• Sonuç bulunamadı

den başka kimse kalmayınca, masasının önüne yürüyüp yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi

47

“Ailenin çok şey çektiğini biliyorum ve kaybınız için üzgünüm.” işte başlıyoruz. “Um arım bu tür talihsiz şeyle­

rin hayatın boyunca olacağını anlıyorsundur ama bu sana senden beklenenleri yerine getirmeme hakkını verm iyor.”

Tanrı aşkına. Bu lanet olası bir araştırma ödeviydi sadece.

Anayasayı yeniden yazacak değildim. Kafamı sallayıp ona katılmam gerektiğini biliyordum ama Bay M ulligan nutuk atmak için yanlış günü seçmişti.

“Bay Mulligan, Les tek kardeşimdi, o yüzden bunun tekrar yaşanacağını sanmıyorum. Ö lüm ün ü her gün tek­

rar yaşıyor olsam da, insan kendisini sadece bir kez öld ü ­ rebilir.”

Kaşlarını çatış şekli ve dudaklarının ince bir çizgi haline gelmesi beni hiç komik bulmadığını gösteriyordu. B u iyi bir şeydi, çünkü komik olmaya çalışm ıyordum .

“Bazı şeylerle dalga geçilm ez,” dedi kısaca. “ Kız karde­

şine daha çok saygı göstermeni beklerdim .”

Bugün kızlara vuramamaktan nefret etsem de, öğret­

menleri yumruklayamamaktan daha çok nefret ediyor­

dum ... Hemen kalkıp durduğu yere hızla yürüdükten sonra yumruklarımı iki yanım da sıkarak aram ızda birkaç santim kala durdum. O na olan yakınlığım vü cu d u n u n kaskatı kesilmesine neden oldu ve onu kork uttuğum u bil­

mek hoşuma gitti. Gözlerinin içine baktım ve dişlerim i sıkarak kısık bir sesle konuştum .

“Öğretmen, öğrenci ya da lanet olası bir rahip olup o l­

maman umurumda değil. Kız kardeşim den sakın bir daha bahsetme.” Birkaç saniye daha öfkeyle ona bakıp tepkisini bekledim. Hiçbir şey söyleyemeyince, dönüp sırt çantam ı aldım. “Ödevi yarın alırsın,” diyip sınıftan çıktım .

48

Birkaç dakika içinde uzaklaştırma cezası alacağıma em indim . Ancak, anlaşılan hiçbir şey söylenmediği ve ya­

pılm adığı ve öğle arasında olduğum uz için Bay Mulligan, küçük sohbetim izi rapor etmemeyi seçmişti.

Y olum a devam ettim.

“ H o ld e r,” dedi biri koridorda arkamdan. Dönüp bakın­

ca A m y ’nin bana yetişm eye çalıştığını gördüm.

“Hey, Amy.” Varlığının bana biraz teselli vermesini is­

terdim ama vermedi. O nu karşımda görmek bana iki hafta önce fotoğrafları almak için evime gelmesini, evime gel­

mesi Les’i ve Les de bana H ope’u hatırlattı. Ve sonra, el­

bette, yine derin bir suçluluk duydum.

“ N asılsın ?” diye sordu lafı uzatmadan. “Senden bir sü­

redir haber alm ad ım ...” Cümlesini yarıda bırakınca, daha fazla detaya girmesini istemediğim için ona hemen yanıt verdim.

“iyiyim ,” diye yanıtladım ve onu aramadığım için hayal kırıklığına uğram ış gibi görünmesi kendimi suçlu hisset­

tirdi. Aram ızda olanlar konusunda oldukça açık olduğunu düşünm üştüm . En azından, öyle olduğunu umuyordum.

“S e n i...” Yere bakıp içimi çektim, kulağa aşağılık bir he­

rif gibi gelm eden bunu nasıl söyleyeceğimden emin de­

ğildim . Ağırlığımı diğer ayağıma verip ona baktım. “Seni aram am ı ister miydin? Çünkü olanların...”

“ H ayır,” dedi hemen. “Hayır. Doğru düşünmüşsün.

Ben sadece... Bilm iyorum .” Omuzlarını silkerken bu ko­

nuşm adan pişm an olm uş gibi bir hali vardı. “Holder, ben sadece iyi olduğundan emin olmak istedim. Bir süredir dedikodular duyuyorum ve beni endişelendirmediklerini

49

söylersem yalan söylemiş olurum. Evindeki o gün bencil­

ce davrandığımı hissediyorum. Sana nasıl olduğunu sor­

mayı bile düşünmedim.”

Dedikodulara değindiği için kendini suçlu hissettiğini görebiliyordum ama buna gerek yoktu. Bütün gün karşı­

ma çıkan dedikoduların gerçek olmadığından emin olmak isteyen tek kişiydi. “Ben iyiyim,” diye onu temin ettim.

“Dedikodu dedikodudur, Amy.”

Gülümsedi ama ağzımdan çıkan kelimelere inanmış gibi görünmüyordu. Ondan isteyebileceğim en son şey benim için endişelenmesiydi. Kollarımı ona dolayıp kula­

ğına fısıldadım. “Söz veriyorum, Amy. Benim için endişe­

lenmene gerek yok, tamam m ı?”

Kafasını sallayıp benden uzaklaştı ve gergin bir şekilde koridorda soluna ve sağına baktı. “T h om as,” diye fısıldadı, benden uzaklaşmasına sebep göstererek. O na güven verir­

cesine gülümsedim.

“Thomas,” dedim kafamı sallayarak. “Sanırım bu kez evde babasına bahçe işlerinde yardım etm iyor?”

Dudaklarını büzüştürüp kafasını iki yana salladı. “Ken­

dine iyi bak, Holder,” dedi ve dönüp uzaklaştı.

Eşyalarımı dolabıma koyup kafeteryaya ilerledim. K afe­

terya insanlarla dolduktan birkaç dakika sonra içeri girdim . İlk önce her şey herhangi bir öğle arası gibiydi. A m a in­

sanlar Daniel’ın oturduğu masaya doğru ilerlediğim i fark edince seslerini iyice alçaltıp beni izlemeye başladılar.

Bugün tanık olduğum dram seviyesi gerçekten canım ı sıkmaya başlamıştı. Yanından geçtiğim, hatta yıllardır ar­

kadaş olduğum insanlar bile, sessizce her hareketimi takip etmezlerse yıkılıp kendimden geçeceğim anı kaçıracakla­

50

rını düşünüyorlardı. Onları hayal kırıklığına uğratmak­

tan nefret ediyordum ama kendimi dağıtmayacaktım. Hiç kimse kendini kaybetmeyecekti, o yüzden her zamanki rutinlerine geri dönseler iyi olurdu.

Masaya vardığımda, yemek salonundaki herkesin sesi mırıltıya dönüşmüştü. Bütün gözler üzerimdeydi. Her­

kese canınız cehenneme diyebilmek istiyordum. Ama bu onlara tam da bekledikleri sinir krizini yaşatmak olacağı için ağzımı açmadım.

Ama D aniel’a söyleyebilmeyi dilediğim şeyi söyleyeme­

yeceğim söylem edim . Masaya yaklaşırken gözlerinin içine baktım ve küçük, konuşma gerektirmeyen sohbetleri­

mizden birini gerçekleştirdik. Ona hiçbir şey söyleme­

den içinde biriktirdiği bıkkınlığı serbest bırakabileceğini söyledim.

Şeytani bir şekilde sırıtıp sertçe avuçlarını masaya in­

dirdi. “Lanet olsun!” diye bağırdı sandalyesinin tepesine çıkarken. Deliye dönm üş gibi bana işaret etti. “Bakın mil­

let! Bu Dean H older!” Masanın üstüne çıkarak bütün dik­

katleri üzerinde topladı.

“N eden herkes bana bakıyor?” diye bağırdı büyük, abartılı hareketlerle beni işaret ederek. “Dean Holder bu­

rada!” Birkaç kişi bakışlarını ondan bana çevirince, hayal kırıklığına uğramış gibi kollarını havaya kaldırdı. “Haydi ama çocuklar! İki haftadır bu anı bekliyorduk. Artık bu­

rada olduğuna göre, hepiniz çenenizi kapatmaya mı karar verdiniz? H ayırdır?” Bana bakıp kaşlarını çattı ve yenilgiye uğramış gibi omuzlarını düşürdü. “Özür dilerim, Holder.

Bugünün senin için daha ilginç olacağını sanıyordum.

Şüpheleri giderm ek için soru-cevap oturumu düzenleme­

51

yi umuyordum ama bu okuldaki herkesin om urgasız bir gerzek olduğu gerçeğini fark etm em işim .” M asadan in­

meye yeltendiği sırada kolunu havaya kaldırıp parmağını uzattı. “Bir dakika,” dedi kalabalığa dönerek. “ Bu aslında harika bir fikir!”

Etrafıma baktım ve kafeterya görevlilerinden birinin bu yaşanana son vermek için masaya gelmesini bekledim ama o sırada kafeteryadaki tek görevli de herkes gibi ne yapaca­

ğını görmek için bekleyerek onu izliyordu.

Daniel birkaç tepsiye basarak bizim m asam ızdan yan­

daki masaya atladı. Masaya çikolatalı süt döktü, neredeyse kayıp düşecekti ama çocuğun birinin kafasına tutunarak tekrar doğruldu. Hali öylesine eğlenceliydi ki, bu öfke pat­

lamasının ardındaki asıl neden sanki ben değilm işim gibi masamıza oturup onu izlemeye başladım.

Ayaklarının dibindeki masada oturan bir kıza bakıp kolunu uzatarak parmağıyla ona işaret etti. “Ya sen, N ata- lie? Dean Holder artık kanlı canlı burada oldu ğu n a göre, Les’in neden intihar ettiğine dair teorinin doğru olup o l­

madığını ona sormak istemez m isin?”

Yüzü kıpkırmızı olan Natalie ayağa kalktı. “ Sen aşağılık herifin tekisin, D aniel!” Kız tepsisini alıp m asadan uzak­

laştı. Daniel masanın üstünde kaldı am a uzattığı parm ağı kafeteryadan çıkana dek onu gösterdi.

“Bekle, Natalie! Ya Lesslie, G rayson bekaretini b o zd u ­ ğu hafta onu terk ettiği için intihar ettiyse? H aklı o ld u ğ u ­ nu bilmek istemez misin? N e kazandığını b ilm ek istem ez m isin?”

Natalie kafeteryadan çıkar çıkmaz, D aniel dikkatini bir­

kaç masa ötede Amy’nin yanında oturan T h o m a s’a çevirdi.

52

Amy de kafeteryanın geri kalanı gibi şaşkınlıkla Daniel’a bakarken eliyle ağzını kapatıyordu. Thomas’a işaret etti, sonra üç masanın üzerinden atlayarak ona ulaştı. “Tho- mas!” diye bağırdı Daniel heyecanla. “Ya sen? Soru-cevap oturum una katılmak istemez misin? İlk dersteyken duy­

duğum teorini mükemmeldi.”

T hom as ayağa kalkıp Natalie gibi tepsisini aldı. “Da­

niel, tam bir salak gibi davranıyorsun.” Bana işaret etti. “Şu an bunları duymaya ihtiyacı yok.”

H içbir dem esem de Thom as’ın canının yanmasını iste­

miyordum . N e tür bir dedikodu başlattığını bilmesem de böyle düşünüyordum . Muhtemelen hiç bilmeyecek olsa da, A m y’le yaptığım şeyin yeterli bir misilleme olduğuna em indim .

“Ö yle m i?” dedi Daniel sahte bir şaşkınlık yaşıyormuş gibi elini ağzına götürerek. Bana baktı. “Holder? Bunla­

rı duym aya ihtiyacın yok mu? Yoksa yas mı tutuyorsun?

Buna saygı gösterm eli miyiz?”

G ülüm sem em eye çalıştım ama Daniel bu berbat günü tam tersine çevirm ek konusunda oldukça iyi bir iş çıka­

rıyordu. Bulu nduğu masadan diğerine geçerek masamıza doğru ilerledi.

“Soru-cevap oturum una katılmak istemiyor musun, H older? Yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak isteyece­

ğini d ü şü n m ü ştü m .” Daniel cevap vermemi beklemeden tekrar bütün kafeteryaya döndü. Kendilerini göstereceğin­

den endişelenen birkaç öğrenci tepsilerini alıp kafeteryayı terk etm eye başladı. “ Nereye gidiyorsunuz? Başka zaman olsa bu konu hakkında konuşmaktan rahatsız olmuyordu­

nuz. N ed en doğru düzgün cevap alabileceğimiz anda

kaçı-53

yorsunuz? Belki Holder bize Les’in bunu neden yaptığım

söyleyebilir. da, en iyisi, nasıl yaptığını söyler. Hatta bel­