• Sonuç bulunamadı

1.3. Kültürün Etkisindeki Liderlik

1.3.9. Türk Kültüründe Melezleşme Eğilimleri

1.3.9.3. Batılılaşma Sürecinde Türk Kültürü ve Yönetim

Osmanlıda Batılılaşma, devletin Batılı devletler karşısında yenilgiler alması nedeniyle başlamıştır. Bu nedenle Batılılaşmada ilk önemsenen alan, askerlik ve ordu olmuştur. Bu sebeple de ilk ıslahat hareketleri askerlik mesleğine ve orduya yönelik olarak başlamıştır. III. Selim ve II. Mahmut’la birlikte askeri alandaki ıslahatlar devam ettirilirken, yenilik hareketleri idari (yönetsel) alana da kaydırılmış. Daha sonra bunlara toplumsal alandaki yenilikler eklenmiştir.

Osmanlı’nın Batılılaşmasında yenilik talepleri ya devletin çöküşünü engellemek maksadıyla iç unsurlar olan padişahlar ve bürokratlardan ya da gayrimüslimlerin haklarını koruma gerekçesiyle Batılı devletlerden gelmiştir. Islahatların gerçekleştirilmesi ise çoğunlukla Batılı ve gayrimüslim azınlıkların bilgilerinden yararlanarak ve devletin, toplumun içinde bulunduğu koşulların belirleyiciliği çerçevesinde padişahlar ve bürokratik elitler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle

toplumun ıslahat talebi olmadığı gibi ıslahatları gerçekleştirecek güçleri de yoktur. Bu yüzden, Osmanlı’da ıslahatlar ve Batılılaşma; merkezileşme, bürokratikleşme ve laikleşme hiyerarşik bir anlayışla gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı Devleti, örgütlenmesinde kendinden önceki Türk devletleri olan Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinin örgütlenme biçimlerini esas almıştır. Onların da Emevi ve Abbasi Arap İslam Devletlerinin örgütlenmesinden etkilendikleri bilindiğine göre, Osmanlı Devleti büyüdükçe bürokratikleşmiştir. Bu bürokratikleşme; divanları, vezirlikleri, şeyhülislamlık makamını, Orta Doğu kültürlerine uygun olarak şekillendirmiştir.

Patrimoniyal olarak adlandırılan Osmanlı Bürokrasisi, geleneksel ve İslami öğretiden çok Orta Doğu Müslümanlarının yönetim kültürüne göre işletilen bir bürokrasidir (Heper, 2006). Şeyhülislamın konumu, Padişahın bazı konularda ondan fetva alarak kararlarını veriyor olması, Yavuz Sultan Selim’den sonra Padişahların “Halife” unvanını da kullanmaları, kadılık sistemi, İslam’ın Osmanlı yönetim ve liderlik anlayışına çok geniş ve derin bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Bürokrasinin azameti, saray ve halk ayrımı toplumdaki güç mesafesini arttırmıştır.

Osmanlıda devletin en güçlü olduğu zamanlarda hep güçlü bir bürokrasi söz konusu olmuştur (Weiker, 1973: 101). Geleneksel Osmanlı bürokrasisi Seyfiye (Kılıç Ehli), İlmiye (İlim Ehli), Kalemiye (Kalem Ehli) olmak üzere üç yönetici sınıftan oluşmaktaydı (Fleischer, 1996: 5). İlmiye yani ulema hariç bürokrasinin üyeleri de kul kökenlidir; bir başka deyişle, bürokrasi ile toplumsal gruplar arasında herhangi bir organik bağ bulunmamaktadır. Bu durum, bürokratların padişaha kişisel bağlılıklarını sağlayan önemli bir faktördü. Bunun yanında, bürokratların Enderun’da gördükleri eğitim de söz konusu bağlılığı pekiştirici bir fonksiyon icra ediyordu.

II. Mahmut döneminde, birçok Batı biçimli kurumun ve bürokratik örgütün ortaya çıktığı görülmektedir. II. Mahmut bir yandan eyaletler üzerinde merkezi hükümetin kontrolünü genişletmeye gayret ederken, diğer yandan merkezi hükümetin yapı ve kuruluşunda da birçok önemli değişiklik yaptı (Lewis, 1993: 96). Şeyhülislamlık dairesinin kuruluşu, ulemanın devlet dairesi haline getirilişine doğru ilk adımdı ki bu, söz konusu kurumun merkeze karşı varolan kısmi bağımsızlığını ortadan kaldırarak, popüler ve etkin gücünün temelini yıktı ve değişikliğe karşı koyma gücünü ciddi olarak zayıflattı (Lewis, 1993: 97). II. Mahmut dönemindeki önemli bir diğer değişiklik de evkafın hükümet kontrolüne alınmasıydı. Bütün bu düzenlemeler sonucunda ulemanın zayıflaması ile -geçmişte ulemanın tekelinde bulunan-

müderrislerin atanması, okulların ve medreselerin denetlenmesi Maarif Nazırlığı’na; yargıçların atanması ve adliye işleri Adliye Nazırlığı’na devredildi.

Tanzimat’la birlikte yeni bir yönetici elit ortaya çıkmıştır. Bu elitin en önemli temsilcilerinden biri olan Mustafa Reşit Paşa, yeni bir sömürgeci aydın tipini ifade ettiği gibi, aynı zamanda, yeni bir sömürgeci yönetici tipini de temsil etmekte ve bu yönetici tipi; topluma söz hakkı vermeden ve ona eğilmeden, onun adına ve ona rağmen sosyal ve kültürel reformları gerçekleştirmeyi, bürokrasinin asli görevi haline getirmektedir (Eryılmaz, 1992: 125). Mustafa Reşit Paşa’dan sonraki Ali ve Fuad Paşalar’da da benzer anlayışlar söz konusudur ve aslında bu reformları gerçekleştirirlerken kendi sınıf çıkarlarını korumayı amaç edinmişlerdir (Deringil, 2014: 16).

Ortaya çıkan yeni yönetici elitin başka bir özelliği de, büyük ölçüde arkalarını zamanın Batılı güçlerine dayandırdıkları için, cesur davranmaları ve bağımsız hareket edebilmeleriydi. Bu kendine güven, daha önce Osmanlı bürokratları tarafından güçlü bir şekilde benimsenen “Sultan kulunun boynu kıldan incedir” düşüncesinin yerini aldı. Çünkü padişahların yönetim gücü giderek azalırken, Batıya yaslanan ve onlardan cesaret alan üst düzey yöneticilerin etkinliği giderek merkezi bir konum almaya başladı. Artık Tanzimat bürokratları kendilerini bütün Osmanlı’nın son hedefi olarak görülen “eski Osmanlı ihtişamını” yeniden getirebilecek yegane insanlar olduklarına inanmaya başladılar (Mardin, 1996: 127). Mardin’in (1996: 137) belirttiği gibi yeni bürokrasi ve onu destekleyen Tanzimat aydınlarının Osmanlı kul bürokrasisinden farklı olmayan tarafı; kendilerini kul bürokrasisinin yaptığı gibi toplumdan tecrit etme tavrını devam ettirmiş olmaları ve bu tavra yabancılaşmayı da eklemiş olmalarıdır.

Yeni Osmanlılardan sonra devlet yönetiminde etkin olan Jön Türklerin Batılılaşma ile ilgili yaklaşımları muhafazakar Batılılaşmacı kanat, radikal Batıcı kanat ve liberal kanat olmak üzere üç bakış açısıyla ele alınmıştır (Söğütlü, 2011: 11-23). En önemli temsilcisi Mizancı Murat (Hanioğlu, 1989: 190-191; Mardin, 1989: 80-102) olan muhafazakar Batılılaşmacı kanat, Batının bilim ve tekniğini almak isteyen (Mardin, 1989: 75-76) ve İslam’ın maneviyatından da vazgeçmeyerek bir sentez yapmaya çalışan bir anlayışı ifade etmektedir. Ahlaklı, dürüst ve adil memurlarla ve de verimi esas alan Weberci rasyonel, araçsal bir bürokrasi anlayışının Osmanlı’da olması gereğini savunmuşlardır (Mardin, 1989: 70, 100; Ramsour, 2001: 57-58).

En önemli temsilcisi Ahmet Rıza olan radikal Batıcı kanat, islamla Batı değerlerinin farklı medeniyet dairelerinden olmaları sebebiyle örtüşmediği, Batı’dan geri kalmışlığın altında din ve geleneğin yattığı, o nedenle de pozitivizm, biyolojik

metaryalizm ve Batı’daki aydınlanmasın esas alınarak topyekün bir Batılılaşmayı savunmuşlardır (Işın, 1985: 354-355; Hanioğlu, 1989: 39; Mardin, 1989: 121-122). Batı medeniyetini var eden güç akıl ve bilimdir (Söğütlü, 2011: 13).

Kul bürokrasinin yerini alıp devlet yapısını güçlendirmek isteyen Batılılaşmacı bürokrasinin karşısında, iktidar ve faaliyet alanı daralan Ulema (din bürokrasisi) yer almıştır. Batılılaşmacı bürokrasi ulemayı “hurefeci ve cahil” olarak suçlarken; ulemanın Batılılaşmacı bürokrasiye karşı en etkin silahı “dinsizlik” suçlamasıdır. (Dursun, 1992: 171-173) Görüldüğü üzere, her iki taraf da, birbirlerine karşı oldukça radikal bir üslup ve anlayışa sahiptirler. Batılılaşmacı bürokrasi akıl ve bilime dayalı bir yaşam tarzı vurgusu yaparken; ulema ise eski yaşam tarzından yanaydı. Aslında Batılılaşmacı bürokrasinin de ulemanın da bir yandan belirli ideolojik değerlerden bahsederken diğer taraftan kendi iktidar alanlarını ve konumlarını korumaya yönelik bir davranış biçimiyle hareket ettiklerini görmek zor değildir. Bu sertlik dozu yüksek çatışmalar, belirli ilkelerin işletilmesi ve hizmetlerin etkinleştirilmesinden değil, çatışmaların taraflarının herbirinin sistemden daha fazla rant ve çıkar elde edebilmek için yarışmalarından kaynaklanmaktadır.

Tam anlamıyla Batı’ya yönelişin süreci olan Cumhuriyet, devletin kurucusu ve karizmatik lider Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Cumhuriyet bürokrasisinin eseri olarak ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’le birlikte birçok kurumdaki ikilik ortadan kaldırılmış, Osmanlı veya ümmet kimliği yerine Türklük ulusal kimliği; Orta Doğu’nun kültürleşmiş ve gerçek amacından uzaklaşmış dini değerleri yerine Batı’nın akıl ve bilim değerleri; doğunun sultan ve reaya ilişkisi anlamındaki yönetim anlayışı yerine Batının hükümet eden ile vatandaş ilişkisi; kutsaldan alındığı iddia edilen yönetsel güç yerine halkın kendisinden alınan yönetim gücü ikame edilmeye çalışılmıştır.

Cumhuriyetin temel ilkeleri; cumhuriyetçilik, laiklik ,milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimciliktir. Cumhuriyet projesinin milliyetçilik ilkesi, Fransız İhtilali sonrasında Osmanlı toplumunda toplumu bir arada tutma işlevini yitirmiş olan osmanlıcılık ve ümmetçilik yerine çimento olarak tasarlanmış ve kültürün toplulukçuluk boyutuna yönelik işlevler yüklenmiştir. Laiklik, otoriteyi dünyevileştirerek; cumhuriyetçilik de otoritenin kaynağını halk yaparak güç mesafesini azaltıcı işlev üstlenmiştir. Halkçılık; sınıfsal, ırksal, dini, mezhepsel bütün farklılıkları ortadan kaldırmak amacıyla, hem kurumsal toplulukçuluk hem güç mesafesini azaltıcı bir işlevin kavramlaşması olmuştur. Devletçilik, bireysel girişime yer verme; ancak bireysel girişimin oluşmadığı ya da oluşamadığı zorunlu durumlarda toplumda oluşabilecek

belirsizliklerin önüne geçerek kültürün belirsizlikten kaçınma, bireycilik, iddialı olma, performansa yönelik boyutlarına ilişkin değişik oranlarda işlev yüklenmiştir. Devrimcilik ise değişen dünyada değişen koşullara yönelik sürecin işletilerek toplumsal denge ve kurumlar arası ahenk bozulduğunda yenilenen koşullara uygun bir yenilenmeyle yeni bir denge ve belirlilik süreci oluşturarak aslında belirsizlikten kaçınma boyutuyla ilişkili bir ilkedir.

Cumhuriyet projesi, Türk kültürünün boyutlarına Batılı kültürlere benzemek ya da yaklaşmak adına belirli ilkeleri toplumda yerleştirmeye çalıştıysa da ve belirli ölçüde buna muvaffak olduysa da, bunu tamamen gerçekleştirmek mümkün olmamıştır. Modern dünyada daha başarılı bir durumda bulunan, görünen veya algılanan Batı toplumları; çoğunlukla güç mesafesi düşük, belirsizlikten kaçınma derecesi düşük, toplulukçuluktan çok bireyciliğin ön planda olduğu, performans yönelimli, iddialı, uzun dönem odaklı ve kadın-erkek eşitliği yüksek toplumlardır. Cumhuriyet projesi, Türk kültürünün bazı boyutlarını Batılı kültürlerin boyutlarına yaklaştırmıştır. Türk kültüründe güç mesafesi ve belirsizlikten kaçınma boyutlarında, büyük değişiklik olduğunu gösteren emareler yoktur. Ancak GLOBE ve Hofstede’nin araştırmalarında, birçok boyutun ortalama rakamlara yakın olması, tarihsel süreçle birlikte değerlendirildiğinde; Türk kültürünün, toplulukçuluk boyutunun azaldığı ancak bu durumun Batılı anlamda bir bireyselliğe yol açmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Türk toplumunda kısa dönem yönelimlilikten, uzun dönem yönelimliğe doğru belirli bir hareketlilik olduğuna ilişkin emareler olmasına rağmen, sürekli yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın ürettiği belirsizlikler, toplumun tam olarak uzun dönem yönelimli olmasına imkan vermemiştir. Cumhuriyet’le birlikte, kültürün kadın erkek eşitliği boyutunda, olumlu yönde bir yol katedildiyse de; köy-kırsal ve gecekondu kökenli sosyal ve siyasi kültür çevrelerinde bir kadın-erkek eşitsizliğinin çok ciddi bir şekilde devam ettiği anlaşılmaktadır.

1.3.10. Türk Kültürünün Melezleşmesi ve Türkiye’de Kendini Korumaya

Outline

Benzer Belgeler