• Sonuç bulunamadı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tespit davasına yer veren kararları incelendiğinde adlî yargı makamlarında açılan delil tespiti ve tespit davalarıyla karşılaşılır. Davalar, genel olarak taşınmazları konu almaktadır. İdârenin taşınmaza kamulaştırmayla ya da kamulaştırmasız el koymasıyla ya da yürüttüğü faaliyetler nedeniyle taşınmazın hasar görmesi genel olarak bu davaların konusunu oluşturmaktadır. Davalar, hem zararın tespitini hem de tazminat talebini içermektedir. Mahkeme, iç hukukta etkili başvuru yolu olmadığına ilişkin talepleri kabul edilebilir bulmuş, taşınmazın değerinin tespiti için değer tespit davası açılmasını etkili bir başvuru yolu olarak görmüştür.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan zararın tespiti ve tazminat talebini içeren başvuruda558 Sözleşmenin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin ve etkili başvuru yollarının düzenlenmesini içeren 13. maddesinin ihlal edildiği iddia edilmiştir. Başvuran, çatışma ve yangın sonucu uğramış olduğu zararın tespit edilmesi için adlî yargıda tespit davası açmıştır. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurulduğu sırada idârî yargıda açılmış ve devam eden tazminat davaları da vardır. Davaya konu olan olay, mülke zarar verildiğinin ve zararın tespitine yöneliktir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, davada işlemlerini gereğinden fazla uzun sürmesine ve iç hukukta etkili iç hukuk yollarının mevcut olmamasına ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. Tespit edilen ihlal ve talep edilen maddî tazminat arasında illiyet bağı görmediği için zararın tazmini talebini reddetmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen bir başka başvuruda başvuran, idâre tarafından yürütülen baraj çalışmaları sırasında pamuk tarlasına zarar

teknik anlamda bir iptal davası olarak değil, yokluk halinin tespitini sağlamak bakımından başvurulan

yegane hukukî yol (dava) olarak kabul edilmiştir.”AYİM Drl. Krl. 17.04.2003 T., 2003/54 E., 2003/45

K., AYİMD., No:18, http://www.msb.gov.tr/ayim/ayim_ana.asp, 20.02.2013.

558

166

verildiğini, bu zararlar nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir559. Ayrıca başvuran, Türkiye'deki enflasyon oranına göre mahkemenin ödenmesine hükmettiği gecikme faizinin yetersizliği nedeniyle zarara uğradığını iddia etmiştir.

Başvuran, adlî yargıda zarar tespit davası açmış, aynı gün mahkeme, idârenin yol açtığı maddî zararın tespiti için iki tane bilirkişi raporu düzenlenmesine karar vermiştir. Bilirkişi raporuna dayanarak, adlî yargıda tazminat davası açılmış, aynı olaylara dayanarak ek zararların tazmini talebiyle ikinci tazminat davası açılmıştır. Görevsizlik kararı üzerine dava idârî yargıda görülmüş, idare mahkemesi, başvuranı haklı bulmuş ve talep edilen miktarların başvurana ödenmesine karar vermiştir. Danıştay da ilk derece mahkemesinin kararlarını onamıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başvurunun, yargılama süresinin uzunluğuna ve bu husustaki şikâyeti sunmak için başvuru yolunun bulunmayışı kapsamında yapılan şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir, geri kalan kısmının kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Bu başvuruda, adlî yargı önünde zarar tespit edilmiş ve tazminat talebi için yine adlî yargıya başvurulmuştur. Ancak idârî yargının görevli olması nedeniyle dava idârî yargıda görülmüştür. İdârî yargı idârenin neden olduğu zararın tazminine karar vermiştir. İdârî yargıda dava açılmadan önce adlî yargıda zararın tespiti yoluna gidilmiştir. Mevcut kurallar göz önüne alındığında iç hukukta tüketilebilecek yolların kullanıldığı görülmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, zarara ilişkin verdiği kararlarda başvurulabilecek en etkili yolun tazminat başvurusu ya da tespit davası olduğunu belirtmiştir560. Kamulaştırmanın uzun yıllar geçmesine karşın tamamlanmaması ve kamulaştırma bedelinin ödenmemesi olayında mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ve bu mağduriyetin idârenin re’sen bedel tespitinde bulunabileceği ya da idâreye yapılacak tazminat başvurusuyla ve/veya tespit davası yoluyla giderilebileceğini ifade etmiştir.

559

Abdulaziz Danış -Türkiye Davası, 2. Daire (Başvuru No:23573/02) Karar Tarihi:16 Haziran 2009,

UYAP.

560

Keçecioğlu vd. -Türkiye Davası, 3. Daire, (Başvuru No:37546/02) Kararın Özet Çevirisi (Adil Tatmin) 20 Temmuz 2010, UYAP.

167

Başvuruya konu olayda, şehir planlamacılığı amacıyla başlatılan kamulaştırma projesinin kamulaştırmaya konu binanın ‘tarihi yapı’ olarak sınıflandırılması sonucu, kamusal park alanı yapımı amacıyla yıkılamamıştır. İç hukuk kurallarının uygulanmasıyla binanın bir bölümü diğer maliklerine geri verilmiş ancak başvuranlara yönelik bir iade gerçekleşmemiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu uygulamayı çelişkili olarak değerlendirmiş ve hükümetin bu uygulamaya ilişkin herhangi bir açıklama getirmediğini ifade etmiş ve uygulamadan idâreyi sorumlu tutmuştur.

Olayda, kamulaştırmadan sonra yirmi bir yıl içerisinde şehrin en turistik bölgesinde yer alan binanın değerinin büyük ölçüde arttığı iddia edilmiş ve bu iddia çeşitli belgelerle desteklenmiştir. Mahkeme incelemesinde; yirmi bir yıl boyunca taşınmazın kamulaştırmasının gerçekleştirilmemesinin ve herhangi bir tazminat ödenmemesinin taşınmazdan mahrum kalınmasına yol açtığı ve mülkiyet hakkına yer veren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Ek 1 no'lu Protokolünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuruda, Mahkeme en temel güçlüğün nakdî kayıpların tespiti olduğunu, ulusal mahkemelerin başvuranların uğradığı gerçek kayıpları en iyi şekilde değerlendirebilecek nitelikte oluşturulduğunu ifade etmiştir. Ek 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlalinin giderilmesi bakımından en uygun telafi yöntemini; idâre tarafından (resen veyahut talebe binaen) hükmedilecek tazminata mahâl verecek şekildeki bir tazminat başvurusunun ve/veya tespit davasının oluşturacağına kanaat getirmektedir.

Kamulaştırmanın uzun yıllar tamamlanmamış olması kamulaştırma bedelinde artışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mahkeme’ye göre, bu hâlde taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespit davası yoluyla tespit edilmesi mağduriyetin telafisini sağlayacak en etkili yoldur. Bir diğer yol ise tazminat başvurusunda bulunmaktır.

168

Mahkeme, taşınmaz sahiplerine tazminat ödenmeksizin taşınmazların Hazine'ye devredilmesi nedeniyle yapılan başvurularda, taşınmazın değerinin tespiti için değer tespiti davası açılmasının uygun bir yol olacağı görüşündedir561.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin benzer bir içtihadı da yine değer tespitine ilişkin dava açılabileceği görüşüne dayanmaktadır562. Başvuranlar, tarım arazisini satın almış, araziyi kendi adlarına kaydettirmiş ve taşınmazın maliki olmuşlardır. Kadastro Komisyonu, taşınmazın orman alanının bir bölümünü oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Taşınmaz sahipleri, taşınmazlarının orman alanı olarak vasıflandırılmasına itiraz etmişler, Komisyon talebi yerinde bulmuştur. Orman Bakanlığı tarafından herhangi bir itiraz yapılmadığından, Komisyonunun bu kararı nihai hâle gelmiştir. Malikler yeniden ‘zeytin arazisi’ olarak nitelendirilen taşınmazın sahipleri olmuştur. Şehir planına dayalı olarak alınan inşaat izni doğrultusunda arazi üzerinde on dokuz ev inşaatına başlanmıştır.

Orman Bakanlığı, kadastro çalışmaları sonucunda mezkûr taşınmazın orman alanı olarak vasıflandırıldığı gerekçesiyle taşınmazın tapusunun iptal edilerek taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi amacıyla dava açmıştır. Mahkeme, idârenin talebini yerinde bulmuş ve 13.834 m2'lik arazinin ormanlık alan içerisinde yer aldığına karar vermiştir. Mahkeme 1979 yılında gerçekleştirilen çalışmalarda birtakım usulsüzlükler yapılması nedeniyle kadastro çalışmalarının başka bir komisyon tarafından 1987 yılında yeniden yapıldığını tespit etmiştir. Yenilenen ve 28 Ekim 1987 tarihinde ilân edilen ve itiraza mahâl bırakmayan bu çalışmaların sonuçlarına göre sözü edilen taşınmazın bu bölümü, orman alanı olarak vasıflandırılmıştır. Karar, Yargıtayca da onanmıştır.

561

Aynı yönde bkz. “AİHM'ye göre, ihtilaflı taşınmazın değerinin tespit edilmesi için en uygun yollardan biri yetkili mahkemede başvuranlar tarafından değer tespit davası açılmasıdır.” Arif Erdem -Türkiye Davası, İkinci Daire (Başvuru No:37171/04), 23 Mart 2010, UYAP; aynı yönde “AİHM, Savunmacı Devlet ve başvuran arasında bir uzlaşmaya varılamadığında, başvuran tarafından bir asliye hukuk mahkemesi önünde değer tespit davası açılmasının, ihtilaflı taşınmazların değerinin belirlenmesinde en uygun yollardan birini oluşturacağını belirtmiştir.” Çağlar -Türkiye Davası, (Başvuru No:11192/05), 24 Mayıs 2011, UYAP; Kar - Türkiye Davası, (Başvuru No:25257/05), İkinci Daire, 29 Mart 2011, UYAP; Feryadi Şahin – Türkiye, İkinci Daire, (Başvuru No: 33279/05), 13 Eylül 2011, UYAP; Kayacı Ve Diğerleri – Türkiye, (Başvuru No: 41485/05), İkinci Daire, 4 Ekim 2011, UYAP; Koper – Türkiye, (Başvuru No:18538/05), İkinci Daire, 13 Eylül 2011, UYAP.

562

Adem Yılmaz Doğan Ve Diğerleri - Türkiye Davası İkinci Daire, (Başvuru No: 25700/05), Kararın Özet Çevirisi (Esas) 15 Haziran 2010, UYAP.

169

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınan davada, tazminat ödenmeksizin tapu senetlerinin Hazine lehine iptal edildiği iddia edilmiş ve Ek 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Mahkeme incelemesinde diğer unsurların yanı sıra başvuranlar tarafından yetkili bir mahkeme nezdinde açılacak değer tespit davasının söz konusu taşınmazın değerini belirlemek açısından uygun bir yöntemi oluşturacağını ifade etmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları incelendiğinde; yalnızca tespit talebine dayanan başvurular, adlî yargıda tespit talebiyle açılan davalara dayanmaktadır. Bu davalardan birinin konusu, kamulaştırma bedelinin bankaya yatırılıp yatırılmadığı ve bedelin alınmasına hakkı olup olmadığının tespiti talebidir563.

Devlete ait bir işletme olan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu ("SEK"), İstanbul'da faaliyet gösteren bir anonim şirketin İzmir'de yer alan arsasını kısmen kamulaştırma kararı almıştır. Kamulaştırma kararı başvurana noter yoluyla tebliğ edilmiştir. Tebligatta kamulaştırma bedelinin Ziraat Bankasındaki bir bloke hesaba, başvuran şirket adına yatırıldığı belirtilmiştir. Başvuran kamulaştırmanın iptali için İzmir İdare Mahkemesi'nde dava açmış, mahkeme talebi reddetmiş, Danıştay da idare mahkemesi kararını onamıştır. Adlî yargıda ek tazminat ödenmesi talebiyle bir dava daha açılmış ve ek tazminata hükmedilmiştir. Karar kesinleşmiş, ek tazminat miktarı, 25 Kasım 1987 tarihinde aynı hesaba yatırılmıştır. Esasen burada Mahkemenin “tazminat” olarak belirttiği kavram “kamulaştırma bedeli” olarak anlaşılmalıdır. Çünkü; mülkiyet hakkına müdahale olarak kabul edilen564 kamulaştırma, mahkemece taşınmazdan tazminat ile vazgeçme olarak değerlendirilmiş, zarar ödemeleri anlamına gelen tazminat565 kamulaştırmada karşılığını kamulaştırma bedeli olarak bulmuştur.

SEK, kamulaştırılan arsanın kendi adlarına tescili talebiyle İzmir Hukuk Mahkemesi'nde bir dava açmış, on yıl süren dava sonucunda Yargıtay talebi kabul

563

Ercanlar Otomotiv Tic. A.Ş. – Türkiye, İkinci Daire (Başvuru No. 7123/04) Kabul edilebilirliğe İlişkin Karar 18 Mayıs 2010, UYAP.

564

ÇAĞLAYAN, Ramazan, İdare Hukuku Dersleri, Ankara, 2013, s. 439.

565

170

etmiş. Taşınmazı kamulaştırılan şirketin karar düzeltme talebi reddedilmiştir. Şirket kamulaştırılan mülkün iadesi talebiyle dava açmış, İzmir Hukuk Mahkemesi davayı reddetmiş, karar Yargıtayca onanmış, başvuranın karar düzeltme talebi de reddedilmiştir. SEK’in bir kamu kuruluşu ile birleşerek tüzel kişiliğini kaybetmesi üzerine başvuran şirket dava dosyasının tekrar açılması ve mülkün kendilerine iadesi talebiyle dava açmış, talep reddedilmiş, karar kesinleşmiştir.

Başvuran şirket, tüm bu hukukî süreçlerin ardından kamulaştırma bedelinin bankaya yatırılıp yatırılmadığını ve bedeli almaya hakları bulunup bulunmadığını Ziraat Bankası'na yazı ile sormuştur. İddiaya göre banka yazılı bir cevap göndermemiş ancak sözlü olarak, şirketin kayıtlarında bulunmadığı bilgisini vermiştir. Şirket, kamulaştırma bedelinin bankaya yatırılıp yatırılmadığının belirlenmesi amacıyla adlî yargıda bir tespit davası açmıştır. Banka, kamulaştırma bedelinin bankalarında şirket adına açılan bloke hesaba yatırıldığını ancak bedelin teslim alınması için girişimde bulunulmadığını bildirmiştir. İlk derece mahkemesi başvuran şirketin açtığı davayı reddetmiş, karar onanmış, karar düzeltme talebi de reddedilmiştir. Mahkeme kararında bu davanın ret gerekçesine ilişkin ifadelere rastlanmamakla birlikte, daha önce verilmiş bir yargı kararının olması ve bu karar doğrultusunda tarafların işlem yapmasının gerektiği, konunun yeniden yargılama makamınca çözümlenmesinin gerekmediği ve yeni bir karara ihtiyaç duymaksızın ilgili banka ile çözüme kavuşturulabileceği nedenleri karara gerekçe oluşturabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, banka tarafından adlî yargı makamına gönderilen yazıyı kamulaştırma bedelinin bankada olduğunun tespiti olarak değerlendirmiştir.

Şirket, yargılama sürelerinin uzunluğuna ilişkin de başvuruda bulunmuştur. Kamulaştırma kararının tebliğinden itibaren başvuran şirketin hukuk ve idâre mahkemelerinde birbirinden tamamen bağımsız nitelikte ve farklı nedenlerle, ayrı temellere dayanarak en az yedi dava açtığını, bunların da oldukça uzun sürelerde tamamlandığını tespit etmiştir. Bu nedenlerle, toplam yargılama süresine ilişkin genel bir değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir.

Mahkeme süreyle bağlantılı tek davayı, tespit kararının alındığı dava olarak görmüştür. Söz konusu dava süreci, 15 Nisan 2002 tarihinde başlayıp 27 Haziran

171

2003 tarihinde sona ermiştir. Bir yıl iki ay on iki gün süren yargılamayı yetkililere atfedilebilecek nitelikte herhangi ciddi bir gecikme olmadığını göz önünde bulundurarak, sürenin makul süre şartını aşmadığı görüşündedir. Bu süreye temyiz aşaması da dâhildir. Dolayısıyla iki dereceli yargılama için süre makul görülmektedir. Bütün bu nedenlerle, Mahkeme oybirliğiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Kamulaştırmasız el atmanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde başvuru konusunu oluşturduğu da görülmektedir566. Bu yönde bir davada, tapuda hazine adına tescilli arazi, Savunma Bakanlığı tarafından kullanılmaktadır. Başvuranların babası, bu tescilin iptali için Kadastro Mahkemesi'nde dava açmış, taşınmazın başvuranların babası adına kaydedilmesine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay tarafından da onanmıştır. Bununla birlikte, arazi Savunma Bakanlığı tarafından kullanılmaya devam edilmiştir. Mirasçı sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesi'nde Savunma Bakanlığı'nın kamulaştırmasız el attığı taşınmaz için tazminat davası açılmıştır. Mahkeme, bilirkişi incelemelerinin ardından Bakanlığı tazminat ödemeye mahkûm etmiştir.

Yargıtay, ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. Davada, kamulaştırmasız el atmanın süre olarak kanunda öngörülen yirmi yıllık zamanaşımı koşuluna uyulmadığını belirlemiştir. İlgili kanundaki düzenlemeler gereğince bir taşınmaza karşı açılan zilyetlik davası, hak düşürücü süre olan yirmi yılda zamanaşımına uğramakta ve bu süre mezkûr taşınmazın kullanılmaya başlandığı tarihten itibaren işlemektedir. Başvuranlar, bu süre zarfında başvuruda bulunmadıklarından talepleri reddedilmiştir.

İlk derece mahkemesi Yargıtay’ın kararına uymuş ve başvuranların taleplerini reddetmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi bu madde ile öngörülen zamanaşımı süresinin taşınmazın tapusunun edinildiği tarihten itibaren başlaması gerektiğini belirlemektedir. Yargıtay'ın bu hükmünü dayanak alan başka bir mirasçı başka bir parsel için mahkemeye başvurmuştur. Mahkeme yapılan bu talebi dikkate almış ve

566

Kahyaoğlu – Türkiye, 4. Daire (Başvuru No: 53007/99 Ve 71347/01) Karar Tarihi:27 Ekim 2009,

172

bilirkişi incelemesine uygun olarak bu kişiye taşınmazın m2 piyasa değeri göz önüne alınarak tazminat ödenmesine karar vermiştir. 733 numaralı parselin diğer ortak hissedarları da aynı şekilde tazminat talebinde bulunmuş ve Mahkeme taşınmazın m2değerini tespit etmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen bu başvuruda, mülkiyet haklarının ihlal edildiğinden yakınılmakta ve bu bağlamda Ek 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesinin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ihlal edildiğini öne sürmektedir. Mahkeme şikâyeti yalnızca Ek 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesi çerçevesinde incelemiştir. Başvuranlar, hiçbir kamulaştırma işlemi yapılmaksızın arazilerine kamulaştırmasız el atma yoluyla el konulduğunu ileri sürmüş ve kendilerine herhangi bir tazminat ödenmediğini iddia etmişlerdir.

Mahkeme, tapularının iptal edilmesi nedeniyle başvuranların tazminat elde etme imkânından yoksun kaldıklarını belirtmiştir. Tazminatı, kamu yararının gerektirdikleri ile kişisel hakların korunması yükümlülüğü arasında hüküm sürmesi gereken adil dengeyi koruma imkânı sağladığı şeklinde ifade etmiştir. Bu yönde hiçbir tazminat işlemi gerçekleştirilmediğinden böylesi bir müdahalenin keyfi olarak nitelendirilebileceği belirtilmiş. Dolayısıyla da tazminat ödenmemesini keyfi bir tutum olarak değerlendirmiştir.

Mahkemenin başvuruda değerlendirdiği diğer bir konu da etkili başvuru yolunun tanınıp tanınmadığıdır. Mahkeme kararında, Sözleşmenin 13. maddesi uyarınca savunulabilir şikâyeti olan her kişiye ulusal bir mahkeme önünde etkili başvuru yolu sunulmasını ve Devletlerin, tespit edilen ihlallerden doğan sorunları çözme genel yükümlülüğünü hatırlatan ulusal başvuru yollarının iyileştirilmesine ilişkin 12 Mayıs 2004 tarihli Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararına atıfta bulunmuştur. Bu bağlamda bu başvuruda başvuranların nakdî kaybının en uygun şekilde değerlendirmek için ulusal mahkemelerin en uygun merciler olduğunu ifade etmiştir. Bir tazminat davasının ya da tazminat ödenmesi ile sonuçlanacak kamulaştırılan taşınmazların değer tespit davasının, Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlalinde en uygun telafi yolunu oluşturduğu kanaatine varmıştır.

173

Tespit kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde delil olarak da varlık göstermektedir. Adlî yargı makamlarınca verilen tespit kararının Mahkemeye başvururken delil olarak sunulduğu görülmektedir567. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen başvurularda adlî yargı makamlarınca yapılan delil tespitinin idârî yargıda açılan davada delil olarak sunulduğu da görülmektedir568.

567

“Başvuran adil tazmin talebini yinelemiş, AİHM'den 57.977 Euro maddi tazminat ödenmesine hükmetmesini talep etmiştir. Bu bağlamda, başvuran, Ankara Sulh Ceza Mahkemesi'nin tespit davası kararıyla kabul ettiği 2 Haziran 2003 tarihli ekspertiz raporunu sunmuştur.” Yıldırır – Türkiye, (Başvuru No. 21482/03) İkinci Daire, 5 Nisan 2011, UYAP.

568

Başvuruda, idare mahkemesinin adlî yargı tarafından yapılan hasar tespiti incelenmeksizin karar verildiği ve başvuruda bulunanların tespitin dikkate alınmama nedenlerinin bilinmesine ilişkin olarak haklı bir

beklentilerinin olabileceği vurgulanmıştır: “AİHM, başvuranlardan birinin 1997 yılında asliye hukuk

mahkemesi aracılığı ile bir hasar tespiti girişiminde bulunduğunu ve bir hâkimin birkaç bilirkişi eşliğinde arazileri ziyaret ettiğini kaydetmektedir. Hâkimin gözetiminde hazırlandıktan sonra, idare mahkemesine sunulan tarım uzmanı raporuna göre, - sözkonusu arazilerin sulanmasını sağlayan - Y2-12 no'lu kanal bir havaalanı inşaatı için yapılan çalışmalar nedeniyle 1997 yılından itibaren iptal edilmiştir. Ancak idare mahkemesi, sulama imkânlarının iddia edildiği gibi ilgili şahısların tam yargı davası açtıkları 1997 yılında değil, 1998 yılı tarım sezonu sonunda iptal edildiğini belirterek, başvuranların itirazlarını reddetmiştir. Mahkeme bu kararında, sadece Bingöl Valiliği tarafından sunulan layihaları esas almış ve asliye hukuk mahkemesi aracılığı ile gerçekleştirilen somut tespitlerin neden dikkate alınmadığı konusunda hiçbir bilgi vermemiştir.

Bu bağlamda, başvuranların mülkiyet dokunulmazlığına saygı gösterilmesi haklarının genel niteliğinin, aynı mülkiyetle ilgili kararlar arasında makul bir tutarlılık olmasını gerektirdiğini hatırlatan AİHM, bu nedenle başvuranların, idare mahkemesinin olayları ortaya koyarken mantıklı ve adil bir yol izleyeceği ve asliye hukuk mahkemesi tarafından kaydedilen somut unsurları neden dikkate almadığını açıklayacağı yönünde meşru bir beklenti içinde olabileceği kanaatine varmaktadır.

Bu noktada AİHM, somut bilgiler sunan Bingöl Valiliği ile ihtilafın tarafı olan Bingöl İl Özel İdaresi arasında sıkı bir organik bağ bulunduğunu kaydetmektedir. Gerçekten de, 5302 sayılı Kanun'un 29. maddesi uyarınca Vali, il özel idaresi adı altındaki " tüzel kişiliğin başı ve temsilcisidir ". Ayrıca, yine bizzat kendisi, il özel idaresinin icra organını yönetmekte ve diğer üyeleri atamaktadır.