• Sonuç bulunamadı

ÜSKÜDAR ON BEŞİNCİ SINIF BİRİNCİLERİ

Dördüncü Sınıf Birinci Şube Birincisi Beşinci Sınıf Birincisi 461 İlhami Efendi 57 Necdet Efendi

Birinci Sınıf Birinci Şube Birincisi İkinci Sınıf İkinci Şube Birincisi

764 Şefik Efendi 069 Rakıf Efendi

İkinci Sınıf Birinci Şube Birincisi Üçüncü Sınıf İkinci Şube Birincisi 567 İsmail Efendi 21 İbrahim Ethem Efendi

Üçüncü Sınıf Birinci Şube Birincisi Dördüncü Sınıf İkinci Şube Birincisi 432 Refik Efendi 647 Kemal Efendi

- Yahu verdiğiniz ilaç hastayı öldürdü doktor!

- Evet, iki ilaç vermiştim. Hangisi öldürdü diye düşünüyorum!

- Of, ayağıma basıyorsun!

- Kardeşimi niye öpüyorsun? Yanağını kapkara yapacaksın!

Mizahi

KÂFİYE

Hacı Abdullah tam manasıyla bir haneberduştu. Başında taşıdığı bir Mevlevi sikkesinin altından bakan gözleri pek sinsi görünüyordu. Çehresini çerçeveleyen yuvarlak sakalı bu tufeyli adamın görünüşüne bir kat daha müphemiyet veriyordu. Sırtında taşıdığı dedelere mahsus kaftan birçok yerlerden yamalıydı. Daha sonra yırtıkları, üç parmak miktarını çoktan geçmiş; eski, salhurde bir çift mest ile meşin galoşlar bu seyyar dervişin kıyafetindeki mühim bir noksanı tamamlıyordu.

Hacı Abdullah'ın yegâne medar-ı maişeti gündüzün ötede beride ilahi söyleyerek topladığı ekmek artıklarından ibaretti. Sırtından hiç düşürmediği meşin yamalı zembili daima, yer yer taban teperek alnının teriyle kazandığı günün nafakası ile dolu bulunurdu. Onu görenler derlerdi ki : " Vah biçare ihtiyar... Son demlerini bile iki parça kuru ekmekle geçirmeye mahkûm bulunuyor. "

Garibi şu ki böyle düşünenler arasında hiçbiri bir gün çıkıp da : " Gel bakalım Abdullah Baba! Şu da bizden sana bir azık olsun. " diye avucuna bir şey bırakmamıştı. Fakat Abdullah o kadar da akılsız mı ya? Herhalde o kendisini eş dosttan daha iyi düşünürdü. Bunun için bazen kendisine acıdıklarını söyleyen kimselere sükûtla mukabele eder hatta onların bu ahmakça düşüncelerine bıyık altından kıs kıs gülerdi.

Bilmem ki karilerime Abdullah Baba'nın umumi görünüşü hakkında bir fikir verebildim mi? Mamafih o bu kadarla kalmazdı. Aynı zamanda koyu bir sofu idi. Kasabanın küçük camiinde, onu beş vaktin namazında imamın arkasında görmek mümkündü. Camiye gelir... Kapıdan girer girmez zembilini bir kenara bırakır. Sonra doğruca namaza varırdı. Bu, Abdullah Baba'nın camii meşru ziyaretleri...

Bir de onun gayrı meşru ziyaretleri vardır ki, bunu kendisinden başka kimse bilmezdi. İşte bu vakitsiz ziyaretler Abdullah Baba'nın azığını ziyadesiyle temin ederdi.

Kasabada akşam namazı kılındıktan sonra herkes evlerine çekilir. Mescidin etrafı pek tenhalaşırdı. Müezzin hafız İdris Efendi de yatsı namazı için kandilleri zeytinyağıyla doldurduktan sonra caminin kapısını şöyle bir çeker ve iki üç adım ötedeki evine koşardı.

İşte Abdullah Baba'nın tam ziyaret zamanı bu vakitlere tesadüf ederdi. Filhakika o hiçbir akşam kaçırmaksızın sırtında o mahut zembili olduğu halde, sokağın köşe başından görünür, etrafı süze süze camiye doğru ağır adımlarla ilerlerdi.

Caminin kapısından girer girmez Abdullah Baba başkalaşır hareketlerinde hiçbir zaman görünmeyen çâlâki meşhut olurdu. Derhal mimbere doğru ilerler ve yanındaki pencere üzerinde duran üçayaklı sopayı kapınca kendisini doğru zeytinyağı dolu top kandilin dibinde bulurdu. Onu güzelce yerleştirip de ilerde başına gelmesi muhtemel kazalardan emin olunca biraz eğilir, zembilinin içinden birkaç parça ekmek çıkararak kandillere doğru tırmanırdı. Üst basamağa geldi mi tevakkuf eder. Ve : " Zeyt, Zeytullah. Beyt, Beytullah. Tafzil ya Hacı Abdullah! " cümlelerini kemal-i huşu ile söyledikten sonra bir besmele çeker, ve ekmeğini zeytinyağına banarak çıkarır; aşağıdaki kilimlere damlata damlata ağzına götürürdü. Bu lokmayı biri daha biri daha takip ederdi. Abdullah Baba karnını doyurduktan sonra: "Elhamdülillah." diyerek aşağıya iner, sopayı da yerine koymayı ihmal etmeyerek zembilini sırtına alır ve camiden uzaklaşırdı.

Yatsı vakti hafız İdris Efendi kandilleri yakmak için seypaya tırmandığı zaman yağın yarılandığını gördü. Sonra aşağıda kilimlerin üzerinde gördüğü zeytinyağı lekeleri kendisini haklı bir şüpheye düşürmekten hali kalmazdı. Acaba bu

münasebetsizliği böyle her akşam kim yapıyordu? İdris Efendi fena halde sinirlenmişti. Bir akşam camide kalıp olup bitecek şeyleri gözleriyle görmeye karar verdi. Herhalde İdris Efendi bunu yapanın ağzına bir parmak bal da sürmeyi unutmayacaktı.

İdris Efendi bir akşam kandilleri doldurduktan sonra eline caminin tavan süpürgesini alarak kollarını sıvadı. Ve minberin arkasına, caminin her tarafını gözlemleyebileceği tarzda gizlendi. Tam vaktinde cami kapısının aralandığı görüldü. Abdullah Baba sırtındaki zembiliyle ağır ağır içeriye girdi. Kandillere doğru yürüyerek yükünü yere koydu. Sonra minberin yanındaki pencereden sehpayı sırtlayarak getirdi. Her akşamki gibi yerine kurdu ve zembilinden birkaç parça ekmek alarak basamaklara tırmandı. İdris Efendi bütün bunları gizlendiği köşeden görüyor, neticeyi bekliyordu. Abdullah Baba zeytinyağına batırılacak ilk lokmayı hazırladı ve sonra her akşamki sözlerine başladı. " Zeyt, Zeytullah. Beyt, Beytullah. Tafzil ya Hacı Abdullah! " Son sözlerini söylemeye kalmadı. Abdullah Baba'nın kafasına hatırı sayılır bir süpürge sopası indi. Abdullah Baba neye uğradığını bilemedi. Bunu Hafız İdris Efendi indirmişti. Ve sonra arkadan bir ses yükseldi: “Darb mintarafullah” Öyle ya... Kandillerin zeytinyağlarını “tevfik ya Hacı Abdullah” diye kendisine peşkeş çeken bu tufeyli dervişe Allah tarafından bir sopa inmesine ne beis vardı! Hem de bu vesile ile İdris Efendi Abdullah Babanın söylediği beytin 4. mısraını da güzel bir kafiye ile tamamlamış oluyordu.

B.A. Hikmet Temmuz 926

- Deminden beri herkes yüzüme bakıp gülüyor. Herhalde çok yakışıklı olduğuma eminim!

Hırsız:

- Şimdi uyanacak diye korkuyordum. Meğerse ölmüş.

Kabataş Lisesi Hendese Muallimi Fatsa Kız Mektebi Müdiresi