• Sonuç bulunamadı

E- Kavram Mantığının Bir Parçası Olarak Kapalı Sistematik Yorum

IV- AÇIK SİSTEMATİK YORUM

H.Poincare, temelde ilmin mutlak hakikati vermediği, vermesinin de mümkün olmadığına inanır. Temel bilimsel ilkelerin uylaşımlık bir özelliğe sahip olduklarını öne sürer. Giderek,

“mutlak hakikat” kavramı yerine “uzlaşım” kavramını, “apaçıklık” kavramı yerine “elverişlilik”

ve “uygunluk” kavramını ve “daha gerçek” ve “daha doğru” yerine “daha elverişli” ve “daha uygun”u koyar. Bilim bu çerçevede, “nesneler arası bir ilişkiler sistemi” dir. Matematik bu ilişkileri formüle ederek anlaşılır kılar. Böylece kendine matematik şekil verilen bir bilgi-ilim

162

oluşur. Doğal olarak burada, “nesnelerin gerçek tabiatları” yoktur494. Bu yaklaşım, vergi hukuku yorumu tartışmaları açısından da geçerlidir. Nasıl hakikat kesin değil, belli uygunluk ölçüleri içinde bilinebilir ise vergi hukuku hakikati de aynen öyle belli uygunluk kalıpları içinde bilinebilir. Yorum, vergi hukuku kuralından kaynaklanan kesin sonucu ortaya koymak değil, o kuraldan çıkarımlanabilecek sonuçlar arasında en makul olanı, üzerinde en fazla uzlaşılabilenin meydana çıkarılmasıdır. Burada, belirsizlikten değil, kesinsizlikten söz ederiz.

Amaç, kesin sonuçlar çıkaran bir akıl yürütme değil, uygun sonuçların elde edilmesini sağlayan metodolojidir. Bu metodolojinin çekirdeğinde doğru akıl yürütme yer alır ama akıl yürütenin temel öncülleri, toplumsala ait temel değer ve tecrübelerinden soyutlanamaz.

Hume’a göre, ne denli sıklıkla gerçekleşse de, tekil olarak olgu gözlemlerinden mantıken koşulsuz sağlamlıkta, genel önermelere varılamaz. Gözlem yoluyla biz ancak bir olgunun diğer olguyu izlediğine tanık oluyoruz, aralarındaki zorunlu ilişkiye değil. İki olgunun ters ilişki veya hiçbir ilişki göstermeyeceklerine dair elimizde hiçbir kanıt olmadığına göre, olgular arasındaki ilişki zorunlu değil, olasıdır495. Hume’a göre insan zihni, gözlem ve deneyimin yardımı olmaksızın apriori olarak ne dıştaki objeler ne de kendisi hakkında gerçek bilgiye ulaşabilir. Nedensellik ilkesi üzerinde de ayrıntılı biçimde duran Hume, birbirini takip ederek ortaya çıkan olay ve olguların zorunlu bir neden sonuç ilişkisini yansıtmanın ne anlama geldiğini çözmeye çalışmıştır. Ona göre, bu salt akılla kavranabilecek bir şey değildir. Olaylar arasındaki bu türden ilişkiler ancak bizim deneyim ve gözlemlerimiz sonucunda edindiğimiz izlenim sayesinde anlaşılabilir. Aynı durumla sürekli olarak karşılaşarak bir alışkanlık ediniriz ve tekrar aynı olay ve olgu karşımıza çıktığında çağrışım yoluyla bu alışkanlıklarımız hatırlar ve neden-sonuç denilen ilişkilerin gerçekleşmesini bekleriz. Dolayısıyla, olgular arasındaki ilişkilerle ilgili beklentilerimizi oluşturan şey aklımız değil, deneyimlerimiz ve bu deneyimlerimizden edindiğimiz alışkanlıklarımızdır. İşte bu deneyimlerin sonuçlarından birisi de hukuk sistemidir. Hume’a göre, devlet ve sosyal değerler, milli ve siyasal kurumlar(örneğin hukuk sistemi) önceden akıl yoluyla soyut biçimde planlı olarak yaratılmış değildir. Tüm bunların ortaya çıkması ve gelişmesinde insan ihtiyaçları temel etkendir496. Haack’in aktardığına göre, Holmes, hukuki formalizme karşıdır. Kolay davalarda hukuki formalizme göre karar vermek mümkündür ancak zor davalar öyle değildir. Zor davalarda, hukuksal kararların gerekçeleri, altyapısında kıyas, tümdengelim veya tümevarım formunu taşırlar ancak tek bir mantıksal sonuç değil, çatışan hukuki sonuçların oluşması normal karşılanır. Her koşul ve şartta doğru olan yorum mümkün değildir. Hukuksal kararların doğruluğu, matematiksel kesinlikle ifade edilemez, çünkü kelimeleri kesin anlam

494 Polay, 1987, s. 21,22.

495 Ozansoy, 1998, s. 42,43.

496 Balı, 2005, s. 147,148.

163

taşımamaktadır. Sürekli daha iyi yoruma doğru bir gelişme söz konusudur. Holmes,

“Common Law(1881)” isimli eserinde şöyle söyler: “Hukuk hayatı mantık değil tecrübedir.

Hukuk pek çok ülkenin ve milletin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri bir şeydir ve bu gelişme sürekli devam eder. Hukuk matematiksel bir düzen bütünlük ve kavramsal bütünlük içine hapsedildiğinde bu gelişmeden bahsedilemez.” Bundan dolayı Holmes, yargıcın kararında günün değer yargıları ve politik fikirlerinin mantık kurallarından daha etkili olduğu kanaatindedir. Varılan hukuki kararın ise zamanın adalet algısına uygun olabilmesi için var olan kuralların sosyal değişim ve ihtiyaçlara göre modifiye edilerek yorumlanması gerekir497. Holmes bunun rasyonel, akılcı bir gerekçelendirmeyi engellemediğini belirtmektedir498. Bu gerçeklik, yargı kararının güçlü bir şekilde gerekçelendirilmesinin sadece hukuki ve mantıksal değil aynı zamanda derin toplumsal değerleri simgeleyen hukuksal bütünlüğe ait olma sorunu olduğunu gösterir. O halde, vergi hukukundaki bir yorumun değeri, salt mantıksal bir işlemle değil, ekonomik ve sosyal yaşamın ve o yaşamın etik ve ahlaki değerlerine ilişkin gerçekliğini açıklayabilmesiyle ölçülür. Yargıç, içinde bulunduğu hukuk ortamının derin bilgisini bünyesinde taşır. Buna pratik tecrübeler eklenir, dünya görüşü, ideolojisi devreye girer ve vergiyi doğuran olay değerlendirilir. Sonra vergi hukuku kuralına döner bakar. Bunun anlamı, yargıç açısından yorum faaliyetinin dinamik ve gelişen bir süreç olduğudur.

Hukuksal kararın yalnızca salt mantığa uygun sonuç çıkarma işlemine göre haklılığı fazla abartmamak, hayatın kavramlar için değil, kavramların hayat için var olduğunu kabul etmek gerekir499. Güriz’e göre, bu tür bir mantıksal analizin taraftarları, hukuk hayatında mantığın değil deneyimin önceliğe sahip bulunduğunu kabul ederler. Çağın gerekleri, geçerli olan ahlak ve hukuk teorileri, kamu politikası ile ilgili sezgiler, yargıçların mensup bulundukları ülkenin vatandaşları ile paylaştıkları önyargılar, hukuk hayatında uygulanacağını belirlemede mantıkçı akıl yürütmeden daha önemli bir fonksiyona sahip bulunmaktadır500.

Yorumda mantıkçı yaklaşım ile bunun ötesinde geçen yaklaşım farkını belki de en iyi Wittgenstein’ın iki ayrı dönemi temsil eder. Birinci dönemini Traktatus Logico Philosophikus(TLP), ikinci dönemini Felsefi İncelemeler(Soruşturmalar) adlı eserleri temsil etmektedir. Metin(Sevtap)’in aktardığına göre, Wittgenstein’ın Felsefi İncelemeler adlı eseriyle belirginleşen ikinci döneminde dil, insan amaçlarının ve yaşamının geniş alanına ait bir uzlaşımlar dizisi olarak algılanmaktadır ve katı bir mantıksal öze sığmayacak ölçüde

497 Haack, 2007, s. 1-8.

498 Haack, 2007, s. 44.

499 Metin S. , 2002, s. 69.

500 Güriz, 2007, s. 44.

164

karmaşıktır. En önemli fark, TLP’de teorik arka plan oluşturan doğa bilimlerinin dili yerine, ikinci dönemde dil oyunlarının kullanılmasıdır. Anlamın arandığı şey, TLP’de gerçeklik;

Felsefi Soruşturmalar’da, yaşama biçimleri içerisindeki insan etkinliğidir. TLP’de dile getirilen düşünce; sözcünün anlamını temsil ettiği nesneye ve cümlenin anlamını da gerçekliğin bir resmi olmasına bağlıyor, doğa bilimlerinin önermelerini örnek alıyordu. İkinci dönem Wittgenstein’a göre ise sözcüğün ve cümlenin anlamı, onun kullanımında yani dili kullanan insanların toplumsal pratikleri içinde gerçekleşen karşılıklı iletişim edimlerinde aranmalıdır.

Bir sözcüğü anlamak o sözcüğü kullanan kişinin onu nasıl kullanacağını, dil içindeki rolünü anlaması demektir. Artık anlam, dünyayı resmeden bir hakikat olmaktan çıkmakta, toplumsal uzlaşmanın bir tarafı haline gelen kişinin dil oyunu olarak adlandırdığımız bir etkinliğe bağlanmasında aranmaktadır. Wittgenstein ilk döneminde aynılık ve birlik ararken ikinci dönemde farlılık ve çoğulluk arayışındadır ve ikinci dönemiyle birlikte bir dil pragmatiğine doğru yönelmektedir501.

Eisele’nin değerlendirmesine göre, Llewelyn, Simpson ve White açısından okunduğunda, hukuki işlemlerin iki ayrı karakteri bulunmaktadır. Birincisi, ele alınan hukuk olaylarında, hukuk kurallarının belirlenmiş kavramsal sistemi içinde ele alınarak, şekilci, metne dayalı yorumlanmasıdır. İkincisi ise, her bir hukuk olayına özgü, kavramların zamanın gereklerine uygun olarak ve dinamik bir şekilde yorumlanmasıdır502.

Sistematik yapıyı pragmatik akla göre analiz eden bakış açısı, vergi hukukunu açık bir sistem olarak görür ve kapalı yaklaşımı da içerir, ek olarak, ekonomik gerçeklikleri ve bunların diğer sosyal kavram ve olaylarla ilişkisini yorum eyleminin kapsamına alır.

Tüm bu açıklama doğrultusunda vergi hukukunda yorum için şu sonuca varırız: Yorumda şu üç unsurun ilişkisini kullanmak gerekir:

1- Vergi hukuku dalı.

2- Diğer hukuk dalları.

3- Gerçek yaşam.

Vergi hukukundaki bir yorum, bu üç bacağa oturmalıdır.

501 Aktaran: Metin S. , 2002, s. 20.

502 Eisele 1987, s. 380,381.

165

B- Ekonomik Amaç Ve Gerçek Yaşam