• Sonuç bulunamadı

ÖĞRENİM VE ÇALIŞMA HAYATI

İlkokula 1938’de Eceabat’ta başlayan Ece Ayhan, ikinci sınıfı Çanakkale İstiklal İlkokulunda okur. Ailesinin İstanbul’a yerleşmesi üzerine, üçüncü sınıftan

29 Ece Ayhan, “Hal ve Gidiş Sıfır ya da Zeyrek Orta İki”, a.g.e. , s.12.

itibaren Karagümrük Atikkale’deki “19. İlkokul”a (sonraki adıyla “Hırka-i Şerif İlkokulu”) devam eder ve ilköğrenimini bu okulda tamamlar. Ortaokul öğrenimini Vefa Lisesinin karşısındaki Zeyrek Ortaokulunda, lise öğrenimini ise Taksim Lisesinde (sonraki adlarıyla “Beyoğlu Lisesi” ve “İstanbul Atatürk Erkek Lisesi) tamamlar. 1953’te başladığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1959’da mezun olur.

Orta öğrenimini yaptığı okula ilişkin izlenim ve duyguları hiç de hoş değildir;

bir cezaevi gibi görür bu okulu:

“O zamanlar Beyoğlu’nda oturuyoruz ve ben Zeyrek Ortaokulu’nda ikinci sınıfta okuyorum, yıl 1945. (…) Neden bilmiyorum, ta Şehzadebaşı’ndaki Vefa Lisesi’nin karşısına düşen bu Zeyrak Orta’ya (1944 Eylülünde) yazdırılmıştım. Ahşap, konaktan bozma ve üç katlı olan bu okulu, -ki eve her anlamda hep uzak kaldı-, bitirinceye kadar da çıkmadım. Bir

‘cezaevi’ne filan düşmüşsün ama aldırmıyorsun! Çünkü ve herhalde diyordum, ilkokul çağlarında Cankurtaran’da otururken Ayasofya önünde bir idam uygulaması görmüşsün ve işte buradan geliyorsun!”30

Hayatı boyunca müzikle yakından ilgilenen ve kendi poetikasına “atonal müzik-şiir” ilişkisinden hareketle önemli bir açılım kazandırmış olan Ece Ayhan’ın bu okuldaki müzik öğretmeni, sonraki yıllarda İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası şefliği de yapmış olan Demirhan Altuğ’dur:

“Demirhan Altuğ, ‘Zeyrek Orta’da benim müzik öğretmenimdi;

Wagner’in (dolayısıyla Alman mitolojisinin de), Richard Strauss’un operalarının öykülerini bize anlatırdı, hele Salome’nin dans ederken son tülünün düşmesini ve çırılçıplak kalmasını sekiz gözle beklerdik.”31

Müziğe ilgisi ilkokul yıllarında başlayan ve ilk müzik bilgilerini “Çocuk Sesi” dergisinde okuduğu yazılardan edinen32 Ece Ayhan’ın bu ilgiyi ciddi bir boyuta taşıması, üniversitede yıllarına rastlar. 1953-54’lerde “On İki Ses Yöntemi”nin,

“Somut Müziğin ve Elektronik Müziğin kimi örneklerini ‘plak konserleri’nde, Helikon Derneği’nde, Ankara Festivallerinde, Faruk Güvenç’in ya da İlhan Mimaroğlu’nun evlerinde banttan” dinleyip tartışan bir müzik grubunun içinde

30 Ece Ayhan, a.g.m. , s.12.

31 Ece Ayhan, “En Yalın Olanı Sorgulamak”, Sivil Şiirler, s.113.

32 Ece Ayhan, “Naki Turan Tekinsav’la Sinema Üzerine Bir Söyleşi”, Şiirin Bir Altın Çağı, s.84.

kendini iyice geliştirmiş; Arnold Schönberg, Alban Berg, Anton von Weberen, Mahler, Stravinsky, Hindemith, Richard Strauss, Egon Wellesz, John Cage, Edgar Varése, Messiaen, Stockhausen, Dallapiccola, Ussachevsky, Babbitt gibi bestecilerin yapıtları ve sanatları hakkında bilgi sahibi olmuştur.33 Kendisine bu olanağı sağlayan; İlhan Usmanbaş, Bülent Arel, Faruk Güvenç, Bülent Ecevit ve arkadaşlarının kurduğu Helikon Derneğidir:

“Bizim Ankara’daki üniversite gençliğimizde müzik derslerini de dinlediğimiz (özellikle Atonal’i ve 12 ton müziği) Benzersiz bir Helikon Derneği vardı. Bir de Helikon Dörtlüsü: (Ulvi Yücelen (keman), Faruk Güvenç (viyola), İlhan Usmanbaş (viyolonsel) ve… - dördüncüyü şimdi çıkaramıyorum. Bir gün barok müziği çalıyorlar, belki ‘Vivaldi’. Birkaç kez durmuşlardı ve F. Güvenç ayağa kalkarak, ‘Kusura bakmayın, yanlış girdik, yeniden!’ diyordu.”34

Ece Ayhan, üniversiteden mezun olduğu 1959 yılında İstanbul Maiyet Memurluğundaki stajını ve kaymakamlık kursunu da tamamlar. 1962’de Sivas’ın Gürün ilçesine kaymakam olarak atanır. 1963’de Çorum’un Alaca ilçesinde kaymakamlık ve belediye başkanlığı yapar. Tuzla Piyade Okulunda yedek subay öğrenci olarak başladığı askerlik görevini 1965’te tamamlar ve aynı yıl Denizli’nin Çardak ilçesinde kaymakamlık görevine atanır. Ece Ayhan’ın devlet memurluğu görevi 1966’ya kadar sürer. Kimi kaynaklarda “mamulen emekliye sevk edildiği”

yazılsa da, kendi ifadeleri bu görevden ayrıldığı yönündedir:

“6 yıl kaymakamlık yaptım ve ayrıldım. Sonra da İstanbul’a geldim.

(…) Hayır, [altı yıllık çalışma süremden sonra kaymakamlık yapmayı] hiç düşünmedim. Zaten arızalı birşeydi. Benim niyetim falan yoktu aslında. Ben haziranda bitirdim okulu. Okulda, ‘Âşık olan öğrenci çok iyi ders mi çalışır?

Yoksa dersleri serer mi?’ diye münazara olurdu. Ben bir kız seviyordum ve haziranda bitirdim okulu. Valizleri kaptığım gibi Erdek’e gittim. Sonra da mecburen kaymakamlık yapmaya başladım.”35

33 Ece Ayhan, “Müzik Tarihi”, a.g.e ., s.88, 135 ; “Yeni Müziğe Doğru”, a.g.e. , s.84.

34 Ece Ayhan, “En Yalın Olanı Sorgulamak”, Sivil Şiirler, s.114.

35 Ece Ayhan, “Sivil Şair”, Şiirin bir Altın Çağı, s.145. Ece Ayhan’ın kaymakamlıktan ayrılması konusunda çeşitli söylentiler vardır. Dedikodu niteliğindeki bu söylentileri dillendirenler, bu ayrılışın temelinde “cinsel sapıklık ve taciz” olduğunu öne sürmekte ya da ima etmektedirler. Şairin

ölümünden sonra Kitap-lık dergisinin eki olarak yayımlanan bir çalışmanın (Ahmet Soysal, A’dan

Devlet memurluğu görevinin bitişinden sonra İstanbul’a yerleşen şair;

Meydan Larousse Ansiklopedisi’nde çevirmenlik, Sinematek’te ve Yeni Sinema Dergisinde müdürlük, Genç Sinema Grubu’nda yöneticilik, Ağaoğlu Yayınevinde ve E Yayınlarında redaktörlük gibi işler yapmıştır. Ancak hiçbir zaman geçimini sağlamak için düzenli bir gelir elde edebileceği bir işte çalışamamış, hayatını maddi sıkıntılar içinde geçirmiştir. İlhan Berk’e yazdığı 7 Ocak 1980 tarihli mektupta, bu bitmek bilmeyen yoksulluğun boyutlarını ortaya koyabilecek şu ifadeler yer alır:

“(…) yersiz yurtsuzum, köyde ufacık çatısı akan camları kırık bir odası var annemin, soğuktan ve halsizlikten hep yatakta yatıyor, 38-39 kilo kadın, halsizlikten oturduğu yerden kalkamıyor, kıpkızıl açız, Ankara’ya ikiyüz lirayla indim, artık satacak hiç bir şeyim de kalmadı, benim oğlan da Kurban Bayramı öncesi Ankara’da birdenbire yersiz yurtsuz ve parasız kalmış…vesaire gibi. (…) Kesinlikle bizim toplumumuza kırgın filan değilim, ancak bir insan toplumuna kırılınabilir diyorum. Bu karda soğukta oturuyoruz, ben yer yatağında, annem divandaki yatakta. Kötünün kötüsü varmış, kıpkızıl açız, yapacak edecek bir şey de yok. Kesinlikle yerinmiyorum, yerinmiyeceğim, moralim de bozuk doğallıkla.”36

Onun bu yoksulluk içindeki yaşamını Ahmet Soysal bir anısıyla şöyle örneklendirir:

Z’ye Ece Ayhan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003 [Kitap-lık ,59 (Mart 2003 eki)]) ardından, bu kitapçıkta kaymakamlıktan ayrılma konusuna değinilmediğinden hareketle aynı konu yeniden gündeme getirilmiş, çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu tartışmalar için bkz. Özdemir İnce, “Sansürlü Ece Ayhan”, Adam Sanat (207), Nisan 2003 ; Hilmi Yavuz, “Ece Ayhan’ın

‘Hacıyograf’ları”, Zaman, 9.4.2003 ; Hilmi Yavuz, “Ece Ayhan Nasıl Putlaşıyor”, Zaman, 16.4.2003 ; Hilmi Yavuz, “Yoksa Biz Bu Dünya’dan Değil miydik?”, Zaman, 25.5.2003 ; “Ece Ayhan Neden Yoksulluk İçinde Öldü”, Akşam, 8.4.2003 ; “Tartışmaya Ece Ayhan’ın Edebiyatçı Dostları da Katıldı”, Akşam, 11.4.2003 ; Murat Yalçın, “Hilmi Yavuz ve Özdemir İnce ‘A’dan Z’ye Ece Ayhan’a Neden Kızıyorlar?”, Zaman, 19.4.2003 ; Murat Yalçın, “A’dan Z’ye Hilmi Yavuz”, Akşam-lık, (53) 9-15 Mayıs 2003; Ahmet Soysal, “Kötü Edebiyat Nedir?”, ”, Akşam-lık, (53) 9-9-15 Mayıs 2003 ; “Öbür Dünyada Devam Eden Hesaplaşma”, Hürriyet, 28.2.2003. Erdoğan Alkan, Ece Ayan’ın kaymakamlık mesleğinden ayrılmasına neden olan bu olayla ilgili şunları söylüyor: “Davacıların savlarına göre, Ece bir öğrenciyi arabasına alıyor, hatta karnını doyurmak için evine götürüyor. Ertesi gün çocuğun babası savcılığa, oğlunun kaymakam tarafından silah zoruyla ırzına geçildiğine değgin suç duyurusunda bulunuyor. Hukuktaki adı fiili livata olan, erkeğin ırzına geçmek suçuyla hapse atılıyor Ece.” Alkan, yazısının devamında, Ece Ayhan’la olay sonrasındaki karşılaşmalarında aralarında geçen konuşma sırasında onun kendisine söylediklerini de şöyle naklediyor: “Bir ara söz dönüp dolaşıp fiili livata’ya geldi. ‘Komploydu, ilçedeki savcının, yargıçların komplosuydu. Çocuğun adli muayeneden

geçirilmesini istedim, ama çocuk ortada yoktu. Kaçırmışlar. Beni suçlu düşürmek için sonradan kendileri ırzına geçmişler.’” (Bkz. Erdoğan Alkan, “Ece Ayhan ve Şiiri”, Varlık, 1140 (Eylül 2002).

36 Ece Ayhan, Hoşça Kal, s.14,15.

“Hastalığın yanı sıra yoksulluk. Bir gün Beyoğlu’nun bir ara sokağında rastladım, elinde bir ekmek vardı, yarısını yemişti: Sonra bana ekmeği aldığı fırını gösterdi. Bana da verdi. Dedi ki (kolay kolay böyle konuşmazdı): ‘Bazen yemek yiyecek param olmuyor; böyle yapıyorum; bir ekmek satın alıp onu yiyorum.’ “37

Yoksulluğu konusunda Süreyya Berfe’nin saptaması ise ilginçtir:

“Enis Batur’un, son dönemlerde ise özellikle Namık Kuyumcu’nun, İzmir’de elinden tutanların ilgisi olmasaydı bu kadar bile yaşayamayacaktı belki.”38

Yerleşik ve düzenli bir hayata geçişi bir türlü gerçekleştiremeyen (ya da belki bunu kendisi istemeyen) Ece Ayhan, Cemal Süreya’yı da örnek göstererek bir anlamda bu durumunu “kendi konumunda olanların niteliksel farklılıklarının bir sonucu” ya da “niteliğin sistem ve iktidar bileşenlerince cezalandırılması” olarak görme eğilimindedir:

“Bu arada ilginç bir olgu ortaya çıktı: Meğer ikimiz de ne denli çok ev değiştirmişiz: Cemal Süreya’nın 30’a benim ise 50’ye yakın! Eh, zaten rengi sarı bir devletin kiralık bodrum ya da çatı katlarında oturmuştuk hep!”39