• Sonuç bulunamadı

A. SANAT

2. SANAT VE GELENEK

1.9. Şiir ve Tarih

Tarih, Ece Ayhan’ın yazılarında, söyleşilerinde, şiirsel göndermelerinde merkezde yer alan kavramlardan biridir. Onun gözünde tarih, geçmişteki olaylara ilişkin bilgiler toplamını içeren statik bir alan değil; insanı, yaşamı, insani gerçeklikleri anlamaya çalışırken, yaşamın, bugünün, bugünkü olay ve insanların geçmişteki izlerini ya da karşılıklarını gözlemlemeyi sağlayan dinamik bir kaynaktır.

Bu yüzden, onun tarih ilgisini “insan-yaşam-gerçeklik” kavramlarına ilişkin irdelemelerinin zorunlu ve vazgeçilmez bir uğrağı olarak düşünmek gerekir. İvan Stivak’ın “Tarihten geliyoruz; insanlarız; kendimizle buluşmaya gidiyoruz” sözüne yaptığı vurgu,363 bir bakıma onun tarihle neden bu denli ilgilendiği konusunda vermek istediği ipucunu da gösterir. “Şiir ve tarih” ilişkisini “şiir ve hayat” ilişkisi bağlamında düşünür. Ona göre, tarihin şiire kaynaklık etmesi, içindeki “hayatlar”

dolayısıyladır:

“Şiiri yaratan pınar mı? Hayat! Tarihlerdeki hayat da! Bilimsel adıyla ‘kaynak’tır. Şiirler yazılırken, (yaşanıp yazılırken, yazılıp yaşanırken ve hepsi bir arada) hiçbir kaynak kaynak olarak düşünülmemiştir.

Kendiliğinden ve hayatın gereği olarak bulunulmuştur oralarda.”364

“Yaşayan insan tarihten daha büyüktür, yaşça başça”365 görüşünde olan şair,

“Tarih yüksekçe bir yere çıkılınca görülebilecek birşey değil”366 sözleriyle de, tarihi doğru anlamak için hayatı ondan soyutlanmamak, hayatın içindeki tarihi ve tarihin içindeki hayatı bütüncül bir bakışla yakalamak gerektiğine işaret eder. Tarihteki kişiler, aslında varlıklarını hâlâ sürdürmektedirler:

“Şiirlerimdeki o adlar, yerler, olgular tarihteki ve yaşanan hayattaki yerlerinde yaşamışlar yaşıyorlar. Hem de derin izler bırakarak; oturarak

362 Hülya Vatansever, “Sivil Şair”, Şiirin Bir Altın Çağı içinde, s.142.

363 İzzet Yasar, “Şairlerin Elinde Şiirden Başka Şeyler de Vardır”, Dipyazılar içinde, s.52.

364 Hüseyin Tüzün, “Zürih’te Bir Konuşma”, a.g.e. içinde, s. 61.

365 Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, s.79.

366 Ece Ayhan, a.g.e., s.78.

tahtırevanları içinde; tahtlar, hezaranlar, sandalyeler, iskemleler, tabureler, sıralar üstünde…”367

Sözcüğün Yunanca karşılığını etimolojik açıdan irdelerken, bir bakıma kendi tarih ilgisinin nedenlerini de açıklamış olur:

“Tarih; -kaynaktaki Grekçe ‘historien’ (fresko gibi bir fiilini ya da en azından renkli) sözcüğünü düşünüyorum burada-, ‘bilmeye çalışmak’, ‘anlamak’ ya da ‘bilmek’ anlamlarını da içerir. (…) ‘Historien’ sözcüğü sonra ‘zaman içinde olupbitenlerin hepsi’ anlamını da anlatıyor, anlatır.” 368

Şairin “historien” sözcüğünün etimolojisi üzerinde durması, bizdeki tarihçilere ve tarihle ilgilenenlere bir uyarı niteliği de taşır. Çünkü ona göre, bizdeki tarih anlayışı “historien” sözcüğünün anlam açılımlarıyla bağdaşmayan bir yönde gelişmiştir ve entelektüel yaşantımızda tarih adına gerçekte tarihle ilgisiz bir bakış açısı egemen olmuştur. Buna “düztarih” adını verir. “Düztarih” anlayışı; geçmişteki olay ve olguları derinlemesine araştırmadan, sorgulamadan, “otopsi yapar gibi neşterle deşmeden” ve “iktidarın dışında kalmayarak olup bitenlere bakma”yı ifade eder. Muhalif söylemde yer alan “Tarih devletçe tutuklanmış kültürdür” sözündeki

“tutuklama” sözcüğünün yerine “denetleme” ya da “göz altında tutma” sözcüklerini önerir. Çünkü “tutuklanma”, olup bitmişlik, geçmişte kalmışlık anlamını taşır; oysa

“denetleme” ya da “göz altında tutma” ifadeleri, “şimdiki zaman”ı da içermeleri bakımından tarih anlayışı üzerindeki resmi baskıyı yansıtmada “gerçekçilik açısından” daha uygundur. Bizdeki tarih anlayışı egemen söylemin güdümündedir ve içinde bulunulan “kötülük dayanışması topluluğunda yampiri ve yamuk” bir tarih tasarımı vardır.369

Ayrıca, bütün Doğu’nun tarihi ve bizim tarihimiz “Batı egemenliğinin dilinde” yazılmıştır.370 Bu yüzden “sahte”dir, “yalanla örülmüş”tür.371 Cumhuriyet tarihimiz ise, “‘işletilen yürürlük’ çerçevesindeki değer yargılarının bunu pek ve hiç istemeyişi” nedeniyle henüz yazılmamıştır.372

367 Hüseyin Tüzün, “Zürih’te Bir Konuşma”, Dipyazılar içinde, s. 64.

368 Ece Ayhan, “Acaba Tarihe Bakarlarsa Anlarlar mı?”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.44.

369 Ece Ayhan, a.g.m, s.44.

370 Ece Ayhan, “Küçük Bir Kültür”, a.g.e., s. 34.

371 Tunca Arslan, “Biz Tüzüklerle Çarpışarak Büyüdük”, Şiirin Bir Altın Çağı. içinde, s.150.

372 Ece Ayhan, “Pera Palas’ın Arkasında!”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.105.

Mevcut tarihsel bilgiler ve tarihsel perspektif bu halleriyle “gerçekler”le bağdaşmadığına göre, doğruları ve gerçekleri görebilmek adına yapılması gereken, olay ve olguları karşıt bir bakış açısından ele alıp yorumlamaktır:

“Bizim bildiğimiz ‘Tarih’ herhalde ve elbet ancak insanlara özgüdür ama gerektiğinde tersten de okunabilen özel bir perspektif değil midir?”373 Bu noktada şiir ve “şairce bakış” önem kazanır. Kişiye, gerçekliğin göründüğü ya da gösterilmek istendiği gibi olmadığını duyumsatan şiirsel algı,

“tarih”e yöneltildiğinde de tarihsel gerçeklerin en yalın ve doğru biçimleriyle gün ışığına çıkması için kılavuzluk edecektir:

“Çünkü ‘şiirin noktalama işaretleri’; (sarışınların yazdığı) tarihin noktalama işaretlerinden (ferman’lar, şart’lar, anayasa’lar… gibi) daha doğru ve gerçekçidir. (…) Kısacası, tarihteki her olgunun, aranırsa, göstergesi şiirde bulunabilir.”374

Ayrıca, “insan ne yapsa, ne etse kendi özgül ve de karaşın tarihçesinden pek uzaklaşamayacağına”375 ve “insanın herhangi bir ‘iş’e kendi özel tarihinden girmesi iyi olacağına”376 göre, şiir, bireyin tarih yaklaşımında kendinden yola çıkmasına ve tarihsel gerçekliklerden kendi gerçekliklerine bir açılım sağlamasına da olanak verir.

Tarihin “sayıya gelmez çok boyutu vardır; verevine, yatay ve dikey ve bir dolu değişik değişik düzlemler, bileşkeler ve ortalamalar.” Bu denli kompleks bir yapıyı şiirsel bilincin bulguculuğundan soyutlayarak doğru algılayabilmek ve algılatabilmek söz konusu olamaz. Tarihsel gerçeklikler, statik ve tek boyutlu değildir; şiirsel düzlemde ve türlü anlatım biçimlerinde her zaman yeniden üretilebilirler. Şair bu durumu, “Ancak tarihtir ki yeniden yeniden yazılabilir” sözüyle dile getirir.377

“Gerçek tarih”in yazılmasında öncülük edecek olan ve “tarih öğretmenleri ve tarih profesörleri dışında” kalan “tedirgin tarihçiler” zaten “yarı şair”dir;378 “gerçek

373 Ece Ayhan, “Şiir Atölyeleri ya da”, Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi, s.46.

374 Ece Ayhan, Çırılçıplak Bir Türkçeyle”, a.g.e., s.7.

375 Ece Ayhan, “Luchino Visconti”, Şiirin Bir Altın Çağı, s. 99.

376 Ece Ayhan, “Kıyı Bucak (1)”, a.g.e., s.168.

377 Ece Ayhan, “Tarih…”, Öküz’lemeler, s. 15.

378 İlhan Berk, “Kafamızı Kurcalayan Kimi Sorular Üzerinedir: I”, Dipyazılar içinde, s.24.

bir şair”in “yarısı tarihçi” olduğu gibi. Hem, “tarihle şiir iç içedir”,379 “en azından, birbiriyle bakışımlıdır.”380

Bir şairin, “eğer şairse, ‘tarih’in işleyen (ve işletilen) Mekik’ini de bilmesi gerekir.”381 Oysa edebiyat tarihimize bakıldığında, “tarihi iyi bildiği ya da tarihçi olduğu” söylenen şairler de dahil, bu nitelikte bir edebî kişiliğe rastlanamamaktadır Ece Ayhan’a göre. Bu niteliği taşıyan “[g]eçmişte, Anadolu Ortaçağı’nda bir tek Yunus Emre var”dır, “o da ‘derviş’ olduğu için ister istemez girmiştir tarihe. (…) Sonra 1951’e dek, Nâzım Hikmet var”dır yalnızca. Yahya Kemal’e gelinceye kadar onun gibi “tarihe böylesine düşkün” bir şair yoktur . Öbürlerinin tarih ilgileri çok sığ, hatta gülünçtür:

“Meyhanede onlara ‘sen tarihten ne anlarsın!’ denmiştir gibi, eve gidince ‘bir tarih kitabı’ yazmışlardır. Namık Kemal’e tarihsel bir şairdir diyebilir miyiz? Ahmet Rasim’e tarihsel bir yazardır diyebilir miyiz? Destan, destanlar yazanları ise (…), herhalde söylemeye gerek yok, tarihsellikle tarihle tarihsel bilinçle ilişkili göremeyiz. Eli yüzü düzgün olan ‘hamasi’,

‘koçaklamalı’ destanlar resmi kalın ipliklerle örülmüştür; yıldönümü törenleri için yazılırlar ya da Unesco’nun Unesco’cuların tanıdığı izlekler, temalar ele alınmıştır alınır.” 382

Tarih ilgisinin “geçmişe özlemden kaynaklanmadığını” ısrarla belirten Ece Ayhan, “Ben Türkiye’nin şiirine, tarihine müdahalede bulunuyorum. Ve bugüne de.

Benim bütün derdim bugün aslında” der ve Türkiye tarihinin gerçekte “acı ve çile”

olduğunu, aydınların ve sanatçıların “bunun üzerinde durmadığını, hep kaçtıklarını”

öne sürer.383 Şair olmanın tarihsel bakımdan da bir sorumluluğu ve bedeli vardır. Her şeyden önce “sarışınlar”ın, yani olayları Batılı gözüyle yorumlayan “çıkar” ve

“iktidar” bileşenlerinin yarattığı tarih algısını, “sahteliği” ortadan kaldırmak gerekir.

Bunun için de “kimi şeyleri göze almak pahasına ‘ayağa kalkmak’” zorunludur;

çünkü “paha olmadan hiçbir şey olmaz.”384

379 Ece Ayhan, “Tarihe Bakarsanız Anlarsınız!”, Şiirin Bir Altın Çağı, s. 40.

380 İlhan Berk, "1984 Açıklarında Türk Yazını”, Dipyazılar içinde, s. 112.

381 Enver Ercan, “Ben Kolsuz Bir Hattatım Yine de Çizmeye Çalışırım”, Şair Çünkü Onlar (Konuşmalar), Kavram Yayınları, İstanbul 1990, s.157.

382 Sedat Ergin, “Bir Söyleşi”, Dipyazılar içinde, s.12.

383 Tunca Arslan, “Biz Tüzüklerle Çarpışarak Büyüdük”, Şiirin bir Altın Çağı içinde, s.150.

384 Ece Ayhan, “Acaba tarihe Bakarlarsa Anlarlar mı?”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.44.

Tarih ve şiir kavramları doğru anlaşılır ve aralarındaki bağ doğru kurulursa,

“tarih”ten, “tarihçi bakışı”ndan şiire de bir yol bulunabilir; ama henüz bu evreye gelinmiş değildir, “şiir”den “tarih”e yöneliş basamağında bulunmaktadır kültürel ortamımız:

“Tarih-şiir ilişkisine gelince, daha şiir-tarih ilişkisi aşamasındayız.”385

“Tarihle hesaplaşmak” söylemini ise -şairlere ironik göndermeler yaparak- kendisi açısından şöyle değerlendirir:

“Tarih’le hesaplaşmak, gibi gençirisi bir düşüncem yok. Sonra ben bir tarihçi de değilim. Herkesin okuduğu el kitaplarını okuyorum, o kadar.

‘Tarihle hesaplaşmak’ koşukla yazan ‘büyük sesler’e özgüdür!”386