• Sonuç bulunamadı

2. BATI AİLE TECRÜBESİNİN MÜSLÜMAN AİLESİNE AKTARILMAS

2.1. İKİNCİ EVRE KÜRESELLEŞTİRME: BATI SEKÜLER AHLAKININ

2.1.1.6. Avrupalı Mürebbiyeler

Avrupa’dan getirtilen mürebbiyelerin seküler Batı ahlakını taşımada önemli bir yeri vardır. Dönemin romanlarına konu olan “tatlı su frengi” ya da “züppe” olarak adlandırılan “yabancılaştırılmış” Müslüman çocukları bu mürebbiyeler eğitmişlerdir. İlk önce romanlarda ortaya çıkan bu tipler, daha sonra toplumda yaygın olarak görünür hale gelecektir.500

Kız çocuklarının eğitimi için konaklara getirilen mürebbiyelerden çocuklarına Batı adabı muaşeretini öğretmesi istenir. Ayrıca Fransız dilini, piyano çalmayı ve resim yapmayı öğretmesi de istenir. II. Abdülhamit devri sonlarında, İstanbul’da hemen bütün konaklarda kız ve erkek torunlara bir mürebbiye tutma modası iyice yaygın hale gelmişti. 20. yüzyılın başında velilerin istedikleri tek şey, çocuklarının sağlığı, eğitimi ve güzel bir meslek sahibi olabileceği bir eğitim almasıydı. Çünkü medrese okuyanlar, meslek sahibi olamıyordu. Arapça öğrenmenin de bir hükmü kalmamıştı.

Ancak veliler, mürebbiyeler tarafından eğitilen çocuklarının dini konularda farklılaşacağını veya mürebbiyelerin dinlerine girebileceklerini hesap etmiyordu. Nitekim bu mürebbiyelerden ders alan sadrazam paşa vb. seçkinlerin çocuklarının Osmanlı aile kızlarının artık modern bir hayatları vardır. Onlar, geleneksel sembolleri taşıyan öz ailelerine karşı dahi mesafeli ve resmîdirler.501

Modernizasyonun Fikrî Temeli: Irkçı-Turancı Tarih Görüşü 2.1.2.

Turancılık akımının başlaması, İslam ülkelerinin temsilcisi olan Osmanlı Devleti’nde modernizm için fikrî yapının temelini oluşturduğu gibi Cumhuriyet ve

499 Bolu/Göynük Ortaokulu’nda benim öğrendiğim dil de Fransızca idi. Çünkü sadece Fransızca dilinin öğretmeni vardı. Sonrasında eğitim aldığım Edirne Kız Öğretmen Lisesi’nde ise Fransızca, İngilizce ve Almanca dilinin öğretmenleri mevcut idi.

500 Koçak, “Avrupalı Mürebbiyeler”, s. 62-63; Zeynep Şen, “Din Eğitim ve Öğretimi Açısından Batılılaşma Sürecinde Mürebbiyeler” (Yüksek lisans tezi), Marmara Üniversitesi İlahiyat Anabilim

Dalı Din Eğitimi Bilim Dalı, 2006.

138

Atatürk devrimlerinin temelinde de bu fikir vardır.502 Dışarıdan beslenen bu akımın ilk müşahhas tezahürü 1870’de Macaristan’da açılan Türkoloji kürsüsüdür. Bu kürsünün ilk profesörü, İstanbul’da Reşit Efendi olarak tanınan, İngiltere adına casusluk faaliyetleri yapan, Macaristan’ın Budapeşte başkonsolosu olan ünlü Türkolog Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in (1870-1927) de hocası olan ve İngiltere adına casusluk faaliyetleri yapan Musevi Vamberi Armin’dir (ö. 1913). Armin’in faaliyetleri meyanında Türklük ve Türkler ile ilgili pek çok belge ve bilgi ile Türk Ocaklarını desteklediği bilinmektedir.503

Lewis’e göre Osmanlı’da fikri modernleşme 19. yüzyıla kadar kendilerini sadece Müslüman olarak kabul eden Türkler, bu yüzyılın ortalarından itibaren kendilerini Türk milleti olarak adlandırmasıyla başlamıştır. Bu fikir önce müstağriblerle (Batıcılarla) başlamış olmakla beraber, sonrasında yeni kurulan devletin adının Türkiye Cumhuriyeti olarak belirlenmesiyle birlikte kalıcılık kazanmıştır.504

Niyazi Berkes, Türkiyat araştırmalarının sömürgecilik faaliyetleri için

kullanıldığına işaret eder ve modern zamanlarda Türk tarihine olan bu ilginin, Rus- İngiliz sömürgecilik faaliyetlerinin bir sonucu olduğunu belirtir.505

Sosyal ve Kültürel Alanlarda Modernizasyon – Osmanlı’da 2.1.3.

Modernite ve Seküler Ahlakın Görüntüleri

Avrupa ile başlayan diplomatik temaslar, kültürel ve sosyal hayat üzerinde basit ama etkili değişiklikler meydana getirmeye başlamıştı. Mesela Yirmisekiz Çelebi Mehmed’in 1721 yılında Paris Türk Elçiliği’nde başlattığı Fransız mobilyalarının elçilikte kullanılması âdeti, İstanbul’da da kabul görmeye başladı. İlk defa saray çevresi bu frenk tarzına uygun Fransız bahçe düzeni ve mobilyalarını satın alarak kullanmaya başladı. Bunu sarayların ve köşklerin Fransız tarzı mobilyalar ile

502 Atatürk şapka devriminden bir gün önce, başa giyilecek nesne hakkında açıklama yaparken “Bunun nasıl olması gerektiğini bulmak için Turan Kıyafetlerini araştırıp sonra karar vermeye gerek yoktur.” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bkz. Sadi Irmak, Atatürk Devrimleri Tarihi, Yapı Kredi Bankası Yayınları, 1981, s. 224.

503 Cemal Kutay, Sahte Derviş, Aksoy Yayıncılık, 3. b., 1998, s. 12, 62-63; Turgut Akpınar, “Vámbéry, Arminius”, DİA, C. XLII, s. 501-502; Alim Kahraman, “Müftüoğlu Ahmed Hikmet”,

DİA, 2006, C. XXXI, s. 508-509.

504 Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 2-3. 505 Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 128-131.

139

döşenmesi izledi. Bernard Lewis’e göre bu modanın özellikle saray çevresinde ilgi gördüğü andan itibaren Batı kültürünün Osmanlı kültür ve sosyal hayatındaki etkileri başlamıştır. Çünkü devamında, padişah, yabancı diplomatları, Osmanlı protokol sistemine göre değil, Avrupaî tarzda, Avrupa protokolüne göre eşleriyle birlikte kabule başlamış, böylece Paris’e giden bazı Osmanlı devlet ricalinin hayran kaldığı şekilde sarayda da kadın ve erkeğin bir arada bulunduğu ortamlar oluşmaya başlamıştır.506

Yaşanan değişimin kültürel yansımalarından biri de sultanların, sadrazamların ve ileri gelen bazı devlet adamlarının, Flandreli ressam Van Mour’a portrelerini yaptırmalarıdır.507 Yine yenilikçi padişah olarak tanınan II. Mahmut’un 1826’da yeniçeri ocağını lağvettikten sonraki ilk icraatı, o zamana kadar sadece Müslümanların elinde olan nakkaşlığı gayrimüslimlerin de yapabilmesi için serbest bırakması olmuştur.508 Bu durum İslam’da sınırlı bir şekilde ruhsat verilen resim yapma veya yaptırmanın önünü açtı. Böylelikle İslam’ın kontrol altında tuttuğu sanat, Batı’da olduğu gibi estetik, üslup, hayat tarzı ve duygusallık gibi nefse yönelik arzu ve heveslere önem veren sınıfların önünü açacak ve günümüzde haz ahlakı olarak tanımlanan nefs-i emareyi besleyen seküler alanların genişletilmesine imkân tanıyacak şekle gelmiştir.509

Askeriyede yapılan kıyafet reformlarının memurlara da uygulanmaya başlamasıyla modernlik, insanları kıyafetlerine göre ayrıştırmaya başlamıştır. Çünkü kıyafet de insanın dünya görüşünü ortaya koyan sembollerden biridir. İslam’ın giyim-kuşam konusunda gözettiği esas, Müslümanların başka milletlere benzemekten korunmasıdır. Bunun için İslamiyet’te Müslümanların Müslüman olmayanların kıyafetlerini giymeleri yasaklandığı gibi onlarla yakın oturmak da

506 Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 102-103; ayrıca bkz. Türkan Polatcı, “Osmanlı Batılılaşmasında Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Paris Sefaretnamesi’nin Önemi”,Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. II, No: 2, (249-263), s. 256-259.

507 Deniz Demirarslan-Emine Begüm Savcın, “17.-20. Yüzyıl Arası Resim Sanatı Örneklerinde İstanbul Tasvirleri ve Kentsel Bellek”,Mimarlık ve Yaşam Dergisi, C. II, No: 1, 2017, (121-151), s. 125-126.

508 Bu izinden sonra pek çok portre ressamı İstanbul’a akın etmiştir. Bkz. Baykara, Osmanlılarda

Medeniyet Kavramı, s. 53-59.

509 Feathersone, Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, s. 133. Püriten için bkz. Bkz.

http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php erişim: 25.12.2017. Not: Tezin (2.2.4.) numaralı başlığında bu konu detaylandırılacaktır.

140

yasaklanmıştır.510 Bu yüzden kılık-kıyafete yönelik değişikliklerin çok tepki gördüğünü belirten Lewis, aslında bunların yüzeysel değişiklikler olduğunu söyler, esas önemli değişikliğin İslam’ın şer’i hukuku ve özellikle de toplum ve aile hukukunda olması gerektiğini ifade eder ve bu alanların “itiraz edilemez durumda” olmasını garipser. Çünkü evlenme-boşanma, mülkiyet ve miras, kadınların ve kölelerin statüsü gibi “dinî” olarak kabul edilen kurumlarda Osmanlı Devleti’nde reform yapılamamıştır.511

Lewis bu yenilikleri yani Batı kültürünü saraya ve dolayısıyla devlete

taşıyanların hemen tamamının dönmelerden meydana geldiğini özellikle vurgular.512 Saray ve çevresinde sosyal ve kültürel alanda yaşanan değişiklikler ve buna bağlı düzenlemeler eşzamanlı olarak toplum hayatına da yansımıştır.

20 Haziran 1807 (13 R. Âhir 1222) tarihinde dönemin padişahı III. Selim (1789-1807) suikastla öldürülmeden bir ay önce, kadınların çarşı pazar ve sair yerlerde edebe muhalif davranışlar sergilememeleri konusunda bir padişah emri/fermanı bulunduğu nakledilir. II. Mahmud (1808 – 1839) dönemine denk gelen 1818 tarihinde ise bu defa Müslüman kadınların, çarşı, pazar, mesire yerleri ve kadın-erkek herkese açık olan toplumsal alanlarda, Allah’ın emrine ve dolayısıyla padişahın fermanına uygun olmayan, Müslüman hanıma yakışmaz açık yaşmaklar ile dolaşmalarını yasaklayan yeni bir fetva çıkarıldı. 1835 tarihinde Boğaziçi’ne gezmeye giden kadınların akşam olmadan evlerine dönmeleri konusunda uyarıların yapıldığı, mesire yerlerinin düzeninin sağlanması konusunda kolluk güçleri ile ilgili bu ilk düzenlemelerin 9 Nisan 1850’de uygulamaya girdiği görülmektedir.513

Kadınlardaki kılık kıyafet değişikliği ile ilgili olarak, 1790 ile 1890 yılları arasında bazı kadınların, cilbapları giymeyi bırakıp uzun yakalı göz alıcı ferace

510 İskilipli Atıf Efendi, Frenk Mukallitliği ve İslam, Milsan Basım, t.y.; Ebubekir Sifil, İhya ve

İnşa, Rıhle Kitap, İstanbul, 2. b., s. 239-250.

511 Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 100-103. 512 Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 46-47 vd.

513 Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Sosyal Hayatından Bir Kesit: Tanzimat Döneminde Mesire”, İslâmî

Araştırmalar, 1999, C. VII, No: 3-4, (253-258), s. 255; Orhan Türkdoğan, “Türk Burjuvazisi Üzerine

Bazı Yaklaşımlar”, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 2007, No: 170, s. 7-28; Bu konudaki diğer fetvalar için bkz. Figen Aydıngör, “Tanzimat Döneminde (1839-1876) Kadın Yaşamındaki Modernleşme” (Yüksek lisans tezi), Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s. 11-13.

141

modası başlattıkları nakledilir. Üstelik feracelerin yaka kısmını kurdelelerle, eteklerini dantellerle süsleyip, siyah yerine gülkurusu, eflâtun, fıstıkî, pembe, al, mor gibi renkli kumaşlardan dikmektedirler. Kimileri dirseklerini açık bırakacak şekilde kısa kollu da giymektedir. Üstelik bu feraceleri, dantel eldiven, dantelli şemsiye, yüksek hotoz ve benzeri aksesuarlarla süsleyip öyle sokağa çıkmaktadırlar. Bunları giyen kadınlar bu halleriyle, Müslüman bir kadın görüntüsünden daha ziyade, o dönemin Batılı kadın modasını yansıtmaktadırlar.514

O dönemde sokağa yansıyan kılık-kıyafet tarzından ve kadın-erkek ihtilatından başka evlerin içinde de benzer değişiklikler yapılmaya başlanmıştır. Türk ailesi üzerine araştırmalar yapan Alan Duben’e göre bu değişikliklerin en dikkat çekeni, yemek ve sofra kurma adabında yaşananlardır. Bu, çok sembolik ama çok anlamlı bir değişikliktir. Şöyle ki; yemekler artık yerde değil, masada yenir olmuş ve Batılı ailelerin kullandıkları gibi çatal bıçak takımlarına geçilmiştir. Yine toplum içinde alaturka-alafranga (modern olmayan ve modern olan) ayrımı bu vesile ile başlar. Çünkü bu dönemden itibaren, yaşanan değişiklikleri desteklemek üzere, alafranga yemek tarzının nasıl olması gerektiğini en ince ayrıntılarına kadar anlatan Batı adab-ı muaşeret kitaplarının tercümeleri yapılmaya başlamıştır.

Şüphesiz bu davranış değişikliği, toplumun yaşadığı kimlik değişikliğini ortaya çıkarmaktaydı. Çünkü yeme usul ve adabı ile beraber giysiler, ev dekorasyonu gibi günlük hayatta göze çarpan her şeyin değiştirilmesi, ulema ve medreselerin yerini alan modern eğitim sisteminin ve kurumlarının birey ve toplum üzerinde oluşturduğu etkinin müşahhas göstergesidir.515

Modern ve Geleneksel “Aile” Ayrımının Başlaması 2.1.4.

İslam’da özel bir mahremiyet anlayışı vardır. Bu anlayış mahremiyeti muhafaza edecek giysiden başlayarak evlerin inşasına kadar, hayatın her yönünde kendini gösterir. Müslüman toplumlarda ikili ilişkilerin tamamı bu kurallara göre

514 Necdet Sakaoğlu, “Osmanlı Giyim Kuşamı ve “Elbise-i Osmaniyye”, Tarih ve Toplum, Kasım 1987, No: 7 s. 38.

515 Alan Duben, Kent Aile Toplum (tercüme: Leyla Şimşek), İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 153-155; Faust Zonaro’nun fırçasından bir İstanbul Hanımefendisi tablosu için bkz. Nevin Meriç, “Değişen İstanbul’da Değişen Adab-ı Muaşeret”, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, 2014, No: 20, (26-30); Osman Öndeş, Makzume Erol, Osmanlı Saray Ressamı Fausto Zonaro, Yapı Kredi Yayınları, 2003.

142

düzenlenir. Bu bölümde görüleceği üzere modernitenin ilk önce hedef aldığı ve en çok çatıştığı alan, işte bu İslam’ın emrettiği mahremiyetin muhafazasıyla ilgili olan helal ve haramlardır. Şayet bunda başarılı olunursa, hayatın diğer yönlerine sirayet etmesi daha kolay olacaktır.

Nitekim şeytan Âdem ve Havva’yı cennetten çıkartabilmek için önce onların giysilerini çıkartmalarını hedeflemişti. Bunu onlara Allah’ın yasakladığı bir davranışı kendine göre bir takım mantık oyunlarıyla yaptırmayı başardı. Fakat Âdem (a.s.) hatasını anladığı anda Havva ile birlikte Rabbine yönelerek yaptıkları davranıştan pişmanlıklarını ifade edince, Allah da onları affetti ve onların zatında bütün Âdemoğullarını yeryüzünde yalnız bırakmayacağını, resul veya kitap göndererek doğru yolu göstereceğini müjdeledi. Ancak kurtuluşa ermeyi kulların isteğine bıraktığını da haber verdi.516

İşte bu bölümde bir anlamda şeytanın Müslümanlarla olan mücadelesinde yeni bir boyuta işaret edilecektir. Belki de modernitenin çatışmalı bir ortam meydana getirmesinin esas boyutu bu mücadelenin yaşanmasıdır.517 Çünkü modernite kendini kabul ettirmeye başladıktan itibaren kendi görüntüsünden başka hiçbir görüntü istememekte, farklılığa tahammül edememektedir. Bu da başta aile içinde olmak üzere genel olarak toplumda çatışmalı bir ortam meydana getirmektedir. Geleneksel aile olarak tanımlanan aile tipi ise aslında İslam’ın mahremiyete dair olan hükümlerini uygulamaya devam eden bireylerin yaşattıkları hanelerdir.

2.1.4.1. Mahremiyet ve İhlali: İhtilat

Şehir hayatı ve meskenlerin düzenlenmesi, İslam fıkhının konularından biri olarak ele alınır ve helal haram ilkesine göre düzenleme yapılırdı.518 Bunun için Osmanlı Devleti’nde de, şehirdeki yaşantı, insanların toplum içindeki bütün

516 Bakara, 2/36-37; A’raf, 7/22-23; Ebû Muhammed Abdülhak b. Galib İbn Atıyye el-Endelüsi (481- 546 h), el-Muharrerü’l-veciz fî tefsiri’l-kitâbi’l-azîz, el-Memleketü el-Mağribiyye: Vizaretü’l- Evkaf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1975, 9 c., C.VII, s. 29.

517 Çünkü Allah Teâla: “Ey Âdemoğulları! Size ‘Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır; bana kulluk edin, doğru yol budur’ dememiş miydim?” buyurmuş, şeytanın hilelerine karşı mücadele etmemizi emretmişti. Yasin, 36/60.

518 Kassem Toueir, “Kuran’ın Bakış Açısıyla Şehirlerin Planlanması Şam-ı Şerif’in İnşasında Fıkıh ve Sünnet’in Tesiri” (tercüme: Nurettin Gemici), Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler

143

faaliyetlerini helal ve haram ilkesini gözetecek şekilde düzenlenir; şehirler, helal ve haram mefhumlarına göre Müslümanların ve gayrimüslimlerin yerleşim yerleri başta olmak üzere her konuyu içine alacak şekilde planlanırdı. Bu durum, şimdikinin tersine olarak, en çok da şehir hayatında belirgin bir halde idi. Şehir yaşantısında temel alınan esas ise mahremiyetin muhafazasıydı. Bunu sağlamakla yükümlü olan kurum ise devletin şeriatın uygulanmasından sorumlu tuttuğu “kadılık” müessesesiydi.519

Bölümün başında ifade edildiği gibi 1807 yılının yaz mevsimi başlangıcında padişah fermanıyla, halkın mesire alanlarını kullanırken İslam’ın tesettür ve mahremiyet kurallarına uygun olarak yapılması isteniyordu.

Bu fetva İslam’ın çizdiği helal-haram sınırlarına riayet ile alakalıdır. Müslümanların yönettiği bir devlette, mesire yerlerini kullanmak isteyen kişiler, mahremiyeti ihlal ederek, kamu düzenini ve ahlakı bozacak davranışlardan kaçınmalıdırlar. Söz konusu tarihte, bu uyarıyı icap ettiren değişimin ilki, kadın ve erkeklerin aynı yerde beraber bulunmalarından meydana gelen mahremiyet ihlali, ikincisi ise mesire yerlerini kullanan Müslüman kadınların sayısının çokluğu ile beraber, “nâmahrem” erkeklerin yanında yüzlerini açmaya başlamalarıdır.

Osmanlı’dan başlayarak günümüze kadar Müslüman-Türk erkeğinin yaşadığı

değişimi Bukelemun’a benzeten “Ayşe Saraçgil (d. 1954), Lale devrinden sonra

(1750’lerde) “iyi ailelere” mensup genç kız ve kadınların erkeklerle beraber salıncaklarda şarkılar söyleyerek eğlendiklerini ve iç kıyafetlerini ortaya çıkaran hareketlerde bulunduklarını iddia eder.520 Bir başka araştırmada, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Batı’nın etkisiyle geçiş dönemi yaşanır ve geleneksel giysiler Avrupa harçlarla (giysilere süs için dikilen hazır şerit) süslenir. Bu kadın kıyafetleri 1875’ten sonra bütünüyle Batı karakteri kazanır ve dört yüz yıldır sürdürdüğü geleneksel çizgisini kaybeder.521

519 Halil İnalcık, “İstanbul: Bir İslam Şehri” (tercüme: İbrahim Kalın), Marife: Dini Araştırmalar

Dergisi, 2004, No: 2, (318-319).

520 Ayşe Saraçgil, Bukalemun Erkek: Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde

Ataerkil Yapılar Ve Modern Edebiyat (tercüme: Sevim Aktaş), İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s.

47.

521 Figen Aydıngör, “Tanzimat Döneminde (1839-1876) Kadın Yaşamındaki Modernleşme”, (Yüksek lisans tezi), Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006 s. 54.

144

Bu gibi erkek ve kadınların davranış ve kıyafetlerinde meydana gelen değişimin o devrin Müslüman kadın ve erkeklerini ne kadar etkilediğini bilmiyoruz. Ama yukarıdaki davranış ve kıyafet değişiminde gayrimüslimlerin veya dönme faktörünün göz ardı edilmemesi gerektiğini söyleyebiliriz.

Zariyat ve diğer başka surelerde yer alan “Sen öğüt vermeye devam et, zira öğüt inananlara fayda verir.”522 şeklindeki ayetlere göre bir Müslüman’a Allah ve resulünün emri hatırlatıldığında, bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Ancak yukarıda Bernard Lewis’den naklettiğimize göre o dönemdeki bu değişikliklerin yaygınlaşması ve kabul edilmesi hususunda dönme faktörüyle beraber, devlet yönetiminde meşihat makamının zayıflamasının büyük etkisi vardır.523

Gülhane Parkı örneği: Mesire alanlarını düzenlemek için verilen fermandan yüz yıl sonra, Cemil Topuzlu’nun (1866- 1958) belediye başkanı olduğu 1912 yılında devlet, Gülhane Parkı’nı mesire alanı olarak açar ve dindar olduğu söylenen Enver Paşa (1881-1922) burada kadınlar için ayrı bir gün tahsis ettirir. Ancak çok geçmeden Cemil Topuzlu kadın-erkek ayrı uygulamasını kaldırır.524

Aynı tarihlerde (1912) hükme konu edilen bir başka husus da kadınların sokaklarda İslam’a uygun olmayan yeni moda kıyafetlerle dolaşması, erkeklerle beraber görünmeleri ve peçesiz kadın resimlerinin yasaklanması emridir. Araştırmacılar bu yasağın daha sonra Ziya Gökalp (1876-1924)’in gayretleri ve Talat Paşa (1874-1921)’nın da ikna olması sonucunda kaldırıldığını haber verir.525

522 Zâriyât, 51/55.

523 Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 46-47 vd.

524 Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı kredi yayınları, s. 444. Bu tarihlerde kadınların bu gibi yeni açılan yerlere karşı çok iltifat gösterdikleri, Nermin Hanım’dan dinlediğim şu hatırasından anlaşılabilir: Nermin hanım, bu tarihlerde İstanbul’un Bayrampaşa semtinde oturan annesi Huriye Üçer’den (1936-2015), teyzesi Gülsüm hanım (Yurdagül) ile ilgili şu hatırasını paylaşmıştı: “O vakitler Sultanahmet meydanındaki Alman Çeşmesi (27 Ocak 1901) halk arasında büyük bir hadise olarak karşılanır. Bu durumu fırsat bilen bazı düzenbazlar; ilk gün çeşmeden su yerine altın akacağı söylentisini yayarlar. Buna inanan kadınlardan bazıları Sultanahmet’e çeşmeye gitmeye karar verir. Komşuların gideceğini öğrenen Gülsüm Hanım da onlarla gitmek için eşinden izin ister ama alamaz. Ancak oraya gidip altın toplayacağına inanan Gülsüm Hanım bu duruma çok üzülür ve bazı komşularının “eşin akşam eve gelmeden önce dönebiliriz” şeklindeki telkinlerine güvenerek o da gider. Ama kocası Gülsüm hanımdan önce eve döndüğü için gerçeği anlar ve Gülsüm hanımdan boşanır.

145

Dikkat çekici bir diğer husus da o dönemin süreli veya günlük yayınlarında sürekli olarak kadınlarla ilgili konuların işlenmesidir. Bunların en tanınanlarından biri olan Şemseddin Sami’nin (1850-1904) Kadınlar veya Bir Elde İğne Bir Elde Kitap adlı cep kitaplarında, padişahın yasakladığı biçimde Batılı moda evlerinin çıkardığı kadın kıyafetlerinin hem resimlerinin basılması, hem de bunları üreten gayrimüslim moda evlerinin yayınlanması da ilginçtir. Yazarın kendisi de dış kıyafetsiz ve başı açık olarak, eşi hanımefendi ile birlikte çektirdiği resmini, bu kitapta yayınlamıştır.526

2.1.4.2. Ulemaya Karşı Batıcı Entelektüellerin Teaddüd-ü Zevcat’ı