• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: BANKA BĐRLEŞMELERĐNĐN BEŞERĐ YÖNÜ VE

3.2. Banka Birleşmelerinin Çalışanların Memnuniyeti Üzerine Etkileri

3.2.1. Çalışan Memnuniyeti

3.2.1.4. Çalışan Memnuniyetinin Genel Varsayımları

Firmaların kusursuz hizmet sunabilmeleri ve buna bağlı olarak karlılıklarını maksimize edebilmeleri, hiç kuşkusuz, bu amaçlara ulaşmak adına kurmuş oldukları örgütlerin en dinamik unsuru olan insan kaynağını iyi bir şekilde koordine edebilmelerine bağlıdır. Kendini bilen ve kendine saygısı olan insanların bir araya gelmesi, işbirliğini ve değer üretmeyi mümkün kılabilir. Bu açıdan bakıldığında, bir çalışan olarak kendisini örgütsel yapı içerisinde bir yerlere oturtabilen ve kendisine değer verildiğini kavrayabilen insan ancak zihnini ve üretkenliğini kullanabilir. Bilgi ve tecrübesini beraber yaşadığı insanların hizmetine sunabilir, onlarla birlikte bölüşebilir ve üretebilir. Değer verilen insan değer vermesini bilen insandır, değer verebilen insan ise vermesini bilen insandır (Thurow, 1996:28). Đnsanoğlunun temel arayışlarından birisi de değeri anlamlı bir biçimde bütünleştirmektir. Đnsan beyninin ve tüm değerlendirme sistemlerinin daha fazla bilgi ve mutluluk yüklenebilmesi, ancak tüm deneyimlerin sistematik bir düzen içinde birleştirilip korunabilmesiyle mümkün olabilir (Hampden ve diğ., 1995:5).

Şüphesiz ki; bir işletmenin stratejik avantajı, çalışanlarının kendilerini özel ve önemli hissetmeye dair duydukları ihtiyaçların tasarımında ve memnuniyetinde yatmaktadır (Heil ve diğ., 1994:160). Çalışan nasıl ki önem verdiği her ilişkide algılanmak, ailesinin, arkadaşlarının ve iş ortaklarının kendisine değer verdiğini bilmek isterse, bunu birlikte iş yapmayı tercih ettiği kurumlardan da beklemek ister. Bu kurumların, kendisinin onların varlığına ihtiyacı olduğu durumda orada bulunacağını bilmek ister.

Her örgüt, çalışanına, şirketin yararlanabileceği fikir ve önerilerde bulunabilmeleri için fırsat eşitliği tanımalıdır. Çalışanlarına söz hakkı tanınmamış bir örgüt yapısı içerisinde

şüphesiz ki fırsat eşitliğinden de bahsetmek mümkün olmayacak, dolayısıyla şirket yararlanabileceği gerçekleşmesi muhtemel fikir ve önerilerden mahrum kalabilecektir. Bireyin esasında doğasında var olan yükselme ve ilerleme arzusu, onun yaratılışı, alışkanlıkları, görgü ve aldığı eğitim, içerisinde bulunduğu ortam ve çevre şartlarının değer ölçüleri üzerinde bırakmış olduğu derin etkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Çalışanın bu meşru arzusunu yerine getirebilecek fırsatın, içerisinde bulunduğu örgütte mevcut olması gerekir.

Yapısı veya türü ne olursa olsun bir iş, çalışanına gelişme ve olgunlaşma olanağı sağlamak zorundadır. Tedrici ve rasyonel eğitim usulleriyle çalışanı daha da verimli hale getiren işletmeler, aynı zamanda onun ücret kademelerinden daha uygun şekilde yararlanmasına fırsat tanımış olurlar. Çalışanın farklı sahalarda ihtisaslaşması ve bu surette çok taraflı bilgiye sahip olması gerektiğinde yeni sahalara geçmesine de fırsat tanır. Üretim kabiliyetinin artması, çalışanın olduğu kadar örgüt ve toplumun da menfaatlerine uygun bir anlayıştır.

Çalışanın sosyal ve kültürel bakımdan gelişmesi, zihinsel ve etik değerler bakımından kendisine daha zengin imkanlar sunmakta ve ona muhakeme kabiliyeti vermektedir (Halis, 2004). Bu fikri kabiliyet, çalışanın yalnız yaptığı işi rasyonel bir şekilde düzenlemesi yönünden değil, aynı zamanda kendisinin iç dünyası, toplumsal hayatı veya mutluluk felsefesi bakımından da değerlendirilebilir.

Her insan, varlığıyla övünebileceği, kendi izini ve şahsiyetinin damgasını taşıyan bir eser meydana getirmek ister. Bu istek, insanın kendisini bu eserle anlatmak ve açıklamak ihtiyacından doğar (Koçer, 1963:50). Bu duyguyu bütün benliğiyle ve ruhuyla hisseder ki, böylece kendisinin adaleli bir hayvan değil, bir insan, yani hür ve serbest kararlarına ve iradesine uygun bir faaliyetle madde ve düşünceye yeni şekiller verecek ve eser meydana getirebilecek kabiliyette bir varlık olduğunu önce kendi benliğine ve daha sonra başkalarına ispatlamaya çalışır.

Günümüz teknolojisinin bugün geldiği nokta, çalışanların üretken yeteneklerinin ortaya çıkmasına ve gelişmesine uygun ortamlar hazırlayamayabilir. Bu durumda dahi makineleşmenin ve işin teknik organizasyonunun çalışanı mutlak bir itaate yöneltmesine izin verilmemeli, onun yerine, çalışanı yavaş yavaş kendisine bazı inisiyatifler vererek ve tepkilerini anlamlı hale getirerek, sonuçta onu, düşünüp yapabilen ve yeni bir şeyler üretebilen bir hale getirmek hedeflenmelidir. Aslında modern bir çok örgütün varmak istedikleri ideal nokta, iş yerlerinde düşünme ve oluşturma iradesine sahip ve kendilerinden beklenileni en etkin bir şekilde yerine getiren, makinelerin hakim olduğu insanlar değil, makinelere hakim olan insanları istihdam edebilmektir.

Đnsanın her şeyden önce sosyal bir varlık olduğu unutulmamalıdır. Bu özelliğiyle, benliğinin derinliğinde bir topluma ait olma hissiyatını doğuştan ve şiddetle duyar. Bu

özlem onu topluma sadece menfaat bağlarıyla değil, fakat onun için en az aynı derecede kuvvetli olan hissi sebeplerle de bağlar. Bu açıdan bakıldığında, insan sevgisinin, meslek ve çalışma alanında geliştirilmiş özel bir topluluk şeklinde, bir işletme topluluğu içerisinde en mükemmel şekilde ifadesini bulması mümkündür. Böyle bir yapı içerisinde, parçalara ayrılmış faaliyetlerin ahenkleştirilmesi için gerekli teknik işbirliği, belli bir hizmet ya da üretim ünitesinde, ortak problemler karşısında bulunan ve bütün imkanlarını birleştirmeleri faydalı olan insanların, hissi bakımdan da birbirlerine yaklaşmalarını, bir arada gruplanmalarını gerekli kılmaktadır.

Aslında her bir örgüt, aynı kaderin ve bağdaşan menfaatlerin birbirine kenetlendiği insanların meydana getirdiği bir topluluktur. Bir üretim veya hizmete katılanların hepsi, karşılıklı dayanışma kurmak zorundadırlar. Çünkü yalnız başlarına hiçbir şey, fakat toplu halde pek çok şey ifade ederler. Herkesin kendi iyi niyet payı ile korkusuz ve endişesiz, ortaya bir şeyler koyduğu, müşterek bir esere katıldığı bir örgütte, en basit eylemler ve faaliyetler birer anlam kazanmaya başlar. Herkesin çekinmeksizin, utanç duymaksızın, herhangi bir şeyi esirgemeksizin çalışmağa koştuğu yerde iş kolay, tatlı ve çekici görünmekte gecikmez. Böyle bir havanın yerleştiği bir işletmede, topluluk

şartlarının doğasıyla beraber, tutumlar ve davranışlar daha insancıl bir şekle girer. Bu işletmede, karşılıklı yardım, kendisinden bir şeyler verme yarışı, gerçek dostluklar gibi, önce kaybolmuş bulunan birçok şeyler, yeniden kurulmaya, kalbi ısıtan inanç ve zindelik tekrar oluşmaya ve nihayet çalışanlar kendilerini mutlu hissetmeye başlarlar. Her işletme yönetiminin temel ödevi, aynı sorun etrafında toplanmış ve mevkii ne olursa olsun işletme içerisinde çalışan herkeste aynı beşeri topluluğa bağlı oldukları inanç ve heyecanını oluşturmaya yöneliktir.

Çalışanın yaptığı işten gerçek bir haz alabilmesi için, bazı önemli aksaklıkların ustaca giderilmesi suretiyle işin sadece tahammül edilebilir bir duruma getirilmesi yeterli değildir; onun bütün mevcudiyetiyle işini benimsemesi gerekir. Çalışanın katlanmak mecburiyetinde kalmaktan çok, sevdiği bir işe bağlanabilmesi için, iş ve iş koşullarının, onun irade ve üretken kabiliyetine imkan verecek özellikte olması gerekir. Fakat çalışanın işi sınırsız bir şekilde benimseyebilmesi için bir unsurun daha gerçekleşmesine ihtiyaç vardır. Bu unsur, çalışanın yapılan üretim ve hizmet faaliyetinde kendisine düşen işin gerekli ve önemli olduğu inancına varmasıyla cevabını bulmaktadır. Bireyin

çalışma ideali değerli bir eserin meydana getirilmesidir. Fakat önemli olan, eserin bizzat kendisi kadar, aynı zamanda o eserin çalışanın vazgeçilemez faaliyetiyle ortaya çıkmış olmasıdır (Halis, 2004).