensel Kültür, 128 (Ağustos 2002).

iyilikten başka bir şey düşünmeyen arkadaşlarına ‘sayısız’ kötülükler yapmış biri”

olduğunu söylemektedir.81 Yavuz, bu nitelemelerine bir de “muhbir vatandaş”ı ekleyerek onun “etikçi” olduğu yolundaki sözlerine karşı çıkar ve “[Ece Ayhan’ı]

Şişli Siyasal’a, oradan maaş alsın da geçimini sağlasın diye kütüphane görevlisi olarak işe alan Prof. Dr. Kıvanç Ertop’u, Cumhurbaşkanına, 1973 yılında mektup yazarak ‘ihbar’ eden kimdi?” kimdi diye sorar. Bu davranışlarına hastalığının bahane gösterilmesine de öfkelenen Yavuz, “Ece Ayhan’ın kötülüklerine engel olmak için”

hiçbir şey yapılmadığından yakınır. Ayrıca, “Nilgün Marmara’nın intiharında, manen bir sorumluluğu var mıydı?” diye sorarken de aslında böyle bir sorumluluğun varlığına olan inancını ima eder.82

İzzet Yasar, onun kimi davranışlarıyla çevresini rahatsız ettiğini doğrulamakla birlikte bunu şairin geçirdiği rahatsızlıklara ve beyin ameliyatına bağlayıcı yönde bir açıklama yapar; “kötü bir insan” olduğu fikrini reddeder:

“Çevresini rahatsız etti. Bu doğru. Özür diledi, tekrar etti, bu da doğru. Ama kötülük başka bir şey. Kötü değildi. Onun durumunu Günsel Koptagel tıbbi terimler anlatan bir yazı yazdı. Ece’yi ruhsal problemleriyle değerlendiren bir yazıydı. İyi niyetli oldukça her şey konuşulabilir ama bunlar Ece’nin iyi bir şair olduğu gerçeğini değiştirmez.”83

Özdemir İnce de Ece Ayhan’da sonradan bir kişilik değişimi olduğunu öne sürer:

“Ece Ayhan’ı 1956-57 yıllarından birinde tanıdım. Birbirimizden kitap alıp verecek kadar arkadaştık. İlk kitabı Kınar Hanımın Denizleri’nin ilk nüshasını benim için imzalamıştı. (…) Bizim o tarihte tanıdığımız Ece Ayhan ile son yılların Ece Ayhan’ı arasında en küçük bir benzerlik yoktur.”84 Hasanali Yıldırım, biraz da hastalığının etkisiyle Ece Ayhan’ın farklı çalışan bir beyne sahip olduğunu, ona “başka türlü bir ruhun eşlik ettiği”ni, sonuçta bu etmenlerin onu “tüm ailesinden, tüm arkadaşlarından, özetle tüm insanlardan uzaklaştırdığını” söyler.85

81 Hilmi Yavuz, “Ece Ayhan’ın ‘Hacıyograf’ları, Zaman, 9.4.2003.

82 Hilmi Yavuz, “Ece Ayhan Nasıl Putlaştırılıyor?”, Zaman, 16.4.2003.

83 “Tartışmaya Ece Ayhan’ın Edebiyatçı Dostları da Katıldı”, Akşam, 11.4.2003.

84 Özdemir İnce, “Sansürlü Ece Ayhan”, Adam Sanat, 207 (Nisan 2003).

85 Hasanali Yıldırım, “Zangoç mu, Papaz mı, Çağdaş Bir Derviş mi, Yoksa Keşiş mi?”, Yarın, 4 (Ağustos 2002).

O, bu tür davranışlarının, hastalığının yol açtığı ruhsal bir sorundan kaynaklandığı yönündeki düşüncelere öfkelenir. Böylesi bağ kurmaların, kimi kişiler hakkında bildiklerini söylediğinde “inanılmasın” diye yapıldığı kanısındadır.86

Ece Ayhan’ın söz konusu iddialarına dikkati çeken bir başka ad da Hasan Pulur’dur. Pulur, gazetedeki köşesinde Fikret Otyam’ın bu konuyla ilgili önemli açıklamalarına yer verir. Otyam’ın açıklamaları gerçekten şaşkınlık vericidir:

“Uzun bir süre sonra Başbakan Ecevit telefon etti, gittim, bana yedi sekiz sayfa bir mektup uzattı, Ece’den ve kardeşinden. Kendisi için toplanan paraların Onat Kutlar ve arkadaşları tarafından ‘iç edildiğini’ bildiriyor,

‘bunlara en yakın tanık Fikret Otyam’dır’ diyordu! (…) Cok üzüldüğümü söyledim, tüm paraların Merkez Bankası işlemlerinde görüleceğini, bu mektubun beyin ameliyatı nedeniyle yazılmış olabileceğini de vurgulayarak…

Başbakan Ecevit, bunun bir ihbar mektubu olduğunu öne sürerek, ‘savcılığa bildirmek zorundayım’ dedi. (…) Ve neden sonra Ankara Cumhuriyet Savcılığından çağrıldım. Ne biliyorsam en ufak ayrıntısına kadar anlattım, bunun Onat’a yapılan iğrenç bir iftira olduğunu ısrarla vurgulayarak. Savcı, tüm soruşturmaları titizlikle yürüttüğünü, en son da beni dinlediğini, mektupta öne sürülenlerin hiçbirisinin doğru olmadığını açıkladı. Bunun hastalık nedeniyle kaleme alınmış olabileceğini de sözlerine ekledi.”87 Turgay Gönenç’in “aykırı bir insan” dediği88 Ece Ayhan için Orhan Alkaya da şu saptamayı yapar:

“Bütün bunların yanı sıra olağanüstü karmaşık ve kendine has kişiliğiyle benzerine kolay rastlanamayacak bir insandı.”89

“Zaten Ece Ayhan demek de o iki kişinin bir bedende yaşama hali değil miydi?”90 diye soran M. Kenan Kaya’nın yaklaşımı bir yönüyle Orhan Alkaya’nın saptamasını desteklemektedir.

Metin Üstündağ, Ece Ayhan’ın ölümü üzerine NTV’ye yaptığı açıklamada, onun söylediği her sözün edebiyat dünyasında tartışma yarattığını, “edebiyatın ters direklerinden biri” olduğunu, çok fazla bedel ödediğini, “hem kendisiyle, hem

86 Reha Mağden, “Dışlanacağımı Biliyorum”, Aynalı Denemeler içinde, s.42.

87 Hasan Pulur, (aktaran), “Kim Bu Şair?”, Milliyet, 24.7.2002.

88 “Ece Ayhan İçin İzmir’de Tören”, Radikal, 15.7.2002.

89 “Şiirimiz Karadır Abiler”, Radikal, 14.7.2002.

90 M. Kenan Kaya, “Nazım Hikmet Kartpostal Şairi miydi?”, Akşam, 15.3.2004.

hastalıklarıyla, hem devletle, hem popülerlikle ters düştüğünü”, “hastalığını bile mülk edinmediğini” söyledikten sonra, şair için “hastalığın da etkisiyle çok aksi”,

“acayip”, “ters”, “marjinal” sıfatlarını kullanır. Ayrıca onun sevgi ve iltifatlar karşısındaki gösterdiği mahcubiyeti de bir anısıyla dile getirir:

“Tüyap kitap fuarında konuktu, onbinlerce insan ayakta alkışladı, sadece toplantının olduğu yerde değil, diğer standlardaki insanlar da alkışladı. Ve Ece çok şaşırdı, ‘ben bu kadar seviliyor muyum’ dedi, gözleri doldu. Ve seyircilere bakamadı. Bütün söyleşi boyunca bana bakarak konuştu.”91

Dürüstlüğe çok önem verdiğini92 belirten Ece Ayhan, “her şeyi olduğu gibi”

söylediğinden dolayı “çok düşmanı” olduğuna inanmaktadır.93 Karamsarlığını ise gizlememektedir:

“Böylesi bir ‘topluluk’ta, uçsuz bucaksız bu ‘kötülük dayanışması’

ortamında karamsar olunmaz da, ne olunur bilemem. Ama benim karamsarlığımın rengi akkor’dur o ayrı.”94

Karamsarlık konusunda özgün bir yaklaşımı vardır. Bu yaklaşımını, çoğunluğun tekboyutlu düşünme biçimini de eleştirerek şöyle ortaya koyar:

“Karikatürlerde balonun içini karamsarlık karşılığı simsiyah yaparlar. Hayır. Yazı olacak. Okunsun ya da okunmasın. Üzüntünü de gülümseyerek anlatabilirsin. Oysa senden üzüntünü saçını başını yolarak, sapsarı kesilerek anlatman beklenir.”95

Karamsar olmasına karşın hayattan kopmuş değildir. Zaman zaman neşeli kahkahalar da atar. Ahmet Soysal’ın şu sözleri, karamsarlık konusunda yukarıda değindiğimiz yaklaşımını açıklayıcı niteliktedir:

“Mutlu demiyorum ama bir an için neşeli olabilen Ece Ayhan’ı anmak istiyorum burada. O kara şair, hayata çok bağlıydı. Hayatta kalabilmek için büyük çaba gösterdi. Keskin kahkahası, kesik kesik gülüşü aklımda. Bazen

91 “Ece Ayhan’ın Ardından”, http://www.ntv.com.tr/news/164269.asp.

92 Emel Gunca, “Sahici İnsanların Ecesi”, Aynalı Denemeler içinde, s.65.

93 Ece Ayhan, Öküz’lemeler, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.20.

94 Mustafa Irgat, “Kuzey’in ‘Yukarda’ Olduğunu Nerden Biliyoruz”, Şiirin Bir Altın Çağı içinde, s.138.

95 Ece Ayhan, “Özgünlük Amuda Kalkmak Değildir”, Aynalı Denemeler, s.37.