• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: F İ NANSAL KÜRESELLE  ME, BANKACILIKTA R İ SK

1.2. Bankacılıkta Risk Kavramı ve Risklerin Gruplandırılması 1. Bankacılıkta Risk ve Risk Yönetimi Kavramı

1.2.2. Bankacılıkta Risk Yönetiminin Geli ş imi

Çağdaş risk kavramının kökleri, Batı’ya yaklaşık 7-8 yüzyıl önce ulaşan Hint-Arap rakam sistemine dayanır. Ancak riskin ciddi olarak incelenmesi, insanların geçmişin sınırlamalarından kurtulduğu ve yerleşik inançlara açıkça savaş açtığı Rönesans döneminde başlamıştır. Rönesans dünyanın büyük bölümünün keşfedildiği ve kaynaklarının sömürüldüğü bir dönemdir. Kapitalizmin doğduğu, bilim ve gelecekle ilgili dinamik bir yaklaşımın ortaya çıktığı zamanlardır. 17. yüzyılda risk kavramının matematiksel esası olan olasılık teorisinin geliştirilmesine giden yol, risk yönetimine giden süreci de başlatmıştır (Bernstein, 2006:21).

1738 yılında seçkin bir matematikçi olan Daniel Bernoulli ilk defa, çoğu insanın seçim yaptığı ve kararlara vardığı sistemli iletişimi tamamlamış ve riskin ölçülmesine ilişkin yeni bir teori ortaya koyduğu çalışmayı yayımlamıştır (Lassak, 2004:8; Babuşcu, 2005:6).

Risk yönetimiyle ilgili olarak, riskin yönetilmesi amacıyla 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa ve Japonya’da organize vadeli işlem piyasalarının varolduğuna dair örnekler mevcuttur (Lassak, 2004:7).

19. yüzyılda Abraham de Moivre çan eğrisi olarak da bilinen normal dağılım yapısını ortaya atmış ve standart sapmayı keşfetmiştir. Daha sonra Thomas Bayes adında bir ingiliz bakan, eski bilgilerin matematiksel bir şekilde eskileriyle karıştırılıp nasıl daha doğru kararlar verebileceğine yönelik savlarıyla dikkat çekici bir gelişme kaydetmiştir (Babuşcu, 2005:6).

davranışlarını modellemek ve akılcı stratejiler geliştirmek için oyun teorisini geliştirmiştir. Daha sonra teoriyi Oskar Morgenstern ile birlikte, 1953 yılında basılan “Oyun Teorisi ve Ekonomik Davranış” isimli kitaplarında ilk defa ekonomi alanına taşımışlardır (Arnold, 2002:2).

Oyun teorisinden kaos teorisine kadar, bugün risk yönetiminde kullanılan tüm olguların temeli yukarıda kısaca söz edilen 17. ve 18. Yüzyıllardaki gelişmelere dayanmaktadır (Babuşcu, 2005:6).

1952 yılında, Harry Markowitz tarafından Journal of Finance’da “Porföy Seçimi” adlı çalışmanın yayımlanması bu gelişmelere farklı bir boyut getirmiş ve bu çalışma kendisine 1990 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü kazandırmıştır (Vance, 2007:7). 1950’li yıllarda Harry Markowitz esas olarak portföy yönetimine ilişkin olarak o güne kadar geliştirilen düşüncelerin geleceğe dönük tahminler içermesine rağmen risk kavramına hiç değinmediğini tespit etmiştir. Markowitz riski ölçme konusunda adım atarak optimal portföy oluşturma tekniklerini formüle etmiş ve portföyde yer alan varlıklar arasındaki ilişkinin yönünün ve derecesinin önemini ortaya koymuştur. Markowitz bu teorisini ortalama varyans modeli ile göstermiştir. Markowitz bu model ile porföy varyansının büyük ölçüde portföyde yer alan varlıkların birbiri ile ilişkisinden ortaya çıkmakta olduğunu ve bu varlıkların aralarındaki korelasyon sayısının düştükçe varyansın da düştüğü şeklinde bulgulara ulaşmıştır. Bu görüş günümüzde de geçerliliğini korumaktadır (Babuşcu, 2005).

Daha sonra James Tobin, 1958 yılında Markowitz’in teorisine en likit ve risksiz varlık olan nakit parayı da katmıştır. Tobin’e göre yatırımcılar temelde yaptıkları tercihlerde birikimlerini risksiz bir yatırım aracı ve riskli varlıklardan oluşan bir portföye bölüştürmektedir. Yatırımcı kendi risk tercihine göre varlıklarını bu ikisi arasında dağıtmalıdır (Babuşcu, 2005:7).

Küreselleşen dünya ekonomisi, risk yönetiminin zorunluluğunu tartışmasız olarak ülkeler ve kurumlar başta olmak üzere hemen herkese kabul ettirmiştir. 1970’li yılların başından itibaren dünyada para sistemindeki çöküş ile döviz kurlarında başlayan dalgalanma, kısa sürede faiz oranlarını da peşinden sürüklemiş, ortaya çıkan kur ve faiz riski, risk yönetim stratejilerini de beraberinde getirmiştir (Goodhart ve diğ., 2006; Uzunoğlu, 2007:IX). Bu kapsamda, batı bankacılık düzenlemelerinde sistematik risk yönetimi, 1970’li yıllarda Basel Komitesi’nin girişimi ile yankı bulmuş, böylece banka yönetimi risk odaklı yapıya dönüşmüştür (Bolgün ve Akçay, 2005:9).

1980 ve 1990’lı yıllar boyunca uluslararası finans piyasalarında yaşanan değişim, mevcut gelişmelerin en önemlileri arasında sayılmaktadır (Erçel, 1999). Küreselleşme ile birlikte finans sektöründeki rekabet artışı, aracılık maliyetlerini dünya çapında düşürmüş; işlemler eskisine nazaran daha karmaşık ve değişken hale gelmiş, finansal aracılık yapan kuruluşların maruz kaldıkları riskler ise artmıştır. Belirtilen nedenlerle uluslararası piyasalarda oluşan riskler finansal kuruluşların, önceden maruz kaldıkları risklere ilaveten uluslararası alandaki faaliyetlerinden kaynaklanan global riskleri de göz önünde bulundurmaları gereğini ortaya çıkarmıştır (Aydın; 2000a:2).

Uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar nedeniyle, bu piyasalar ile ilgili yasal düzenlemeler yapılması ihtiyacı 1990’lı yılların ortalarında hız kazanmıştır. 1995’de Londra’daki en eski yatırım bankası Barings Brothers Bank’ın Singapur’da piyasa endeksi spekülasyonundan dolayı çökmesi sonrası, siyasal ve yasal düzenlemeleri yapmakta olan çevrelerin gözünde risk yönetiminin önemi artmıştır. Bu çalışmalar neticesinde, 1997 yılında Basel Komitesi, “Etkin Bankacılık Denetim ve Gözetiminin Temel Prensiplerini” yayımlamıştır (Bulut ve Gül, 2004:73-74).

Ayrıca, Basel Komite’nin 1988 yılında hazırladığı ”Basel Sermaye Yeterliliği Standardı” diğer ülkelerce de benimsenmiştir. 1995 yılında yukarıda bahsi geçen gelişmelerden sonra sermaye Uzlaşısı’nda 1996 yılında yapılan temel değişiklik sonucu, kredi riskinin yanısıra, piyasa riski de hesaplama kapsamına alınmıştır. Haziran 2004’deki düzenleme ile Basel II risk ölçüm standartları nihai şekline kavuşmuştur. Komite hazırladığı nihai çerçevenin G-10 ülkeleri için 2006 sonunda, gelişmiş yaklaşım için ise,

2007 sonunu öngörmüştür. Yeni standardın, minumum sermaye yükümlülüğü denetim

ve piyasa disiplini olmak üzere üç yapısal blok üzerine kurulduğu da belirtilmelidir (Vanoli,2006; Bolgün ve Akçay, 2005).

Risk yönetimi, finansın gelişimine paralel olarak muhtelif değişikliklere uğrayarak bir gelişim göstermiştir. Bu çerçevede risk yönetimi gelişiminde son yıllarda en çok üzerinde durulan yöntem Riske Maruz Değer (RMD, VAR-Value at Risk) yöntemidir (Bulut ve Gül, 2004:77). RMD “belirli bir zaman aralığında ve belirli bir güven düzeyinde ortaya çıkması beklenen kayıp” olarak tanımlanmaktadır. RMD sistemleri, farklı özelliklere sahip bankaların farklı ihtiyaçlarına cevap vererek, riskin daha hassas olarak ölçülmesine ve risk-getiri dengesinin sağlanmasına olanak vermektedir (Babuşcu, 2005:13). RMD sistemlerinden RiskMetrics ve onun için gerekli veri seti, JP Morgan tarafından Kasım 1994’te ücretsiz olarak yaygın kullanıma sunulmuştur (Bulut ve Gül, 2004:77).

Günümüzde, Basel Komitenin aldığı düzenleyici tavsiye kararları doğrultusunda, bankacılık sisteminde çeşitli RMD hesaplama yöntemleri geliştirilmiş ve belirlenen riske göre ayrılması gereken sermayenin hesaplanarak kullanılması finansal istikrarın sürdürülebilirliğini sağlayan etkenlerden biri olmuştur.

Risk yönetiminin gelişimi tarihsel süreç içerisinde ana hatları itibariyle yukarıda yer alan Tablo 1’de sunulmuştur.

Benzer Belgeler