• Sonuç bulunamadı

% 100 Risk Ağırlığ ına Tabi

1.5.3. Basel I Sermaye Yeterlili ğ i Uzla ş ısı’na Yapılan Ele ş tiriler

1988 Basel Uzlaşısı uluslararası piyasalarda faal olan bankalar için önerilmiş bir yaklaşımdı. Bu yaklaşım, söz konusu bankaların aktiflerinin risklerini ağırlıklandırmak ve bir de buna karşılık gelen asgari sermaye yeterliliğini saptamak için yöntemler önermekteydi. 1988 Basel Uzlaşısı, öncelikli olarak hedeflediği banka çevresinin ötesinde de olumlu karşılanarak kabul görmüş ve genelde bankaların sermaye yeterlilik oranlarını artırma yönünde olumlu katkı yapmıştır (Goodhart ve diğ., 2006:4,11; TBB, 2000d:1-2). Ancak, zaman içinde Uzlaşı’nın güncelliğini yitirmesi ve içeriğinin

bankacılık ve finans sektörü ile ekonomik alanda ortaya çıkan gelişmeleri

karşılayamaması, bu yaklaşımın bazı açılardan yetersiz kaldığı görüşünü kuvvetlendirmiştir (Fullani, 2005).

İlk olarak mevcut sermaye yeterliliği düzenlemesi, risklerin ölçümlenmesi konusunda hassas değildir. Bankalar sermaye yeterliliğine ilişkin bu standart yürürlüğe girdiği süre içerisinde mevcut düzenlemeleri dolanacak yollar bulmuşlardır. Buna bankaların kredilerini menkul kıymetleştirmeleri veya bir yıldan kısa vadeli kredi açmak suretiyle daha düşük risk ağırlığına giren varlıklar oluşturmaları örnek olarak verilebilir (Kaplan ve Turhan, 1999:75). Nitekim (Ryan, 2002:2; Jackson ve diğ., 1999:1-4):

• Bu kapsamda bazı ürünler geliştirilerek daha az sermaye ihtiyacının

hesaplanması sağlanabilmiştir. Uzlaşı’nın uygulandığı dönemde finansal yenilikler arasında yer alan menkul kıymetleştirme işlemleri1 ile banka aktiflerinin çok önemli bir bölümünün bilanço dışına aktarılması neticesinde sermaye yeterlilik oranlarında görülen iyileşme birçok ülkede bankaların bu aracı sıkça kullanmalarına yol açmıştır. Böylece yapılan sermaye arbitrajı2 ile ekonomik sermaye ve yerel otoritenin tutmasını zorunlu kıldığı düzenleyici sermaye arasında arasındaki açık artmıştır.

• Uzlaşı’da kaliteli aktiflerin elden çıkarılmasına yönelik teşvikler mevcuttur. • Bankaların bilançolarının kalitesinde yoğun şekilde bozulmalar görülmüştür.

1

Borçlanma aracı olarak banka kredilerinin yerini alan ciro edilebilir enstrümanların gelişmiş

halidir. Menkul kıymetleştirme, likit olmayan aktiflerin ihraç edilebilecek ve sermaye piyasalarında alım satım yapılabilecek menkul kıymete dönüştürülmesidir. Bu kapsamdaki aktiflere ikâmetgah amaçlı ipotekler (mortage) örnek olarak verilebilir.

2

Sermaye arbitrajı, bankanın aktiflerini risk ağırlığı daha düşük olan kalemlere dönüştürmek suretiyle sermaye avantajı sağlamayı ifade eder. Basel I’de aktiflerin bazılarının menkul kıymetleştirme yolu ile bilanço dışına alınıp daha düşük risk ağırlığından faydalanılması bu duruma örnek olarak verilebilir.

Basel I Uzlaşısı, bankaların riske göre ağırlıklandırılmış varlıkları için belirli bir yasal sermaye oranının gerçekleştirilmesini hedeflemiştir. Devlet tahvili gibi risksiz varlıklar, riskli aktif değerler dışında tutulurken, ticari krediler tamamiyle risk ağırlıklı varlıklar kapsamında değerlendirilmiştir (Ito ve Sasaki, 2002: 1). Bu açıdan, sermaye yeterliliğine ilişkin ilk düzenlemelerde en önemli problem bankaların her bir varlık çeşidine belirli bir risk ağırlığı belirlenmesine karşılık kredi kullanan borçluların risk düzeyi ile ilgili herhangi bir hüküm içermemesidir (Kaplan ve Turhan, 1999:74). Bir önceki bölümde belirtildiği üzere Basel I’de, bankanın maruz kaldığı kredi riski, bankanın aktiflerinin ve bilanço dışı kalemlerinin farklı risk sınıflarına ayrılması ve her sınıfa karşılık gelen risk ağırlıkları olan % 0, % 20, % 50 ve % 100 katsayılarıyla çarpılması suretiyle hesaplanmaktadır. Sadece dört farklı risk ağırlığı kullanılması nedeniyle risk duyarlılığı düşük olan Basel I, farklı alanlarda faaliyet gösteren bütün bankalara aynı şekilde uygulanması nedeniyle “herkese tek beden elbise” (one-size-fits-all) şeklinde tanımlanabilecek tekdüze bir sermaye yeterliliği düzenlemesi olarak nitelendirilebilir (Pelizzon ve Schaefer, 2005:5, Fullani, 2005). Ayrıca, Basel I’de OECD kulüp kuralı olarak ifade edilen uygulamadan dolayı OECD’ye üye ülkelerin hükümetlerine verilen kredilere yüzde 0, bankalarına verilen kredilere ise yüzde 20 risk ağırlığı belirlenmiştir. Buna karşın, OECD üyesi olmayan ülkeler için gerek hükümetlerine gerekse bankalarına verilen kredilerde yüzde 100 risk ağırlığının uygulanıyor olması bu düzenlemenin zayıf yanı olarak değerlendirilmiştir (Montes-Negret, 2005:8-13; Yayla ve Kaya, 2005:9; Hayes ve diğ., 2002).

Buna ilave olarak; özel kesim firmalarına verilen krediler de firmanın risk özelliği göz önüne bulundurulmaksızın sermaye yeterliliği standart rasyosu hesabına % 100 risk ağırlığı ile dahil edilmektedir. Bu konu uygulamanın en çok eleştiri alan noktalarından biridir. Bu durumda çok riskli bir firmaya kredi veren banka ile risk düzeyi düşük olan bir

firmaya kredi veren bankanın aynı sermayeye sahip olma koşulu aranmakta

olduğundan ve riski yüksek olan firmalar da riski düşük olan firmalara göre daha fazla fiyat ödemeye razı olduklarından risk azaltılması teşvik görmemekte, hatta bu uygulama paradoksal olarak bankaları daha riskli müşterilere doğru itmektedir. Bu sakıncaların farkedilmesi sebebiyle Basel I finans çevreleri tarafından yoğun biçimde eleştirilmiş, uluslararası piyasalardan fon toplamak durumunda olan birçok saygın banka Basel rasyosunu bir tarafa bırakarak sermaye yeterliliklerini, kendi geliştirdikleri çok daha karmaşık risk izleme programlarına göre oluşturma yoluna gitmişlerdir (Jacobson ve diğ., 2005; Kaplan ve Turhan, 1999).

Bu bağlamda, Basel I Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı’na yapılan eleştiriler Yaslıdağ

(2007:2), TBB (2000d:1-2), Babuşçu (2005:2) ve Montes-Negret’e (2005:12-13) atfen

şu şekilde sınıflandırılabilir:

• Risk temelli sermaye yaklaşımında kullanılan sermaye kavramı, bir bankanın beklenen ya da beklenmeyen kayıplarını karşılama kapasitesini yeterince ifade etmemektedir (örneğin, kredi karşılıkları konjonktürün iyi olduğu dönemlerde karşılaşılan riskin gerektirdiğinin üstüne çıkmakta, tersine gelişmeler olduğunda da yetersiz kalmaktadır),

• Tanımlanan risk ölçütleri yeterli değildir. Sadece kredi riski tanımlanmış olup statik olarak ölçülmektedir. Ayrıca, söz konusu risk kapsamındaki farklılıklar yeterince gözönüne alınmamıştır.

• Sermaye yeterlilik oranı için kritik değer olarak belirlenen % 8 oranı, ülkelerin ve ölçüme dahil kuruluşların değişen koşullarına göre yeterli derecede esneklik göstermemektedir,

• Risk ölçüm yöntemleri yetersizdir,

• Varlıklar ve finansal kurumlar arasında hassas bir risk ayrımı yapılmamakta, karşı tarafın kredi değerliliğine dikkat edilmemektedir,

• Portföy kavramı gözardı edilmekte ve netleştirmeler hesaplamalara dahil

edilmemektedir,

• Varlıkların piyasa değerleri yerine, defter değerleri dikkate alınmaktadır,

• Vade önemli bir risk faktörü olmasına rağmen, dikkate alınmamaktadır, kısa vadeli borçlanma teşvik edilmektedir,

• Faiz oranı ve döviz kuru gibi piyasa riski taşıyan unsurlar sermaye yeterliliği hesaplamasında dikkate alınmamaktadır. Bu çerçevede, 1996 yılında piyasa riski sermaye yeterliliği hesaplamasına dahil edilmiş ve dolayısıyla bankaların sermaye ihtiyaçları artmıştır.

Basel I, içerik olarak basit olması nedeniyle gelişmiş ülkelerin uluslararası faaliyet gösteren büyük oyuncularının ve akademik çevrelerin olumsuz eleştirilerine maruz kalmıştır. Ancak içerdiği standartların anlaşılır, basit ve kolay uygulanabiliyor olması, Uzlaşı’nın özellikle gelişmekte olan ekonomilerce benimsenmesini kolaylaştırmıştır.

Bu yüzden, Basel I bu ekonomilerde bankacılık düzenlemelerinin modernleşmesine ve finansal sektörlerinde rekabetin artmasına katkıda bulunmuştur (Yayla ve Kaya, 2005:10).

1.5.4. 1996 Yılında Piyasa Riskinin Sermaye Yeterliliğine Dahil Edilmesiyle Oluşan Yeni Basel Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı

Basel Komite’nin 1988 tarihli ilk sermaye yeterliliği düzenlemesi banka sermayesinin toplam miktarı üzerine odaklanan, bankaların iflas riskini ve mevduat sahipleri için oluşabilecek maliyeti en aza indirmeyi amaçlayan bir düzenlemedir (TBB, 2002:2). Basel I sermaye standardı, başlangıçta sadece uluslararası faaliyet gösteren bankalar için önerilmiş bir yaklaşımken, zaman içinde beklenenin çok ötesinde kabul görerek tüm ülkeler ve bankalar için uygulanmaya başlamıştır.

Basel I sermaye yeterliliğinin uygulanmaya konmasından itibaren, bu standart yoğun

şekilde kritik edilmeye başlamıştır. Sermaye yeterliliği hesaplanmasına esas teşkil eden risk ölçütlerinin yeterli olmaması, teminat kullanımının sınırlı tutulması, sadece kredi riskinin tanımlanması ve bu tanımlamada OECD üyeliğini kriter olarak alması, elde tutulan varlıklar ve finansal kurumlar arasında hassas bir risk ayırımı yapmaması, portföy kavramını gözardı ederek portföy içindeki risklerin netleştirilmesini1 hesaba katmaması, bankaları risk yönetim sistemlerini geliştirmeleri yönünde yeterince teşvik etmemesi, piyasa ve operasyonel riskleri dikkate almaması ve elde tutulan varlıkların piyasa değerleri yerine muhasebe değerlerini esas alması, Basel I standardının en önemli eksiklikleri olarak sayılabilir (Montes-Negret, 2005:8-13; Teker ve diğ., 2005:45). Örneğin; Uzlaşı’da bir finansal kurumca taşınan açık döviz pozisyonları, hazine

bonoları ve devlet tahvillerinin piyasa riskleri için sermaye gereksinimi

hesaplanmamaktaydı (Ward, 2002:9).

Uzlaşı’nın uygulandığı süre içerisinde, iletişim ve bilgi teknolojilerine bağlı gelişmeler de bankaların türev ürünlerinin işlem hacimlerini ve dolayısıyla bu ürünlerin doğası nedeniyle finansal kurumların maruz kaldıkları piyasa risklerini bir kat daha artırmıştır. Bu dönemde büyük yatırım bankalarının yanı sıra, birçok banka dışı kurum ve küçük bankalar gelirlerini artırmak amacı ile türev ürün piyasalarındaki işlem hacimlerini artırmışlar, fakat banka dışı kurumların ve küçük bankaların bir kısmı bu operasyonları

1

İki banka arasında yapılan anlaşma neticesinde karşılıklı olarak borç ve alacakların mahsup edilerek ortaya çıkan net tutarların işlemlere esas alınması netleştirme olarak ifade edilmektedir.

nedeniyle büyük miktarlarda zarara uğramış hatta bazıları da batmıştır (Akan, 2007:60).

Yine Uzlaşı’nın uygulandığı dönem içerisinde 1994 yılında Meksika ve Türkiye’de yaşanan krizler ve devamında;

• Finansal piyasalardaki faiz oranları ile,

• Döviz kurlarındaki dalgalanmalar,

neticesinde Amerika’daki çok sayıda finansal kuruluşun zor durumda kalması bazı sorunlar yaratmış ve birçok finans kuruluşunun iflası gündeme gelmiştir (Atiker, 2005:3; Türkiye İş Bankası, 2004:10). Bu nedenle, Amerika’da 1996 yılından itibaren Sermaye Yeterliliği Oranı’nın paydasına faiz oranı ve döviz kurlarına dayalı risklerin beraberce tanımlandıgı piyasa riski için de gerekli sermaye miktarı ilave edilmeye başlanmıştır (Atiker, 2005:3).

Yaşanan bu gelişmeler doğrultusunda Basel Komite eleştirileri dikkate almak suretiyle 1988 yılı Düzenlemesi’nin revize edilmesine ilişkin çalışmalar yapmış ve piyasa risklerinin bankaların sermayelerine paralel bir yapı arz etmesini temin etmek için, 1993 Nisan ayında bankaların piyasa riskine maruz tutarlarının sermaye yeterlilik rasyosuna dahil edilmesi amacıyla bir çerçeve döküman (The Supervisory Treatment of Market Risks) hazırlamıştır (Akan, 2007:60). Söz konusu doküman, piyasa riskine dayalı sermaye gereksiniminin standart bir metodolojiye göre hesaplanmasını önermiştir (Duman, 2000:22).

Öneri metninde piyasa riski “bankaların bilanço içi ve bilanço dışı hesaplarında tutulan varlıkların piyasa fiyatlarında; faiz oranları, döviz kuru ve hisse senetlerinin değerlerinde meydana gelebilecek değişiklikler nedeniyle oluşabilecek kayba uğrama riski” olarak tanımlanmıştır (BCBS, 1993:1).

Standart yöntem ile faiz oranına duyarlı varlıkların ve hisse senetlerinin taşıdıkları piyasa riski hesaplanırken, bu varlıkların bankaların bilançolarında yer alan değerleri kullanılmakta, geçmişte varlıkların değerlerinde oluşan değişmeler dikkate alınmamaktadır. Piyasa riskinin unsurlarını ise faiz oranına duyarlı varlıklar ve hisse senetleri ile bunların türev ürünleri (future, option vb.) ve döviz kuru riski oluşturmaktadır. Dökümanda; bankanın alım satım hesapları içinde yer alan finansal enstrümanlara ilişkin pozisyonların değerinde faiz oranı riski ve hisse senedi pozisyon riski nedeniyle maruz kalabileceği zarar olasılığı “genel piyasa riski”, bankanın

alım-satım hesapları içinde yer alan finansal enstrümanlara ilişkin pozisyonlarda, olağan piyasa hareketleri dışında, bu pozisyonları oluşturan finansal enstrümanları ihraç veya garanti eden ve ödeme yükümlülüğünü üstlenen kuruluşların yönetimlerinden veya mali bünyelerinden kaynaklanabilecek sorunlar nedeniyle meydana gelebilecek zarar olasılığı ise “spesifik risk” olarak tanımlanmıştır. Dökümanda spesifik riske karşılık sermaye ayrılmasının amacı, enstrümanların piyasa hareketleri nedeniyle kendi değerlerinde oluşabilecek olası risklerden ziyade, bunları piyasaya sunan tarafta çıkabilecek olası risklere karşı bankaları korumaktır (BCBS, 1993:14-17,27-29).

Faiz, kur ve fiyat hareketleri neticesinde bilanço içi ve dışı varlıkların değerlerinde meydana gelebilecek değişikliklerin belirli risk ağırlıkları ile ağırlıklandırılarak standart bir yöntemle hesaplanmasını öneren döküman çeşitli eksikleri içermesinden dolayı önemli ölçüde eleştiri almış ve sektörde önde gelen birçok banka kendi geliştirdikleri daha ileri teknikleri içeren modellerle piyasa riskini ölçmeye başlamıştır. Standart yöntem ile piyasa riskinin hesaplanmasının önemli ölçüde eleştiri almasının nedenleri

şu şekilde sıralanabilir (Duman, 2000:22).

• Standart yöntem, bankaların daha etkin ve daha doğru sonuçlar veren risk yönetim sistemleri geliştirmelerini teşvik edici unsurlar içermemektedir.

• Standart yöntem, portföy halinde tutulan varlıklar ve yatırım enstrümanları arasındaki korelasyonu dikkate almamaktadır. Finans teorisinin en iyi bilinen gerçeklerinden birisi, varlık getirileri arasındaki korelasyon yüzde 100’den az ise (ya da +1’den küçük) portföy riskinin kendisini oluşturan enstrümanların riskinden az olacağıdır. Dolayısıyla, standart modele göre hesaplanan sermaye zorunluluğu tutarları olması gerekenden yüksek olacaktır.

• Standart yöntem, pek çok banka tarafından kullanılan ve teknolojik olarak

gelişmiş risk yönetim sistemlerini hiç dikkate almamıştır.

Bu eleştiriler karşısında gelişmeleri de dikkate alan Basel Komite, bankaların piyasa risklerini hesaplamada çok daha kapsamlı ve gelişmiş risk modelleri kullandıklarını görmüş ve çerçeve dökümanda değişikliğe giderek 1995 yılında “Proposal to Issue a Supplement to the Basel Capital Accord to Cover Market Risk” adlı belgeyi yayınlamıştır. Komite, bu belgede, bankaların piyasa riskine dayalı sermaye zorunluluklarını hesaplamada kendi içsel modellerini kullanabilmelerine olanak sağlamıştır (Duman, 2000:23).

Yine aynı yıl Nisan ayında Komite, piyasa riskini ölçmeye yönelik risk ölçüm ve yönetim

sistemlerinde risk faktörlerinin nasıl belirleneceği ve nelerin gözönünde

bulundurulacağına dair önerileri içeren “An Internal Model-Based Approach to Market Risk Capital Requirements” (Piyasa Riskine ilişkin Sermaye Gereksiniminin İçsel Bir Model ile Ölçülmesi Yaklaşımı) adlı yeni bir taslak doküman hazırlayarak bankaların görüşüne sunmuştur. Bu çalışmada, piyasa riskinin hesaplanmasında “Riske Maruz Değer1” (Value at Risk) tekniklerinin kullanımını ayrıntılı olarak açıklayan bir bölüme de yer verilmiştir (BCBS, 1995).

Bankaların görüşlerini dikkate alarak değerlendirmelerini yapan Basel Komite 1996 yılı Nisan ayında “Amendment to the Capital Accord to Incorporate Market Risks” adı ile nihai metni yayımlamıştır (ener, 2005; BCBS:1996). 1997 yılı sonunda yürürlüğe girmek üzere düzenlenerek genişletilen Uzlaşı’da Komite piyasa riskinin unsurlarını; faiz oranı riski, kur riski, hisse senedi fiyatı riski, emtia fiyatı riski ve opsiyon riski olarak beş ayrı gruba ayırarak incelemiştir (BCBS, 1996).

Dökümanda ilk kez banka bilançoları alım-satım hesapları (trading book) ve bankacılık hesapları (banking book) şeklinde ikiye ayrılarak incelenmiştir. Bu kapsamdaki riskler (BCBS, 1996:1; Akan, 2008:64):

• Alım-satım hesaplarında yer alan faiz oranıyla ilişkili araçlar ve hisse senetleri nedeniyle maruz kalınan riskler,

• Bankanın maruz kaldığı döviz kuru ve emtia riski olarak ifade edilmiştir.

Genişletilen Uzlaşı’da bankaların piyasa risklerinin ölçümünde ise iki farklı yaklaşım uygulayabilmeleri benimsenmiştir. Bu yaklaşımlardan biri standart, diğeri içsel

modellerin kullanılması yaklaşımıdır. Böylece bankalara ilk kez alım-satım

hesaplarından kaynaklanan piyasa risklerini ölçmede kendi geliştirdikleri modelleri kullanma imkânı getirilmiştir.

Bununla beraber içsel model kullanmak isteyen bankalar için bu dokümanda uyulması zorunlu bir dizi kalitatif ve kantitatif kriter tanımlanmıştır. Kantitatif kıstaslar riske maruz değer (RMD) tutarının hesaplanmasında kullanılacak belirli kriterleri içerirken; kalitatif

1

Riske Maruz Değer, 1990’lı yılların ilk yarısından sonra piyasa riski açısından bir sektör standardı haline gelmiş; Basel Komitenin yayınladığı (1995:4) “An Internal Model-Based Approach to Market Risk Capital Requirements” adlı belgede elde tutulan varlığın ya da alım-satım (trading) portföyünün değerinde belirli bir zaman dilimi içinde ve belirli bir istatistiksel güven aralığında oluşabilecek maksimum değer kaybının tahminine dayanan bir kavram olarak tanımlanmıştır.

kıstaslar ise, genel olarak modelin bankanın günlük risk yönetim uygulamaları ile entegre olmasını sağlamaya yönelik kriterlerdir (Akan, 2007:61).

İçsel modellerin kullanılması bankanın bazı şartları yerine getirmesi ve denetim otoritesinin onay şartına bağlanmıştır. Her iki yaklaşım esas olarak büyük ölçüde Basel II Uzlaşısı’nda da aynen korunduğundan söz konusu yaklaşımlara bir sonraki bölümde detaylı olarak yer verilecektir.

Uzlaşı’da, her iki yaklaşımdan birini kullanarak piyasa riskini hesaplayan bankaların kredi riski ile ağırlıklandırılmış varlıkları da dahil ederek sermaye yeterlilik oranını hesaplamaları kararlaştırılmıştır. Sermaye yeterlilik oranının hesaplanış şekli genel olarak genişletilen Uzlaşı’da da korunmuş olmakla beraber; söz konusu dökümanda, sermaye tabanına piyasa riskini karşılayabilecek yeni bir sermaye bileşeni daha ilave edilmiştir. Denetim otoritesinin uygun bulması halinde beklenmedik kayıpları karşılama amacına yönelik olarak sermaye tabanına dahil edilebilen ve üçüncu kuşak sermaye olarak tanımlanan bu bileşen, önceki Uzlaşı’da ikinci kuşak sermaye içinde yer alan sermaye benzeri kredilerden farklı özellikler taşıyan kısa vadeli sermaye benzeri kredilerden oluşmaktadır. Üçüncü kuşak sermaye (Tier 3) gerek nitelik gerekse kullanımına getirilen sınırlamalar açısından birtakım farklılıklar içermektedir. Bunları şu

şekilde belirtebiliriz (BCBS, 1996:7-8).

1- Üçüncü kuşak sermaye, yalnızca piyasa riskinden doğan kayıplara ilişkin sermaye gereksinimini karşılamak üzere kullanılabilir, kredi riskinden kaynaklanan kayıplara ilişkin sermaye gereksiniminde kullanılamaz.

2- Üçüncü kuşak sermaye ana sermayenin piyasa riski için kullanılabilecek kısmının yüzde 250’sini geçemez.

3- Katkı ve üçüncü kuşak sermaye tutarları toplamı, ana sermaye tutarını

geçmemelidir.

4- Katkı sermaye üçüncü kuşak sermaye yerine yüzde 250 oranında ikâme

edilebilir.

5- Kısa vadeli sermaye benzeri kredilerin üçüncü kuşak sermayeye dahil

edilebilmeleri için, tamamının bankaya ödenmiş, herhangi bir teminata bağlanmamış ve başlangıç vadesinin en az 2 yıl olması gerekmektedir.

ödenmesi veya mahsubu mümkün olmamalıdır.

7- Bankacılık ilke ve teamüllerine aykırı hüküm, şart ve kısıtlamaları içeren sözleşmelere dayalı olmamalıdır.

1988 Uzlaşısı’nda % 8 olan sermaye yeterlilik rasyosu piyasa riski ile güncellenen

Uzlaşı’da da aynen korunmakla beraber, bu güncelleme örtülü olarak asgari sermaye

yeterlilik oranını yukarı doğru çekmiştir.

    =   +     ≥ % 8Ö

Sermaye yeterlilik oranının yukarıda ifade edilen kriterler çerçevesinde hesaplanışşekli aşağıda yer alan Tablo 4’de sunulmuştur.

Tablo 4: 1996 Yılında Piyasa Riskinin Basel Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı'na Dahil Edilmesiyle Sermaye Yeterliliği Oranının Hesaplanması* A. ANA SERMAYE (1. Kuşak - Tier 1)

► Ödenmiş Sermaye

► Yedek Akçeler

► Kamuya Açıklanmış Rezervler (Dağıtılmamış Kârlar)

Benzer Belgeler