• Sonuç bulunamadı

3. GAZNE’NİN İSİMLERİ

3.3. Gazne’nin Sıfatları

1.2.3. Şehrin Çekirdeğini Teşkil Eden Unsurlar

1.2.3.1. Camiler

Kök itibariyle Arapça Cem’-عمج- masdarından olup toplayan ve bir araya getiren manasına gelen; başlangışta sadece Cuma namazlarının eda edildiği yerlere verilen el-Mescîdü’l-Câmi’ izafetinin muhaffaf şekli olarak karşımıza çıkan camii kelimesinin IV/X. yüzyılın başından itibaren kullanılmaya başlandığı görülmektedir.692 İslâm şehirlerinde cami, cemaat için sadece bir ibadet mekânı olmayıp hamam, çeşme, çarşı gibi unsurları da şekillendiren maddi, manevi, idarî, içtimaî ve kültürel yönleriyle kentsel ağırlıklı bir niteliğe sahiptir.693 Dolayısıyla İslâm’ın ilk dönemlerindeki camiye bakıldığında camilerin mabet, eğitim öğretim yeri, Dâru’l-imâre ve devlet işleri gib birçok işin içerisinde görüldüğü bir mekân olarak karşımıza çıkmaktadır.694

Gazne şehrinin camii ve mabetleri ile ilgili nakledilen bilgilere göre şehrin Cuma Camisinin Dâru’l-imârenin hemen kıble tarafında olduğu görülmektedir.695

Ayrıca Gazne nahiyelerinde bulunan altı büyük cami ile ilgili bilgi veren Makdisî696 söz konusu bu camiler hakkında herhangi bir bilgi zikretmemiştir.

Gazne camileri hakkında ne yazık ki detaylı bilgiye sahip değiliz. Zira şehir tarih boyunca maruz kaldığı saldırılar yüzünden bu servetini kaybetmiştir. Sadece

690 Can, İslam Şehirlerinin Fizikî Yapısı, s. 102-103. 691 Makdîsî, Ahsenü’t-Tekâsîm, s. 303.

692 Câmi ve caminin dinî ve sosyokültürel tarihiyle ilgili geniş bilgi için bkz. Önkal, Ahmet ve Bozkurt Nebi, “Câmi: Din ve Sosyokültürel Tarihi”, DİA, TDV ysy., İstanbul, 1993, VII, 46.

693

Küçükkaşçı, “ Şehir ”, DİA, XXXVIII, 441-446. 694 Önkal, Bozkurt, “ Cami”, DİA, VII, 49-53. 695 Makdîsî, Ahsenü’t-Tekâsîm, s. 303. 696 Makdîsî, Ahsenü’t-Tekâsîm, s. 279.

adet olarak ve birkaç camiinin ismine rastlanılmaktadır. Nitekim Tûsî şehirde on iki bin adet mescidin/caminin bulunduğundan bahsetmektedir.697

Gazne’nin ilk cami veya mescitlerinin hangi tarihlerden itibaren ortaya çıktığı net değildir. Başka bir ifadeyle Gazne şehrinde Gazneliler öncesinde camilerin varlığını gösteren kesin ve net bilgiler olmamakla beraber Gazne yerel hâkimi Vücüyir Levik’in oğlu Hânân tarafından hemen Bâmiyân kapısının yanında yaptırılan Mescid-i Efleh-i Levik isminde bir camiden bahsedilmektedir. Şehrin böylesine bir camiye sahip olduğu bilgisine Afganistan’lı meşhur tarihçi Allâme Hâbîbî’nin (v. 1984) Levikân-i Gazne adlı eserinde rastlıyoruz. Şehrin Bâmiyân kapısının hemen yanında bulunan bu cami daha önceleri puthane iken; Levik’in oğlu Hânan tarafından içindeki putlar tahrip edildikten sonra camiye çevrilmîştir.698 Ancak zikri geçen bu şahısla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Gerdîzî Yakub b. Leys’in, Rutbil’i öldürdükten sonra Gazne’ye hâkim olduğunu ve Gerdîz emiri olan Ebû Mansûr Eflah b. Muhammed b. Hâkân ile barış anlaşması yaptığını aktarmaktadır.699

Söz konusu bu caminin bu olaydan sonra mı veya daha önceleri mi yapıldığına dair net bilgi bulunmamaktadır. Söz konusu Rutbil’in ne zaman ve nerede öldürüldüğüne dair nakledilen rivayetlere bakıldığında onun Ramazan. 249/Ekim 863 yılında Ruhhac bölgesinde olduğu anlaşılmaktadır.700 Diğer taraftan Saffârî Emîri Yakub’un Gazne’nin başkenti olduğu Zâbülistân bölgesini ele geçirmesi 25 Reviülevvel 258/ 9 Şubat 872 yılından sonra olmuştur.701 Yine Büst’te mahbus olan Rutbil’in oğlunun hapisten kaçarak Zâbülistân bölgesinde başlattığı isyan harekti bastırılmış ve Rutbil’in oğlunun Nây Lâmân kalesinde yakalandıktan sonra bölgede Saffârî hakimyeti yeniden sağlanmıştır. Bu durumda bu caminin de bu tarihlerden sonra yapılmış olma ihtimali yüksektir.

697

Tûsî, Acâyibü’l-Mahlûkât, s. 252.

698 Bu bilgilerin kaynağı, müellifin Pakistan’ın Karaçi şehrinde bulunduğu bir esnada incelemesi için kendinse verilen ilk ve son varakları olmadığı için künyesine ulaşamadığı küçük bir farsça yazma eserdir. Haîbîbî’nin söylediğine göre yazı şekli ve kullanılan kağıttan anlaşldığına göre IX/XV. yüzyılın ürünü olup harflerinin çoğunun noktasız olduğu bu eser Sahî Server’in kerametlerini konu edinmektedir. Bu konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Habîbî, Abdulhay, Peştu ve Loyekân-ı Gazne, yey., Karaçi, 1960, s. 48-53.

699 Gerdîzî, Zeynü’l-Ahbâr, s. 306. 700 Târîh-i Sîstân, s. 205.

Gazne’deki mescid-i câmii ile ilgili eserlerde bir takım bilgilere yer verildiği görülmektedir. Şöyle ki Sultan Mahmud Gazne’ye üç aylık mesafede bulunan Kunuç seferine çıkmadan önce bu caminin küçük olmasından dolayı büyük bir caminin yapımı için daha büyük bir arsa alınmasını emretmiştir.702Ancak şehrin bu camisinin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı ile ilgili detaylı bilgilere, ne yazık ki, rastlanılamamaktadır. Muhtemelen söz konusu bu cami Makdisî’nin zikrettiği camidir.

Bunun haricinde 13 Cemaziyelevvel 409/27 Eylül 1018 yılında çıktığı Kûnûc seferinden muzaffer bir şekilde dönen Sultan Mahmud, sefere çıkmadan önce arsa ve alt yapı işlerine başlamasına emrettiği caminin biran önce yapılması üzerinde ısrarla durmuştur. Arûsu’l-Felek ismiyle meşhur olan bu caminin, Gazne camileri arasında hakkında detaylı bilginin bulunduğu tek cami olma özelliğine sahiptir. Diğer taraftan bu cami Gazne tarihi açısından da bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki bu caminin yapımından önce Gazne İslâm dünyasında pek meşhur değilken; bu camiden sonra tanınır olmuştur.703

Çünkü bu caminin yapımında Sultan Mahmud’un çok büyük çabasının olduğu görülmektedir. Öncelikle Sultan Mahmud’un masraflarını bizzat kendisinin karşıladığı nakledilen caminin yapımı için tecrübeli usta ve mimarlar görevlendirilmiş ve sabahtan akşama kadar işçilerin kontrolünü yaparak iş çıkışında işçilerin ücretlerini, günlük olarak bizzat kendisi ödemiştir.704

Yapımı için Bağdâd’ın mahir mühendis ve mimarlarının getirildiği söylenilen705 camii avlusunun Hind ve Sind topraklarından getirilen çeşitli ağaçlarla ve uzak bölgelerden getirilen dörtgen, altıgen mermer taşları ile taklarının onarıldığı caminin baçesinin de çeşitli ve rengârenk güllerle süslendiğinden söz edilmektedir.706 Sultan’ın güvenli bir şekilde camiye ulaşması için saray ve cami arasında bir tünel yapılmıştır. Ayrıca Sultan’ın 3 bin özel güvenliği ile cuma ve bayram namazlarını rahat bir şekilde eda edebileceği büyüklükte bir maksûresi olan caminin hemen

702 Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 378-386. 703 Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 386,388. 704 Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 386-387.

705 Celâlî, “ Yâd-i ez Şevket-i Gaznî ”, Sâlnâme-yi Kâbil, Yıl:4, Sayı: 12, s.68. 706 Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 387.

yanında bir medrese ile büyük bir kütüphanenin inşa edilmiştir.707

Ayırıca Arûsu’l- Felek camisi Hindistan’dan getirilen ağaçlardan yapılan çatısıyla yapımında kulanılan altın ve lacivert taşları sayesinde gözleri kamaştıran bir eser haline gelmiştir.708

Günümüz Gazne’sinin Ravza bölgesinde olan bu cami Behlul köyünün kuzey tarafındaki bağların arsaları kadar büyük bir araziyi kapladığına ve bugün Mescid-i Cem’-i Evliya adıyla bilinen caminin, eski caminin güney hissesi olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca Mescid-i Cem’-i Evliyanın ortasında bulunan mihrabın da söz konusu Arûsu’l-Feleğin fer’i mihrablarından olduğu ve caminin güney kısmının bir kalıntısı olan bu minareden yola çıkılarak Arûsu’l-Feleğin Kasr-ı Fîrûzî’nin bağ ve imaretleriyle bitişik olabileceği düşünülmektedir. Çünkü söz konu Mescid-i Cem’-i Evliya Kasr-ı Fîrûzî mahalline yaklaşık 5 km lik bir mesafede bulunmakta ve Sultan Mahmud’un kendisi ve özel korumaları için yaptırdığı maksûrenin de caminin kuzyinde olup Kasr-ı Fîrûzî’ye bitişik olmasının Sultan’ın camiye ulaşmasında kolaylık sağladığı ifade edilmektedir.709

Gazne’de bulunan ve Sultanlar’ın bayram namazlarını eda ettikleri diğer bir camiden de bahsedilmektedir. Söz konusu bu camii Deşt-i Şahbahar tarafındaki Hadrâ bölgesinde bulunmaktaydı.710

1.2.3.2. Medreseler

İslâm tarihinin en önemli eğitim kurumlarından olan medreselerin ilk olarak Horasan ve Maverâünnehr bölgelerinde ortaya çıkmaya başlaması Gazne’nin de erken tarihlerde medreseyle tanışmasında etkili olmuştur. Çünkü Gazneliler’in selefi olan Sâmânî Devleti’nin başkenti Buhara ve Horasan’ın büyük şehirlerinden olan Nişâbûr şehri ağırlıklı olarak Hanefi ve Şafii mezhebine bağlı medreselere ev

707

Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 386-387.

708 Oktay, Aslanapa, Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, 7. Baskı, İstanbul, 2005, s. 43. 709 Celâlî, Gazne ve Gazneviyân, s. 156-157.

sahipliği yapıyordu.711

Gazne şehrinde on iki bin adet medresenin olduğundan söz edilmektedir.712 Ancak bunların hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. Tûsî VI/XII. yüzyıllarda yaşamış ve söz konusu bu eserini de Irak Selçuklu Sultanlar’ından (1118-1194) Rüknüddîn Tuğrul b. Rüknüddîn Arslan’a sunmuştur. Gazneliler’in yıkılış tarihlerine denk gelen Rüknüddîn’e sunulan bu eserin yazılış tarihi bakımından, çalışmamızın kapsadığı tarihlere çok da uzak değildir. Dolayısıyla müellifin şehirle ilgili verdiği bilgilerin güvenilirliğinin tartışmaya açılması doğru değildir. Müellifin kitabının kaynaklarına dair naklettiği “ Ben bu kitabımı kitaplarda yazılanlardan gördüklerim ve seyyâhlardan işittiklerimle tamamladım”713

rivayeti dikkate alınacak olursa Gazne ile ilgili aktardığı bilgilerinin mübalağa olmama payı yüksektir. Ayrıca Gazne saray şairlerinin devlet ricaline yazdığı methiyelerden de Gazne medreseleriyle ilgili bir takım bilgiler elde etmek mümkündür. Örneğin Ferruhî-i Sîstânî Ali b. Hasan Ârız-ı Leşker hakkında yazdığı bir methiyesinde onun Gazne’de birçok medrese yaptırarak ilme sağladığı katkısından övgüyle bahsetmektedir.714

Gazne şehrinde medreselerin ne zaman inşa edildiği tarihle ilgili net bilgiler bulunmamakla birlikte Beyhakî’nin kayıtlarına göre 385/995 yılında Bâb-i Büstiyân Medresesi adlı bir medrese bulunmaktaydı. Hanefî fakihlerinden Bû Sâlih Tebbânî’nin Nişâbur’dan getirilerek müderrislik görevinin verildiği ve ağırlıklı olarak Hanefî mezhebinin öğretildiği bu medresede Ebû Süleyman Dâvud b. Yunus ve kardeşi Mahmud da ders görenlerdendir.715

Bu medresenin Der-i/Bâb-i Büstiyân denilen bir yerde olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Büstlülerin kapısı anlamına gelen bu tabir, şehrin Büst’e doğru açılan kapısının yanında bulunan yer için kullanılmış olma olasılığı yüksektir. Ayrıca bu yerin sakinleri Hanefî mezhebine

711 Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Ma’rûf, Nâcî, Medârisu Kablen-Nizâmiyye, nşr. Matbaatü’l- Mecmeü’l-İlmî el-Irakî, yyy, 1973, s. 7-15, 25 ve devam eden sayfaları; Bahçıvân, Seyit, “el- Müessesâü’l-İlmiyye fî Horasân Biâ’me Ve’n-Nişâbur Bihâsse fî’l-Karni’r-Râbi Ve’l-Hâmisi’l- Hicriyeyin”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Konya, Bahar, 2002, sayı: 13, s. 111-127. 712

Tûsî, Acâyibü’l-Mahlûkât, s. 252. 713 Tûsî, Acâyibü’l-Mahlûkât, s. 15.

714 Ferrûhî-i Sîstânî, Divân-ı Hekîm Ferrûhî-i Sîstânî, s. 318-319. 715 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 180.

mensuptur. Zira, yukarıda da ifade ediliği gibi medresenin müfredatı Hanefî mezhebine göre tertip edilmiştir.

Sultan Mahmûd’un Kûnûc zaferinin ardından Arûsü’l-Felek caminin hemen yanında kütüphanesinin olduğu muhteşem bir medrese yaptırdığından da bahsedilmektedir.716 Şehrin medrese ve diğer ilmî kurumları ile ilgili çalışmamızın son bölümünde ayrıca bilgi verileceği için medereselerle ilgili bu kadar bilgiyle iktifa edilmiştir.

1.2.4. Köşkler

Gazne’nin çekirdeğini oluşturan unsurlarından biri diğeri de köşklerdir. Bu konudaki rivayetlere göre Sultan Mahmud döneminden önce Gazne’de Mısır mozaiklerine benzer, ağaçtan yapılmış binalar bulunmaktadır.717

Ancak bu mimarî tarzın Gazne’nin gittikçe gelişen görkemli mimarîsi ile çok fazla ilgisi söz konusu değildir.718

1.2.4.1. Sehl-i Âbâd Kasrı

Köşkler bir şehrin görkemini göstermesi bakımından önemli bir yere sahiptir. Sehl-i Âbâd da Gazne’nin sahip olduğu kasırlardan birisidir. Ayrıca bu kasrın şehirdeki ilk Gazne yapıtlarından olduğu rivayet edilmektedir.719

Utbî’nin konuyla ilgili rivayetlerinden söz konusu bu kasrın Sebük Tegin’in son dönemlerinde tecrübeli ustalarca yapımının başlandığı anlaşılmaktadır.720

Ancak Sebük Tegin’in vefatıyla beraber, devlete uğur getirmediği düşüncesiyle yapımının durdurulduğu ve zamanla kasrın tahrip olduğu beyan edilmektedir.721 Ancak bu köşkün Gazne’nin neresinde inşasına başlandığına dair herhangi bir bilgi verilmezken; bazı araştırmacılar bu kasrın Gazne’nin merkezinde olabileceğini söylemektedir.722

716 Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 387. 717 Makdîsî, Ahsenü’t-Tekâsîm, s. 303. 718

Hayderî, Ferheng ve Temeddün-i İsâmî-i Gaznîn, s. 216. 719

Hayderî, Ferheng ve Temeddün-i İslâmî-i Gaznîn, s. 217. 720 Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 147.

721 Utbî, Târîhu’l-Yemînî, s. 147.

1.2.4.2. Mahmud’un Eski Köşkü

Köşk-i Kühen-i Mahmûdî olarak da bilinen bu köşkün Gazne’nin Afganşâl bölgesinde olduğu ifade edilmektedir.723 Bu köşk Sultan’ın makamlarından biri olduğu için devlet işlerinin görüldüğü, elçi ve devlet adamlarına ziyafet verildiği bir yerdir. Ayrıca bu köşk bazen Köşk-i Kühen-i Peder724 ve bazen de Köşk-i Kühen-i Mahmud-i Zâvülî olarak da geçmektedir.725 Diğer taraftan Afganşâl’ın kasrın genelini ihtiva eden bölgenin adı olduğuna ve içinde Köşk-i Devleti kapsayan bu kasrın Sultan Mahmud döneminde yapıldığına işaret edilmektedir.726

Sebük Tegin’in türbesine de ev sahipliği yapan bu kasrın ismi Beyhakî’nin tarihinde çokça zikredilmektedir. Beyhakî Sultan Mesud’un, babasının vefatının ardından Gazne’ye gelip dede ve babasının oturduğu Suffe-i Devlet’te tahta oturduğunu, oradan babasının türbesinin olduğu Sipistzâr’daki Bağ-i Fîrûzî’ye geldiğini, oradan da devlet erkanıyla birlikte sahra yolunu tutup Afganşâl’a gelerek ziyaretinin ardından tekrar Köşk-i Devlete döndüğünü rivayet etmektedir.727

Bu bilgiler dikkate alındığında Afganşâl’ın Gazne şehrinin dışında olduğu anlaşılırken; diğer taraftan Afganşâl’dan Köşk-i Devlete döndü ifadelerinden de söz konusu bu köşkün Afganşâl’da değil de Gazne şehrinin içinde olduğu yani Sultan’ın konakladığı tahtı olan Suffe-i Devlet ile Köşk-i Devlet’in aynı isimler olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Mahmud’un Eski Köşkünün şehrin dışında olduğu ortaya çıkmaktadır.

1.2.4.3. Köşk-i Sepîd

Beyhakî’nin tarihinde bu isim birkaç yerde zikredilmektedir. Beyhâkî’nin söz konusu bu köşkle ilgili rivayetleri şu şekildedir “ …Perşembe günü Sultan atına binerek yedi şehzade, büyük hacip ve akrabalarıyla Köşk-i Sepîd’e gitti ve orada bir hafta kaldı ve bazı işlerin icrasına koyuldu, oradan da Emîrlik sarayına döndü.”728 Diğer taraftan Beyaz Saray anlamına gelen bu köşkü Gazne Sultanlar’ının eğlenmek

723 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 249, 452. 724

Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 373, 324, 476. 725

Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 324.

726 Hayderî, Ferheng ve Temeddün-i İslâmî-i Gaznîn, s. 218. 727 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 236.

için kullandıkları da görülmektedir. Nitekim Beyhakî konuyla ilgili olarak “ … ertesi gün Köşk-i Sepîd’e giderek orada eğlendi, çevgen oynadı ve içki içti…”729

ifade etmektedir. Bu köşkün ne zaman yapıldığı ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Ancak mevcut bilgilere bakıldığında bu köşkün Sultan Mahmud döneminde yapılmış olduğu ifade edilebilir. Zira oğlu Mesud zamanında inşâ edilmiş olsaydı Târîh-i Mesûdî olarak da bilinen Beyhakî’nin tarihinde, Köşk-i Nevle ilgili bilgi verildiği gibi, mutlaka onunla ilgili de bilgi verilirdi.

1.2.4.4. Köşk-i Mesûdî

Bu köşk Sultan Mahmud’un büyük oğlu Sultan Mesûd tarafından yaptırılmıştır. Beyhakî, tanınmış mühendis Abdülmelik Nakkâş tarafından özel aletlerle büyük bir özen ve titizlikle inşasına başlanılan bu köşkün dört yılda tamamlandığını ve o güne kadar benzerine rastlanılmayan bu köşkün daha önce herhangi bir padişah tarafından yaptırılmadığını vurgulamıştır.730

Sultan Mes’ûd bu köşke 25 Receb 427/24 Mayıs 1036 yılında köşke yerleştikten sonra bazı emirlerin çocuklarını, yedi gün süren ihtişamlı bir törenin ardından sünnet yaptırdığını aktarmaktadır.731

Köşk-i Nev-i Mesûdî732

ve Köşk-i Nev adlarıyla ile adlandırılan bu köşkün taht-ı zerrîni, tacı ve culus yerlerinin altın ustaları tarafından yapıldığı, sağ ve sol taraflarında eyvan ve suffelerinin, Serayçe-i Hâsse isminde Sultan’ın elbiselerini değiştirdiği özel bölümünün, yaz ve kışlık odalarının, mutfağının ve ayrıca naibler divanının da olduğu belirtilmektedir.733

Söz konusu bu köşkte Sultan’ın tahtı bulunduğu için devlet işleri artık buradan yürütülmekteydi.734 Dolayısıyla bu köşkün inşaatının bitmesiyle birlikte daha önce Köşk-i Devlette olan taht buraya nakledilmiş olmalıdır. Ayrıca Sultan’ın av735

ve

729 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 370. 730 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 452-453. 731

Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 453. 732

Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 452, 474. 733 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 454-455. 734 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 494. 735 Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, s. 481.

sefer dönüşlerinde736

bu köşke yerleşiyor olması bu köşkün saltanat makamı olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan bu köşkün Sultan’ın ikamet ettiği ve oruç ibadetlerini eda ettiği737

yer olması bu köşkün Sultan Mesûd döneminde önemini gösteriyor olması bakımından önemlidir. Ancak üzülerek söylemeliyiz ki bu ihtişamlı saraydan herhangi bir eser kalmamıştır.738

Hakkında sadece kitaplardan bilgi elde edebildiğimiz bu ihtişamlı köşk, muhtemelen şehrin maruz kaldığı saldırılar veya doğal afetler yüzünden tarihe karışmış olmalıdır.