• Sonuç bulunamadı

4M NEW YORK TIMES BESTSELLER. ^OeppflKCPHote

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "4M NEW YORK TIMES BESTSELLER. ^OeppflKCPHote"

Copied!
371
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

4 M N E W Y O R K T I M E S B E S T S E L L E R

^OeppflKCPHote

(2)

Y E N İ B İR U M U T Orijinal Adı: Losing Hope Yazarı: Colleen Hoover

Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Çeviri: Kübra Tekneci

Editör: Emirhan Aydın Düzenleme: Gülen Işık

Kapak Uygulama: Berna Ö zbek Keleş

1. Baskı: Nisan 2014 ISBN: 978 9944 82-827-7

YAYINEVİ SERTİFİKA N O : 12280

© 2013 Colleen Hoover

Türkçe Yayım Hakkı: Kayı Ajans aracılığı ile

© Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tie. San. Ltd. Şti.

Baskı ve Cilt: Kitap Matbaacılık

Davutpaşa Cad. N o: 123 Kat: 1 Topkapı-İst Tel: (0212) 482 99 10 (pbx)

Fax: (0212) 482 99 78 Sertifika No: 16053

Yayımlayan:

Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Ştı. , Osmanlı Sk. Osmanh İş Merkezi 18/4-5 Taksim/ stan Tel: 0212.252 38 21 pbx Faks: 252 63 98

İnternet adresi: www.epsilonyayinevi.com

e-mail: epsilon@epsilonyayinevi.com

(3)

1. Bölüm

Kalp atışlarım bana oradan uzaklaşmamı söylüyordu.

Les bana birçok kez bunun beni ilgilendirmediğini hatır­

latmıştı. Ama onun hiç kız kardeşi olmamıştı ki. Öylece geride durup, beni ilgilendirmediğini düşünmenin ne kadar zor olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. İşte bu yüzden, bu aşağılık herif benim bir numaralı önceliğimdi.

Ellerimi kot pantolonumun arka ceplerine sokarken onları orada tutabilmeyi umuyordum. Kanepenin arkasın­

da durmuş ona bakıyordum. Burada olduğumu fark etme­

sinin ne kadar süreceğini bilmiyordum. Kucağında oturan kızı tutuşuna bakılırsa, bir süre daha fark edeceğini sanmı­

yordum. Parti etrafımızda devam ederken, birkaç dakika daha arkalarında durdum. Kimse aklımı kaybetmek üzere olduğumun farkında değildi. Kanıtımın olması için cep telefonumu çıkarabilirdim ama Les’e bunu yapamazdım.

Onun görsel bir kanıta ihtiyacı yoktu.

Daha fazla sessiz kalamayıp, “Hişt,” dedim en sonunda.

Les’le olan ilişkisine saygı göstermeden bu kızın göğüsle-

(4)

rıni bir kez daha avııçlamasını izlersem , elini kopartabilir- diırı.

Grayson dudaklarını kızdan ayırıp kafasını geriye attı ve donuk gözlerle bana baktı. Bu gece burada olm asını u m ­ duğu en son kişiyi karşısında görünce, gözlerin de korku belirdi.

“H older,” dedi kızı kucağından iterek. Ayağa kalkm aya çalıştı ama doğrulmayı zar zor başarabildi. Yalvarırcasına bana bakarken, mini eteğini düzelten kıza işaret etti. “ S an ­ dığın gibi değil.”

Ellerimi arka ceplerim den çıkarıp k ollarım ı g ö ğ sü m ü n üzerinde birleştirdim. Y um ruğu m on a artık daha yakındı ve G rayson’ın suratına yu m ru k atm anın ban a ne kadar iyi geleceğini bildiğim için elim i kasılı tu tm ak zoru n day d ım .

Yere bakıp derin bir nefes aldım. Sonra bir nefes daha.

Kıvranmasını izlemekten zevk aldığım için gösterm elik bir nefes daha aldım. Kafamı sallayıp gözlerim i G rayson’a diktim. “Telefonunu ver.”

Bu kadar kızgın olmasaydım, yüzündeki şaşkın ifade­

nin komik olduğunu bile düşünebilirdim . Grayson gü­

lümseyip bir adım geri çekilmeye çalışınca sehpaya çarptı.

Elini cama koyarak dengesini koruyup tekrar doğruldu.

“Git kendi telefonunu al,” diye hom urdandı. Sonra bana bakmayı bırakarak sehpanın çevresinden yürüm eye başla­

dı. Sakince kanepenin etrafından dolaşıp elim i kaldırarak yolunu kestim.

“Telefonunu ver, Grayson. H em en

Aşağı yukarı aynı yapıda olduğum uz için cüsse olarak avantajlı konumda olduğum söylenem ezdi. A m a öfkem düşünüldüğünde, ondan kesinlikle daha avantajlıydım ve

(5)

G rayson da bunun farkındaydı. Bir adım geri çekildi, artık oturm a odasının köşesine sıkıştığı için bu pek de akıllıca bir hareket değildi. Ceplerini yokladıktan sonra nihayet telefonunu çıkardı.

“Telefonum u neden istiyorsun?” diye sordu. Telefonu elinden kapıp L es’in numarasını çevirdim ve arama tuşuna basm adan ona geri verdim.

“ Şim di onu ara ve nasıl adi bir adam olduğunu itiraf edip ilişkini bitir.”

G rayson bir telefonuna bir de bana baktı. “Canın ce­

h en n em e,” diye haykırdı.

Sakinleşmek için derin bir nefes aldıktan sonra boy­

numu çevirip çenemi kıtlattım. Bu canını yakma isteğimi hafifletmeyince, uzanıp onu tişörtünün yakasından kav­

rayarak duvara çarptım ve kolumla boynunu olduğu yere sabitledim. Aramayı yapmadan önce Grayson’ı döversem son on dakikalık sakinliğimin boşa gideceğini kendime ha­

tırlattım.

D işlerim kenetlenirken çenem kasıldı, nabzım kafamın içinde adeta zonkluyordu. O anda hissettiğim kadar büyük bir nefreti daha önce kimseye karşı hissetmemiştim. Gray- son’a o an yapabilmeyi dilediğim şeyler betti bile korkuttu.

Gözlerinin içine bakıp sonraki birkaç dakikanın nasıl gelişm esini istediğimi anlamasını umdum. “Grayson,” de­

dim dişlerim i sıkarak. “Sana şu an gerçekten yapmayı is­

tediğim şeyi yapm amı istemiyorsan, telefonu kulağına ko­

yar, kız kardeşimi arar ve onunla ilişkini bitirirsin. Telefo­

nu kapattıktan sonra onunla bir daha konuşmayacaksın.”

Kolum u boynuna iyice bastırırken havasızlıktan yüzünün tişörtünden daha kırmızı olduğunu fark ettim.

9

(6)

Grayson “Pekâlâ,” diye homurdanıp elimden kurtul­

maya çalıştı. Kolumu kaldırıp tişörtünü bırakmadan önce telefona bakıp arama tuşuna basmasını bekledim. Tele­

fonu kulağına koydu ve ikimiz de L es’in yanıt vermesini beklerken bana bakmayı sürdürdü.

Bunun Les’i üzeceğini biliyordum am a kız kardeşim Grayson’ın onun arkasından neler çevirdiğine dair hiçbir şey bilmiyordu. Başkalarından kaç kez işitm iş olursa ol­

sun, Grayson bir şekilde Les’in hayatına yeniden girmeyi başarıyordu.

Ama bu kez aynı şey olmayacaktı. Kontrol bende oldu­

ğu sürece mümkün değildi. Arkama yaslanıp G rayson’ın kız kardeşime bunu yapmasına artık izin verm eyecektim .

Grayson “Merhaba,” dedi telefona. L es’le konuşm ak için kafasını çevirmeye çalıştı am a om zun u tekrar duvara bastırdım. Suratını buruşturdu.

“Hayır, bebeğim,” dedi gergin bir şekilde G rayson.

“Jaxon’ın evindeyim.” Les’in konuşm asını dinlerken uzun bir sessizlik oldu. “Daha önce ne dediğim i b iliyorum am a yalan söyledim. Seni bu yüzden aradım , Les. S an ırım ...

Biraz ara vermeye ihtiyacımız var.”

Kafamı sallayarak bu ilişkiyi kesin olarak bitirm esini is­

tediğimi belirttim. İstediğim bir süre ara verm esi değildi.

Kız kardeşime kalıcı bir özgürlük verecekti.

Gözlerini devirip serbest eliyle bana hareket çekti.

“Senden ayrılıyorum,” dedi açıkça. B ir an sessiz kalıp kız kardeşimin konuşmasına izin verdi. E n ufak bir p işm an ­ lık göstermiyor oluşu kalpsiz bir h erif old u ğu n u kanıtlı­

yordu. Les’in şu an neler hissettiğini bildiğim için ellerim titremeye ve göğsüm daralmaya başladı. B u n u n olm asına

(7)

sebep oldu ğu m için kendim den nefret ettim ama Les böy­

le dü şü n m ese de, G rayson’dan daha iyisini hak ediyordu.

G rayson, “ Şim di kapatıyorum ,” dedi telefona doğru.

Kafasını duvara yapıştırıp onu bana bakmaya zorladım.

Kız kardeşim in sesim i duym asını istemediğim için, “O n ­ dan özü r dile,” dedim sessizce. Gözlerini kapatıp içini çek­

tikten son ra kafasını eğdi.

“Ö z ü r dilerim , Lesslie. Bu nu yapm ak istemezdim.”

T elefonu kulağından çekip aniden aramayı sonlandırdı.

Birkaç saniye ekrana baktı. “ U m arım m utlusundur,” dedi tekrar ban a bakarak. “ Ç ü n k ü az önce kız kardeşinin kalbi­

ni k ırdın .”

Bu Grayson’ın bana söylediği son şey oldu. Yumrukla­

rım çenesiyle iki kez buluştuktan sonra yere serildi. Eli­

mi sallayarak ondan uzaklaştım ve çıkışa doğru ilerledim.

Arabama varmadan telefonum arka cebimde çalmaya baş­

ladı. C ebim den çıkarıp ekrana bakma gereği duymadan cevap verdim .

Les’in hattın öteki ucunda ağladığını duyunca, “Ne oldu?” dedim sesimdeki öfkeyi kontrol etmeye çalışarak.

‘Yoldayım , Les. H er şey yoluna girecek, geliyorum.”

kcirk

Grayson, Les’le o konuşmayı yapalı bir gün geçmişti ama hâlâ kendimi suçlu hissediyordum. Bu yüzden ken­

dimi cezalandırm ak istercesine akşam koşuma fazladan üç kilometre eklemiştim. Les’i dün gece o kadar perişan gör­

meyi beklem iyordum . Grayson’ı kız kardeşimi o şekilde aramaya zorlam anın belki de iyi bir fikir olmadığını şimdi anlıyordum ama hiçbir şey yapmadan Les’i oyalamasına da izin verem ezdim .

11

(8)

Les’in verdiği tepkinin en ilginç yanıysa öfkesinin sade­

ce Grayson’a odaklı olmamasıydı. Sanki bütün erkeklere kızgındı. Orada oturmuş söylenmesini dinlerken, yatak odasında bir ileri bir geri yürüyerek erkeklerden, “has­

ta ruhlu herifler,” diye söz edip durmuştu. En sonunda, kendinden geçip yatağına girdi ve ağlayarak uykuya dal­

dı. Üzüntüsünde benim de payım olduğunu bildiğim için uyuyamadım. Hem iyi olduğundan emin olmak için hem de çaresiz bir anda Grayson’ı aramasını istemediğim için bütün geceyi odasında geçirdim.

Ama Les sandığımdan daha güçlüydü. N e dün gece ne de sonra onu aramaya kalktı. D ün gece pek uyuyamadığı için öğle yemeğinden yatak odasına gitti. Ancak, telefonda olup olmadığını duymak için gün boyunca odasının ka­

pısının önünde durduğum dan onu aramaya çalışmadığını biliyordum. En azından, ben evdeyken buna kalkışma- mıştı. Doğrusu, dün geceki acım asız telefon görüşmesinin Les’in Grayson’ı gerçekte olduğu haliyle görm esi için ge­

rekli olduğuna emindim.

Kapının önünde ayakkabılarımı çıkarıp su şişemi dol­

durmak için mutfağa gittim . N orm ald e cumartesi ak­

şamlarında Daniel ile dışarı çıkardım ama bugünü evde geçireceğimi çoktan D an iel’a haber verm iştim . Les dışarı çıkıp Grayson’la karşılaşmak istem ediği için onunla bir­

likte evde kalacağıma dair söz verm em i istemişti. Neyse ki sıkıcı birisi değil, çünkü kalbi kırık kız kardeşiyle cu­

martesi akşamı evde oturup rom antik komediler izleye­

cek pek fazla on yedi yaşında erkek tanımıyordum. Gerçi birçok kardeşin arasında Les ve benim aramdaki gibi bir bağ yoktu. Belki de ikiz olduğum uz için birbirimize bu

12

(9)

kadar yakındık. O benim tek kardeşim olduğu için bizi kıyaslayabileceğim biri de yoktu. O n a göre biraz fazla ko­

rumacı olduğum iddiasında biraz gerçeklik payı da vardı belki ama bu huyum u değişm eyi de düşünm üyordum açıkçası.

Üst kata çıkıp tişörtüm ü çıkardım ve banyonun kapısı­

nı açtım. Suyu açıp koridorda ilerledim ve L es’in kapısını tıklattım. “Hızlı bir duş alacağım , pizzayı sen sipariş eder inisin?”

Elimi kapısına koyup çoraplarım ı çıkarm ak için aşağı eğildim. Arkamı dön ü p çoraplarım ı banyoya fırlattıktan sonra tekrar kapısını tıklattım . “L e s!”

Cevap verm eyince içim i çekip tavana baktım. Eğer Grayson’la telefonda k on uşuyorsa, gerçekten öfkelene- cektim. Ama eğer on u n la telefondaysa, G rayson m uhte­

melen ona ayrılm alarının ben im su çu m olduğu n u söylü­

yor olmalıydı ve bu da asıl L e s ’in bana öfkeleneceği anla­

mına geliyordu. A vuçlarım ı şortu m a silip yatak odasının kapısını açarken L e s’ten hayatına karışm am am la ilgili bir başka hararetli n utuk daha dinlem eye hazırlandım .

★ ★ ★

Odaya girer girm ez L e s’in yatağında olduğunu gör­

düm ve hem en küçük bir çocuk old u ğu m günlere dön­

düm. Beni değiştiren anı hatırladım . Bana ve çevremdeki dünyaya dair her şeyin değiştiği o günü. B ütün dünyam canlı renklerden donuk, soluk bir griye bürünm üştü. Ya­

kın dostum uz H o p e ’un ortadan kaybolm asından sorum lu olduğumu anladığım anda, gökyüzü, çimenler, ağaçlar...

Bir zamanlar güzel olan her şey ihtişamını yitirmişti. Bir

(10)

zamanlar hayat dolu olan dünyam birden bulanık, gri ve renksiz bir yansımaya dönüşm üştü.

Tıpkı Les’in gözleri gibi.

Ona ait değillerdi. Açıklardı. Yatakta yattığı yerden bana bakıyordu.

Ama gözleri onun değildi.

Gözlerinin rengi gitmişti. Yatakta yatan kişi, kız karde­

şimin gri, renksiz bir yansımasıydı.

Bettim L e s ’im.

Hareket edemedim. Gözlerini kırpıştırm asını, gü lm e­

sini ve bana oynadığı hastalıklı, lanet olası şakanın son u cu ­ nun tadını çıkarmasını bekledim . K albim in tekrar atmaya, ciğerlerimin tekrar çalışmaya başlam asını bekledim . V ü­

cudumun kontrolünü geri kazanmayı bekledim , çünkü o an vücudum u kimin kontrol ettiğini bilm iyordum . Benim kontrol etmediğim kesindi. B una daha ne kadar devam edebileceğini merak ederek bekleyip durdum . İnsanlar gözlerini bu şekilde ne kadar açık tutabilirlerdi? İnsanlar vücutları nefes almak için kasılm adan önce ne kadar daya­

nabilirlerdi?

Ona yardım etmek için bir şey yapm adan önce daha ne kadar bekleyecektim?

Yüzüne dokundum , kolunu tuttum , bütün vücudunu sarstıktan sonra onu kollanm a alıp kucağım a çektim . B oş ilaç şişesi elinden yere düştü am a ona bakm ayı reddet­

tim. Gözleri hâlâ cansızdı ve ellerim in arasındaki baş onu her kaldırmaya çalıştığım da düşerken artık bana bakm ı­

yordu.

Adını haykırırken irkilmedi, ona tokat atarken suratını buruşturmadı ve ağlamaya başladığım da tepki göstermedi.

14

(11)

Hiçbir şey yapmadı.

En iyi yanımın öldüğünü fark ettiğim de bile göğsüm de kalan her şey dışarı dökülürken bana her şeyin yoluna gi­

receğini söylemedi.

(12)

2. Bölüm

“Pembe bluz ve kareli siyah pantolonunu bulur m u ­ sun?” diye sordu annem. Gözlerini önündeki kâğıtlardan ayırmıyordu. Cenaze evinden gelen adam masaya doğru uzanıp formdaki bir yere işaret etti.

“Sadece birkaç sayfa daha kaldı, B eth ,” dedi. Annem hiç soru sormadan mekanik bir şekilde form ları imzaladı.

Onlar gidene kadar kontrolünü yitirm em eye çalışıyordu, ama adamlar ön kapıdan çıkar çıkmaz, yine kendini kay­

bedeceğini biliyordum. Henüz sadece kırk sekiz saat o l­

muştu, ama ona bakarken her şeyi yeniden yaşam ak üzere olduğunu görebiliyordum.

İnsanın sadece bir kez ölebileceğini zannederdim . Kız kardeşinizin cansız bedenini sadece bir kez bulacağım ı sa­

nıyordum. Tek kızının öldüğünü öğrendikten sonra anne­

min tepkisini sadece bir kez izleyeceğinizi d ü şün ürdüm . Yanılmışım.

Bu saydıklarımın hepsini, bir kere değil, sürekli yaşı­

yordum.

16

(13)

Gözlerimi her kapattığımda Les’in gözlerini görüyor­

dum. Annem bana her baktığında, kızının öldüğünü ona söylediğim anı yaşıyordu. Üçüncü kez. Bininci kez. Her nefes aldığımda, gözlerimi kırpıtığımda ya da konuştu­

ğumda, Les’in ölümünü tekrar yaşıyordum. Burada otur­

muş kardeşimin ölümünü idrak edip etmeyeceğimi değil, tekrar tekrar ölümünü yaşamanın ne zaman son bulacağı­

nı düşünüyordum.

Annem kıpırdamadığımı görünce “Holder, onun için bir giysiye ihtiyaçları var,” dedi yine. “Odasına git ve uzun kollu pembe bluzunu al. O en sevdiğiydi, onu giymek is­

terdi.”

O nun gibi benim de Les’in odasına gitmek istemedi­

ğimi biliyordu. Sandalyemi masadan itip üst kata çıktım.

“Les öldü,” diye kendi kendime mırıldandım. “Ne giyece­

ği um urunda değil.”

Kapısını açar açmaz onu ölü bulduğum anı yeniden ya­

şayacağımı bildiğim için bir süre önünde durdum. O gün­

den beri odasına girmemiştim ve buraya geri dönmek gibi bir isteğim yoktu.

İçeri girip kapıyı arkamdan kapattım, sonra dolabına ilerledim. D üşünm em ek için elimden geleni yaptım.

P em b e bluz.

O n u düşünm e.

U zu n kollu.

Cum artesi gecesine geri dönebilecek olsaydın, neler yapacağım düşünm e.

Kareli siyah pantolon.

O n u hayal kırıklığına uğrattığın için şu an kendinden ne ka­

dar nefret ettiğini düşünm e.

17

(14)

Ama düşünüyordum . D ü şü n ü y or ve bir kez daha m ah­

voluyordum. Dolabında asılı duran bluzları avuçlayıp dolabın zeminine düşene kadar hepsini askılarından var gücüm le çektim. Sonra kapıya tutunup gözlerim i sım sıkı kapattım ve ileri geri sallanan boş askıların sesini dinledim . Buraya sadece iki bluz alm ak için geldiğim e odaklanm aya çalışsam da kıpırdayam ıyordum . Yatak odasına girip onu bulduğum anı düşünm eden du ram ıyordum .

Dizlerim in üzerine çöküp yatağına baktım ve bir kez daha o anı yaşadım.

Dolap kapısına sırtımı verip gözlerimi kapattım. Bir süre öylece durduktan sonra burada kesinlikle olmayı iste­

mediğimi anladım. Arkamı dönüp uzun kollu pem be blu­

zu bulana kadar dolabın zeminindeki giysileri karıştırdım.

Onları bir kenara itip yerden kalkmak için doğruldum ama dolabın alt gözünde deri ciltli, kalın bir defter oldu­

ğunu fark edince, hemen yere oturdum .

r Defteri alıp kucağıma koydum, sonra duvara yaslanıp kapağına baktım. Bu defteri daha önce de görm üştüm . Ü ç sene önce babamın Les’e verdiği bir hediyeydi, ama Les bana ona hiç yazmadığını, çünkü defterin terapistinin is­

teği üzerine alındığını bildiğini söylem işti. Les terapiden nefret ederdi ve annemin onu neden terapiye gitmeye teşvik ettiğini hiçbir zaman anlam am ıştım . Annem iz ve babamız boşandıktan sonra ikimiz de bir süre terapiye git­

miştik ama seanslar lise futbol takımı antrenmanlarıyla ça­

kışmaya başlayınca, ben gitmeyi bırakm ıştım . A nnem git­

mememe aldırmamıştı ama Les iki gün önceye, terapinin işe yaramadığını gösteren o güne kadar haftalık seanslarına devam etmişti.

18

(15)

Defterin ilk sayfasını açtım ve boş olduğunu görünce hiç şaşırmadım. Terapistinin önerdiği gibi defteri kullan­

m ış olsaydı, bir şey değişir miydi acaba?

Sanm ıyordum . Les’i kendisinden neyin kurtarabilece­

ğini bilm iyordum . Bir kalem ve kâğıdın kurtaramayacağı kesindi.

Kalem i spiral ciltlemeden çıkardıktan sonra ucunu kâ­

ğıda koydum ve ona bir mektup yazmaya başladım. Ona neden yazdığım ı bile bilmiyordum. Beni görebileceği bir yerde, ya da herhangi bir yerde olup olmadığını bilmiyor­

dum am a eğer bir yerden beni izliyorsa bencil kararının beni nasıl etkilediğini bilmesini istiyordum. Beni ne ka­

dar u m utsu z bıraktığını. Kelimenin tam anlamıyla umutsuz­

dum . Yapayalnızdım. Ve çok ama çok üzgündüm.

(16)

2,50. Bölüm

L eş,

Kot pantolonunu yatak odasının ortasın ­ da bırakmışsın. Yeni çıkarm ışsın gibi duruyor.

Tuhaf. Yapacağın şeyi bildiğin halde , neden kot pantolonunu o şekilde yerde bıraktın?

Onu en azından sepete koyam az miydin?

Seni bulduktan sonra ne olacağını ve eninde sonunda birinin kot pantolonunu alıp kaldır­

ması gerekeceğini hiç düşünm edin mi? Onu ben kaldırmayacağım. Bluzlarını da askıları­

na asmayacağım.

Her neyse. Polabındayım. Yerde oturuyo­

rum. Sana şu an ne söylemek ya da sormak istediğimi bilmiyorum. Elbette , şu an herke­

sin aklındaki tek soruj ” Bunu neden yaptı?”

Ama sana bunu neden yaptığını iki sebepten ötürü sormayacağım.

20

(17)

i-)Bana cevap veremezsin. Sen ölüsün.

2)Neden yaptığını gerçekten umursayıp umursamadığını bilmiyorum. Hayatında seni yaptığın şeyi yapmana itebilecek geçerli bir sebep yoktu. Ve eğer annemizi göreb'Uiyorsan ,

bunu biliyor olmalısın. Yıkılmış durumda.

Gerçekten yıkılmanın ne demek olduğunu hiç bilmezdim. Hope'u kaybettikten sonra yı - kıldığımızı sanıyordum. Onun başına gelenler bizim için kesinlikle trajikti, am a hissettik- terimiz annemin şu an hissettikleriyle asla kıyaslanamaz. Öylesine yıkılmış durumda ki, kelimeye yeni bir anlam katmış sayılır. Keşke kelimenin kullanımı bu gibi durumlarla sınırlı kalsa, insanların çocuğunu kaybeden bir a n ­ nenin hissettikleri dışında bu kelimeyi kutlan­

ması çok saçm a. Çünkü bu dünyada bu tan ı­

ma uygun tek durum bu.

Lanet olsun, seni çok özlüyorum. Seni h a­

yal kırıklığına uğrattığım için çok üzgünüm.

Bana her iyi olduğunu söylediğinde gözlerinin ardında neler olduğunu göremediğim için çok

üzgünüm.

İşte böyle. Neden, Les? Bunu neden y ap ­ tın?

H

(18)

T»***' ■

2,75. Bölüm

LeSj

Tebrik ederim. Oldukça popülersin. Cena­

ze evinin otoparkının arabalarla dolmasına sebep olmakla kalmayıp aynı zam anda yan tarafın ve sokaktaki iki kilisenin otoparklarını da doldurdun. Bu çok fazla araba demek.

Annemin hatırına kontrolümü kaybetm e­

dim. Babam da annem k ad ar kötü görünü­

yordu. Cenaze töreni gerçekten çok garipti.

Araba kazasında ya da daha yaygın bir şey­

den ötürü ölseydin , insanların tepkisi daha mı farklı olurdu , merak ediyorum. Bilerek aşırı doz almasaydın (annemizin tercih e t­

tiği terim bu)j sanırım o zam an insanlar bu kadar garip davranmazdı. Sanki bizden kor­

kuyor gibilerdi , ya da aşırı dozdan ölmenin bulaşıcı olduğunu düşünüyorlardı. Aynı odada

22

(19)

değilmişiz gibi bundan bahsediyorlardı. Çok fazla bakışa, fısıldaşmaya ve merhametli gü­

lümsemeye maruz kaldık. Annemin elinden tutup onu oradan götürmek ve her sarılma, her gözyaşı ve her gülümsemeyle ölümünü yeniden yaşamasına engel olmak istedim.

Elbette, herkesin bu şekilde davranmasının sebebinin bizi suçlamaları olduğunu düşün­

meme engel olamadım. Neler düşündüklerini anlayabiliyordum.

Bir aile bunun olabileceğini nasıl bilmezdi?

Belirtileri nasıl görmezlerdi?

Nasıl bir anneydi böyle?

Peki ya ben, ikiz kardeşimin bunalımda ol­

duğunu nasıl fark etmedim?

Neyse ki, cenaze törenin başlar başlamaz, herkes bir an için bakışlarını bizden ayırıp slayt gösterisine odaklandı. İkimizin bir sürü fotoğrafı vardı. Her birinde mutlu görünü­

yordun. Arkadaşlarınla da bir sürü fotoğ­

rafın vardı ve o resimlerde de mutluydun.

Boşanmadan önce anne ve babamızla çeki­

len fotoğrafların; annemiz tekrar evlendikten sonra o ve Brian’la olan fotoğraflar; baba­

mız tekrar evlendikten sonra o ve Pamela’yla olan fotoğraflar.

Son fotoğraf ekranda belirene kadar anla - madım. İkimiz eski evimizin önünde oturur­

ken çekilmiş bir fotoğraftı. Hope kaybolduk­

tan yaklaşık altı ay sonra çekilmiş olmalıydı.

23

(20)

Kolunda, kaçırıldığı gün ona verdiğin bilekli­

ğin eşi vardı. Birkaç sene önce onu takmayı bıraktığını fark etm iştim am a sana nedenini biç sormadım. Onun hakkında konuşmaktan hoşlanmadığını biliyordum.

Her neyse, fotoğrafa dönelim. Kolumu boynuna dolamıştım ve ikimiz de gülerek ob­

jektife bakıyorduk. Yüzünde diğer bütün fo­

toğraflardaki gülümsem en vardı. Qördüğüm her fotoğrafında aynı şekilde gülümsediğini fark ettim. Suratını astığın tek bir fotoğra­

fın bile yoktu. Ya da kaşlarını çattığın. Ya da yüzünde boş bir ifadenin olduğu. Sanki bütün hayatını bu sahte görünüşü sürdürm eye ç a ­ lışarak geçirmişsin gibi. Kimin için, bilmiyo­

rum. Belki de fotoğraf makinesinin içtenliğini yakalamasından korkuyordun. Çünkü, kabul etmek gerekir ki, her zam an mutlu değildin.

Ağlayarak uykuya daldığın onca gece? A ğlar­

ken sana sarılm am ı istediğin am a neyin ol­

duğunu açıklamayı reddettiğin geceler? içten bir gülümsemesi olan hiç kimse o şekilde a ğ ­ lamazdı. Ve sorunların olduğunun farkınday- dım, Les. Hayatımızın ve başımıza gelenlerin seni, beni etkilediğinden daha farklı etkile­

diğini biliyordum. Ama hiç belli etmediğin, bana hiç anlatmadığın halde, bu kadar ciddi boyutta olduklarını nasıl bilebilirdim?

Belki de... Böyle düşünmekten nefret edi­

yorum. Ama belki de seni tanımıyordum.

24

(21)

Tanıdığımı sanıyordum ama tanımıyordum.

Seni tanıdığımı kıç sanmıyorum. Ben gece­

leri ağlayan kızı tanıyordum. Fotoğraflarda gülümseyen kızı tanıyordum. Ama o gülüm­

semeyi o gözyaşlarıyla bağdaştıran kızı tanı­

mıyordum. Neden sakte gülümsemeler saçıp gerçek gözyaşları döktüğünü bilmiyorum. Bir erkek bir kızı , özellikle de kız kardeşini sevdi­

ğinde, onu neyin gülümsettiğini ve ağlattığını bilmesi gerekir.

Ama ben bilmiyordum. Ve kâlâ bilmiyo­

rum. O yüzden çok üzgünüm , Les. İyi olmak­

tan çok uzakken iyiymiş gibi yapmaya devam

etmene izin verdiğim için çok üzgünüm.

(22)

3. Bölüm

Brian anneme “Beth, neden yatağına gitm iyorsun?”

dedi. “Yorgunsun. Hadi biraz uyu.”

Üvey babamın dinlenmesi için üstelem esine rağmen annem kafasını sallayıp oturmaya devam etti. B uzdolabın­

da bir orduyu doyurmaya yetecek kadar yiyeceğim iz vardı ama annem kendi deyimiyle taziye yem eklerini yem em em iz için herkese yemek pişirmekte ısrar ediyordu. K ızarm ış ta­

vuktan bıkmıştım. Sanki eve yem ek getiren herkesin ter­

cihi buydu. Les öldükten sonraki günün sabahından beri her gün kızarmış tavuk yem iştim ve bu dört gün önceydi.

Ocağa gidip kaşığı annemin elinden aldım ve yem eği karıştırırken boş elimle om zunu ovuşturdum . Bana yasla­

nıp içini çekti. İyi bir iç çekiş değildi. “ B ittim ,” diyen bir iç çekişti.

“Lütfen, git ve kanepede otur. Ben h allederim ,” dedim anneme. Kabul edercesine kafasını sallayıp ne yapacağı­

nı bilmez bir şekilde oturma odasına yürüd ü. M utfaktan

(23)

çıkıp kanepeye uzanmasını ve gözlerini tavana dikmesini izledim. Brian yanına oturup onu kendisine doğru çek­

ti. Tekrar ağlamaya başladığını bilmek için onu duymama gerek bile yoktu. Annem in Brian’a sarılıp gömleğini tutuş şeklinden bunu anlayabiliyordum.

B akışlarım ı kaçırdım.

“ Belki de gelip bizde kalmalısın, D ean,” dedi babam tezgâha yaslanarak. “Kısa bir süreliğine. Uzaklaşmak iyi gelebilir.”

Bana hâlâ Dean diyen tek kişi oydu. Sekiz yaşından beri H older ismiyle çağırılıyordum ama belki de adımı ondan aldığım için babam bana Dean’den başka bir şekilde hitap etmeye alışamamıştı. Onu yılda sadece birkaç kez gördü­

ğüm için bana hâlâ Dean diyor olması pek canımı sıkmı­

yordu. Yine de, bu isimden hâlâ nefret ediyordum.

Ö nce ona, sonra oturma odasında hâlâ Brian’a sarılan anneme baktım. ‘Yapamam, baba. Onu yalnız bırakamam.

Özellikle de şim di.”

Babam boşandıklarından beri onun yanına, Austin’e ta­

şınm am için ısrar ediyordu. Burada olmaktan hoşlanıyor­

dum. Taşındığımızdan beri eski kasabamızı ziyaret etmek hiç hoşum a gitmiyordu. Oradaki her şey bana Hope’u ha­

tırlatıyordu.

Am a sanırım burada da birçok şey bana Les’i hatırlat­

maya başlayacaktı.

“Teklifim her zaman geçerli,” dedi babam. “Bunu bili­

yorsun.”

Kafamı sallayıp ocağı kapattım. Yem ek hazır,” dedim.

Brian, Pam ’le mutfağa geldi ve hepimiz masadaki yerle­

rimizi aldık. Annem ise oturma odasında kalıp akşam ye­

meği boyunca kanepeye gömülerek ağlamaya devam etti.

27

(24)

Babama ve Pam’e el sallayarak veda ettiğim sırada, Amy arabasını evimizin önüne çekti ve babamın arabasının çe­

kilmesini bekledikten sonra araba yolum uza girdi. Sürücü tarafına gidip onun için kapıyı açtım.

Gönülsüzce gülümseyip güneşliği indirdi ve güneş gözlüğünün çerçeveleri altına bulaşan rimelini sildi. Hava kararalı bir saat olmuştu ama hâlâ güneş gözlüğü takıyor­

du. Bu sadece ağladığı anlamına geliyor olabilirdi.

Dört gündür Amy ile pek konuşm am ıştım am a nasıl olduğunu bilmek için sorm ama gerek yoktu. O ve Les yedi senedir arkadaştı. Şu an benim gibi hisseden biri var­

sa, o da Amy olmalıydı. Ve ben iyi idare edip ettiğim den bile emin değildim.

“Thomas nerede?” diye sordum arabadan inince.

Sarı saçlarını itip güneş gözlüğünü başının tepesine yerleştirdi. “Evinde. Okuldan sonra babasına bahçe işinde yardım etmek zorundaymış.”

Amy ile Thom as’ın ne kadar zam andır beraber oldukla­

rını bilmiyordum ama Les ve ben buraya taşınm adan önce de birliktelerdi. Ve biz buraya dördüncü sınıftayken taşın­

mıştık, o yüzden uzun zaman olduğu kesindi.

“Annen nasıl?” diye sordu Amy. Sorar sorm az özür di- lercesine kafasını salladı. “Ö zür dilerim , H older. B u çok aptalca bir soruydu. Kendime o insanlardan biri olm ayaca­

ğıma dair söz vermiştim.”

“İnan bana, onlardan biri değilsin,” diye onu tem in et­

tim. Sonra arkama işaret ettim. “ İçeri gelir m isin ?”

Kafasını sallayıp önce eve, sonra bana baktı. “ O dasına çıkmamın bir sakıncası var mı? H en üz odasına girm em i

(25)

istemiyorsan anlarım. Sadece almayı istediğim birkaç fo­

toğrafı var.”

“Hayır, sorun değil.” Les’le olan ilişkisi düşünüldüğün­

de, Amy’nin de benim gibi Les’in odasında olmaya hakkı vardı. Les’in Amy ne isterse almasına izin vereceğini bili­

yordum.

Peşimden eve girip üst kata çıktı. Annemin artık kane­

pede oturmadığını fark ettim. Brian onu nihayet yatmaya ikna etmiş olmalıydı. Amy’yle merdivenlerin tepesine çık­

tım ama onunla Les’in odasına girmek istemedim. Başımla yatak odasını işaret ettim. “Bana ihtiyacın olursa, odamda olacağım.”

Amy derin ve gergin bir nefes aldı ve verirken kafası­

nı salladı. “Teşekkürler,” dedi Les’in kapısına temkinli bir şekilde bakarak. O yatak odasına doğru gönülsüz bir adım atarken ben de dönüp odama ilerledim. Kapıyı arkamdan kapatıp yatağa oturdum ve Les’in not defterini alıp yatağa uzandım. O na bugün zaten yazmıştım ama ona tekrar yaz­

maktan daha iyi yapabilecek bir şeyim olmadığı için kale­

mi yine elime aldım. Yapmak istediğim başka bir şey yoktu, çünkü her şey aklıma onu getiriyordu.

29

(26)

3,50. Bölüm

LeSj

Amy burada. Odanda eşyalarını karıştırı­

yor.

Yaptığın şeye dair en ufak bir fikri olup olmadığını merak ediyorum. Biliyorum> b a ­ zen kızlar başka kimseyle - ikiz kardeşleriyle bile - paylaşmadıkları şeyleri kız a rk a d a şla ­ rıyla paylaşır. Ona yerçekten ne hissettiğini hiç söyledin mi? Ona herhangi bir ipucu v e r­

din mi? Umarım vermemişsindir, çünkü eğer verdiysen şu an kendisini çok suçlu hissedi­

yor olmalı. Amy senin yaptığın şey yüzünden kendini suçlu hissetmeyi hak etm iyor, Les.

Yedi yıldır senin en yakın dostundu, o yüzden umarım böylesine bencil bir k arar verm eden önce bunu düşünmüşsündür.

Ben senin yaptığın şey yüzünden kendimi

(27)

suçlu hissediyorum ama ben bunu hak ediyo­

rum. En yakın arkadaşların üzerinde o(w\û- yanj kardeş olmanın yetirdiği bir sorumlu­

luk vardır. Seni korumak benim yörevimdi, AwyWta deyil.

Belkij sorunum buydu. Belki de, seni asıl kendinden korumam yerekirken, Qray- son}dan korumaya çalışarak çok vakit kay­

bettim.

(28)

★ ★ ★

Yatak odamın kapısı hafifçe tıklatılınca, defteri kapa­

tıp komodine koydum. Amy kapıyı açar açmaz yatağımda doğruldum. İçeri girebileceğini belirtircesine ona işaret edince aralıktan içeri süzülüp kapıyı arkasından kapattı.

Şifoniyerime gidip topladığı fotoğrafları koydu ve par­

maklarını en üsttekinin üzerinde gezdirdi. Gözyaşları ses­

sizce yanaklarından süzülüyordu.

“Buraya gel,” dedim elimi ona uzatarak. Yanıma yak­

laşıp elimi tuttu ama benim le göz tem ası kurar kurmaz kontrolünü yitirdi. Yatağa oturana kadar kollarım ı ona do­

ladım. Göğsüme sokulup kontrolsüz bir şekilde hıçkırma­

ya başladı. Şiddetli bir şekilde titriyordu, neredeyse kah- rolmuşçasına bir ağlamaydı am a daha önce de söylediğim gibi, kahrolmak sözcüğü anneler için saklanm alıydı.

Gözlerimi sıkıca kapatıp A m y gibi kendim i bırakma­

maya çalıştım, ama bu çok zordu. G ü çlü olm am a ihtiyacı olduğu için annemin yanındayken kendim i tutabiliyor­

dum. Ama Am y’nin güçlü olm am a ihtiyacı yoktu. Eğer Amy de benim gibi hissediyorsa, o halde bir yerlerde onun gibi hazırlıksız yakalanan ve kalbi kırılan biri olduğunu bilmeliydi.

“Hişş,” dedim saçlarını okşayarak. O n u anlam sız, bir­

çok kez kullanılmış sözcüklerle teselli etm em i istemedi­

ğini biliyordum. Sadece ne hissettiğini anlayan birine ih­

tiyacı vardı ve gerçekten neler hissettiğini anlayan tanıdığı tek kişi ben olabilirdim. O na ağlamayı bırakm asını söyle­

medim, çünkü bunun m üm kün olm adığını biliyordum.

Yanağımı başına yaslarken ağlıyor olm aktan nefret ettim.

Kendimi tutmak konusunda iyi bir iş çıkarm ıştım ama ar­

32

(29)

tık yapamıyordum. Birbirimizden ayrılmadan, sarılmaya devam ettik çünkü böylesine çirkin ve yalnız bir durumda teselli bulmak güzeldi.

Amy’nin ağlamasını dinlem ek bana Les’le aynı durum ­ da olduğum geceleri hatırlattı. O nunla konuşmamı ya da ağlamayı kesmesine yardımcı olm am ı istemezdi. Buna neden ihtiyacı olduğunu bilm esem de, Les sadece ona sarılmamı ve ağlamasına izin verm em i isterdi. Aynı hal­

de Amy’nin yanında olm ak, bana L es’leyken hissettiğim birinin bana ihtiyacının olduğu duygusunu hissettirdi. Les kimseye ihtiyacı olm adığına karar verdiğinden beri kimse­

nin bana ihtiyacı olduğu n u hissetm em iştim .

Amy “Ç o k ü zgü n ü m ,” dedi. Y üzü tişörtüm e göm ülü olduğu için sesi boğu k çıkm ıştı.

Soluklanıp ağlam asını durdurm aya çalıştı, ama çabası yeni akan gözyaşlarıyla boşa gitti. “B ilm em gerekirdi, Hol- der. Hiçbir fikrim yoktu. A m y ’nin en yakın arkadaşıydım ve herkes beni suçluyorm uş gibi h issediyorum ... Bilm i­

yorum. Belki de, suçlam aklar. Belki de, T h om as’la olan ilişkime kendimi öylesine kaptırdım ki, bana söylemeye çalıştığı bir şeyi fark ed em ed im .”

Saçını okşamaya devam ederken, ağzından çıkan her sözcüğü anlıyordum. “B en d e,” diye içimi çektim. Elimin tersiyle gözlerini sildim . “ Biliyor m usun, olanları değiş­

tirebilecek anları saptam aya çalışıyorum. O na söylemiş olduğum ya da onun bana söylem iş olduğu şeyleri. Ama geri dönüp geçm işle ilgili bazı şeyleri değiştirebilsem bile, sonucun değişeceğinden em in değilim. Bunu sen de bi­

lemezsin. Bunu neden yaptığını bilen tek kişi Les ve ne yazık ki, burada olup bizi aydınlatamayacak tek kişi de o.”

33

(30)

Nedenini anlamasam da, A m y küçük bir kahkaha attı.

Hafifçe geri çekilip ciddi bir ifadeyle bana baktı. “ Burada olmadığı için sevinmeli, çünkü ona çok kızgınım , H o l- der.” Ciddiyeti tekrar içini çekm esine neden o ld u ve bir elini gözlerine götürdü. “Bana açılm adığı için ona o kadar kızgınım ki, bunu senden başka birine söy ley ebileceğim i sanmıyorum,” diye fısıldadı.

Elini yüzünden çekip gözlerinin içine bak tım , çü n k ü bu cümlesi yüzünden onu yargıladığım ı d ü şü n m e sin i is­

temiyordum. “Kendini suçlam a, Amy. T am am m ı? ” Kafasını sallayıp anlayışlı bir şekilde g ü lü m se d ik te n sonra aramızdaki yastığın üzerinde d u ran e lle rim iz e baktı.

Elimi onunkinin üzerine koydum ve p arm ak larım la o n a güven verircesine elinin üzerini o k şadım .

Bunca yıl Les’in yanında olduğu için ona teşekkür et­

mek istedim ama şu an tam tersini hissederken ona ya­

nında olduğu için teşekkür etm ek uygunsuz gö rü n dü . Aksine, sessiz kalıp elimi yüzüne götürdüm . Seb ebi anın büyüklüğü mü, bana birinin yeniden ihtiyaç du y d u ğ u n u hissettirmiş olması mı, yoksa günlerdir zih nim in ve kal­

bimin uyuşmuş olması mıydı bilm iyorum . Sebebi her neyse, buradaydı ve henüz gitmesini istem iy ordum . B eni tamamen ele geçirmesine izin verirken ona d o ğ ru yavaşça eğilip dudaklarımı onunkilere değdirdim .

Amacım onu öpmek değildi. Açıkçası, her an geri çeki­

leceğimi sanıyordum ama bunu yapm adım . B en i itm esin i bekledim ama itmedi. D udaklarım onunkilerle b u lu şu r buluşmaz, benden yapmamı istediği şey tam olarak b u y ­ muş gibi dudaklarını aralayıp içini çekti. T u h a f b ir şek il­

de, bu onu öpmeyi daha çok istem em e n eden o ldu . O n u

(31)

kız kardeşim in en yakın arkadaşı olduğunu bilerek öptüm.

O n u bir erkek arkadaşı olduğunu bilerek öptüm. O nu bu arı dışında hiçbir şart altında öpm eyeceğim i bilerek öptüm.

Elini kolumdan yukarı çıkarıp parmak uçlarımı tişör­

tümün içine sokarak kol kaslarıma dokundu. Onu yatağın ortasında kendime doğru çekip öpücüğe derinlik kazan­

dırdım. Öpüştükçe, ikimiz de üzüntümüzü hafifletecek tek şeyin tutku ve ihtiyaç olduğunu daha iyi anladık. Gi­

derek sabırsızlanıp üzüntümüzden tamamen kurtulmak için elim izden geleni yaptık. Tenimi her okşayışı aklımı alıp beni onunla içinde bulunduğum ana götürüyordu, o nedenle onu daha tutkulu bir şekilde öptüm, aklımı ha­

yatımdan tam am en uzaklaştırmasına ihtiyacım vardı. Elimi bluzuna götürdüm ve göğsünü avuçladığım anda inleyip tırnaklarını kolum a geçirerek gövdesini bana yaklaştırdı.

B u dile getirilm em iş bir evetti.

T işörtü m ü çıkarırken ve ellerim kot pantolonunun fer­

m uarıyla hevesle uğraşırken aklımda sadece iki şey vardı.

1. Onu soy malıydı m.

2 . Tkom as

G en elde kızlarla öpüşürken, başka erkekleri düşünmek gibi bir alışkanlığım yoktu ama genelde başka erkeklerin sevgilileriyle ö p ü şm ek gibi bir alışkanlığım da yoktu. Amy benim değildi, am a yine de onunla öpüşüyordum. Giysi­

lerini çıkarm ak bana düşm ezdi ama yine de çıkarıyordum.

E lim i iç çam aşırının içine sokm am am gerekirdi ama yine de soku yo rdu m .

O n a dok un urk en dudaklarım ı çektim ve inleyerek ba-

35

(32)

şını yastığıma yaslamasını izledim. B ir elim le ona yaptığım şeye devam ederken, yatağın üzerinde eğilip diğer elim le komodinin çekmecesinden bir prezervatif çıkardım . D iş­

lerimle paketi yırtarak açarken dikkatle onu izliyordum . O an ikimizin de aklının başında olm adığının farkındaydım , yoksa böyle bir şey olmazdı. A klım ız başım ızda olsu n ya da olmasın, en azından aynı şeyi d ü şü n ü yorduk . E n azın­

dan, öyle olduğunu um uyordum .

Bir kıza erkek arkadaşını tam am en u n u tm asın a otu z saniye kala bu tür bir soru sorm anın son derece yanlış olduğunu bilsem de, buna m ecbu rdum . D u y acağı ya da ikimizin de duyacağımız pişm anlıktan daha b ü y ü k bir p iş­

manlık duymasını istem iyordum .

“Amy?” diye fısıldadım. “T h o m as ne o lac ak ?”

Hafifçe inleyip gözlerini açmadan avuçlarını gö ğsü ­ me koydu. “Evinde,” diye homurdandı ve ism i geçm esi­

ne rağmen yaptığımız şeyden vazgeçmek istediğine dair hiçbir belirti göstermedi. “Okuldan sonra babasına bahçe işinde yardım etmek zorundaymış.”

Araba yolundayken erkek arkadaşının nerede olduğunu sorduğumda verdiği yanıtın aynısını verm iş olm ası beni güldürdü. Gözlerini açıp bana baktı, m uhtem elen böyle bir anda neden güldüğümü anlayamadı am a gülüm sedi.

Gülümsemesine minnettardım, çünkü herkesin ağlam a­

sından sıkılmıştım. Lanet olası gözyaşlarından çok sıkıl­

mıştım.

Ve lanet olsun. Eğer şu anda kendini suçlu hissetm iyor­

sa, ben de suçlu hissetmeyecektim. D aha sonra istediğim iz kadar pişmanlık duyabilirdik.

Dudaklarımı onunkilere yaklaştırdığım anda nefesini

(33)

tuttu, sonra işitilebilir bir şekilde inleyerek erkek arkadaşı­

nı tam am en unuttu. Bütün dikkati elimin hareketi üzerin­

deydi ve ben ise bütün dikkatimi tekrar erkek arkadaşını düşünm eye başlam adan o prezervatifi takmaya vermiştim.

Ü zerin e yerleşip dudaklarımı onunkilere değdirdim ve daha sonra ne kadar pişm an olacağımı bile bile içine girip duru m dan faydalandım . Şim diden pişmanlık hissediyor­

dum .

A m a yine de, bu bana engel olmadı.

***

Amy giyinip yatağımın kenarına oturdu ve ayakkabı­

larını giydi. Çoktan kot pantolonumu giymiştim ve ne söyleyeceğimi bilmeden yatak odasının kapısına doğru ilerliyordum. Bunun neden ve nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ve yüzündeki ifadeye bakılırsa, o da bilmi­

yordu. Kalkıp kapıya doğru yürüdü ve şifoniyerimin ya­

nından geçerken Les’in odasından getirdiği fotoğrafları aldı. Kapıyı onun için açık tuttum, onunla birlikte dışarı çıkmalı mıydım, ona veda öpücüğü vermeli miydim yoksa ona onu arayacağımı söylemeli miydim, bilmiyordum.

Az önce ne yapmıştım?

Am y koridora çıkıp duraksadı, sonra arkasını dönüp bana baktı. Am a benimle göz teması kurmadı. Sadece elin­

deki fotoğraflara baktı. “Fotoğrafları almak için gelmiştim, değil m i?” diye sordu temkinli bir şekilde. Kaşları endişey­

le çatılınca, az önce aramızda geçenleri yanlış anlayabileye- ceğim den korktuğunu anladım.

O na hiçbir şey söylemeyeceğime dair söz vermek iste­

dim. Gözlerim in içine bakabilmesi için çenesini kaldırdım

37

(34)

ve ona gülümsedim. “Fotoğraflar için geldin. H epsi bu, Amy. Ve Thomas evinde, babasına bahçe işinde yardım ediyor.”

Güldü, buna gülmek denebilirse, sonra minnettarlıkla bana baktı. Kısa süren tuhaf bir sessizliğin ardından tekrar güldü. “O da neydi öyle?” diye sordu odam a doğru işaret ederek. “Bu biz değiliz, Holder. Biz o tür insanlar değiliz.”

Bir o tür insanlar değildik. Buna katılıyordum . Başım ı kapı çerçevesine yasladım, şim diden pişm anlığın içim de yer ettiğini hissedebiliyordum. Bana ne olduğun u ya da benim olmadığını bilmeme rağmen neden durm adığım ı bilmiyordum. Aklıma gelen tek açıklama, az önce aram ız­

da geçen her neyse üzüntünün doğrudan bir son ucu ol­

duğuydu. Ve üzüntümüz Les’in bencil kararının bir ü rü ­ nüydü.

“Suçu Les’in üzerine atalım,” dedim yarı şakalaşırcası- na. “Burada olsaydı, böyle bir şey olm azdı.”

Amy gülümsedi. “Evet,” dedi şakacı bir halde gözlerini kısarak. “O sürtük bizi böyle alçakça bir şey yapm aya zor­

ladı. Buna nasıl cüret eder.”

Güldüm. “Öyle değil m i?”

Elindeki fotoğrafları kaldırdı. “T eşek k ü rler...” F o to ğ­

raflara baktıktan sonra bir süre duraksayıp gözlerini bana çevirdi. “Teşekkür ederim ... H older. D in lediğin için.”

Başımı eğerek teşekkürünü kabul ettim ve d ö n ü p m er­

divenlerden inmesini izledim. Kapıyı kapatıp yatağım a dönerken defteri elime aldım. A m y bir saat önce odam a girmeden önce yazdığım m ektupta kaldığım yeri açtım .

(35)

3,75. Bölüm

Les,

Az önce Amy’le olanlar tamamen senin suçundu. Bilmen için söylüyorum.

(36)

4. Bölüm

Les,

Ölümünün ikinci haftası kutlu olsun. Çok mu sert oldu? Olabilir am a özür dilemeye­

ceğim. Pazartesi yünü okula dönmek zorun­

dayım ve bunun için sabırsızlandığım söyle­

nemez. Paniel’a umursam adığımı söylememe rağmen, dedikodular konusunda beni haber­

dar edip durdu. Elbette, herkes Grayson yü­

zünden intihar ettiğini düşünüyor am a ben bunun doğru olmadığını biliyorum. G ray- son'la tanışmadan uzun bir süre önceden bile yalandan mutluymuş gibi yapıyordun.

Ve bir de sana henüz söylemediğim bir şey var. Grayson'ı seninle ayrılmaya zorlamış ol­

mam. Bu uzun bir hikâye, am a o gece y ü ­ zünden, herkes dolaylı olarak intiharından

benim sorumlu olduğumu söylüyor. Paniel

insanların Grayson'a anlayışla yaklaştıklarını

(37)

ve adi herifin bunun tadını çıkardığını bile

söyledi.

Bu dedikodunun en güzel yanı, intiharın­

da payımın olmasının kendimi aşırı derecede suçlu hissedip intihara meyilli olmama neden olması. Ve eğer, kitleler böyle söylüyorsa, o halde doğru olmalı, değil mi?

Poğrusu, kendimi öldüremeyecek kadar korkağım. Bunu kimseye söyleme. (Qerçi a r­

tık istesen de söyleyemezsin.) Ama bu doğru.

Bu hayattan sonra beni neyin beklediğini bil - mediğim için böyle bir şey yapmaya cesaret edemem. Ya öbür dünya, kaçtığımız hayat­

tan daha kötüyse? Bilinmeyene balıklama a t ­ lamak cesaret ister. Hakkını veriyorum, Les, sen benden daha cesursun.

Pekâlâ, mektubumu burada noktalıyorum.

Bu kadar yazmaya alışkın değilim. Mesaj taş­

mak daha iyi olurdu, am a her şeyin zor ola­

nını tercih ediyorsun, değil mi?

Pazartesi Grayson’t okulda görürsem, ha­

yalarını kopartıp sana yollarım. Yeni adresin ne?

H

Otoparka girdiğimde Daniel beni arabasının yanında bekliyordu.

“Oyun planın ne?” diye sordu kapımı açar açmaz.

(38)

Kaçırdığım bir şey var mı diye düşünüp durdum . B u­

gün oyun planı gerektirecek önemli bir şey olduğunu san­

mıyordum.

“N e için oyun planı?” diye sordum.

“Bugün için oyun planı, seni aptal.” Daniel uzaktan ku­

mandasını arabasına doğrultup kapıları kilitledikten sonra benimle birlikte okula yürümeye başladı. “O kula dönmeyi hiç istemediğini biliyorum, o yüzden dikkatleri dağıtacak bir şeye ihtiyacımız var. İnsanların bizimle uğraşm am ası için yanında üzgün ve karamsar görünm em i ister misin?

Hiç sanmıyorum,” diye kendi kendine yanıtladı. “Bu in­

sanların taziye sözcüklerine benzeyen cesaretlendirici laflarla yanına yaklaşmalarına neden olur ve bu saçmalık­

lardan bıktığını biliyorum. Kabul etm ek istem esen de, iki haftadır herkes senden bahsediyor. Bundan o kadar sıkıl­

dım ki.”

İnsanların konuşabilecek başka bir şeylerinin olm am a­

sından nefret ediyordum ama bu durum un benim canımı sıktığı kadar Daniel’ın da canını sıkması güzeldi.

“Ya da normal davranıp insanların L es’e olanlar dışında konuşabilecek daha iyi şeyleri olmasını umarız. H a ha!”

dedi Daniel sersem sersem ve yüzü bana dönük şekilde geri geri yürümeye başladı. “İstersen sinirim tepem deym iş gibi yapıp benden daha iri yarı olmana rağmen korum an gibi önünde yürüyebilirim. Ve eğer biri yanına yaklaşmaya çalışırsa, suratlarına yumruğu geçiririm. O lu r m u? Öfkeli ve yaslı kardeş rolünü oynar mısın? Benim için? Lütfen?”

Güldüm. “Oyun planımız olmadan da idare edebiliriz bence.”

Daniel ona katılmaya isteksiz olmama kaşlarını çatarak

42

(39)

karşılık verdi. “İnsanların dedikodu ve spekülasyonlardan aldığı zevki hafife alıyorsun. Sen sadece sessiz kal, bugün herhangi bir şey söylenmesi gerekirse, ben söylerim. İki haftadır bu insanlara bağırmak için sabırsızlanıyordum.”

E ndişesini takdir ediyordum ama bugünün sıradan bir gün olm asını bekliyordum . İnsanların, onların yanınday- ken bu ndan bahsetm ekte zorlanacaklarını düşünüyordum.

Bana herhangi bir şey söylemekten rahatsızlık duyacaklar­

dı ve ben de tam olarak böyle olmasını tercih ediyordum.

İlk ders zili henüz çalmamıştı, o nedenle herkes hâlâ dışarıdaydı. İlk kez yanımda Les olmadan okula giriyor­

dum. O nu düşünm ek bile beni yatak odasına girip onu bulduğum ana geri götürmeye yetiyordu. O anı yeniden yaşamak istemiyordum. Şimdi olmazdı. Daniel’ın haklı olabileceği gerçeğini düşünmemek için cebimden telefo­

numu çıkarıp onunla ilgileniyormuş gibi yaptım. Etrafı­

mızdaki herkes fazla sessizdi. Yakında her şeyin normale dönmesini umuyordum.

Daniel ve benim üçüncü derse kadar ortak dersimiz yoktu, o nedenle binaya girdikten sonra bana el sallayıp öteki yöne gitti. Sınıfımın kapısını açar açmaz odaya ani bir sessizlik çöktü. Bütün gözler bana bakıyor ve sessizce sırama yürüm em i izliyordu.

Telefonum u elimde tutup onunla ilgilenmeye devam ettim am a etrafımdaki herkesin fazlasıyla farkındaydım.

N eyse ki telefon herhangi biriyle göz teması kurmama engel oluyordu. Kimseyle göz göze gelmezsem, yanıma yaklaşmaları daha az olasıydı. Les’in intiharından önceye kıyasla insanların farklı davrandığını sadece ben mi dü­

şünüyordum acaba? Belki de sadece bana öyle geliyordu.

43

(40)

Böyle bir şey olmasını istemezdim. Eğer durum bundan ibaretse, daha ne kadar böyle devam edecektim? Daha kaç günün her anını Les’in ölümünü ve hayatımın her alanını nasıl etkilediğini düşünerek geçirecektim?

Bir an Les’i kaybetmeyi yıllar önce H ope’u kaybetmek­

le kıyasladım. O zamanlar Hope kaçırıldıktan sonra olan her şey aylarca bana onu hatırlatmıştı. Sabah uyandığımda, onun nerede uyandığını merak ederdim. Dişlerimi fırça­

larken, giderken yanına hiçbir şey alamadığı için onu alıp götüren her kimse ona yeni bir diş fırçası alıp almadığı­

nı merak ederdim. Kahvaltımı yaparken, onu alıp götü­

ren her kimse H ope’un portakal suyu sevmediğini bilip bilmediğini ve sade süt içmesine izin verip vermediğini merak ederdim, çünkü en sevdiği oydu. Geceleri yatağım­

da yatarken eskiden onunkine bakan pencerem den dışarı bakar ve gittiği yerde yatak odasının penceresi olup olma­

dığını düşünürdüm.

Düşüncelerimin ne zaman sona erdiğini hatırlamaya ça­

lıştım ama sona erdiklerinden em in değildim . H ope’u hâlâ

• •

olması gerekenden daha sık düşünüyordum . Üzerinden yıllar geçmesine rağmen gökyüzüne her baktığımda onu düşünüyordum. Biri bana H older yerine her Dean dedi­

ğinde, aklıma Hope geliyordu ve küçükken adımı söyleyiş tarzına nasıl güldüğümü hatırlıyordum. Bileklik takan bir kız gördüğümde, Les’in bizden alınıp götürülm eden daki­

kalar önce Hope’a verdiği bilekliği düşünüyordum .

Birçok şey bana H ope’u hatırlatıyordu ve artık Les’in de gitmesiyle, her şeyin daha da kötü olacağını bilmekten nefret ediyordum. Düşündüğüm , gördüğüm , yaptığım ve söylediğim her şey bana Les’i hatırlatıyordu. Ve sonra

44

(41)

Hope’u her düşündüğümde, onları nasıl hayal kırıklığına uğrattığını aklıma geliyordu. İkisini de yüzüstü bırakmış­

tım. Sanki onlara takma isimlerini verdiğim gün, kendime de takma isim vermiştim. Çünkü şu an kendimi gerçekten umutsuz* hissediyordum.

★ ★ ★

Her nasılsa, bir kişiyle bile konuşmadan iki dersi adata­

bildim. Ama bu kendi aralarında konuşmadıkları anlamına gelmiyordu. Sanki orada değilmişim gibi aralarında fısıl- daşıyorlar, bana bakıyor ve aklımdan neler geçtiğine dair tahmin yürütüyorlardı.

Bay Mulligan’ın dersine girer girmez, Daniel’ın yanma oturdum. Daniel tek bir bakışıyla sessizce nasıl idare etti­

ğimi sordu. Son birkaç sene içinde, aramızda sözsüz bir iletişim yolu geliştirmiş gibiydik. Om uzlarımı silkerek bir şekilde idare ettiğimi belirttim. Aslında, berbattım ve şu anda burada olmamayı tercih ederdim ama ne yapabilir­

dim ki? Katlanacaktım. Başka seçeneğim yoktu.

“Holder’ın kimseyle konuşmadığını duydum,” diye fısıldadı önümde oturan kız önündeki kıza. “Hem de hiç konuşmuyormuş. O nu bulduğundan beri.”

Sesinin düzeyinden arkasında oturduğumun farkında olmadığı açıktı. Daniel onlara bakmak için kafasını kaldı­

rınca, konuşmalarını duyduğum u bilmesinin sebep oldu­

ğu yüzündeki tiksinti dolu ifadeyi gördüm.

“Belki de, sessizlik yemini etmiştir,” diye tahmin yü­

rüttü diğer kız.

“Evet, belki de. Lesslie’nin de arada sırada sessizlik ye-

* 1 Iopeless: İng. U m utsuz. H ope ve Les isimlerinin birleşimi, (ç.n)

45

(42)

mini etmesi fena olmazdı. N e sinir bozucu kahkahası var­

dı öyle değil mi?”

Bir anda gözlerim karardı. Yumruklarımı sıktım ve hayatımda ilk kez bir erkeğin bir kıza vurmasının yanlış olmamasını diledim. Les’in arkasından konuştukları için kızmıyordum, bu kadarını bekliyordum. Ö lünün arka­

sından konuşmalarına da kızmamıştım. Kızgındım, çün­

kü Les’e dair en çok sevdiğim şey kahkahasıydı. Hakkında herhangi bir şey söyleyeceklerse, kahkahasından bir daha bahsetmemeleri iyi olurdu.

Daniel masasının kenarlarından tutup bacağını kaldırdı ve kızın sırasına olabildiğince sert bir şekilde tekme atarak onu yerden otuz santim havalandırdı. Kız çığlık atıp he­

men oturduğu yerde ona doğru döndü.

“Senin sorunun ne, D aniel?”

“Sorunum ne m i?” dedi Daniel sesini yükselterek. San­

dalyesinde öne doğru eğilerek dik dik kıza baktı. “Sana so­

runumun ne olduğunu söyleyeyim. Kız olduğun için sana kızgınım, çünkü eğer bir erkek olsaydın, o saygısız, koca ağzım şimdi yumrukluyor olurdum .”

Kızın ağzı açık kaldı, neden onu h edef aldığı için aklı­

nın karıştığı çok belliydi. Ama arkasında oturduğum u fark eder etmez şaşkınlığı geçti. Gözleri kocaman olurken ona gülümseyip isteksizce elimi salladım.

Ama hiçbir şey söylemedim. İçimden D aniel’m az önce söylediklerine herhangi bir şey eklemek gelmedi. Hem

“sessizlik yemini” etmiş olduğuma göre, ağzımı açmama gerek yoktu. Ayrıca, Daniel iki haftadır bu insanlara ba­

ğırmak için sabırsızlandığını söylemişti. Bugün onun tek şansı olabilirdi, o yüzden istediğini yapmasına izin verdim.

Kız özür bile dilemeden dönüp önüne baktı.

46

(43)

Sınıfın kapısı açıldı ve Bay Mulligan içeri girmesiyle

g e r g in liğ in yerini kendisininkiyle doldurdu. Les ve ben bu sene onun derslerinden kaçınmak için elimizden gele­

ni yapmıştık ama pek şanslı değildik. En azından, ben pek şanslı değildim. Les artık bu bir saatlik sıkıcı derslere kat­

lanmak zorunda değildi.

“Dean Holder,” dedi masasına varır varmaz. “Hâlâ ge­

çen hafta teslim etmen gereken araştırma ödevini bekliyo­

rum. Umarım yanındadır, çünkü bugün sunacağız.”

Lanet olsun. Son iki haftadır ne teslim etmem gerekti­

ğini hiç düşünmemiştim.

“Hayır, yanımda değil.”

Masasındaki şey her neyse ona baktıktan sonra beni süzdü. “Öyleyse, dersten sonra görüşelim.”

Kafamı salladım, belki gözlerimi devirmiş olabilirim.

Onun dersinde göz devirmek kaçınılmazdı. Sınıfın üze­

rinde sahip olduğunu düşündüğü kontrolden zevk alan aşağılık herifin tekiydi. Çocukken çok fazla ezildiği belliy­

di ve inek öğrenci olmayan herkes Bay Mulligan’ın yanlış yönlendirilmiş intikamının hedefiydi.

Dersin geri kalanı boyunca sunuma aldırmayıp teslim etmem gereken ödevlerin listesini çıkarmaya çalıştım. İki­

miz arasında planlı olan Les’ti. Bana her zaman hangi ders için ne ödevimiz olduğunu, ne zaman teslim etmemiz ge­

rektiğini o hatırlatırdı.

Saatler geçmiş gibi gelen uzun bir sürenin ardından ni­

hayet zil çaldı. Bay Mulligan benden intikamını alsın diye sınıf boşalana kadar yerimden kalkmadım. Sınıfta ikimiz­

den başka kimse kalmayınca, masasının önüne yürüyüp yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi.

47

(44)

“Ailenin çok şey çektiğini biliyorum ve kaybınız için üzgünüm.” işte başlıyoruz. “Um arım bu tür talihsiz şeyle­

rin hayatın boyunca olacağını anlıyorsundur ama bu sana senden beklenenleri yerine getirmeme hakkını verm iyor.”

Tanrı aşkına. Bu lanet olası bir araştırma ödeviydi sadece.

Anayasayı yeniden yazacak değildim. Kafamı sallayıp ona katılmam gerektiğini biliyordum ama Bay M ulligan nutuk atmak için yanlış günü seçmişti.

“Bay Mulligan, Les tek kardeşimdi, o yüzden bunun tekrar yaşanacağını sanmıyorum. Ö lüm ün ü her gün tek­

rar yaşıyor olsam da, insan kendisini sadece bir kez öld ü ­ rebilir.”

Kaşlarını çatış şekli ve dudaklarının ince bir çizgi haline gelmesi beni hiç komik bulmadığını gösteriyordu. B u iyi bir şeydi, çünkü komik olmaya çalışm ıyordum .

“Bazı şeylerle dalga geçilm ez,” dedi kısaca. “ Kız karde­

şine daha çok saygı göstermeni beklerdim .”

Bugün kızlara vuramamaktan nefret etsem de, öğret­

menleri yumruklayamamaktan daha çok nefret ediyor­

dum ... Hemen kalkıp durduğu yere hızla yürüdükten sonra yumruklarımı iki yanım da sıkarak aram ızda birkaç santim kala durdum. O na olan yakınlığım vü cu d u n u n kaskatı kesilmesine neden oldu ve onu kork uttuğum u bil­

mek hoşuma gitti. Gözlerinin içine baktım ve dişlerim i sıkarak kısık bir sesle konuştum .

“Öğretmen, öğrenci ya da lanet olası bir rahip olup o l­

maman umurumda değil. Kız kardeşim den sakın bir daha bahsetme.” Birkaç saniye daha öfkeyle ona bakıp tepkisini bekledim. Hiçbir şey söyleyemeyince, dönüp sırt çantam ı aldım. “Ödevi yarın alırsın,” diyip sınıftan çıktım .

48

(45)

Birkaç dakika içinde uzaklaştırma cezası alacağıma em indim . Ancak, anlaşılan hiçbir şey söylenmediği ve ya­

pılm adığı ve öğle arasında olduğum uz için Bay Mulligan, küçük sohbetim izi rapor etmemeyi seçmişti.

Y olum a devam ettim.

“ H o ld e r,” dedi biri koridorda arkamdan. Dönüp bakın­

ca A m y ’nin bana yetişm eye çalıştığını gördüm.

“Hey, Amy.” Varlığının bana biraz teselli vermesini is­

terdim ama vermedi. O nu karşımda görmek bana iki hafta önce fotoğrafları almak için evime gelmesini, evime gel­

mesi Les’i ve Les de bana H ope’u hatırlattı. Ve sonra, el­

bette, yine derin bir suçluluk duydum.

“ N asılsın ?” diye sordu lafı uzatmadan. “Senden bir sü­

redir haber alm ad ım ...” Cümlesini yarıda bırakınca, daha fazla detaya girmesini istemediğim için ona hemen yanıt verdim.

“iyiyim ,” diye yanıtladım ve onu aramadığım için hayal kırıklığına uğram ış gibi görünmesi kendimi suçlu hisset­

tirdi. Aram ızda olanlar konusunda oldukça açık olduğunu düşünm üştüm . En azından, öyle olduğunu umuyordum.

“S e n i...” Yere bakıp içimi çektim, kulağa aşağılık bir he­

rif gibi gelm eden bunu nasıl söyleyeceğimden emin de­

ğildim . Ağırlığımı diğer ayağıma verip ona baktım. “Seni aram am ı ister miydin? Çünkü olanların...”

“ H ayır,” dedi hemen. “Hayır. Doğru düşünmüşsün.

Ben sadece... Bilm iyorum .” Omuzlarını silkerken bu ko­

nuşm adan pişm an olm uş gibi bir hali vardı. “Holder, ben sadece iyi olduğundan emin olmak istedim. Bir süredir dedikodular duyuyorum ve beni endişelendirmediklerini

49

Referanslar

Benzer Belgeler

Kurtuluş Savaşı’nda İtalya’nın, Anadolu’da işgal ettiği yerlerden çekilmeye başlamasında aşağıdakilerden hangisinin etkili olduğu savunulabilir?.?.  TBMM

Aynı soru " 0-1 yaş aralığında yeterli beslenemeyen çocuğun ileride iskelet ve kas sistemi zayıf olur." şeklinde olursa 0-1 yaş sabit zaman dilimi olduğu için

a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması. b) Davaya bakması yasak olan yahut hakkındaki ret talebi, merciince kesin olarak kabul edilen hâkimin karar vermiş

Buna göre aşağıdakilerden hangisi edimsel koşullanma yoluyla öğrenmede etki kanununu örneklendirir?. A) Uzun süren gemi yolculuğu nedeniyle yetersiz uyarılmaya maruz kalan

Samandağ eyleminde alınan paraların, Adnan Demir ve İrfan Ural tarafından, Adnan’ın baba evi civarında bir kuyuya gizlendiğini, hemen ardından Adnan ve İrfan’ın da,

Sınıf Matematik Çarpanlar ve Katlar Ünite Tekrar Testi /

Toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için üretim faktörlerini (emek, sermaye, doğa, girişimci ve bilgi) bir araya getirerek ve kullanarak iktisadi mal ve hizmet üreten, ekonomik

rine iterek bu soruyu düşündü. “Ujnıdum,” dedi gerçekten de iyi U3aımuş olduğu için biraz şaşırarak. Amelia’yı gördüğünden beri ilk kez dün gece kâbus görmeden