• Sonuç bulunamadı

B. Akıl Hastalığı

3. Akıl Hastalığı ve Ayırt Etme Gücüne Etkisi

Akıl hastalığı, gerek özel hukuk gerekse de ceza hukukunda etraflıca ele alınmış bir konu olmasına rağmen farklı isimlerle nitelendirilmiştir. Türkiye Hukukunda, Medeni Kanunu’nun ilgili maddelerinde “akıl hastalığı ve akıl zayıflığından”, usul kanunlarında “akli melekeleri gelişmeyenler ve durumun zaafta bulunanlardan”, ceza yasalarında ise “akıl hastalığından” bahsedilmektedir70. Azerbaycan Hukukunda ise, Mülki Mecelle’nin ilgili maddelerinde, “ruh hastalığı” ve “psişik rahatsızlık”, Mülki Prosessual Mecelle’nin ilgili maddelerinde ise, “psişik kusur”, Azerbaycan Cinayet (Ceza) Mecellesinde ise, “psişik hastalık” olarak ifade edilmiştir.

Azerbaycan Mülki Mecellesinin 28/ VIII. maddesinde kullanılan “ruh hastalığı” terimi, Türk Medeni Kanunun 13. maddesinde kullanılan “akıl hastalığı” teriminin gibi, akıl zayıflığı halini kapsamamaktadır. Söz konusu madde akıl zayıflığını, akıl hastalığı gibi, ayırt etme gücünü ortadan kaldıran bir sebep olarak belirtilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz diğer terimler ise, akıl zayıflığını da içine aldığından dolayı tıbbi biliminde kullanılan akıl hastalığı terimine uygun düşmektedir.

Azerbaycan Mülki Mecellesinin 28/ VIII. maddesinde akıl hastalı ile akıl zayıflığı birbirinden bağımsız ayırt etme gücünü ortadan kaldıran sebep olarak belirtilse de, Kanunun ayırt etme gücüne sahip olmayanların yapmış oldukları hukuki işlemlerin hükümsüzlüğünü düzenleyen 342. maddesinde ve ayırt etme gücüne sahip olmayanları haksız fiilden dolayı sorumluklarını düzenleyen 1107/ III. maddesinde kullanılan “psişik rahatsızlık” terimi, akıl zayıflığını da kapsamaktadır.

Görüldüğü gibi, kanun içinde, aynı kurumu ifade etmek için, farklı ve aynı zamanda, biri diğerinden kapsam bakımından daha geniş olan, iki terim

70

Vehbi Umut Erkan / İpek Yücer, Ayırt Etme Gücü, AÜHFD 2011, C. 60, S. 3, s. 490- 491. Sevil Yıldız, Ceza Hukukunda Akıl Hastalığı ve Akıl Hastalarının Yargılanması, Konya 1997, s. 37 (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).

51

kullanılmıştır. Bu durumun karışıklığa sebebiyet verdiğinden dolayı kabul edilemez ve kanunlarda değişiklik yapılarak bu karışıklığın önünde geçilmesi gerekir.

Akıl hastalığı, ne Türk Medeni Kanununda, ne de Azerbaycan Mülki Mecellesinde tanımlanmamıştır. Ancak, akıl hastalığı, kişilerde sıkıntı duygusu yaratan ve zihinsel işlevlerin önemli bir bölümünde bozukluğa yol açan psikolojik ya da psikofizik belirtiler bütünü olarak tanımlanabilir71. Fakat akıl hastalığının tam bir tanımını yapmak, hangi hastalıkların akıl hastalığı sayılacağını belirlemek tıp biliminin ve özellikle psikiyatri dalının uğraşı alanına girmektedir72. Psikiyatri alanında yapılan çalışmalarla, akıl hastalıklarının, unsurları ve özellikleri bakımından tam olarak tasnif edilmiştir73.

Ancak, tıp biliminin akıl hastalığı olarak kabul ettiği hastalıkların bir bölümü, Hukuk bilimi bakımından akıl hastalığı değildir. Bu sonuç, Türk Medeni Kanunun ve aynı zamanda Azerbaycan Mülki Mecellenin düzenleme amacından çıkmaktadır. Mesela, akıl hastalığı ile akıl zayıflığı kavramları, tıp bilimi bakımından aynı sınıf içerisinde sokularak akıl hastalığının kavramı genişletilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlam da, tıp bilimi tarafından akıl hastalığı olarak değerlendirilen Oligrofreni (idyo, embesil, debil), Hukuk bilimi tarafından akıl zayıflığı olarak kabul

71

Yıldız, s. 38; Erkan / Yücer, s. 491.

72

Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 243; Köprülü, s. 203 ve dn. 32; Akipek / Akıntürk / Ateş Karaman, s. 290; Hatice Tolunay Ozanemre, Ayırt Etme Gücünden Yoksunun ‘Haksız Fiil’

Sorumluluğu, Ankara 2004, s. 26 (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi); Nart, s. 24. HGK, 11.6.1930, E. 46, K. 39( Senai Olagaç, Kazi ve İlmi İçtihatlarla Türk Kanuni Medenisi ve İlgili Hususi Kanunlar, İstanbul 1956, s. 45).

73

Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 243; Ozanemre, s. 26; Erkan / Yücer, s. 491 ve dn.14’deki

yazarlar. Akıl hastalıkları tıp bilimine göre, a) Sinir sistemindeki organik hastalıklara bağlı psikozlar (epidemik ansefalit, Kore hastalığı, Huntington Koresi, multipl skleroz, Parkinson hastalığı, mentenjit, polinevritli psikozlar, kuduz); b) Genel organik nedenlere bağlı psikozlar (Tifo- sıtma- pnömoni, frengi nöbeti, beyin frengisi, genel paralizi, akol- morfin- eroin- kokain- haşiş (Afyon)- karbonmonoksit nöbetleri, endokrin sistem bozuklukları, avitaminöz, kan hasatlıkları); c) Şizofreni (Katatoni, paranoid, haberfresi ve basit şekil); d) Paranoia, parafrenia; e) Mani (siklofreni, melankoli); f) Sara (epilepsi); g) Yaşlılık psikozları basit presenil demas, arterioskleroza bağlı psikozlar, dönüm yaşı (menapoz) psikozları; h) Amensia;

ı) Oligrofreni (idyo, embesil, debil); i) Psikopati; j) Psikonevrozlar (histeri, nevrasteni,

psikasteni) biçiminde guruplara ayrılmaktalar (Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 243 ve dn. 87’deki yazarlar).

52

edilmemektedir. Bundan başka, Türk Medeni Kanunu, tıp biliminden farklı olarak, akıl hastalığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden -hipnotizma, manyetizma- akıl hastalığından ayrı tutup, ayırt etme gücünü ortadan kaldıran nedenlerden saymaktadır74.

Her ne kadar öğretide, akıl hastalarının çoğu zaman ayırt etme gücüne sahip olmadıkları belirtilse de75, bu ifadeden, her akıl hastalığının mutlaka ayırt etme gücünü ortadan kaldıracağı sonucuna varılmamalıdır76. Çünkü bütün akıl hastaları ayırt etme gücünden yoksun değillerdir. Hastalarının bir kısmı ayırt etme gücüne sahip oldukları halde, bir kısmı ise ayırt etme gücüne sahip değildir77.

Bir akıl hastalığının ayırt etme gücünü etkileyebilmesi için, akla uygun biçimde davranma yeteneğini etkileyecek nitelikte olması gerekir78. Buna göre, tamamen geçici türden zayıflık, engel ve özürler ayırt etme gücünün varlığı konusunda göz önüne alınmamalıdır79. Mesela, menopoz psikozunun akıl hastalığı sayılmasına rağmen, akla uygun biçimde davranma yeteneğini etkileyecek nitelikte olmadığından ayırt etme gücünün yokluğu sonucunu doğurmaz80. Ayırt etme gücünden yoksunluktan bahsedebilmek için az çok süreklilik gösteren yapısal bozukluklar hesaba katılmalıdır81. Ancak, ayırt etme gücünü kaldıracak nitelikte olan bir akıl

74

Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 244; Nart, s. 24 ve dn. 71.

75

Öztan, s. 73; Ozanemre, s. 27.

76

Öztan, s. 73; Özsunay, s. 36; Ozanemre, s. 27.

77

İmre, Baltaya Armağan, s. 343.

78

Dural / Ögüz, s. 54; Oğuzman / Seliçi / Özdemir-Oktay, s. 54-55; Reisoğlu, Mesuliyet,

1093-1095; Erkan / Yücer, s. 491. HGK. 12.11.1969, E. 1968/3-1185, K. 1969/799 “…M.K.’nun 13. maddesi hükmünce bir kimsenin temyiz kudretinden mahrum sayılması için sadece akıl hastalığına veya akıl zafiyetine yakalanmış bulunması kâfi olmayıp bu hastalıklar neticesinde ve belli bir hadisede makul olarak hareket edememiş olması da kanuni şartlardandır…” (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası).

79

Cengiz Koçhisarlıoğlu, Kusurun Objektifleştirilmesinin Ayırt Etme Gücünü Etkilemesi. AÜHFD 2004, C. 53, S. 3, s. 8; Erkan / Yücer, s. 491.

80

İmre, Baltaya Armağan, s. 343-344; Ozanemre, s. 28.

81

Koçhisarlıoğlu, Kusurun Objektifleştirilmesi, s. 8; Erkan / Yücer, s. 491. Zürih istinaf

mahkemesine göre, ayırt etme gücünün yokluğu somatik ya da biyolojik sebeplere bağlıdır. Akıl hastalığı ayırt etme gücünün yokluğuna işaret eden önemli bir ameredir, fakat kesin olarak yokluk sonucunu götürmez. Akıl hastalığı denince, bundan tıbbi anlamda bir hastalık değil de,

53

hastalığına tutulan kimse, her zaman ayırt etme gücünden yoksun değildir. Bu durum, akıl hastalıklarının genelde periyodik, devreyi ve bazen de geçici olmasından kaynaklanmaktadır82. Bu tip akıl hastaları, zaman zaman gelen nöbetlerin etkisiyle ve nöbet sırasında ayırt etme gücünü yitirmekteler. Ancak, bu akıl hastaları, durgunluk dönemlerine (lucida intervalla) girdiklerinde, yaptıkları eylemlerin ve hukukî işlemlerin sonuçlarına farkına varacak niteliğe sahip olurlar83. Başka bir ifadeyle, akıl hastaları, bu durgunluk döneminde ayırt etme gücüne sahiptir. Bu duruma, sara84, histeri, kore hastalığı, tifo-sıtma nöbetleri, dönüm yaş psikozları, melankoli, psikasteni gibi akıl hastalıkları misal olarak gösterile bilir. Bu durumda bakılacak olan husus, akıl hastalığının ayırt etme gücünü sürekli mi, yoksa geçicimi kaldırdığına ve geçici olarak kaldırıyorsa ne zaman kaldırdığıdır85.

niteliği ve etkileri gereği ayırt etme gücünü engelleyen bir akli bozukluk anlaşılmalıdır. Bu sebeple, bizatihi tıbbi anlamda bir akıl hastalığı sayılmayan bir anomali, ayırt etme gücünü yok sayılması için yeterli bir sebep değildir. Bunun aksine, sürekli veya geçici bir akıl bozukluğunun, ayırt etme gücünün yokluğu sonucunu doğura bilmesi için yeterli kadar yoğun olması gerekir. Bu bakımdan bedeni rahatsızlıklar kural olarak ayırt etme gücünün yokluğuna sonucunu doğurmazlar. Ancak bazı bedeni hastalıklar akıl bozukluğuna sebep olabilirler ya da etkileri akıl hastalığı ile eşdeğer bir sonuç doğurabilir. Bu halde ispat edilmesi şartıyla, ispat edilmesi şartıyla, ayırt etme gücünden yokluğu kabul edilebilir (Dural / Ögüz, s. 55-56’dan nakelen).

82

Saymen, s. 91; Öztan, s. 73; August Egger (Çev. Volf Çernis), İsviçre Medeni Kanunu Şerhi,

Giriş ve Kişinin Hukuku, 2. Baskı, Ankara 1947, s. 182-183; Ozanemre, s. 27.

83

Egger, s. 183; Saymen, s. 91; Öztan, s. 73; Oğuzman / Seliçi / Oktay- Özdemir, s. 55; Özsunay, 36; Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 244; Akipek / Akıntürk / Ateş Karaman, s.

291; Arpacı, s. 23; Ataay, s. 67; Zahit İmre, Medeni Hukuka Giriş, 3. Baskı, İstanbul 1980, s. 377; Ozanemre, s. 27.

84

4.HD. 14.4.1972, E. 12194, K. 3418, “…Gerçekten devri bir hastalık olan saranın pekçok değişik derece ve türleri mevcut olup bunun irade ve temyiz gücüne etkisi hemen her olayda tartışma konusu olmuştur. Tam nöbet hailinde hasta hareketten yoksun ve baygın bir halde bulunduğundan bu sırada şikâyet hakkının kullanıldığı veya ihbar hakkında ifadesinin tespit edildiği söz konusu olmaz. Ancak, nöbetlerin süresi ve başlamazdan bir süre önce temyiz gücüne etkisi olup olmadığı fence tespit edilmek ve şayet böyle bir geçici kaybetme durumu varsa, dilekçenin hazırlık soruşturmasındaki ifadesinin bu dönemde verildiği davalıya ispat ettirmek gerekir…” (Turgut Uygur, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu (Genel Hükümler), C.I, Ankara 1990, s. 861-862).

85

Akipek / Akıntürk / Ateş Karaman, s. 291; Özsunay, s. 36-37; Öztan, s. 73-74; Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 244; İmre, Baltaya Armağan, s. 343-344;

54

Bu husus, hâkim tarafından her somut olay bakımından ayrı ayrıt değerlendirilecektir. Ayırt etme gücünün aranacağı an, hukuki işlemlerde iradenin açıklandığı, haksız fiillerde fiilin işlendiği an olduğundan86, hâkim, akıl hastalarının hukuki işlem yaparken irade açıklandığı an, haksız fiil işledikte ise, fiilin işlendiği an, ayırt etme gücüne sahip olup olmadığını araştıracaktır. Bu sebepten de, Yargıtay, verdiği bir kararda, akıl hastası olan bir kimsenin, yaptığı işlemin sırf bu nedenle geçersiz olmayacağını, işlem yapılırken ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiğini belirtmiştir87.

Her ne kadar, tıp ve psikiyatri bilimi tarafından kabul edilen her akıl hastalığının, hukukî açıdan ayırt etme gücünü ortadan kaldıracak bir niteliğe sahip olduğu kabul edilmese de, hâkim, ayırt etme gücünün belirlenmesinde tıp ve psikiyatri biliminin yardımına ihtiyaç duyar. Zira bir kimsenin eylem ve davranışı gerçekleştirdiği sırada ayırt etme gücüne sahip olup olmadığının tıp ve psikiyatri alanında uzmanlaşmış kişilerce belirlenir88. Bu, aynı zamanda Türk Medeni

86

Ayan / Ayan, s. 23.

87

BGE 38 II 417 naklen Erkan / Yücer, s. 490. Aynı yönde: 4. HD, 8.3.1958, E. 9298, K. 1243, “...Sulh Mahkemesinin isteği üzerine, Cemal’i muayene edip raporlarını veren bilirkişiler umumi olarak eski Medenî Kanun’un 355. maddesi (TMK m. 405) uyarınca, Cemal’in akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini görmekten aciz ve daimi muavenete, tekayyüde muhtaç olup olmadığını gözönünde tutarak inceleme yapmışlar ve incelemeleri neticesine göre raporlarını vermişlerdir ve o vakit Cemal’in bu davada geçen 15.2.1955 tarihli makbuzu imzaladığı sırada yaptığı bu işin ehemmiyetini kavrayacak derecede temyiz kudretini haiz olup olmadığı noktası üzerinde durmamışlardır. Bu durum göz önünde tutularak, evvel emirde akıl ve sinir hastalıkları mütehassısları arasından seçilecek üç bilirkişiye, evvelâ Cemal’i muayene ettirmek, ve ondan sonra da 15.2.1955 tarihli makbuzda, bu makbuz tarihinden önce ve sonra Cemal’in yaptığı muameleleri gösterir dosya içindeki bütün belgeler de bilirkişilere incelettirilmek ve Medenî Kanun’un 13. maddesi hükmünce bir kimsenin temyiz

kudretinden (ayırt etme gücünden) mahrum sayılması için sadece, akıl hastalığına veya akıl zayıflığına yakalanmış olması kâfi olmayıp, bu hastalıklar neticesinde belli bir hadisede, makul olarak hareket edilmemiş olmasının da kanunî şartlardan bulunduğu esas tutulmak suretiyle, 15.2.1955 tarihli makbuzu imzalarken yaptığı bu işin ehemmiyetini kavrayacak derecede temyiz kudretini (ayırt etme gücünü) haiz olup olmadığı tespit olunmak gerekirken...” (Hilmi Yazıcı/ Hasan Atasoy, Şahıs, Aile ve Miras

Hukuku İle İlgili Yargıtay Tatbikatı 1952- 1970. Ankara 1970, s. 714-716).

88

Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 246; Akipek / Akıntürk / Ateş Karaman, s. 291; Reisoğlu, Mesuliyet, s.1094; Nart, s. 25. HGK. 26. 10. 1960, E. 4/ 250, K. 256; 1.HD. 03. 07.

55

Kanununun 409. maddesinin, “Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilir” diyen düzenlemelerinden çıkan yasal bir zorunluluktur89. Buna göre, bir kimsenin ayırt etme gücüne sahip olup olmadığı hususunda, yine bilirkişiler çerçevesinde hareket gerekir. Aynı sonuç, Azerbaycan Hukuku bakımından da geçerlidir. Azerbaycan Mülki Prosessual Mecellesinin 319. maddesinin birinci cümlesine göre, Hâkim, ön inceleme aşamasında, kişinin ruhsal kusuru hakkında yeterince bilgi olduğunda,

etme gücünden yoksunluk durumunu ortaya çıkarması söz konusu değildir. Bu durumun her somut olayda uzmanlar ve hakim tarafından araştırılarak değerlendirilmesi araştırılması gereklidir…” (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası); HGK. 18.2.2004, E. 2004/1-47, K. 2004/85, “…Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun

yanında, her ne kadar HUMK.nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mutaalası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür...” (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası). Aynı

yönde: HGK. 22.12.2004, E. 2004/1-743, K. 2004/740 (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası); HGK. 9.7.2008, E. 2008/1-488, K. 2008/490 (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası); HGK. 2.2.2011, E. 2010/1-693, K. 2011/3 (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası); 1. HD. 29.1.2002, E. 2001/14055, K. 2002/976 (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası); 1. HD. 10.3.2003, E. 2003/1833, K. 2003/2552 (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası); 1.HD. 25.10.2010, E. 2010/8557, K. 2010/10922 (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası). HGK. 29.1.1992, E. 1991/2, K. 1991/608, “…Hukuki ehliyetsizliğin tesbiti, özel bir ihtisası gerektirdiğinden, kural olarak ancak doktor raporu ile kanıtlanabilir. Bu konu ile ilgili tanık beyanları ancak ehliyetsizliğin belirlenmesinde uzmanlarınca değerlendirmeye tabi tutulabilecek bir veri niteliğindedir…” (Kazancı Bilişim, İçtihat Bilgi Bankası).

89

Zahit İmre, Hacir Sebebi Olması Açısından Akıl Bozuklukları Hakkında Türk Hukuku’na ve Mukayeseli Hukuka İlişkin Bazı Düşünceler, Kubalı’ya Armağan, İstanbul 1974, s. 358;

56

onun ruhsal durumunu belirlemek için adli psikiyatrik değerlendirme yapılması için karar verir.

Hâkim, önüne gelen her olayda, olayın mahiyetine ve kişinin özelliklerine bakarak, kişide ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığını, bilirkişiye başvurarak tespit ettirecektir. Özel olarak tespit ettirilecek husus, kişinin fiili işlerken akla uygun biçimde davranma yeteneğinden, akıl hastalığı nedeniyle, mahrum olup olmadığıdır. Fakat öğretide haklı olarak belirtildiği üzere, somut olay bakımından, kişide, akıl hastalığına rağmen, makul surette hareket etme iktidarının ve dolayısıyla ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığına ilişkin akıl hastalıkları alanında uzman doktorlarca hazırlanacak bilirkişi raporu, takdiri delil niteliği taşımaktadır. Bu sebepten de, kişinin ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hususunda, kesin kararı verecek olan yine hâkimdir. Başka bir ifadeyle, kişinin eylemi veya davranışı gerçekleştirdiği sırada, ayırt etme gücüne sahip olup olmadığına hâkim karar verecektir. Bu sonuç, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde90 ve Azerbaycan Mülki Prosessual Mecellesinin 103/ I. maddesinin hükmünlerinden de anlaşılmaktadır. Söz konusu madde metinleri şöyledir:

HMK. m. 282. Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.

90

Bu durum madde gerekçesinde şöyle açıklanmıştır: “Maddede yer alan düzenlemeyle,

bilirkişinin, raporunda yahut sözlü açıklamalarında işaret ettiği oy ve görüşünü, hâkimin, diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği hususu hüküm altına alınmış; bu suretle bilirkişinin belirteceği oy ve görüşünün, bir takdiri delil niteliği taşıdığına açıkça işaret edilmiştir. Anılan hüküm çerçevesinde, hâkim, bilirkişi raporunu yeterli görmemekle beraber, raporda yazılı olan özel ve teknik bilgilerden hareketle bilirkişinin raporunda varmış olduğu sonucun yanlış olduğu kanısına ulaşacak olursa, bunun gerekçelerini açıkça ortaya koymak suretiyle, bilirkişi raporunun aksine de karar verebilecektir. Tersine bir anlayış, hâkimi, bilirkişi raporuyla, hüküm arasında bir aracı hâline getirir ki; bunun hukuk devleti ve onun bir görünüm biçimi olan yargı bağımsızlığı (Anayasanın 2 nci ve 138 inci maddeleri) ile bağdaştırılamayacak olması sebebiyle kabulü mümkün değildir. Öte yandan, bu kural, hâkim, bilirkişi raporunu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor almak yahut yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırtmak zorundadır şeklinde de anlaşılamaz. Çünkü, bilirkişiden ek rapor almak yahut yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırtmak, “Bilirkişi raporuna itiraz” başlıklı 285 inci maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan düzenlemeler uyarınca, zaten hâkimin sahip olduğu doğal yetkiler arasında bulunmaktadır” (Salih Özaykut / Mehmet Beleç, Gerekçeli-

Karşılaştırmalı- İndeksli Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve İlgili Mevzuat, Ankara 2011, s. 313).

57

AMPM. m. 103.1. Bilirkişi görüşü mahkemeyi bağlamaz ve bu Mecelle'nin 88. maddesinde belirlenmiş kurallar üzere mahkemeler tarafından değerlendiriliyor.

Türkiye Hukukunda akıl hastalığının ayırt etme gücünü ortadan kaldırabilecek bir düzeyde olması kuralına, evlenme sözleşmesi bakımından bir istisna getirilmiştir. Türk Medeni Kanunun 133. maddesine göre, akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbî sakınca bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler. Buna karşılık Azerbaycan Hukukunda akıl hatalığının evlenme engeli sayılması içi, ayırt etme gücünü ortadan kaldırması şartı aranmaktadır (AMM. m. 12/ b. 4).