• Sonuç bulunamadı

AKTARILAN METİNLER:

1. SAYI

KAPLAN AVCILARI

Muhtar Bey pek zengin bir Mısırlı Türk'ün oğluydu. Babası öldükten sonra büyük bir miras sahibi olmuştu. Anvers’te yaşıyordu. Muhtar Bey'in iki büyük iptilası vardı. Biri spor biri de kumardı. Spora âşıktı. Fakat kumarın da delisi idi. Muhtar'ın bu illeti babasının kötü bir itiyadından ileri geliyordu. Çünkü babası pek çok mahir bir kumarbazdı. Bu adam kumardaki muvaffakiyetleriyle öğünmek huyunu taşıyordu. İşte oğlu bu tesirler altında kumarbaz yetişmişti. Bununla beraber Muhtar Bey iyi bir insan olduğundan kumarı terk etmek istiyordu. Fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Bir akşam Anvers’te en çok devam ettiği kulüpte kendisini milyoner tanıtmış olan bir adam ile oyuna girmişti. O gece hemen bütün servetini kaybetti. Muhtar Bey için evine dönmek ve intihar etmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Anvers’ten otomobiliyle bir saat mesafedeki olan sayfiyesine gitti. Orada sadık hizmetçisi yaveri buldu. Yaver, babasının emektarı olan bir Trablusgarplı idi.

Yaverin kabilesi hep doğruluk ve fedakârlık ile şöhret bulmuştu. Muhtar Bey yavere felaketi anlattı. Ve " Hakkını helal et. " dedi. Yaver son derece müteessir oldu. Ve spor yapan bir adam için intihar etmenin yalnız delilik değil, adeta bir namussuzluk olduğunu açıktan açığa söyledi. Bu söz Muhtar'ın sanki canına işledi. " Fakat yaver, yaşamak için imkân var mıdır?" dedi. Yaver, akşama kadar kendisine müspet bir cevap verebileceğini söyledi. O gün yaver akşama kadar Anvers sokaklarında dolaştı. Sayfiyeye döndüğü zaman, " Efendim buldum! " dedi. Anvers'te gayet zengin bir vahşi hayvanlar ticarethanesi vardır. Bu ticarethane Avrupa'nın hayvanat bahçelerine ve bir de merak sahibi milyonerlerin parklarına; aslan, kaplan gibi en yırtıcı hayvanları tedarik ediyordu. Bu ticarethane o aralık gayet fahiş bir fiyatla otuz iki tane kaplan satın alacağını her yerde ilan etmişti. Yaver bunu

görmüş, derhal Trablusgarp içerilerindeki gençliğini hatırlatmıştı. Efendisine teklif ettiği şey şu oldu: Vahşi hayvanlar ticarethanesi müdürüyle hemen bir mukavele imzalamak ve otuz iki kaplanı yakalayıp getirmek.

Muhtar Bey'in Anvers’teki itibarı pek büyüktü. Herkes onu yalnız müthiş bir sporcu olarak tanımıyorlardı. Milyoner bir Mısır prensi de zannediyorlardı. Vahşi hayvanlar ticarethanesi müdürü olan Von Folbeke kendisini derhal tanıdı ve pekiyi kabul etti. Ve tabii olarak zannetti ki, Muhtar Bey bu işi sırf bir cesaret ve spor vesilesi olarak kabul ediyordu. Onun için en müsait şartla işi kendisine havale etti. Muhtar Bey masrafın bir kısmını alarak sadık hizmetçisi yaverle birlikte yola çıktı. Bu iki arkadaş nereye gidiyordu?

Muhtar Bey'in kulüp arkadaşı olan Belçika seyyahlarından kaplan memleketleri hakkında toplayabildiği malumat-ı hülasası şu idi: Birmanya’yı Siyam'dan ayıran, dağlarda ve ormanlarda pek çok kaplan vardı. Bir ay nihayetinde iki arkadaş ava çıktılar. Bir ay sonra yerli avcılarla birlikte vahşi ormanlar içindeydiler. Avcılığın ilk haftası pekiyi geçti. Yem olarak kullandıkları saygun keçileri sayesinde kazılan suni çukurlar içerisine üç kaplan düşürdüler. Ve kafeslere koydular. Birkaç gün sonra büyük et parçalarını kaplanların yetişemeyeceği kadar yüksek ağaç dallarına astılar. Bu dalların altına da ökse gibi bir harca batırılmış yapraklarla döşeyerek gayet yapışkan bir yatak vücuda getirdiler. Bir müddet sonra onun kokusunu alan iki kaplan gelip dallara asılınca ayakları bu tutkallı yapraklara yapıştı ve yapışkan yapraklar yüzlerini gözlerini kapladı. Bu suretle kaplanlar dünyayı göremez oldular. Ve kolayca yakalandılar.

Avcılığın ikinci haftası Muhtar Bey'in başından bir kaza geçti. Az kaldı ölüyordu. Muhtar Bey yerli avcılardan kement ile kaplan tutmak usulünü öğrenmişti. Bir gün bunu demek istedi ve muvaffak oldu. Fakat bir defasında tam kaplanı bağlayacağı esnada hayvanın boynuna geçirdiği düğüm çözülüverdi. Kaplan Muhtar'ın üzerine atıldı. Parçalamasına ramak kalmıştı ki o esnada tesadüfen avdan gelen yaver, elindeki ağı hayvanın üzerine attı ve efendisini muhakkak bir ölümden kurtardı.

Yaver, eski bir kaplan avcısı olduğunu başka türlü de ispat etmişti. Bir gün karargâhın civarında gezinirken kaplanın biriyle burun buruna gelmişti. Silahı elinde değildi ne yapacaktı? Zeki Trabluslu hemen eski sanatını hatırladı ve kaplanın

gözlerine keskin gözleriyle bakmaya başladı. Hayvan bu suretle sihirleniyor, yaverin üzerine bir türlü atlayamıyordu. Yaver kaplanı gerilete gerilete orada bulunan boş kafeslerden birinin içine soktu. İşte böyle böyle bir ay zarfında tam yirmi kaplan yakalamış ve kafeslere koymuşlardı. Daha on iki hayvan avlayacaklardı. Av bulmak için daha içerilere girmek lazımdı. Kafesleri mandalara çektirerek daha içerilere doğru yollandılar. Ve birkaç gün zarfında kaplanların adeti tam otuz oldu. Fakat dördüncü günün akşamına doğru ormandan birtakım silah sesleri işitildi. Muhtar Bey ve adamları tam vaktinde yetişmişlerdi. Çünkü yerli eşkıyaların tecavüzüne uğrayan seyyah bir baba ile kızını ölümden kurtardılar. Mösyö ve matmazel FonTa ku.

Artık seyahat büsbütün cazibeli bir şekil aldı. Mösyö FonTa ku çok malumatlı ve tatlı sözlü bir adamdı. Matmazel FonTa ku çok güzel ve çok nazik bir kızdı. Kafilede herkes kendisini beğeniyordu. Matmazel yalnız bir seyyah değil hem de güzel sanatlar tarihine meraklı bir kadındı. Hele Türk sanatının meftunu idi. Bu itibar ile milliyetperver bir Türk olan Muhtar’a karşı hürmet gösteriyordu. Fakat talih seyyahlarımızın rahatını bozdu. Bir sabah bir yerli kabile tarafından muhasara ediliverdiler. Artık yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Kabilenin reisi kabilenin yerli rahipleri vasıtasıyla nereden gelip nereye gittiklerini ve burada ne aradıklarını sordu. Cevabı alınca iki başlı kaplan tarafından hepsinin parçalanacağını bildirdi. Ve evvela matmazeli kaplanın çukuruna atmalarını emretti.

Yaver burada büyük bir akıllılık gösterdi. Tercüman vasıtasıyla kabile reisine şu sözleri söyledi : " Kaplanınız bizi parçalayamaz. Çünkü ben bir sihirbazım. Kaplanınız bütün hayvanlar gibi benim emrim altındadır. Benim himayem altında bulunan insanları o yiyemez! " dedi. Kabile reisi bu sözlere pek inanmadı. Bununla beraber bir derece dikkat etmişti. Yarı ceza yarı da merak hissiyle yaveri iki başlı kaplanın çukuruna indirtti. Ve kendisi de çukurun ağzında durdu. Yaver hakikaten iki başlı olan bu garip hayvanla karşı karşıyaydı. Fakat yaver sihirbaz gibiydi. Bütün sihri parlak gözlerindeydi. Koca hayvan yaveri görünce gürlemeye başladı. Fakat kabil değil, yerinden kımıldayamıyordu. Hayvan gözlerini yaverin ateşli gözlerinden de ayıramıyordu. Artık koca kaplan sihirlenmişti. Yaver kuvvet ve kudretini göstermek için kaplanı kızdırdı. Hayvan saldırmamakla beraber birçok hareketler yapmaya mecbur oldu. Sıçradı, yattı, kalktı, kükredi. Fakat tam yaverin yanına gelince yere mıhlanmış gibi kalıverdi. Bu garip manzara reisi de dâhil olduğu halde

bütün kabile halkını şaşırttı. Ve kabile itikatları tesiriyle sihirbaza karşı bütün bir hürmet duydular. Bunun üzerine reisin muamelesi derhal değişti. Yaverin akıl ve cesareti sayesinde kafilenin bütün halkı ölüm tehlikesinden kurtulmuştu. Kafile kabileden ayrılacağı zaman reis yavere nasıl bir hediye ile memnun olabileceğini sormuştu. Zeki Trabluslu son bir dirayet daha gösterdi. " Hiçbir şey istemem. Ve yalnız bu kaplanı bana hediye ediniz. " dedi. Reis bu teklif karşısında adeta sarsıldı. Fakat ne yapabilirdi? Derhal hayvanı teslim etti. Artık sergüzeşte nihayet vermek zamanı gelmişti.

Muhtar Bey sergüzeşte devam etmeyi istiyordu. Kabilenin yardımıyla yolculuğun bir kısmı kolay geçti. İki ay sonra Muhtar Bey ve arkadaşları hayvanlarla birlikte Anvers'te Von Folbeke ticarethanenin bahçesindeydiler. Ticarethane sahibi, Muhtar Bey'i gördüğü zaman hiç de şaşmadı. Sporcu Türk'ün şahsından o derece emindi. Hayvanların adetini sordu. Muhtar biraz sıkılarak cevap verdi : " Maateessüf otuz bir tane. " dedi. Yaver efendisine bu sergüzeştin son hizmetini göstermek üzere hemen söze karıştı : " Hayır, otuz iki! " dedi. Muhtar Bey hayretle yaverin yüzüne baktı. " Nasıl olur? " demek istiyordu. Yaver cevap verdi : "Evet, Mösyö Von Folbeke'nin bizden istediği otuz iki baş kaplandı. Şimdi bizim otuz bir hayvanımız var. Bu hayvanlardan biri de iki başlıdır. Şu halde tamam." dedi. Herkes kahkahalarla güldü.

Bu seyahat neticesinde herkeste şu kanaat hâsıl oldu ki; zekâ, dikkat vukuf ve maharet sayesinde insan tehlikeler ile dövüşebilir. Ölüm yahut yeis çok kere beceriksizlerin cezasıdır. Bilhassa Muhtar Bey şu sözleri söylüyordu : " Bu seyahat bana şunu öğretti ki; hayatta kumar haricinde de büyük zevkler ve tatlı heyecanlar vardır. " Ve derhal yaverin yüzüne baktı. Terbiyeli hizmetçi efendisinin ne demek istediğini anlayarak başını önüne eğdi.

Muhtar Bey tekrar zengin olmuştu. Ticarethanenin tesviye ettiği büyük yekün şahsi itibariyle birleşince Muhtar eski vaziyetini bulmuştu. Bir gün yaveri yanına çağırdı. Ve : " Sana ne iyilik edebilirim? Seni nasıl memnun edebilirim, söyle? " dedi. Yaver bir müddet düşündükten sonra dedi ki : " Dünyada en büyük emelim senin ailene bir hizmet etmekti. Çünkü Mısır'da memur olan baban beni esircilerin elinden satın almıştı. Derhal azat etmişti. İşte ben de onun hatırasına karşı duyduğum minneti senin hayatınla ödemiş oluyorum. Bu kadarı kâfi değil mi dir? " dedi.