• Sonuç bulunamadı

KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ

A) BOZKIR KÜLTÜRÜ

İnsanın tabiat kuvvetlerine hâkim olamadığı eski çağlarda coğrafyanın beşeri hayat üzerindeki tesirleri düşünülürse, Bozkır ikliminin de çeşitli bakımlardan eski Türk yaşayışına, düşünce tarzı, inancı ve dünya görüşüne, örfü ve geleneklerine, kısaca kültürüne tesir yapacağı kolayca kabul edilebilir bir noktadır.

Yeryüzünde insanlar, yaşadıkları coğrafi çevrenin başlıca üç doğal kaynağı olan orman, hayvan yetiştirme ve tarım imkânlarını değerlendirmişler ve hayatlarını ancak bu şekilde sürdürebilmişlerdir.

Eski çağlarda ilk kültürler de kendi bölgelerinin şartları içinde bir kültür ortaya koyduklarından or-man kavimleri “asalak” kültürünü, ziraate elverişli yerlerde oturanlar “köylü” kültürünü ortaya koymuşlar, bozkırdakiler ise “çoban” kültürünü meydana getirmişlerdir. Ancak bir kültürün gelişmesinde sadece coğ-rafi imkânların göz önünde bulundurulması yeterli değildir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar bireylerin kültür değerleri yaratmak ve geliştirmekte başlıca unsur olduğunu göstermiştir. Bunun yanında, belirli ruhi karaktere sahip toplulukların ortaya konan çeşitli kültür değerlerini kontrol edebilme kabiliyeti de unutulma-malıdır.

Yani topluluk kendi içinde görülen her kültür belirtisini kabul etmemekte, ancak düşünce tarzı ve ya-şayışına uygun düşenleri kabul etmektedir. Şu halde her kültürün üç temel dayanağı bulunmaktadır: coğrafi çevre, insan unsuru, topluluk (cemiyet). Bu durum başka başka coğrafi çevrelerde yaşayan ayrı karakterlere sahip insan gruplarına mahsus olmak üzere birbirlerinden farklı kültürler doğacağını gösterir. Böylece 3500 yıllık hayatı bozkır şartları içinde geçen Türk topluluğunun da kendine mahsus bir kültür tipine sahip olacağı anlaşılır. Buna Türkler’in yaşadığı sahadan dolayı “Bozkır kültürü” diyoruz.

Bozkırlar coğrafyasında binlerce yıl hayatını devam ettiren ve Çin, Hind, Akdeniz ve Avrupa kavim-leri gibi yerleşik kültür topluluklarının yüzyıllarca tesir ve baskısını hissettikkavim-leri bu kültür eskiden beri ilim adamlarınca az çok tanınmakta idi. Bazıları buna eksik olarak “Atlı kültür”, bazıları yanlış olarak “Göçebe kültür” adını vermişler, bazıları da “Atlı göçebe kültürü” demekte bir sakınca görmemişlerdir. Halbuki Boz-kır kültürü “at” üzerine kurulmuş olmakla beraber, prensipleri yalnız “at”tan ibaret değildir. Bunun yanında demir de vardır. At ve demir bozkır kültürünün iki temel unsurudur. Ayrıca başlı başına br kültür olduğu için din, yaşam tarzı ahlak yönlerinden de kendini tamamlamış ve bir manevi değerler bütünlüğü meydana getir-miştir. Zaten her kültür için sadece ekonomik faaliyetler onu tanımlamada yetersiz kalacaktır. Bu, kültürün sadece tek bir yönünü oluşturur. Bu nedenle besiciliğe dayalı Bozkır Kültürünü dıştan bakarak sadece çoban kültürü olarak nitelemek yanlıştır. Bunun yanında meseleye bakacak olursak batılı araştırmacıların üzerine tam anlamı ile eğilmeden göçebe kültür dedikleri bozkır kültürünün temel öğelerinden biri attır ve bu unsur göçebe kültürde bulunmaz. Sadece sonradan maddi bir imkan olarak kullanılmıştır. Yerleşik kültürde de atın bozkır kültüründe olduğu gibi mühim bir yeri yoktur. Bu edenle Bozkır Kültürü göçebelik ya da çoban kültü-rü olarak değil kendi içinde manevi bütünlüğü olan tek başına bir kültür olarak ele alınmalıdır.

Bozkır kültürünün ikinci temel unsuru olan demir ise eski Yunan’da olduğu gibi sadece bir mitoloji unsuru değil, bozkır devletlerinin kuruluş ve gelişmesinde tol oynayan etkili ve gerçek bir araçtı.

Ayrıca göçebelik konusunu araştırırken yapılan iki hata vardır ki bu hatalar açıklama yollarını ka-patmış durumdadır. Bunlardan ilki bozkırlar sahasında görülen bütün toplulukların aynı sosyal tarza sahip

olduğu düşünülerek aralarındaki kültür farklarının gözden kaçırılmasıdır. İkincisi de daha önce kısaca deği-neceğimiz gibi bu toplulukların yalnızca birer ekonomik kuruluş olarak ele alınmalarıdır. Her topluluk gibi bozkır topluluklarının da ekonomik özellikleri yanında, ayrı ayrı sosyal, dini, idari ve siyasi cepheleri bu-lunmaktadır. Araştırma yapılırken bu hususa son derece dikkat edilmelidir. Yoksa bir Türk’ü Moğol’dan, bir Avrupalı kavmi bir diğerinden ayırmadıkça onların bozkırlı mı, göçebe mi ya da yerleşik mi oldukları konusu izah edilemeyecektir.

1) Bozkır Kültürünün Menşei Meselesi

a) İskit Nazariyesi

Bozkır kültürü diye ifade edilen kültür tipi İ. Zichy tarafından temsil edilen bir görüşe göre “atlı göçe-belik”ten ibaret olup, merkezinde at yetiştiricilik ve çobanlık yer almaktadır. Bu gibi faaliyetleri yürütebilmek için Karadeniz kuzeyi düzlüğü- Kuzey Türkistan arasındaki İskit sahası en elverişli bölge olarak görülmekte-dir. “İskit kültürü” ile aynı durumdaki Altay arkeolojik buluntuları arasındaki benzerlikte temelin Orta As-ya’da aranması gerektiği belirtilmiştir. Gerçekten İskit adı ile anılan topluluğun esas kütlesini İranlı kavimler meydana getirmekle beraber onlar üzerindeki Türk tesirini belirleyen başka deliller de vardır. Türklerin bir kısmının M.Ö. 7.-6. Yüzyıllardan itibaren İskit bölgesine girmesi, Andronovo kültürünün Don Nehri kıyı-larına kadar yayılması gibi… Bu nedenle M.Ö. 5.-4. Yüzyıllarda Bozkır kültürünün İskitlerce benimsenmiş olmasına hayret edilmemelidir.

b) İndo-Germen Nazariyesi

Önce, İndo- Germen nazariyesine paralellik gösteren S. Gallus- T. Horvath’ın ortak görüşünü tanıtmakta fayda vardır. Bu araştırmacılar, araştırmalarında özellikle Macaristan kazılarında ele geçirilen bronz ve demir gemleri tiplere ayırarak Güney Rusya, Kafkaslar, İran ve Sibirya’daki benzerleri ile karşılaştırmış ve M.Ö.

8.-6. asırlarda Alpler- Kafkaslar rasındaki sahada bir nevi “atlı kültür”ün yaşadığı sonucuna varmışlardır.

At konusundan ziyade gemler ve gemlerle birlikte bulunan diğer arkeolojik malzeme üzerinde duran bu iki araştırıcıya göre “atlı kültür” taşıyıcısı olan bu kavmin Kafkaslar’dan Orta Avrupa’ya göç etmiş olması muhtemeldir. Minusinsk gemleri ise hem daha geçtir hem de Batı tesirleri taşımaktadır.

Batı’da çok yaygın eski “Aryanizm” görüşünün devamı sayılması mümkün görünen İndo- Germen nazariyesine gelince, buna göre, Hind-Avrupalılar’ın çok erken devirlerde Çin’in Kansu bölgesine kadar bü-tün Orta Asya’ya yayıldıkları ve aslında da “göçebe” oldukları, atın ilk defa onlar tarafından ehlileştirildiği ve dünyanın ata binme sanatını onlardan öğrendiği kabul edilmektedir. Batılıların at üzerinde önemle durması, şüphesiz bu hayvanı evcilleştirip, binmenin insanlık kültür tarihinde çok ileri bir hamle yapmasından ileri ge-lir ki bozkırlarda geliştirilen kültürü de İndo- Germenlere bağlamak böylece mümkün olacaktır. Teoride ehli atın menşei olarak kalıntıları Cungarya’da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı gösterilmiştir.

Esas olan atın binek hayvanı haline getirilmesidir. Bozkır kültüründe rol oynayan baş aksiyon da bini-ciliktir. Böyle bir ihtiyacın “yerleşik” kültürlerde değil, geniş otlaklar ve uzak su başlarını, süratle dolaşmak zorunluluğuna dayanan “Bozkır kültürü”nde hissedileceği açıktır ve dolayısıyla önce kalabalık sürüleri kol-lamak gibi bir ekonomik araç olan binicilik, kısa zamanda askeri değer kazanarak “Bozkır savaşçılığı”nın te-meli olmuş ve at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. S. V. Kiselev’in tespitine göre Andronovo kültürünü sahibi olan savaşçı kavmin çevreye hâkim olamaya başlaması da bununla sağlanmış olmalıdır. Hunlar ken-dilerinden önce Çin sahasında henüz kimsenin atlı muharebeyi bilmediği çağlarda kendi tipik kültürlerinde var olan atı da beraberlerinde götürmüşlerdi. Böylece bozkırın savaş atları doğuya doğru uzanmış oluyordu.

Çinlilerde ata binmeyi M.Ö. 300’lerde Asya Hunlarından öğrenmişlerdir.

c) Altaylı Nazariyesi

Andronovo kültürü çekirdeği etrafında geliştiği anlaşılan Bozkır kültürünün Altay yaylalarında öncü Türkler tarafından ortaya konduğu hususu, arkeolojik ve antropolojik delillerin ortaya çıkışından daha önce bozkırlar üzerine dikkati çeken W. Schmidt, O. Menghin, W. Koppers, F. Flor gibi tanınmış kültür tarihçileri tarafından ileri sürülmüştür.

O. Menghin atı ehlileştirmek ve hayvan yetiştirmek gibi medeniyet tarihindeki çok mühim bir safhanın Türklerin ataları ile yakından ilgili bulunduğunu söylemiştir. Bozkırlar bölgesinde kemik kültürü, hayvan besleme kültürü, at yetiştirme kültürü olmak üzere üç kültür devresi tespit eden Menghin’e göre son aşama olarak merkezinde atın yer aldığı “savaşçı çobanlar” kültürü doğmuştur ki, bu bozkırlar sahası kültürlerinde bilhassa eski Türkler için karakteristik olan en yüksek dereceyi gösterir.

W. Koppers’de “Atın ehlileştirilmesi ve atlı-çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlana-bilir. İnsanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer kültürlerin gelişmesinde mükemmel sonuçlar doğurmuştur: Tarihi bağlantıların gösterdiği gibi büyük devlet esası için gerekli şartlar ancak bu şekilde beli-rebilmiştir.” demiştir.

Atın binek hayvanı olarak kullanılmasını dünya tahinde çok önemli ve tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür aşaması olarak belirten F. Flor’a göre hayvan terbiyesinde önce ren geyiği sonra Türklerin ataları tarafından at ehlileştirilerek insanlık hizmetine sokulmuştur.

W. Schmidt de araştırmalarında aynı sonuca varmıştır: “Orta Asya’da oturan ve çok eski bir zamanda avcılık hayatından hayvanları ehlileştirmeye geçen ilk kavim Türkler olmuştur. At Türkler tarafından ehlileş-tirilmiştir ve Türkler ata binen ilk insanlar olarak görülmektedir.”

En eski çağlardan beri Türklerin siyasi, dini, iktisadi ve sosyal hayatında atın oynadığı merkezi rol meseleye açıklık kazandıran önemli bir noktadır. Türkler, sürüler halinde yetiştirdikleri atın etini yerler, onu kurban olarak sunarlar ve her sene binlercesini yabancı ülkelere ihraç ederek ekonomilerini sağlarlardı. Özel-likle Çin hükümetleri ordularında Türk sistemini uygulayarak okçu süvari birÖzel-likleri oluşturmuş ve bunun için gerekli olan atı da Türk ülkelerinden sağlamak zorunda kalmışlardır. Çin kaynakları savaş atlarının daha çok ipekle değiş tokuş edildiği bilgisini vermektedir.

Batı kaynaklarına göre: “Henüz ayakta durabilecek Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at hazır bulunur… Hunlar at üstünde yerler, içerleri alışveriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar… At başka bir kavmi yalnız sırtında taşıdığı halde, Hun at üstünde ikamet eder…”

7.-10. Asır Bizans kaynaklarına göre: “ Türkler sanki at üstünde doğmuşlardır, yerde yürümesini bil-mezler…”

Bunlar gibi benzer bilgilere 14. Asra kadar Türkler hakkında bilgi veren tüm Çin, Bizans, Rus, Süryani kaynaklarında rastlanmaktadır.

Bozkır Türkü hayatında hemen hemen bütün varlığını borçlu olduğu, özel ad ve unvanlar verdiği, tö-renle gömdüğü ata gerektiğinde konuşabilen, zekaya sahip olan, gökten inmiş bir kutsallık atfetmiştir.

O. Menghin gelişen eski Türk kültürünün dünya tarihinde iki bakımdan tesirini tespit etmiştir. Bun-lardan biri hayvan besleyiciliğini geliştirmek ve yaymak suretiyle ekonomik; öteki, yüksek teşkilatçılık yolu ile sosyaldir. Birinci nokta önemlidir çünkü bu avcılık ve devşiricilik gibi yalnız alarak karşılığında bir şey vermeyen parazit ekonomi yerine, insanları üretici duruma sokmak suretiyle çok faydalı bir iktisadi hamlenin işaretidir. Fakat ikinci nokta daha da önemlidir çünkü toplulukları basit yığınlar olmaktan çıkarıp sosyal düzene bağlamak gibi iktisadi faaliyetin de devamını mümkün kılan bir beşeri değer ancak bu yol ile mümkün olmuştur. İnsanların henüz teknik bilgiye sahip olmadığı ilk devirlerde yaşamlarını sürdürebilmek için

bulundukları sahanın coğrafi şartlarına uymak zorunda kalan topluluklardan kendilerini toprağa bağlayan tarım bölgelerinde oturanlar, el yordamı ile çapa, orak icat etmek ve barınaklar yapmak suretiyle yerleşik kültürün temellerini atarken, bozkırda yaşayan topluluklar yine coğrafi imkânlar gereği besiciliğe sarılmışlar ve böylece kendi kültürlerini oluşturma ve geliştirme yolunda önemli adımlar atmışlardır. Bu iki kültür tipi arasında önemli farklılıklar vardır.

Yerleşik kültür, kuruluş evresinde yalnız dar manada bir ailenin ihtiyacını karşılayacak ölçüde belirli bir toprak parçasını işlemekle yetinmiş iken Bozkırlı’nın kültürü ailesinden başka yüz binlerce hayvanı ve geniş otlakları göz önünde tutmak zorunluluğu yüzünden daha başlangıçta yaygınlık vasfına bürünmüştür.

Ekonomik vasıtayı değerlendirmek bakımından yerleşik insan daha çok oturmaya mahkûmken Bozkırlı da-ima hareketli bir yaşayışın takipçisi olmak durumuna girmiştir. Yerleşik insan, bir ailenin sınırlı menfaatleri dışında herhangi bir hak davası gütmeye ihtiyaç duymazken Bozkırlı kalabalık sürülerini türlü manevralarla kışın ayrı, yazın ayrı ve birbirinden uzak mesafelere götürmek, otlakları ve suyu silahla muhafaza etmek, tedavi gibi işlere yatkınlık kazanmak, otlakların kullanılmasında çıkan anlaşmazlıkların halledilmesi için bir hakem heyeti ve başkanlığı tesis etmek gibi yollara başvurmak zorunda kalmıştır.

Böylece Bozkırlı topluluklar çobanlığın geliştirdiği sevk ve idare kabiliyeti, emir ve itaat alışkanlığını hayvan sürülerinden insan topluluklarına intikal ettirmiştir. Bu da onun başka bir dünya görüşü içine girme-sine olanak sağlamıştır.

Türklerin yerleşik topluluklar üzerinde kolayca hakimiyet kurmalarını sağlayan şey de demir idi. Çün-kü demir çağı adını verdiğimiz çağ bu madenden bol miktarda alet ve silah yapılmaya başlanması ile başla-mıştır. Bu da Altaylara Yanisey Nehrinin kaynak bölgelerinde görülmüştür. Bilindiği gibi Altaylılar çok eski-den beri usta demirciler olarak tanınmaktadırlar.

Bozkır kültürü Türk siyasi ve sosyal hayatında ata kutluluk derecesinde değer verdiren ve destanların-da bağlılığını dile getirdiği demiri ve demirciliği de aynı kutsal mertebeye yükseltmiştir. Bu durum Türklerin atalarına diğer topluluklarınkinden çok farklı bir dünya görüşünün kapılarını açmıştır. Savaşçılık kabiliyetini iyice güçlendiren demirciliğinin yanında, otlak ve su için yaptığı mücadeleler ile sabrı artan bozkırlı aynı za-manda huzur içinde yaşayabilmek için insanların karşılıklı saygı ile donanması gerektiğini de öğrenmiş ve in-san topluluklarını sürekli olarak barış halinde tutabilmek için herkes tarafından kabul görebilecek bir hukuk düşüncesine ulaşmıştır. İşte bu da devlet fikrinin doğuşudur. Tüm bunların yanında yine at sayesinde yerli toplulukları zihin durgunluğundan kurtararak insana sonsuz faaliyet ufukları açan sürat kavramı ve maddi araç olarak sahip oldukları demir aracılığı ile Türkler kendilerine bağladıkları toplulukları idare etmek üzere yeryüzünde ilk siyasi kadroları meydana getirmiş ve ilk kanun koyucu millet olmuştur. Tüm bu özelliklerini de cihan hâkimiyeti adı altındaki fetih ülküsüyle kullanarak tüm dünyaya nam salmıştır.

2) Bozkır Kültürünün Teşekkül Çağı

Bu kültürün menşei hakkındaki nazariyeler ve açıklamalar ona aşağı yukarı bir geçmiş tahmin etmek imkânını sağlamıştır. Viyana ekolüne göre bu tarih M.Ö. 2. bin başları olmalıdır. Şüphesiz binicilik temel unsur olmak üzere siyasi, iktisadi, dini vb. cepheleri ile kültür gelişinceye kadar belirli bir zamanın geçmesi gerekecektir. Bugün için, Andronovo kültürünü ortaya koyan savaşçı atlı kavmin M.Ö. 1700-1500’lerde etrafa tesirini göstermeye başladığı ifade edildiğine göre, Bozkır kültürünün söylenen tarihte oldukça belirgin bir vasıf kazanmış olduğu kabul edilebilir.

Bu tahmin, görüldüğü üzere, bir yandan “Viyana Ekolü”nün vardığı sonuçlara, bir yandan dil araş-tırmaları neticelerine, diğer yandan da arkeolojik vesikalara ve antropolojik malzemeye uygun düşmektedir.

SONUÇ

Bu hafta Türklerin kültürleri hakkında bilgiler verilecek, Bozkır Kültürü detaylı bir biçimde incelenmiştir.

KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ

1) Hangisi Türklerin hayatında ve Bozkır Kültüründe en önemli hayvandır?

a- Koyun

b- Geyik

c- At

d- Kartal

e- Koç

2) Bozkır kültürünün teşekkül çağı hangi zamana denk getirilmektedir?

a- M.Ö. 4. Bin

b- M.Ö. 8. Bin

c- M.S. 5. Bin

d- M.S. 2. Bin

e- M.Ö. 2. Bin

YANITLAR: 1-c, 2,e

BİBLİYOGRAFYA

Baykara, Tuncer, Türk Kültür Tarihine Bakışlar, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, An-kara 2001.

Koca, Salim, Türk Kültürünün Temelleri- 1, Damla Neşriyat, İstanbul 1990.

Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul 1981.

Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken, İstanbul 2007.

Çandarlıoğlu, Gülçin, İslam Öncesi Türk Tarihi ve Kültürü, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul

2003.

Kafesoğlu, İbrahim, “Tarihte Türk Adı”, Türkler Ansiklopedisi, s. 308-315.

Kafesoğlu, İbrahim, Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1980.

Tanyu, Hikmet, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, A.Ü.İ.F. yayınları, Ankara 1980.

M. Emin Yolalıcı, Türk Tarihinin Kaynakları, Samsun 2006.

Varis Çakan, Orta Asya Türk Tarihinin Kaynakları, Binyıl Yayınevi, Ankara 2009.

Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2008.

Mualla Uydu Yücel, İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, TTK, Ankara 2007.

Abdulkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler I-II, TTK, Ankara 1998.

Mualla Uydu Yücel, “ Kuman- Kıpçaklar’ın Tarihinde İgor Destanı’nın Yeri ve Önemi”, Belleten, LXX, 258, Ağustos 2006.

Saadettin Gömeç, “ İslam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 20/31, 1999-2000, Ankara 2000.

İsmail Mangaltepe, Bizans Kaynaklarında Türkler, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul 2009.

Saim Sakaoğlu- Ali Duymaz, İslamiyet Öncesi Türk Destanları, Ötüken, İstanbul 2003.

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, çev. Reşit Rahmeti Arat, TTK, Ankara 2003.

Kaşgarlı Mahmud, “Divan-ı Lügat-it Türk Tercümesi”, çev. Besim Atalay, TDK, 1986.

Abdülkadir Donuk, Eski Türklerde Askerî İdarî Unvan ve Terimler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1989.

7. Hafta e-Ders Kitap Bölümü

ÖZET

Bu hafta Türk kültüründe hukukun önemi ve Türklerin “töre” adını verdikleri yazılı olmayan ancak devletin nizamını sağlayan kuralları anlatılacaktır. Konu ilee ilgili vesikalara da yer verilecektir.

III. HAFTA