• Sonuç bulunamadı

1.5. KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİMİN TEMEL KAVRAMLARI

1.5.1. Kültürlerarası İletişim Çalışmanın Temel Nedenleri

1.5.1.3. Barış ve Etik Kurallarının Gerekliliği

Kültürlerarası bir dünyada yaşamak etik sorunları da beraberinde getirir. Etik, bireylerin ve grupların davranışlarını yönetmeye yardımcı olan davranış ilkeleri olarak düşünülebilir. Bu ilkeler genellikle toplulukların iyi ve kötü davranış konusundaki görüş birliğinden kaynaklanmaktadır. Etik kararlar, insan davranışlarında kültürel değerlerden çok, doğru ve yanlışlık derecelerine odaklanmaktadır (Martin & Nakayama, 2010: 32).

Etik, eylemlerimizin ve politikalarımızın uygunluğu, doğru ya da yanlış hakkında yaptıklarımızın, iletişimsel, siyasi, toplumsal, kişisel ya da bir arada bulunduğu eylemlerin tartışmasıdır. Hiçbir toplumun, inançları, değerleri ve normları ve üyeleri arasındaki etkileşimi düzenleyen bazı uyumlu bir çerçeve bakımından, bireyler arasında en azından bir dereceye kadar sübvansiyonel anlaşma olmadan işlev yapamayacağı açıktır. Dolayısıyla etik, insan davranışını koordine etmek için bir araç olarak görülebilir; ideal olarak belirli bir toplum üyelerinin “iyi” bir yaşam sürmek için uğraşır. Belli kişiler tarafından aranan belirli ürünlere ilişkin büyük bir çoğulculuk, aslında, herkes için daha fazla yaşam seçeneği ile daha zengin ve daha çeşitli bir toplumsal varoluş ürettiği için arzu edilir (Evanoff, 2006: 8).Bir başka deyişle; Etik, belirli bir duruma uygun davranışı sınırlayan, yönlendiren ve muhtemelen motive eden normlar,

standartlar ve beklentilerdir. Meslek grupları arasında ahlak, mesleğin kendine has bir özelliği olduğu düşünülen beceri ve yeterlilik performansı için gerekli olan uygulamaları yansıtmaktadır. Belirli durumlarda davranış kurallarını belirten kodlarla ifade edilebilirler, ancak etik, hikayeler ve simgesel bireylerin (kahramanlar ve kötü adamlar) kutlamaları gibi belirli eylemleri gösteren zorunluluklara kolayca dönüşmeyen şekilde sıklıkla iletilir. Etik, hem bireysel hem de toplumsal davranışın eleştirel analizine ayrılmış bir tartışma, söylem ve teori alanıdır (Thompson, 2012: 619).

İletişim, doğası gereği etik bir taahhüttür, çünkü iletişim eylemi, bilgi aktarmak, hareket etmek, ilham vermek, ikna etmek, aydınlatmak, bağlantı kurmak vb. İçin mevcut kaynakların kullanımı ile ilgilidir. Bağlam ne olursa olsun, iletişim olayı seçim gerektirir, değerleri yansıtır ve sonuçları vardır ve bu üç temel unsur etik oluşumunun temelini oluşturur. Etik, mevcut seçenekleri belirlemek ve herhangi bir koşulda ahlaki açıdan haklı yollar arasında ayrım yapmak için bir çerçeve sunmaktadır (Kishore & Pius, 2015: 7).

Kültürlerarası karşılaşmalarda dikkat edilecek bir etik sistem(meta etik sistemi) oluşturabilmek için hem sürece katılan kişiler hem de mensup olduğu toplum ve kültürler göz önünde bulundurulmalıdır. Oluşturulacak bu etik sistem insani, karşılaşan kişilerin birbirlerine karşı uygun tutum takınmalarını özendirmeli ve karşısındakini birey olarak tanımayı ve kabul etmeyi ön şart sayan bir sistem olmalıdır (Kartarı, 2014: 280). İnsanlık ilkesi olarak tanımlanan ve Kant tarafından bir erdem teorisi olarak kavramlaştırılan ilke; İnsanlığın, benliğin ustalık gücüne dayanan, saf ve pratik nedenden, önce bilgiden sonra ise özgür irade ile varlıkların yürütülmesinden ibarettir (Ferri, 2014: 14). Bireylerin insanlığının fitri değeri vardır ve bireyler sadece bu değer nedeniyle saygı görmeyi hak ederler.İnsani etik kişinin, başkalarını etkileyebilecek eylemlerden sorumlu olma ilkesine dayanır ve bireyin insani farkındalık ve anlayışını geliştirmesi ve bunu karşısındakine hissettirmesini, aktarımasını öngörür. Tek başına insanlık ilkesine dayalı bir sistem oluşturmak ve geliştirmek yeterli değildir. Bu sebepten dolayı, genel ilkelerin yanında kültürlerarası karşılaşmalarda tarafların birbirlerine karşı tutumları ile ligili bir ilke geliştirilmelidir. Diyalojik ilke diye adlandırılan ilke temel olarak bireyin deneyimlerinde gözlemlenen ilişkilerle ilgilidir. Başkalarını önemseme ve özenli davranmaya dayanmaktadır. Dünyayı bir ilişkiler ağı

olarak algılayan, kültürel farklılıkları ve insan ilişkilerini bir bütün olarak görebilen bireyler, diğer kişilere karşı özenli davranmayı ve ilişkilerinde adil olmaya çalışırlar (Kartarı, 2014: 281-283).

Bu gezegende farklı cinsiyetler, yaşlar, etnik bölgeler, ırklar, diller, sosyo- ekonomik statüler ve kültürel geçmişe sahip kişiler bir arada bulunabilir mi? Hem insanlığın tarihi hem de son dünya olayları bu noktada bizim çok iyimser olmamamıza neden oluyor. Barış içinde yaşama gerekliliği 11 Eylül 2001 olaylarından sonra daha da belirginleşti. İlk uygarlıklardan bugüne kadar farklı kültür grupları arasındaki temas sıklıkla uyumsuzluğa neden olmuştur. Örneğin, Müslümanlar ile Batı dünyası arasındaki etnik / dini mücadeleyi ele alalım; Bosna ve eski Sovyetler Birliği’ndeki etnik mücadeleler; Ruanda’daki Hutu ve Tutsiler arasındaki savaş (Afrika); Ortadoğu’da devam eden huzursuzluk; Boston, Los Angeles ve diğer ABD şehirlerindeki mahallelerde ırkçı ve etnik mücadeleler ve gerginlikler. Bu çatışmaların bir kısmı, dünya çapında sömürgecilik öyküleriyle bağlantılıdır; böylece Avrupalı güçler, dil, kültür, din veya kimlik bakımından farklı grupları bir devlet olarak bir araya getirmiştir. Örneğin, Pakistan ve Hindistan’ın bölünmesi İngilizler tarafından dayatıldı; sonunda, Doğu Pakistan bağımsızlığını ilan edip Bangladeş oldu. Yine de Hindistan’ın ve Pakistan’ın bazı bölgelerindeki etnik ve dini farklılıklar huzursuzluğa yol açmaya devam etmektedir. Kültürlerarası iletişim konularının basitçe anlaşılmasının savaşı ve kültürlerarası çatışmayı sona erdireceğini varsaymak saflık olacaktır; ancak bu sorunlar, bireylerin kendi topluluklarından başka toplumsal gruplar hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacını vurgulamaktadır. Sonuçta, ülkeler değil insanlar barış antlaşmalarını müzakere etmekte ve imzalamaktadır. Bireysel iletişim tarzlarının politik neticeleri nasıl etkileyebileceğine dair bir örnek, Körfez Savaşı’nın hemen öncesinde (1990’daki) Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin ile Birleşmiş Milletler temsilcileri arasındaki müzakerelerde görülebilir. Pek çok Ortadoğu uzmanı, Hüseyin’in savaşmaya hazır olmadığını, Arapça bir iletişim tarzı kullanıp sadece blöf yapmakta olduğunu varsaydı. Bu tarz, canlılığın, abartmanın ve konuşma biçiminin içerik üzerindeki önemini vurgular (Martin & Nakayama, 2010: 32).

Sonuç olarak; Kültürlerarası karşılaşmalarda etik kurallara uygun davranan bireyler, toplumsal ve kültürel farklılıkları dikkate aldıklarında etik kurallarına uymuş

olurlar (Kartarı, 2014: 287). Bununla birlikte, kültürlerarası iletişim araştırmalarında bireysel ve toplumsal güçler arasındaki ilişkiyi daima göz önüne almalıyız. Kişilerarası seviyedeki iletişim önemli olmasına rağmen, bireylerin çoğunlukla başlatmadığı ya da seçmediği çatışmalara girerler (Martin & Nakayama, 2010: 31).