Buzdolabının kapısını kapatıp dondurucuyu açtım arna aynı manzarayla karşılaştım, ancak bu kez kot pantolonları donm uştu. “L es’in kot pantolonları” etiketiyle d o n d u r^
cu poşetlerine yerleştirilm işlerdi. D on d u ru cu y u sertçe öfkeyle kapattım ve yiyecek bir şeyler bu lm ak um uduyb kilere döndüm .
M utfağın etrafında dolaşıp yere baktım . O nu gördüm .
Gözlerimi sımsıkı kapatıp açtım ama hâlâ oradaydı.
Les mutfak zemininde cenin pozisyonunda yatıyordu ve sırtını kilerin kapısına yaslamıştı.
Bu hiç mantıklı değildi.
Nasıl burada olabilirdi?
On üç ay önce ölmüştü.
Acıkmıştım.
“Dean,” diye fısıldadı.
Gözleri aralanır aralanmaz dengemi korum ak için mut
fak tezgahına tutunmak zorunda kaldım. Birden vücudum taşıyamayacağım kadar ağırlaştı ve küçük bir adım atarak geri çekildim ama bacaklarım boşalınca Les’in önünde dizlerimin üstüne çöktüm.
Les’in iyice açtığı gözleri tamam en griydi. Gözbebeği ya da irisleri yoktu. Beni arayan ama bulamayan donuk gri
gözler. i
“Dean,” dedi tekrar boğuk bir fısıltıyla. Kör gibi kolunu bana doğru uzatırken parmakları önüne düştü.
Ona yardım etmek istedim. U zanıp elini tutmak is
tedim ama hareket edemeyecek kadar güçsüzdüm . Ya da vücudum çok ağırdı. Bana neyin engel olduğunu bilmi
yordum, ondan sadece iki adım uzaktaydım ve kolumu
124
kaldırlP e^in* tu tm a^ lQ n elim den gelen her şeyi yapmama rağmen hareket edem iyordum . Hareketlerim üzerinde kontrol kazanm ak için uğraşm aya çalıştıkça, nefes almam
^ e ş iy o r d u . Les adım ı söyleyerek ağlamaya başladı. G öğ
süm sıkıştı ve boğazım kasıldı, artık onu konuşarak bile sakinleştiremiyordum, çünkü ağzım dan tek kelime çık
mıyordu. Ç en e kaslarım ı hareket ettirmeye çalıştım ama dişlerim kenetlendi ve ağzım açılmadı.
Dirseklerinin üzerin de doğrulup yavaşça bana yaklaş
maya çalıştı. B an a ulaşm aya çalışıyordu ama cansız gözleri beni bulam ıyordu. D ah a şiddetli bir şekilde ağlamaya baş
ladı.
“Yardım et, D e a n ,” dedi Les.
Ç o cu k lu ğu m u zd an beri bana D ean dem em işti ve ne
den şim di ban a böyle seslendiğini bilm iyordum . Bundan hoşlanm ıyordum .
Gözlerimi sımsıkı kapatıp sesimi geri kazanmaya ya da kollarımı hareket ettirmeye çalıştım ama şu an dünyadaki bütün konsantrasyon birleşse bile bana yardımcı olamazdı.
“Dean, lütfen,” diye ağladı, ancak bu kez ses ona ait de
ğildi. Bir çocuğun sesiydi. “G itm e,” diye yalvardı çocuk.
Gözlerimi açtığımda, Les artık karşımda değildi, yerini başka biri almıştı. Kilerin kapısına sırtını vermiş bir halde oturan küçük kız başını bacaklarına sımsıkı doladığı kolla
rına göm m üştü.
Hope.
Hâlâ ne hareket edebiliyor ne de nefes alabiliyordum ve küçük kızın vücudunu sarsan her hıçkırıkla birlikte göğsüm giderek sıkışıyordu. Tek yapabildiğim oturup ağ
lamasını izlemekti, çünkü ne başımı çevirebiliyor, ne de gözlerimi kapatabiliyordum.
125
“Dean,” dedi çocuk. Kolları ve gözyaşları yüzüne}
sesi boğuk çıkıyordu. Kaçırıldığı günden beri ilk kez adnn söylediğini duyuyordum. N efesim kesildi. Yavaşça kafas, m kollarından kaldırıp gözlerini açtı. L es’inki gibi griydu ler. Başını kilerin kapısına yaslayıp elinin tersiyle gözya§ln, sildi.
“Beni buldun,” diye fısıldadı.
Ancak bu kez ses ne küçük kıza, ne de L es’e aitti.
Ses Sky’mdı.
126
11. Bölüm
Gözlerim i açtığım da artık mutfak zemininde değildim.
Yatağımdaydım.
Ter içinde.
N efes nefese.
12. Bölüm
Dün gece gördüğüm o kabustan sonra uyuyamadım.
Sabahın ikisinden beri uyanıktım ve artık saat altıyı geçi
yordu.
Sky’ın evine varınca kaldırıma oturdum. Bacaklarımı uzatıp öne doğru eğildim ve ayakkabılarımı tutarak sırt kaslarımı esnettim. Dört saati aşkın bir süredir tek başıma oturuyordum ve bana çekici gelen tek şey Sky’ı yeniden görecek olma düşüncesiydi.
Bugün okula geri dönmek gibi bir niyetim yoktu ama bütün günü evde geçirmekten daha güzel bir fikir gibi gö
rünüyordu. Geçen hafta Austin’den döndüğüm den beri, dakikadan dakikaya yaşıyor gibiydim. Dakikalar geçerken ne yaptığımı, nerede olacağımı ve ne tür bir ruh halinde olacağımı bilmiyordum.
Bu değişkenlikten hoşlanmıyordum.
Ayrıca, yine Sky’ın evinde olmaktan ve sabah koşusu için dışarı çıkmasını beklemekten hoşlanmıyordum. Hâlâ yanında olmaya ihtiyaç duyuyor olmaktan
hoşlanmıyor-128
durn. Hakkımdaki dedikodulara inanmamasını istemek
ten hoşlanmıyordum. Başkalarının dedikodulara inanıp inanmadığı umurumda değildi. Peki, onun inanıp inanma
dığını neden bu kadar umursuyordum?
Umursamamalıydım. Eve dönüp ne istiyorsa ona inan
ması için Sky’ı kendi haline bırakmalıydım.
Kendimi oradan gitmeye ikna etmek için ayağa kalk
tım ama öylece durup onu bekledim. Gitmem gerektiğini ve Grayson’a en ufak bir ilgi duyan biriyle ilgilenmemem gerektiğini biliyordum ama yapamadım. Gidemezdim, çünkü Sky’ı görmeyi, gitmek istediğimden daha çok isti
yordum.
Evin yan tarafından bir ses gelince, ne olduğunu gör
mek için birkaç adım attım. Penceresinden dışarı çıkıyor
du.
Uzaktan bile olsa, onu yeniden görmek bana neden ya
nında olmayı bu kadar çok istediğimi hatırlattı. Sadece bir
kaç gün olm uştu, ama onunla tanıştığım andan beri, nere
de olursam olayım, sürekli onu düşünüyordum. Sanki bir pusulaymışım ve benim Kuzey’immiş gibi dikkatim hep onun üzerindeydi.
Dışarı çıkınca durup gökyüzüne baktı ve derin bir ne
fes aldı. O na doğru tereddütle birkaç adım attım. “Evden çıkarken hep pencereni mi kullanırsın, yoksa benden kaç
maya mı çalışıyorsun?”
Arkasını dönüp gözlerini kocaman açtı. Gözlerimi boy
nunun aşağısına indirmemeye çalıştım ama koşarken giy
diği şeylere bakmamak zordu.
Yüzüne bakmaya devam et, Holder. Bunu yapabilirsin.
Bana doğru baktı ama göz teması kurmadı. Bakışları
129
karnıma kilitlenince, sebebinin üstsüz olmamdan hoşlaru ması mı, yoksa gözlerime bakmak istemeyecek kadar bana katlanamaması mı olduğunu merak ettim. “Senden kaçın, mak isteseydim, yataktan hiç çıkmazdım.” Yanımdan geçip kaldırıma oturdu.
Sesinin vücuduma başka kimsenin sesinin yapamadığı şeyler yapmasından nefret ediyordum. Ama aynı zamanda hoşuma gidiyordu ve genellikle öfkeli olsa da konuşmaya devam etmesini istiyordum.
Bacaklarını uzatıp esnemeye başlamasını izledim. Bu
rada olmama rağmen, bugün oldukça sakin görünüyordu.
Dün koridordaki konuşmamızın ardından bana defolup gitmemi söylemesini beklerdim.
“Geleceğini düşünm em iştim ,” dedim ve kaldırımda tam karşısına oturdum.
Kafasını kaldırıp bu kez gözlerime baktı. “N eden gel
meyeyim ki? Sorunları olan ben değilim. Ayrıca, yol iki
mize de ait değil.”
Sorunlar mı?
Sorunlarım olduğunu m u düşünüyordu?
Onun gibi dedikodulara inanan ben değildim . Dolabı
na notlar bırakan ya da okulda ona berbat bir şekilde dav
ranan insanlardan biri değildim. Aksine, ona iyi davranan birkaç kişiden biriydim.
Ama sorunları olan kişinin ben olduğum u düşünüyor
du.
“Ellerini ver,” dedim pozisyonunu taklit ederek. “Ben de esnem eliyim .”
Bana tuh af bir bakış attı ama ellerimi tutup arkasına yaslanarak beni öne çekti.
130
“Bu arada,” dedim, “dün derdi olan kişi ben değildim.”
İyice geriye yaslandığını ve bileklerimi sıkıca tuttuğunu hissedebiliyordum. “Sorunlu olanın ben olduğumu mu ima ediyorsun?”
“Değil misin?”
“Açıkla,” dedi. “Belirsizlikten hoşlanmam.”
Bel i rsizl ikten h oşla n m tyordu.
Tuhaftı, çünkü ben de belirsizlikten hoşlanmazdım.
Gerçeklerden hoşlanırdım ve bu kıza da bunu anlatma
ya çalışıyordum. “Sky, hakkımda bilmen gereken bir şey varsa, o da belirsiz olmadığımdır. Sana karşı sadece dürüst olacağımı söyledim, sen de bana aynı şeyi söyledin, belir
sizlik yalancılıktan farksızdır.” Pozisyonu değiştirip arka
ma yaslanırken onu öne doğru çektim.
“Az önce verdiğin cevap oldukça belirsiz,” dedi.
“Bana hiç soru sormadın ki. Sana daha önce de söy
ledim, bilm ek istediğin bir şey varsa, sor. Beni tanıdığını sanıyorsun am a bana tek bir soru bile sormadın.”
“Seni tanım ıyorum,” diye çıkıştı.
G üldüm , çünkü son derece haklıydı. Beni kesinlikle tanımıyordu am a yargılamakta hiç vakit kaybetmiyor gö
rünüyordu.
Ona karşı neden çaba harcadığımı bilmiyordum. Onu rahatsız etm em i istemediği belliydi. Sky’ı rahat bırakıp ne düşünmek istiyorsa düşünmesine izin vermeliydim.
Ellerini bırakıp ayağa kalktım. “Unut gitsin,” diye ho
murdanıp gitm ek üzere arkamı döndüm. Yanında olmak
tan hoşlansam da, katlanmaya razı olduğum şeylerin de bir sınırı vardı.
“Bekle,” dedi peşim den gelerek.
131