• Sonuç bulunamadı

YÜKSEK LİSANS TEZİ T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI MELİHA OSKAY GÖKALP NİSAN 2017

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "YÜKSEK LİSANS TEZİ T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI MELİHA OSKAY GÖKALP NİSAN 2017"

Copied!
185
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

NİSAN 2017

T.C.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

MELİHA OSKAY GÖKALP ÇEVİRİBİLİM UYGULAMALARI AÇISINDAN ANNA KARENİNA ROMANININ RUSÇADAN TÜRKÇEYE YAPILAN ÇEVİRİLERİNİN ANALİZİ

NİSAN 2017

MELİHA OSKA Y RUS DİLİ VE EDEBİY A TI ANABİLİM DALI

(2)
(3)

ÇEVİRİBİLİM UYGULAMALARI AÇISINDAN ANNA KARENİNA ROMANININ RUSÇADAN TÜRKÇEYE YAPILAN ÇEVİRİLERİNİN

ANALİZİ

Meliha OSKAY GÖKALP

YÜKSEK LİSANS TEZİ

RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

NİSAN 2017

(4)
(5)
(6)

ÇEVİRİBİLİM UYGULAMALARI AÇISINDAN ANNA KARENİNA ROMANININ RUSÇADAN TÜRKÇEYE YAPILAN ÇEVİRİLERİNİN ANALİZİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Meliha OSKAY GÖKALP

GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Nisan 2017

ÖZET

Farklı dillerin ortaya çıkışını simgeleyen “Babil Kulesi” öyküsü ve yazının bulunması çeviri tarhinin başlangıcını oluşturur. Antik Çağ’da Romalılar dönemi, çeviri faaliyetlerinin başladığı dönem olarak kabul edilir. Çeviri, tarihsel süreçte çeşitli kuramsal yaklaşımlarla uzun bir yol katettikten sonra bilim dalı olma özelliğine kavuşur. İlk başta çeviri, dilbilimin çatısı altında varlığını sürdürür. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise James S. Holmes’un “The Name and Nature of Translation Studies”

adlı makalesiyle birlikte genç bilim dalının adı duyulmaya başlar. Çalışmamıza temel oluşturması açısından dünya çapında uygulamaya yönelik kuramsal ve betimleyici yaklaşımlarla gelişmekte olan genç bilim dalı çeviribilimin tarihsel sürecine değinilecektir. Ayrıca, kültürel alışverişin en önemli unsurlarından biri olan yazın çevirisi kapsamında L. N. Tolstoy'un "Anna Karenina" adlı eseri 6 farklı çevirmenin yorumuyla değerlendirilecektir. Ayşe Hacıhasanoğlu, Leyla Şener, Ergin Altay, Hasan Ali Ediz, Rasin Tınaz, Zarina Yıldırım gibi çevirmenler tarafından Rusça aslından çevrilen Tolstoy'un "Anna Karenina" eseri, çeviribilim uygulamaları kapsamında orijinal eserle karşılaştırmalı incelemesi yapılacak ve yapılan çevirilerdeki ortak sorunlar üzerinde durulacaktır. Yazın çevirisinde iki önemli unsur;

biçim ve içerik eşdeğerliğinin çeviri sürecinde çevirmenlerin aldıkları kararlar ve uyguladığı stratejiler doğrultusunda ne yönde etkilendiği saptanmaya çalışılacaktır.

Bu çalışmadaki amaç, çeviriyi iyi-kötü şeklinde yargılamak değil, sunduğumuz alternatif çevirilerle nitelikli bir yazın çevirisinin oluşumuna katkı sağlamak ve birden fazla çevirisi yapılan eserlerin değerlendirilmesine üst bakış açısı kazandırmaktır.

Bilim Kodu : 31324

Anahtar Kelimeler : Çeviri, Çeviri Tarihi, Çeviribilim, Çeviribilim Kuramları, L.N. Tolstoy, Anna Karenina

Sayfa Adedi : 171

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ayla KAŞOĞLU

(7)

ANALYSIS OF TRANSLATIONS OF ANNA KARENINA NOVEL FROM RUSSIAN INTO TURKISH IN TERMS OF TRANSLATION STUDIES

(M. Sc. Thesis)

Meliha OSKAY GÖKALP

GAZI UNIVERSITY

INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES April 2017

ABSTRACT

The story “Tower of Babylon” – which symbolizes the emergence of different languages – and the invention of writing both mark the start of translation history.

The Roman period in the Ancient Age is regarded as the beginning of translation efforts. Translation became a discipline after having gained ground through certain theoretical approaches in the historical process. In the beginning, translation existed under linguistics. But in the second half of the 20th century, the young discipline began to make a name for itself thanks to the article “The Name and Nature of Translation Studies” by James S. Holmes. Drawing upon the historical process of translation studies – a discipline still young but developing through theoretical and descriptive approaches, this paper examines six different translations of L. N.

Tolstoy’s novel, Anna Karenina, in Turkish by the translators Ayşe Hacıhasanoğlu, Leyla Şener, Ergin Altay, Hasan Ali Ediz, Rasin Tınaz and Zarina Yıldırım. The following study provides a comparative analysis of the translations with the original Russian copy and elaborates on common problems in the translations, within the framework of literary translation and translation studies. The paper explores how equivalence in form and content – which are two major elements of literary translation – affected the translators’ decisions and strategies during the process of translation. The aim of this study is not to judge the translations as good or bad but to contribute to the making of a qualified literary translation via alternative translations, and to provide and overall point of view in evaluation of literary works that have more than one translated version.

Science Code : 31324

Key Words : Translation, History of Translation, Translation Studies, Translation Theories, L.N. Tolstoy, Anna Karenina

Page Number : 171

Supervisor : Prof. Dr. Ayla KAŞOĞLU

(8)

TEŞEKKÜR

Bilgi ve tecrübelerini benimle paylaşarak ufkumu genişleten, bana yol gösteren, özgün fikirleriyle çalışmama yön veren, bu süreçte anlayışını ve sabrını benden esirgemeyen danışmanım Prof. Dr. Ayla KAŞOĞLU’na; yapıcı eleştirileriyle beni motive eden ve yardımını benden esirgemeyen sevgili annem Prof. Dr.Nurten GÖKALP'e; aynı zamanda lisansüstü eğitimim boyunca gelişimime katkı sağlayan çok değerli bölüm hocalarımın her birine teşekkürü bir borç bilirim.

Bu zorlu süreçte destek ve yardımlarını sunarak beni yalnız bırakmayan eşim Selçuk Buğra GÖKALP'e, Arş. Gör. Pelin ESEN'e, Arş. Gör. Tuğba GÜNÖR'e ve tüm iş arkadaşlarıma; manevi destekleriyle yanımda olan sevgili arkadaşlarıma teşekkür ederim. Bugünlere gelmemde en büyük paya sahip olan, verdiğim kararlarda beni destekleyen ve bana güvenen sevgili aileme emeklerinden dolayı teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunarım.

(9)

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ... vi

ABSTRACT ... v

TEŞEKKÜR ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

KISALTMALAR ... x

GİRİŞ ... 1

1. BÖLÜM ÇEVİRİ-ÇEVİRİBİLİM 1.1. Antik Çağ'da Çeviri Etkinliği ... 3

1.2. Doğu’da Çeviri Etkinliği ... 8

1.3. Orta Çağda Çeviri ... 9

1.4. Aydınlanma Çağı’nda Çeviri ... 12

1.5. Romantik Dönemde Çeviri ... 13

1.6 Çeviriden Çeviribilime Geçiş Süreci ... 13

1.6.1 Dilbilimsel yaklaşımlar ... 15

1.6.2. Metnin türü ve işlevine göre çeviri değerlendirmeleri ... 19

1.6.3. Erek Odaklı İşlevsel Çeviri Kuramları ... 21

1.6.3.1. Even Zohar ve çoğul dizge kuramı ... 22

1.6.3.2. Gideon Toury ve betimleyici yaklaşımlar ... 24

1.6.4. İşlevsel çeviri kuramları ... 26

1.6.4.1. Holz-Maenttaeri ve bir eylem olarak çeviri ... 26

1.6.4.2. Katherina / Reiss / H.J. Vermeer ve Skopos kuramı ... 26

1.7. Geçmişten Günümüze Osmanlı'da ve Türkiye'de Çeviri Etkinliği... 27

1.7.1 Osmanlı'da çeviri etkinliği ... 27

(10)

Sayfa 1.7.3. Cumhuriyet dönemi öncesinden günümüze kadar Rusçadan

Türkçeye yapılan çeviriler ... 35

1.7.3.1. 1884-1923 yılları arasında Rusçadan yapılan çeviriler ... 36

1.7.3.2. Cumhuriyet'in ilanından günümüze kadar Rusçadan yapılan çeviriler ... 40

1.8. Rusya’da Çeviri... 48

1.8.1. Slavlardan Rusya'ya uzanan çeviri faaliyetleri ... 48

1.8.2. 18. yüzyılda çeviri ... 58

1.8.2.1. Petro döneminde çeviri... 58

1.8.3. 19. yüzyılda Rusya’da çeviri ... 64

1.8.4. 20. yüzyılda çeviri ve çeviri teorisinin bilimsel olarak oluşumu .. 71

2.BÖLÜM L. N. TOLSTOY’UN EDEBİ HAYATI VE ANNA KARENİNA 2.1 L. N. Tolstoy’un Hayatı ... 83

2.2 L.N Tolstoy’un Eserleri ... 85

2.3. ANNA KARENİNA ... 90

3.BÖLÜM ANNA KARENİNA ROMANININ RUSÇADAN YAPILAN ÇEVİRİLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ 3.1. Çevirmenler Hakkında ... 105

3.2. Çeviri Eleştirisi ... 107

3.3. Anna Karenina’nın Karşılaştırmalı Çeviribilimsel Analizi ... 114

3.3.1. Özgün metne bağlı kalınarak çevrilen cümleler (sadık çeviri) .. 115

3.3.3. Sözcük ya da cümle ekleyerek yapılan çeviriler (ekleme) ... 122

3.3.4. Özgün metinden sözcük çıkarıp onun yerine başka sözcük kullanılarak çevrilen cümleler (yerlileştirme/ yabancılaştırma) 125 3.3.5. Açıklama / açımlama yoluyla çevirme... 130

3.3.6. Cümleleri bölerek çevirme ... 133

(11)

Sayfa

3.3.7. Özne değiştirerek çevrilen cümleler ... 136

3.3.8. Hatalı çevrilen cümleler ... 139

3.3.9. Zaman yapısında farklı çevrilen cümleler ... 141

3.3.10. Söz dizimi boyutunda cümle türlerine göre değişen çeviri örnekleri ... 143

3.3.10.1. Bildiri cümlelerinde ... 143

3.3.10.2. Ünlem cümlelerinde ... 145

3.3.10.3. Amaç, neden ve istek bildiren cümlelerde ... 148

3.3.10.5. Edilgen yapılı cümlelerde ... 154

3.3.10.6. Karşılaştırma cümlelerinde ... 156

3.3.10.7. Bağlacın yanlış kullanıldığı ya da hiç kullanılmadığı cümlelerde ... 157

3.3.10.8. Koşul (Если) ve gerçekleşmemiş olayı bildiren (Было бы) cümlelerde ... 161

SONUÇ ... 164

KAYNAKÇA ... 167

ÖZGEÇMİŞ ... 170

(12)

KISALTMALAR

Bu çalışma kullanılmış bazı kısaltmalar açıklamalarıyla birlikte aşağıda sunulmuştur.

Kısaltmalar Açıklama a. g. e. Adı geçen eser a. g. m. Adı geçen makale

k. m. Kaynak metin H. A. E. Hasan Ali Ediz R. T. Rasin Tınaz E. A. Ergin Altay Z. Y. Zarina Yıldırım A. H. Ayşe Hacıhasanoğlu L. Ş. Leyla Şener

(13)

GİRİŞ

Yazının ortaya çıkışı ve antik çağa kadar uzanan köklü geçmişiyle çeviri, insanlar, medeniyetler ve kültürler arasında köprü kurma görevi üstlenerek ortak dil olmuştur. Mezopotamya’da ilk yazılı örnekleri temsil eden iki ve üç dilli kil levhalar, Mısır’da Napolyon’un Mısır seferi sırasında bulunan Rosetta Taşı üzerindeki Eski Yunanca ve Mısır’ın Hiyeroglif yazısı çevirinin başlangıcını oluşturur. Antik Yunan’da devam eden ve ilk kez Romalılar döneminde sistematik olarak uygulanan çeviri, tarihsel süreç boyunca çeşitli tartışmalar ve görüşler çerçevesinde ilerler. Çeviri, 20.

yüzyılın ilk yarısında dilbilimin dilleri karşılaştırma çalışmalarıyla bu bilim dalı altında varlığını sürdürürken ikinci yarısında genç bir bilim dalı olarak ortaya çıkar.

Kuramsal çeşitliliği ve disiplinlerarası özelliğiyle geniş bir alana yayılan çeviribilim çalışmalarını yakından tanımak, Türkiye’de ve Rusya’da izlediği süreci görmek çalışmamızın ilk bölümünde ele alacağımız konulardır. Bu konuların yanı sıra Türkiye’de Batı’dan, özellikle Rusçadan yapılan yazın çevrilerine değinilmiştir.

Çeviriden çeviribilime geçiş sürecini detaylı incelemek adına yürüttüğümüz çalışmada karşımıza çıkan en önemli sorun kaynak yetersizliği olmuştur. Türkiye’de bu konuda daha çok Batı’daki gelişmeleri ele alan çeviri kitapların bulunması çalışmamızı zorlaştırmıştır. Aynı şekilde Rusya’da da tarihsel süreci ele alan, çeviribilime dair kaynakların neredeyse yok denecek kadar az olması karşımıza çıkan en büyük engel olmuştur. Bu sorun aslında genel çerçevede çeviribilimin henüz çok genç bir bilim dalı olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de daha çok İngiliz, Alman ve Fransız dillerinde bu alanda yürütülen çalışmalara Rus dilini de katmak çalışmamızın temel çıkış noktası olmuştur. Bu amaçla Rus edebiyatından en çok çevirisi yapılan eserlerden biri olan L. N. Tolstoy’un Anna Karenina romanının Rusça aslından yapılan çevirileri yazın çevirisi bağlamında ele alınacaktır. Çevirilerin değerlendirilmesine geçmeden önce yazarın hayatı, eserleri ve Anna Karenina romanıyla ilgili genel bilgilere ikinci bölümde yer verilecektir.

Üçüncü bölümde ilk olarak çevirmenler hakkında kısa bilgilere, daha sonra karşılaştırmalı incelemeler kapsamında yazın çevirilerinin eleştirisine dair K. Reiss, Anton Popoviç, Wolfram Wills ve Werner Koller’in görüşlerine değinilecektir. 6 farklı çevirmenin yorumuyla yeniden var olan çeviri eserlerin karşılaştırma ve inceleme çalışmasında bireysel çevirilerin betimlenmesinden yola çıkılarak ürün odaklı, çeviri eserin erek dildeki varoluş biçimini incelemek için işlev odaklı, ayrıca çevirmenlerin

(14)

çeviri sürecinde aldıkları kararlar doğrultusunda çeviri işlemini ne yönde gerçekleştirdiklerini incelemek için süreç odaklı betimleyici yaklaşımlardan yararlanılacaktır. Karşılaştırma ve betimleme işlemleri sonucunda L. N. Tolstoy'un

"Anna Karenina" romanının kaynak dilden erek dile nasıl aktarıldığı, erek dilde yeniden var olan romanın özgün esere olan bağdaşıklığı, kaynak metnin erek metinle kurduğu ilişki bağlamında değerlendirilerek belirlenmeye çalışılacaktır.

Nesnel bir çeviri eleştirisinin yapılabilmesi için kontrol edilebilirliğin sağlanması açısından çevirmenlerin en çok başvurduğu stratejiler, söz dizimi boyutunda cümlelerde yaptıkları değişiklikler ve cümle türlerinde ortaya koyduğu davranışların nitelikli yazın çevirisi eşdeğerliğine etkisi karşılaştırmalı incelemeden alınan örneklerle ele alınacaktır. Sonuç bölümünde ise elde ettiğimiz veriler değerlendirilecektir.

(15)

1. ÇEVİRİ-ÇEVİRİBİLİM

1.1. Antik Çağ'da Çeviri Etkinliği

İnsanlık tarihi kadar eski olan çeviri, farklı dillerin buluşma noktasıdır.

Çevirmen ve dilbilimci Akşit Göktürk’ün de ifade ettiği gibi çeviri, tek tek dillerin ötesinde bir ortak dil, dillerin dilidir.1 Çeşitli dillerin ortaya çıkışı ve buna bağlı olarak çeviriye gereksinim duyulmasıTevrat’taki Babil Kulesi Öyküsü ile anlatılır. Bu öyküye göre, başlangıçta tüm dünyadaki insanlar aynı dili konuşurlar. Doğuya göç eden insanlar Şinar bölgesinde buldukları bir ovaya yerleşirler. Yeryüzüne dağılmamak ve bir arada yaşayabilmek amacıyla bir şehir kurmak, başı göklere erişecek bir kule inşa etmek isterler. Bunu kendisine bir başkaldırı olarak gören Tanrı, bu insanları cezalandırarak dillerini karıştırır ve böylece insanların birbirini anlamaları olanaksızlaşır. Bu olayın gerçekleştiği şehrin adı ise karışıklık, kargaşa anlamına gelen Babil olur. Tanrı aynı zamanda buradan insanları yeryüzüne dağıtır.

Yeryüzüne insanların dağılmasıyla farklı diller, farklı kültürler ve dolayısıyla çeviri gereksinimi ortaya çıkar. Flaman ressamlarından Pieter Bruegel’in resmettiği “Babil Kulesi” çevirinin simgesi haline gelir. Herder, Schiller, Goethe, Benjamin, Derrida, Steiner, Klöpfer gibi birçok yazar ve düşünür “Babil Kulesi” öyküsünün çeviri açısından önemi üzerinde durur. Rolf Klöpfer bu bağlamda çevirinin Babil’deki dil karmaşasına karşı bir tepkinin ötesinde, insanlığın varoluşundan itibaren ele alınması gerektiğinin altını çizer.2 Herder, Babil’deki dil karmaşasını “gerçek bir şans” olarak nitelendirir. İnsana verilen cezayı Schiller, insanın özgürleşmesinin bir adımı olarak görmektedir.3 Bu bağlamda insanın Babil Kulesi yapımıyla sınırları aşmaya çalışan gücünü çeviriyle bir kez daha ortaya koymaya çalıştığı görülür. Babil öyküsüne göre Tanrı’nın insanları yeryüzüne dağıtmasıyla ortaya çıkan farklı topluluklar, farklı kültürler ve diller, insanları bu farklılıkları anlamaya, bilinmeyene ulaşmaya ve onu anlaşılır hale getirmeye yönlendirir. Topluluklar ve kültürler arasındaki farklılıkların paylaşım ve alışverişi dillerin çevirisiyle sağlanır. İnsanlar,

1 Göktürk, A. (1994). Çeviri: Dillerin Dili (İkinci Baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 15.

2 Yücel, F. (2007). Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi. (Birinci Baskı). Ankara: Dost Kitabevi Yay. 13.

3 Yücel, F.(2007). A.g.e. 13.

(16)

medeniyetler ve kültürler arasında köprü oluşturan çevirinin tarihi ise yazının ortaya çıkışı ve antik çağa kadar uzanmaktadır. Mezopotamya’da rastlanan çivi yazısıyla yazılmış iki ve üç dilli kil levhalar ilk yazılı örnekleri teşkil eder. M.Ö. 4500 yıllarında çok dilliliğin egemen olduğu Mezopotamya’da çeviri etkinliği yaşamın bir parçası olur. Eski Mısır’da ise M.Ö. 1200 yıllarından kalma iki dilli(Hititçe ve Eski Mısır Dili) bir sözleşme metni döneme ışık tutar. 18. yüzyılda Napolyon’un Mısır Seferi sırasında bulunan Rosetta Taşı üzerindeki üç farklı dile ait yazılar bilim adamları tarafından incelenir. Bu yazılardan biri Eski Yunanca, diğeri ise Eski Mısır’ın Hiyeroglif yazısıdır. Uzun zaman sonra Rosetta Taşı üzerindeki yazıların çözümlenmesiyle çeviri yoluyla Mısır kültürünün kapıları aralanır. M.Ö.3000’li yıllar Mısır’da yoğun bir çeviri etkinliğinin sürdüğü ve “Dragomane” adı verilen sözlü çevirmenlerin de burada kendini göstermeye başladığı yıllar olarak belirtilir. Mısır ve Mezopotamya’da çeviriler daha çok kaynak yapıttaki sözcüklerin en küçük birimlerine ayrılmasıyla yapılır. Sözcük birimlerinin odak alınarak yapıldığı morfolojik çeviriler anlaşılırlık açısından zorluk yarattığı için bu çevirileri okuyanların ikinci dili bilmeleri ya da çevirileri orijinalleriyle karşılaştırarak okumaları gerekir.

Mezopotamya ve Mısır’dan sonra Antik Yunan’da sayı, aritmetik, geometri ve astronomi gibi temel bilgilerin dönemin bilgi merkezi ve kaynağı olan Mısır ve Babil’den çeviri yoluyla alındığı düşünülmektedir. Yunan uygarlığının diğer ülkelerle olan ticari ilişkilerinden dolayı da çeviriye gereksinimi vardır. Kültürel açıdan üstünlük kurma çabasında olan Yunan uygarlığı farklı kaynaklardan elde ettikleri bilgiyi özgün bilgi olarak sunmayı tercih eder. Üstün bir ırk olduklarına inandıkları için Yunanlılar başka dilleri öğrenmek yerine başkalarının Yunancayı öğrenmesine yönelik tutum sergilerler. Bu sebeple yazılı çeviriye ilişkin ilk metinlerin neredeyse tümünün İbraniceden Yunancaya yapılan Eski Ahitler olduğu bilinir.

Çeviri tarihi araştırmalarında, Romalılar dönemi çevirinin ilk kez sistematik bir şekilde uygulanmaya başlandığı dönem olarak kabul edilir. Romalılar döneminde çeviri etkinliği ve çevirmenin varlığından daha belirgin bir şekilde söz etmek mümkündür. Roma İmparatorluğu iki dillidir. Devlet adamları Latinceden başka Yunanca da konuşurlar, ancak resmi toplantılarda bu dili anlamalarına karşın yine

(17)

de bir çevirmen bulunur.4 Latincenin Yunancaya kıyasla daha az gelişmiş olması, Romalıların yazın geleneğinin oluşmaması gibi etmenler kendi dil ve kültürlerini geliştirmesi ve yazın alanında eserler ortaya koyabilmesi amacıyla Romalıların çeviriden daha çok yararlanmalarına sebep olur. Romalıların Antik Yunan yazınından yaptığı çevirilerde kendi dillerine zenginlik katma çabasına girmeleri ve çevirmenlerin çeviri sürecinde yeni sözcük türetmeleri ya da bazı sözcükleri ödünç almaları çeviribilim sürecinin başlangıcını oluşturur.5 Romalılar, başka kültür ve dizgeye ait bir düşünceyi ya da eseri uyarlamacı ve serbest bir çeviri anlayışıyla kendilerine mal ederler. Eserlerin çevirisini yaparken genişletmeler, kısaltmalar, ya da okura daha anlaşılır kılmak için kaynak metinlerin anlamını yenileyerek aktarımlar söz konmusu olur. Örneğin mitolojik anlatılarda Yunan tanrılarının ismi Latinceleştirilerek kendi kültürlerine kazandırılır. Romalıların uyarlamacı çeviri tutumunun altında Yunanlılara karşı kültürel ve siyasi üstünlüğünü kanıtlama çabası olduğu ileri sürülür. Nietsche’nin ifadesiyle o dönemde çevrilen her yapıtla Yunan kültürünü elde etmiş olma inancı 6 hâkim olur.

Tarihte ilk edebi çevirmen olarak adı geçen Livius Andronicus, Tarent Savaşı’nda Romalılara esir düşmüş bir Yunanlıdır.7 Şair, rejisör ve oyuncu olan Livius Andronicus’un çeviri ve çeviribilim açısından en önemli çalışması Yunancadan Latinceye yapmış olduğu “Odysseia” çevirisidir. Andronicus, Odysseia’yı Latinlere özgü ikili ölçüye dayalı “satirnius” adlı koşuk biçiminde çevirir.

Odysseia’nın Latinceye yalnızca içeriğini aktarmakla kalmayıp sanatsal özelliklerini de vermeyi başarması, ona Avrupa’nın ilk edebi çevirmeni unvanını sağlamıştır8. Çevirmen Andronicos’un çevirisinin başarısı ve toplumda kabul görmesi Romalılarda Yunanca ve Latince bilen okur kitlesinin varoluşuna bağlıdır. Çevirinin başarısının bir diğer nedeni de kaynak metnin Latin dünyasının yazın geleneğine uygun olarak çevrilmesidir.

4 Eruz, F. S. (2003). Çeviriden Çeviribilime. İstanbul: Multilingual Yabancı Dil Yayınları, 24.

5 Yazıcı, M. (2005). Çeviribilimin Temel Kavram Ve Kuramları. İstanbul: Multilingual Yabancı Dil Yayınları,

6 Yücel, F.(2007). A.g.e. 26.

7 Aytaç, G. (2013). Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi. (Üçüncü Baskı). İstanbul: Say Yay., 44.

8 Aytaç, G. (2013). A.g.e. 44.

(18)

Romalılar döneminin önemli gelişmeleri arasında ilk çeviri kuramcıları olan Cicero ve Horatius’un ortaya koyduğu görüşler yer alır. Cicero ve Horatius’un döneminde Yunanca okunur, Yunan felsefe ve konuşma/hitabet sanatı Romalılar tarafından çevrilerek öğrenilmeye başlanır. Cicero, Hatip Üzerine (De Oratore) adlı eseriyle uygulamada çıkan çeviri sorunlarını gündeme getirir. “Çevirmen gibi”(ut interpres) ve “hatip gibi”(ut orator) çeviri kavramlarını ortaya koyarak kaynak metne

“yorumlayıcı olarak değil hatip olarak” yaklaştığını söyler. Bu görüşünü ise şu sözleriyle dile getirir: “Ben kaynak metindeki düşünce ve biçimlere sadık kalmakla birlikte (buna eğretilemeli düşünce şekli de denebilir), dilsel olarak kendimize uygun düşenini seçerek düşüncelerimi, “çevirmen gibi” değil,” hatip gibi” çevirdim.”9 Cicero bu sözlerine "çevirmen bir yorumlayıcı gibi özgün metnin sözcük anlamına göre değil, bir konuşmacı gibi dinleyicisine göre hareket etmelidir."10 ifadesini ekleyerek kaynak metnin anlamına öncelik verdiğini ve söz sanatları, üslup gibi dilsel kullanımlarda amaç dile yönelmeyi gerekli gördüğünün altını çizer. Cicero, “ut interpres” diye adlandırdığı “sözcüğü sözcüğüne” çeviri anlayışını kavramların ve düşüncelerin aslına uygun bir şekilde aktarılabilmesi için felsefi içerikli metinlerde,

“ut orator” diye adlandırdığı “serbest çeviri” (özgür anlam çevirisi) anlayışını biçimden çok içeriğin yansıtılması için yazınsal metinlerde kullanır. Cicero’nun görüşleri çeviri tarihinde ilk kez metnin türüne göre çeviri yaklaşımı sunması bakımından önem taşır.

İlk çeviri kuramcılarından bir diğeri Horatius, Cicero’nun ortaya koyduğu

“hatip gibi”(ut orator), “çevirmen gibi” (ut interpres), “sözcüğü sözcüğüne” (verbum de verbo) çeviri kavramlarını kullanmış, bu kavramlara “sadık çevirmen” (fidus interpres) tanımını da eklemiştir. Buradaki “sadık çevirmen” kavramı ise onun "Sen sadık bir çevirmen olarak sözcüğü sözcüğüne çevirmemelisin." (nec verbo verbum curabis reddere fidus interpres)11 şeklindeki sözlerinin yanlış değerlendirilmesine sebep olmuştur. Horatius, Romalı şairlere taklitten sakınmalarını, yaratıcılıklarını kullanarak geleneksel malzemeyi zenginleştirmelerini önerir. Her iki kuramcının

9 Yazıcı, M. (2005). A.g.e. 34.

10 Stolze, R. (2013). A.g.e. 23.

11 Kızıltan, R. (2001). Tarihte Çeviri. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 41(1), 37-68.

(19)

yaklaşımları doğrultusunda Romalılar döneminde çevirmenin dil kullanımındaki zenginlik ve yaratıcılığıyla aynı zamanda bir yazar olması gerektiğinin altı çizilir.

Antik çağın çeviri açısından bir diğer önemli ismi Türkiye’de Aziz Jeromo diye bilinen Hieronymus’tur. Kutsal Kitabı, İbranice Eski Ahit(Tevrat) ve Yunanca Yeni Ahit’i (İncil) karşılaştırarak Latinceye çevirisini yapar. Geç Antik dönemde yaşamış olan Hieronymus, Cicero ve Horatius gibi sözcüğü sözcüğüne çeviri yapılmasına karşı çıkarak anlam üzerinde durur. Cicero’nun felsefi ve yazınsal metinlere göre sunduğu çeviri yaklaşımının bir benzerini Hieronymus da yapar.

Hieronymus, dünyevi ve kutsal metinler şeklinde ayrım yaparak çevirmenin metin türüne göre yol izlemesi gerektiğini belirtir. Ona göre, kutsal metinler dünyevi metinlerle kıyaslanmamalı, bu metinler tanrının sözü olduğu için içeriği de söz dizimi de değiştirilmemelidir. Geç Antik dönemde kutsal metinler değiştirilemez kabul edildiği için çevirilerde sözcüğü sözcüğüne bir yaklaşımın uygulandığı "satırlar arası çeviri" geleneği ortaya çıkar. Hieronymus, Latince’ye yaptığı İncil çevirisinde titiz davranarak yüzün üzerinde çeviriyi irdelemiştir. “Vulgata” ismi verilen onun Kutsal Kitap çevirisi Katolik Kilisesi Konsülü tarafından İncil’in resmi versiyonu olarak kabul edilir ve yirminci yüzyıla kadar resmi İncil olarak kalır. Hieronymus, Cicero’dan etkilenerek dünyevi metinler için “anlama göre çeviri” (sensum de senso) kavramını kullanır. Kaynak metnin anlamının sözcük düzeyinde değil, tümce düzeyinde aktarılması gerektiğinin altını çizerek erek kültür odaklı yaklaşım sunar. Okul arkadaşı Pammachius’a yazdığı mektubunda ise “anlama göre” çeviriden yana olduğunu şu sözleriyle dile getirir: “Ben, sözcüklerin düzeninde gizemin olduğu Kutsal Yazılar hariç, Yunancadan çeviride bir sözcüğü başka bir sözcükle değil de, bir anlamı başka bir anlamla vererek çevirdiğimi sadece kabul etmiyorum, ayrıca çekinmeden tutumuma sahip çıkıyorum.”12 Hieronymus bu sözleriyle Kutsal Kitap çevirilerinde “sözcüğü sözcüğüne” çeviri anlayışını benimsediğini kabul etse de, Kutsal Kitap çevirilerinde dahi okunduğunda anlaşılması için anlamın göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgular.

12 Yazıcı, M. (2005). A.g e. (çev. Erem 1992: akt. Yazıcı. 18-74). 36.

Bkz. Stolze, R. (2013). Çeviri Kuramları Giriş (çev. Emra Durukan). İstanbul: Değişim Yayınları.(6.Baskıdan Çeviri), 24.

(20)

Romalılar döneminde çeviribilime kazandırılan ilk kuramlarla çeviri tarihinde parlak bir süreç yaşanmış, Hristiyanlığın kabulünden sonra ise Batı’da çeviri etkinliği bir süre duraklama sürecine girmiştir. 9. ve 12. yüzyıllar arasında Doğu’da yoğun bir şekilde sürdürülen çeviri etkinliğiyle Doğu bilim ve felsefesinin kapıları Batı’ya açılır ve çeviri Batı’da bilim niteliğini kazanır.

1.2. Doğu’da Çeviri Etkinliği

Antik Çağ’da çeviri etkinliği Yunan edebiyatının Romalılar dönemindeki etkisini kaçınılmaz kılar. Yunan ve Roma uygarlıkları çeviribilimin tarihsel sürecinde çeviri etkinliği ve bu etkinliğin sorgulamasına başlangıç oluşturması bakımından önem taşır. Siyasal üstünlüğünü koruyan Yunanlılarda Makedonya İmparatorluğu’nun çöküşüyle kültür ve siyaset merkezi Atina’dan İskenderiye’ye taşınır ve Atina’dan kalan bilim ve felsefeyle ilgili tüm kitaplar buraya yerleştirilir.

Roma İmparatorluğu döneminde ise Büyük İskenderiye Kütüphanesi’nin yanmasıyla az sayıda kitap kalır. 8.yüzyılda Arapların İskenderiye’yi fethinden sonra bu az sayıdaki kitaplar İskenderiye ve İran’da çeviri etkinliğini canlandırır. Bu dönemde ayrıca İskenderiye’de farklı bilim dallarında öğrenim görmek de mümkün olur.

İskenderiye’den sonra. Bağdat’ta Abbasi Halifesi tarafından “Beyt-ül-Hikme” adıyla ilk çeviri bürosu kurulur ve çeviri etkinliği burada sürdürülür. Yüksek öğrenim verilen ve Bilim Evi anlamına gelen bu mekânda düşün, fen bilimleri ve yazın alanında sayısız kitap Yunanca, Hintçe, Farsça ve İbraniceden Arapçaya aktarılır.13 Yaklaşık 200 yıl kadar varlığını koruyan Bağdat Okulu’nun (Beyt-ül Hikme) sona ermesiyle çeviri etkinliği Mısır, Mağrip ve Toledo okulunda devam ettirilir. 8.yüzyılda Emevilerin ele geçirdiği İber Yarımadası'ndaki Toledo kenti,12. yüzyılda İspanya tarafından fethedilince büyük bilim hazinesi de Batı’nın eline geçmiş olur. “Akıllı” diye anılan İspanya Kralı X. Alfonso, Yahudi, Müslüman ve Hristiyan âleminden yüksek eğitim görmüş kişilerin bir arada çalışabilmesi için ilk devlet kütüphanelerinden birini kurar.

Araplardan kalan eserler, "Toledo Çeviri Okulu" adını taşıyan bu kütüphanede Musevi, Müslüman ve Hristiyan bilim adamları tarafından Latince ve Avrupa dillerine çevrilir. Bu dönemde daha çok matematik, fizik, tıp gibi alanlarda çeviri yapılır. Beyt- ül Hikme ve Toledo Okulu’nda yürütülen çeviri faaliyetleri sayesinde Doğu bilim ve

13 Eruz, F.S. (2003). A. g. e. 25.

(21)

felsefesi Batı’ya taşınır. Çeviriye dair ilk kuramsal yaklaşımlar Cicero, Horatius ve Hieronymus gibi çevirmenler tarafından Romalılar döneminde dile getirilse de Doğu’da yürütülen çeviri etkinliği Batı’da yazın ve bilim alanındaki gelişmelere hız kazandırmıştır. Çeviriyle Doğu’nun kapılarının Batı’ya açılmasından sonra çeviri etkinliği Batı’daki canlılığını tekrar kazanır.

1.3. Orta Çağda Çeviri

Antik Roma’dan sonra Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesiyle Batı'da canlılık kazanan çeviri ve çevirinin işlevi farklı alana yönelir. Çeviri etkinlikleri ve çeviri sorunları Orta Çağ’da din adamları tarafından da ele alınır. Çeviri dini kurum altında varlığını sürdürür. Çeviri etkinlikleri ve çeviri sorunları Orta Çağ’da din adamları tarafından ele alınır. Toplumsal yaşamda belirleyici güç olan dini kurumlarda kutsal metinlerin çevirisine ağırlık verilir. Çevirmen kendi özgür iradesiyle değil, dini kurumun kararlarıyla çevirisini biçimlendirir. Kutsal metinler tanrının sözü olarak kabul edildiği için içerik ve dilsel yapılara bağlı kalınarak her sözcüğün karşılığının verilmesi zorunludur. Tanrının dile getirdiği gerçeğin/anlamın mümkün olduğunca metne sadık kalınarak aktarılması çevirmenin en önemli görevidir. Görevini yerine getirmeyen çevirmen ise tanrının sözünü yanlış aktardığı gerekçesiyle kilise tarafından cezalandırılır. Susan Bassnet bu dönemde çevirmenin girdiği riske ve yaptığı işin önemine vurgu yaparak tek bir cümle veya ifadeden dolayı çevirmenin idam dahi edildiğini söyler.14 Dolayısıyla dini kurumun çevirmen ve çeviri üzerindeki gücü baskındır. Çeviriler kutsal metinlerin daha iyi anlaşılması, yorumlanması ve insanlara aktarılabilmesi için din görevlileri ya da din eğitimi alan öğrenciler tarafından yapılır. Ortaçağda Kutsal Kitap çevirisinde çevirmenler arasında iki zıt görüş hakimdir. Bunlardan ilki, asıl metindeki sözcük sayısından fazla hedef dilde sözcük kullanmanın sadakatsızlık olacağını düşünen Katolik görüş, diğeri ise konunun yabancısı olan bir kişinin kullanabileceği bir metin oluşturmayı amaçlayan Protestan görüştür.15 Protestan görüşün uygulayıcısı hiç şüphesiz ki Martin Luther olmuştur. Martin Luther’in İncil çevirisi kutsal metin çevirilerinde yeni

14 Yalçın, P. (2015). Çeviri Stratejileri Kuram ve Uygulama. (1.Baskı). Ankara: Grafiker Yayınları, 21.

15 Köksal, D. (1995). Çeviri Kuamları. (Birinci Baskı). Ankara: Neyir Yayınları, 22-23.

(22)

bir çığır açar. Luther, Kutsal Kitap çevirisinde anlama öncelik verdiğini ve bu amaçla

“halkın dili ve kendi imgelem gücünü kullandığını” belirtir.16 Kilisenin toplumsal yaşamdaki etkin gücünü kırmak, İncil’i halka yayabilmek ve doğru anlaşılmasını sağlayabilmek için Luther çevirisinde anlaşılırlığı kendisine ölçüt alır. Matbaanın yaygınlaşmasıyla Luther’in çevirisi geniş kitlelere ulaşır. Bu sayede topluma farkındalık kazandırılarak düşüncenin özgürce ifade edilmesinin yolları açılır. Ayrıca bilgi kilisenin tekelinden çıkarak paylaşılır. Luther’in çevirisi, salt kutsal metin çevirisi olmakla kalmamış, dinde değişime yol açan Reformasyon hareketini başlatarak döneme damgasını vurmuştur. Rönesans ve Hümanizm’in de etkisiyle Orta Çağ’ın karanlık dönemi sona ermiş, Aydınlanma Çağı başlamıştır. Luther’in çevirisinin çeviri tarihindeki önemi ise halka indirgediği Almanca’yla ortak bir dil yaratarak yazın dilini geliştirmesidir. Sevim Acar, Luther ’in Kutsal Kitap çevirisinin yazın dilindeki etkisinden şöyle bahseder: “Açık ve yeni Almancasıyla önce Almanya’ya sonra da bütün Avrupa’ya ulaştı. Aslında Luther İncil çevirisi sayesinde edebi nesirde yeni bir çığır açmıştı, bu nesir, kelime seçimi, cümle yapısı, üslup, dil akışı, ritim ve ses uyumu açısından emsalsizdi. Bütün yapmak istediği "berrak ve saf" bir Almanca kullanmaktı.(…) Luther dili kullanmadaki yeteneği sayesinde, yüksek sanatın halkın günlük hayattaki konuşmasının doğallığıyla bütünleştiği bir edebiyat dili meydana getirmişti.”17

Yeni Ahit'i İngilizceye çeviren İngiliz din reformcusu Tyndale William, Luther'in Kutsal Kitap çevirisi yaklaşımından istifade eder. 16. ve 17. yüzyılda Fransız hümanist yazar Etienne Dolet, İngiliz şair ve yazar John Dryden, İngiliz şair George Chapman, Fransız şair Francois de Malherbe ve İngiliz şair Abraham Cowley çeviriyle ilgili görüşler sunarak çeviri kuramının oluşmasına katkı sağlarlar.

Dolet, "Bir Dilden Diğer Bir Dile İyi Çeviri Yapma Yolları" (La Manière de Bien Traduire une Langue en Autre) adlı çalışmasında çeviri kuramını ele alır ve çevirmenin yapması gerekenleri şöyle sıralar:

16 Yazıcı, M. (2005). A.g.e. 37.

17 Acar, S. (2004). Martin Luther'in İncil Çevirisinin Ortak Alman Dilinin Oluşmasındaki Rolü.

Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 1(1). ,1-5.

Bkz.Stolze, R. (2013). Çeviri Kuramları Giriş (çev. Emra Durukan) , Almancalaştırma Eğilimli Çeviri. İstanbul: Değişim Yayınları.(6.Baskıdan Çeviri), 25-26.

(23)

"1. Çevirmen, özgün eserin içeriğini ve yazarın kastettiği anlamı çok iyi kavramalı,

2. Hem kaynak dili hem de hedef dili çok iyi bilmeli,

3.Birebir (sözcüğü sözcüğüne) çeviriden kaçınmalı,

4. Günlük dil kullanımlarına çevirisinde yer vermeli, hedef kültürde geçerli ifadeler kullanmalı,

5. Düzgün bir anlatım için uygun ifadeler, sözcükler seçmeli, yazarın uslübu doğru olarak aktarılmalıdır." 18 Dolet, kaynak ve hedef dile hakimiyetin yanı sıra anlamı hedef kültüre iyi taşıyabilmekten yana bir görüş ortaya koymuştur.

John Dryden üç tür çeviri yönteminden bahseder. Bunlar:

1. Bir yazarı sözcüğü sözcüğüne, satır satır aktarma yöntemi.

2. Açımlama, Cicero'nun anlam çevirisi yöntemi.

3. Çevirmenin uygun gördüğü zaman özgün metinden ayrıldığı, taklit ya da öykünme olarak adlandırılan yöntem."19 Dryden en uygun çeviri yöntemi olarak açımlamayı belirtse de yazarın karakterinin hedef kültürde korunması için çevirmenin ressam gibi portre çizmesi gerektiğinin altını çizer.

Dillerin farklılığından dolayı iki dil arasında birebir çeviri yapmanın imkansız olduğunu belirten G. Chapman, İlyada çevirisinin önsözünde çevirmenin yapması gerekenleri üç maddeyle sıralamıştır. Bunlar:

1. Çevirmen birebir karşılıklar yoluyla çeviri yapmaktan kaçınmalıdır.

18 Yalçın, P. (2015). A.g.e. 21-22.

19 Ülsever, R.Ş. (2007). Karşılaştırmalı Edebiyat ve Edebi Çeviri. (1. Baskı). Eskişehir : Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Basımevi, 41-42.

(24)

2. Çevirmen kaynak metnin "ruhu"na yaklaşmaya çalışmalıdır.

3. Çevirmen özgür çeviriden kaçınmalıdır.20

Fransız şair Francois de Malherbe, çeviriye karşı tutumunu okuyucu odaklı sergileyerek tartışma konusu olan şiir çevirisinde estetik bir görüş ortaya atar.

Okuyucunun çeviri metinden zevk alması için sözcüğü sözcüğüne çeviri uygulamasından kaçınarak metnin özünün aktarılması gerektiğini vurgular. İngiliz şair Cowley ise şiir çevirisinde çevirmenin anlamı aktarırken buharlaşmaya neden olan anlam boşluklarını doldurması gerektiğini ve anlam kaybını önlemek için çevirdiği metne ekleme yapabileceğini belirtir. Ona göre yazarın ruhunu yakalamak için gerekli ekleme ve çıkarma yapılabilir.21

1.4. Aydınlanma Çağı’nda Çeviri

Aydınlanma Çağı, çeviride serbest çeviri, sözcüğü sözcüğüne çeviri tartışmaları devam ederken aklın öncülüğünde yaratıcılığın ortaya çıkarak dili zenginleştirmenin amaçlandığı bir dönemdir. Eğitim kurumlarının artmasıyla okur- yazar kesimin çoğalması, buna bağlı olarak yazar ve çevirmenlerin matbaanın yaygınlaşmasıyla topluma bilgi ulaştırmaya çalışması bu dönemin başlıca bilinen özellikleri arasındadır. Toplumu bilinçlendiren ve topluma yön veren kişiler olarak yazar ve çevirmenler saygın bir konumda yer alırlar. Yeni oluşmaya başlayan yayıncılar, okur kitlesinin beklentileri doğrultusunda ve topluma yararlı eserlerin seçilmesi konusunda yazar ve çevirmenlerin işvereni konumuna gelir.22 Yerel yazının yetersiz kalması sonucu çeviriler yoluyla dil ve yerel yazın zenginleştirilmeye başlanır. Yerel dil ve yazının zenginleştirilmesi ancak çeviride yaratıcılığın sağlanmasıyla mümkün olur. Bu dönemde salt klasiklere değil, güncel konuların ve sorunların ele alındığı eğitici eserlerin çevirisine de öncelik verilir.23 Çevirilerin toplum tarafından anlaşılabilmesi için biçimden çok içeriğin aktarılmasına önem verilir. Yabancı dildeki etmenler, örneğin sözcükler çevirmenin yaratıcılığı sayesinde

20 Ülsever, R.Ş. (2007). A.g.e. 50-51.

21 Köksal, D. (1995). A.g.e. 26-29.

22 Yücel, F. (2007). A.g.e. 52.

23 Yücel, F. (2007). A.g.e. 52.

(25)

özgün dilde karşılığı bulunarak ya da yeni sözcük türeterek aktarılmalıdır. Yani çevirmen yabancılaştırıcı etkiyi bertaraf ederek kaynak metindeki düşüncenin etkisini aktaracağı dilde de yaratabilmelidir. Bu durumda çevirmen kaynak metne ve erek metne karşı sorumludur. Bu dönemde çevirinin ana dillerin ve yazın geleneğinin geliştirilmesinde aracı olduğunu, erek metni anlaşılır kılmak için çevirmenin “yerelleştirme” gibi çözüme gidebileceğini böylece çevrilemezlik sorununun ortadan kalkacağı görüşü ortaya çıkar.24 Aydınlanma Çağı’nın yaratıcılık esaslı akılcı tutumu Romantik dönemde karşı tepki alır.

1.5. Romantik Dönemde Çeviri

Aydınlanma Çağı'nda yaratıcılık sorumluluğu çevirmene yüklenerek çevirmenin birey olarak değeri artırılırken Romantik dönemde bunun aksine çevirmen yazarın gölgesinde kalmıştır. Romantiklerin doğal olana duydukları ilgiden dolayı çeviri eserler esas yazın içinde ikinci planda yer alır. Çevirinin dile ve kültüre katkı sağladığı kabul edilmekle birlikte, doğasına özgü biçimde yabancılığın var olduğu savunulur. Aydınlanma Çağı'ndaki yerelleştirme burada yerini yabancılaştırmaya bırakır. Aydınlanma Çağı'nda çeviri, dili ve yerel yazını zenginleştirmede bir araç olarak görülürken, Romantik dönemde çeviri sanatların birbiriyle kaynaşmasında ve evrenselliğe uzanan yolda bir araç olarak kabul edilir.

Dillerin kendine ve kültürüne özgü yapısından dolayı çeviri yabancı olanı anlama ve alma edimidir. Bu anlayış doğrultusunda kaynak metnin çevrilemezliği savı kabul görür. Çevirmen ancak kaynak metnin yabancılığını hissettirerek yabancılaştırıcı çeviri yaklaşımıyla metni çevirebilir.25 Romantik dönemde olduğu gibi her dönemin kendine ait koşulları çeviri ve çeviriye bakış açısını biçimlendirir.

1.6. Çeviriden Çeviribilime Geçiş Süreci

Sanayi Devrimi, bilimsel ve teknik alandaki gelişmeleri tetiklemiş, toplumun farklı gereksinimlerini ortaya çıkarmıştır. I. ve II. Dünya Savaşları sonunda dünya yeni bir düzene girmiş, toplumun farklı ihtiyaçları arasında çeviri de yerini almıştır.

24 Yücel, F. (2007). A.g.e. 57-58.

25 Bkz. Yücel, F. (2007). Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, Romantik Dönemde Çeviri Edimi (Birinci Baskı). Ankara: Dost Kitabevi Yay., 59-75.

(26)

20. yüzyılda bilim dallarının ayrışmasıyla çeviribilimin doğduğu alan olan dilbilimde dil önceleri tek başına ele alınırken daha sonra metin ve metni oluşturan etmenler bağlamında dilin iletişimsel boyutu da dikkate alınarak metinbilimsel gelişmeler çerçevesinde incelenmiştir. Yeni filizlenen çeviribilimde ilk zamanlar dilbilimin kavramlarından yararlanılmış, daha sonra çevirinin doğasına uygun olmadığı gerekçesiyle çeşitli tartışmalar gündeme gelmiştir. Çeviri tartışmaları, yapılan çevirilere yönelik düşünce ya da eleştirilere çevirmenlerin vermiş olduğu cevaplar ya da kendilerini savunmak için yaptıkları açıklamalar doğrultusunda gelişmiştir.

Örneğin W. Dressler dil ve kültür farklılığından dolayı kaynak ve erek metinde eşdeğerlik olamayacağından söz eder. Erek metnin özgünlüğü-öykünme, kaynak metne bağlılık-serbestlik, çevrilebilirlik-çevrilemezlik başlıca tartışılan konular olmuştur. Antoine Berman, bu tartışmaları “Çeviri ve Çeviri Üstüne Söylemler” adlı çalışmasında “geleneksel söylem” olarak nitelendirerek bunların tutarsızlık içerisinde “kimi kez çözümleyici ve betimleyici, kimi kez buyurucu, kimi kez lirik, kimi kez spekülasyona dayalı, kimi kez tartışmacı, ender olarak da sözcüğün modern anlamıyla “kuramsal” olduğunu öne sürmektedir.”26 Wilss, yirminci yüzyıla kadar çevribilimin gelişmemesini, bu gibi tartışmaların sonuç vermemesine ve soyut/felsefi düzlemde kalmasına bağlamaktadır.27 Yüzeysel ve birbirinden kopuk devam eden bu tartışmalar çevirinin kuramsal bir altyapı oluşturmasını geciktirir. Çevirinin bilimsel nitelik kazanamaması, bireysel eleştiri ve tartışmalardan uzaklaşarak genel ve bütünleyici bir yaklaşım ortaya konulamamasından da kaynaklanır. Çevirinin çok yönlü ve sınırlarının geniş olması(sözlü, yazılı, araçlı olmasının yanı sıra medya, siyaset, ticaret, turizm, iletişim gibi pek çok alana yayılması) da kuramsal altyapının oluşmasını güçleştiren bir başka etmendir. Tüm bu güçlükler, çevirinin yirminci yüzyılda özerk bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasına engel teşkil etmez. Yirminci yüzyılın ilk yarısında dilbilim ve metinbilim odaklı çeviri yaklaşımları yerini yirminci yüzyılın ikinci yarısında erek dil odaklı çeviri yaklaşımlarına bırakarak çeviribilime doğuş aşamasından gelişime doğru yeni bir yön kazandırır. Tarihsel süreç kapsamında ilk olarak dilbilimsel yaklaşımlar, daha sonra çeviri edimini metinler açısından ele alan kuramlar ve son olarak da çeviriye asıl bilimsel nitelik kazandıran erek odaklı kuramlar ele alınacaktır.

26 Yücel, F. (2007). A.g.e. 78.

27 Yücel, F. (2007). A.g.e. 79.

(27)

1.6.1. Dilbilimsel yaklaşımlar

Uzun süre dilbilimin sınırları içerisinde yürütülen çeviri çalışmaları sözcüklerin erek dildeki karşılığının bulunarak kaynak ve erek dil arasında sözdizimsel bir örtüşmenin yeterli olacağı görüşünde ilerlemiştir. Dilbilimsel yaklaşımlarla çevirilerin kaynak metne dayandırılarak daha nesnel ve güvenilir ölçütlerle ele alındığı savunulmuştur. İlk zamanlar çeviri araştırmalarında dilbilim terminolojisinden fazlaca yararlanılmıştır. Bunun bir nedeni dilbilimin kullandığı sözdizimi, anlambilim, dilsel göstergeler, metin türü, yan anlam/düz anlam, gönderici, alıcı gibi pek çok kavramın çeviribilime uygun olması ve çeviri kuramcılarının bu kavramları çeviribilime uyarlayabilmesidir. Bir diğer nedeni ise dilbilimcilerin diller arası karşılaştırmalarda çeviriden yararlanmasıdır. Yirminci yüzyılda dilbilimde görülen iki farklı eğilim çeviri yaklaşımlarına da yansır. Saussure, Bühler, Chomsky, Bloomfield gibi dilbilimciler, dilin mantıksal olarak açıklanabileceğini ve her dilin evrensel bir gösterge dizgesine sahip olduğunu savunarak dilbilimsel eğilimlerden ilkini ortaya koyarlar. Evrensel dil yapılarından dolayı her dilde benzer işleyişin olduğunu savunan dilbilimcilerin görüşleri, çeviride ilk dönemde neden kaynak odaklı yaklaşımın tercih edildiğine ve metiniçi çözümlemelerde dil-kültür, dil-düşünce ilişkisine açıklık getirmesi açısından önem taşır.

Modern dilbilimin kurucusu sayılan İsviçreli Ferdinand de Saussure, araştırmalarında odak noktası olarak dilin sözcük ve göstergesel düzlemine yönelir.

Saussure, toplumsal nitelikli dil (language) ile bireysel nitelikli söz(parole) arasında ayrım yaparak incelemelerinde toplumsal dil üzerinde durmuştur. Saussure’ün dili kavramları belirten göstergeler dizgesi olarak tanımlaması, kavramla işitim imgesinin birleşimini “gösterge” olarak adlandırması, işitim imgesi yerine “gösteren”, kavram yerine “gösterilen”, terimlerini birbirinden bağımsız olarak kullanması bir kavramın ortam/zaman ve kültüre göre anlamının değişmeyeceği sonucuna götürür.

Örneğin “su” kavramını gösteren “s,u” ses dizilişinin kavrama verilen adla hiçbir bağlantısı yoktur. Başka bir ses dizilişi de bu kavramı gösterebilir. Aynı kavram farklı bir dilde farklı bir ses dizilişiyle karşılanabilir. “su” göstereni Rusçada “вода”, İngilizcede “water” ses dizilişiyle sağlanır. Saussure bunu dil göstergesinin nedensiz oluşuyla açıklar. Bir sözcük farklı dillerde aynı anlamı karşılasa da bu sözcüğe

(28)

yüklenen anlamların farklı olabileceği göz ardı edilmektedir. Saussure’ün anlamı dilsel göstergelerle sınırlı görmesi dili kuralcı, doğuştan ve kalıtsal olarak açıklamaya çalışmasından kaynaklanır. “Su” kavramına “su” denmesindeki nedensizliğe karşın bu sözcüğe daha öncekiler “su” dediği için sözcüğün kullanımı aynı şekilde devam etmektedir. Saussure’ün dili gösterge dizgesi olarak tanımlaması çeviride diller arası aktarımın kültürel etmenler dikkate alınmaksızın anlamın yalnızca sözcük düzeyinde sağlanmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır.

Bir sözcüğün anlamı başka bir dilde aynı anlamı veren bir başka sözcükle karşılanmaya çalışılarak çeviride iki dil arasında mekanik değişim gerçekleşir.

Saussure’ün yaklaşımının çeviriye yansıması çeviri incelemelerinde erek ve kaynak metin karşılaştırılmasında doğru-yanlış değerlendirmelerine yol açmaktadır. Kaynak ve erek metnin yüzeysel yapılarının değerlendirilmesiyle dilin kültüre özgü kullanımları, sözcüklerin yan anlamsal içerikleri göz ardı edilmiştir. Bu yaklaşımda iki dil arasındaki eşdeğerlik, erek metnin dil düzeyinde kaynak metne yakınlığı ölçüsünde değerlendirilerek çeviri başarılı sayılmıştır. Çevirilerin ve çeviriye ilişkin eleştirilerin bir bütün olarak değil sözcük ve tümce düzeyinde yapılması dilbilimsel yaklaşımın çok anlamlılık içeren yazınsal metinlerde yetersiz kaldığını göstermiştir.

Saussure dilin bireysel kullanımından çok toplumsal kullanımı üzerinde durduğu için yazın metinlerinde yazar ve çevirmenin dili bireysel kullanımındaki yaratıcılık göz ardı edilmiştir.

Dillerin evrensel işleyişini savunan bir diğer dilbilimci Noam Chomsky, geleneksel dilbilim anlayışından ayrılmasa da dilbilimsel yaklaşımda çeviribilime yeni bir bakış açısı kazandırır. Saussure’ün “dil(language)-söz(parole)” ayrımının yerini Chomsky’nin “edinç-edim” kavramları alır. Chomsky’nin ortaya koyduğu

“Üretici-dönüşümsel Dilbilgisi” kuramında edinç, göstergeler dizgesi dilden farklı olarak üreticilik ve yaratıcılığı olan konuşucu-dinleyiciye dayalı kurallar dizgesidir.

Edim ise edincin somut olarak konuşma eyleminde gerçekleştirilmesidir. Saussure dili bir ürün, Chomsky üretim süreci olarak görür. Chomsky, Saussure’den farklı olarak dilin bireye ve kültüre göre değişen yananlamsal değerlerine değinir. Dilin yüzeysel ve derin yapısından bahseden Chomsky, somut tümceyi dilin görünen dizimsel bileşimi olan yüzeysel yapısı ve tümcenin anlamını taşıyan derin yapısıyla açıklar. Sonsuz sayıda tümcenin üretilmesinin dilin sonlu sayıdaki kurallarına bağlı olarak gerçekleştiğini ifade eder. Chomsky’nin bu yaklaşımı çeviribilimde

(29)

çevrilemezlik sorununu ortadan kaldırarak her şeyin her dile aktarılabileceğini gündeme getirir. Bir tümcenin yüzeysel yapısı farklı olsa da başka bir dilde aynı anlamı verecek şekilde başka bir anlatımla ifade edilebileceği görüşü ortaya çıkar.

Bunun sonucunda ise bir metnin görünen dilbilgisel, metin içi yüzeysel yapısının ardında derin yapıların (anlamların) üzerinde durulması, Saussure’ün göz ardı ettiği dil dışı etmenleri dil ve çeviri incelemelerine dâhil eder. Bu kuramın çeviride serbestlik tanıması yazınsal çeviriler açısından ele alındığında özgün bir eserin çevirisinde metnin yüzeysel yapısındaki çok anlamlılığın çevirmenlerin alımlama ve yorumlarına bağlı olarak farklılık gösterdiğini ortaya koyar. Yani özgün eser, kaynak metin bir tane olsa da anlam korunarak çevirmenlerin yorumları dâhilinde çevrilerde zenginleşir.

Chomsky’nin dilbilimde öne sürdüğü dilin biçimsel ve sözdizimsel işleyişine, yüzeysel yapısından anlamı içeren derin yapısına, bireysel kullanımındaki yaratıcılığa ilişkin görüşleri, çeviri etkinliğini ve çevirmeni bir adım daha ileriye taşır. Dil yapısının değişmezliğini her insanda aynı sürece bağlı olarak geliştiğine dayandıran ve eşdeğerliği bu bağlamda ele alan Saussure ve Chomsky’nin yapısalcı kuramları, çeviriyi sözcük ve tümce düzeyinde mekanik aktarım olarak gördüğünden dolayı çok anlamlılık içeren yazınsal çevirilerde yetersiz kalmıştır. Chomsky ve Saussure’den sonra dilbilimsel yaklaşımlar kültürün ve bireyin yansıması olarak dilin iletişim yönüne odaklanmıştır.

Dilin kaynağına ilişkin araştırmalar yapan ve dilin gelişimini tarihsel bakış açısıyla değerlendiren Herder, dilin insan kaynaklı olduğunu ve aklın değil, düşüncenin ürünü olduğunu söyler. Düşüncenin yansıması olarak gördüğü dilin her toplumda gelişmişlik düzeyinin farklılık gösterdiğine değinen Herder, dilleri gençlik, olgunluk ve yaşlılık olarak üç gruba ayırır. Herder’in görüşüne göre, dillerin olgunluk derecesi kültüre özgü olarak farklı nitelikler taşıdığı için bir dönemde oluşan bir metnin başka bir dönemde çevrilmesi imkânsızlaşır. Düşüncenin biçimlendirdiği ve toplum yaşamıyla iç içe olan dil, çeviride bir dilden başka dile düşüncenin aktarımı olarak işlev görür. Herder, kültürel olgulara dayalı diller/düşünceler arasındaki mesafenin artmasıyla çevirinin zorlaşacağını öne sürer. Örneğin bir metinde geçen kültürel olguların başka bir dilde karşılığının sağlanamaması gibi.

(30)

Humboldt, Herder’in dil-düşünce ilişkisinden yola çıkarak dili bir ürün değil, etkinlik olarak nitelendirir. Ayrıca “dilin insanlığın iç gereksiniminden doğduğunu”28 ifade ederek dilin toplumsal yönüne dikkat çeker. Herder’in dildeki kültürel olguların toplumlara göre değişen yönünden dolayı ortaya koyduğu çeviri zorluğuna ilişkin görüşüne Humboldt yeni bir bakış açısı getirir. Toplumun düşüncesini yansıtan dilin bir başka dilin dünyasına girebilmesi için çeviri erek dilde bazı değişiklikleri zorunlu kılar. Humboldt, bu değişikliklerin erek dile zenginlik katması ve erek metnin kaynak metne yaklaşabilmesi açısından yapılması gerektiğini söyler. Humboldt, çeviride aktarılamayan dil dışı kültürel etmenlerin üzerinde durur. Çevirmen kendi diline yabancı olsun ya da olmasın aktarılamayan bu etmenleri erek dil okuyucusuna kazandırabildiği ölçüde kaynak metne bağlı kalır. Bu görüşünü ise şu sözleriyle destekler: " Dil ve içerik bütünlük oluşturuyorsa (bu hem şiirsel sanat eserleri için, hem de gündelik dilde kişisel ya da özellikle diyalektik izlerle konuşanlar için geçerlidir), o zaman her bir çeviri, özgün metne ancak olabildiğince güçlü bir yaklaşım olabilir. Serbest çeviri ya da okuduğunu anlatma, özgün metni diğer dilsel medyumda aynı şekilde yeniden yaratma denemesidir."29 Dil ve düşüncenin özdeşliğine dayanarak bir dildeki sözcüğün başka bir dilde aynı sözcükle karşılanamayacağını buna bağlı olarak da özellikle şiirsel yazılar için geçerli olan çevrilemezlik anlayışını Humboldt şu sözleriyle ifade eder: " Tüm çeviriler bana ne yazık ki olanaksız bir görevi yerine getirmek gibi geliyor. Çünkü her çevirmen mutlaka iki engelden birine takılır: ya kendi milletinin zevkinden ve dilinden ödün vererek asıl metne aşırı bağlı kalır ya da asıl metinden ödün vererek kendi milletinin geleneklerine aşırı bağlı kalır. Bu ikilemin çözümünü bulmak sadece zor değil, neredeyse olanaksızdır."30 Sonuç olarak Humboldt'un çevrilemezlik ilkesi üzerinden çeviri kuramında daha karamsar bir tutum sergilediğini söylemek mümkündür.

Amerikalı dilbilimci Benjamin Lee Whorf ve hocası Edward Sapir dil- toplum/kültür ilişkisi üzerinde duran diğer dilbilimcilerdir. Sapir, dillerin kendine özgü niteliklerini “dil içi dünya görüşü” olarak adlandırır. İnsanların dünyayı içinde bulundukları toplumun dil alışkanlıklarına yani “dil içi dünya görüşüne” göre algıladıklarını ifade eder. Whorf ise Sapir’in görüşlerini genişleterek dünyayı farklı algılama biçiminin dillerin yapısına da bağlı olduğunu söyler. “Dilsel görecelilik”

28 Yücel, F.(2007). A.g.e. 103.

29 Stolze, R.(2013). A.g.e. 32.

30 Stolze, R.(2013). A.g.e. 32.

(31)

kuramını ortaya atarak insanın konum ve bakış açısına göre dünyayı algılama biçiminin değişmesini dilin dilbilgisel yapılarıyla açıklar. Araştırmalarını ise diller arasındaki algılama farkını daha net ortaya koyabilecek olan Maya, Aztek, Toltek gibi başka kültürlerle çok etkileşim halinde olmayan kültürlerin dilleri üzerinden yapar. Dış dünyayla iletişimi sınırlı olan bu toplumların kendilerine özgü düşünce ve değerleri koruyabilmelerinden dolayı Whorf araştırmalarını yerel diller üzerinden yapar.31

Bir diğer dilbilimci Bloomfied, dili davranışsal bir edim olarak görür. Dilde dil dışı gerçekleri ayırmak için düz anlamın yanında yan anlamın üzerinde durarak iletişimde bulunulan ortama göre bir sözcük veya kavramın anlamının değişebileceğini söyler.

Herder ile başlayan dil-düşünce/kültür ilişkisi, Humboldt ile devam etmiş, yirminci yüzyılda Sapir, Whorf, Bloomfield gibi dilbilimcilcilerin kuramlarına temel oluşturmuştur. Bu kuramcılar dilde dil dışı kültürel etmenlere, kavram ve sözcüğün yan anlamlarına dikkati çekerek çeviride pek çok etmenin göz önünde bulundurulması gerektiğini ortaya koymuşlardır.

1.6.2. Metnin türü ve işlevine göre çeviri değerlendirmeleri

Metin türüne ilişkin görüşler ilk olarak Antik dönemde Cicero ve daha sonra onun izinden giden Hieronymus tarafından ortaya atıldıktan sonra yetmişli yıllarda metin dilbilimin ortaya çıkışıyla çeviri yaklaşımlarında metnin türü ve işlevi önemli olmuştur. Gottsched, Breitinger, Lessing, A.W.Schlegel, Novalis, Goethe gibi yazarlar da yazınsal metin çevirilerinde kaynak metnin içeriğine bağlı kalınması ya da sanatsallılığın korunması amacıyla kaynak metnin biçim ve biçemine bağlı kalınması yönünde görüşlerini metne bağlı olarak sunmuşlardır. Dilbilimde metinler üzerinde durulması çeviribilimde metin bağlamının önemsenmesine ve en küçük tümcenin dahi metin niteliği taşıdığı görüşüne sebep olmuştur.

Prag Okulu temsilcilerinden Bühler’in dilleri anlatım, betimleme ve seslenme olarak üçe ayırdığı “Organon Modeli”ni Reiss metin türü bağlamında çeviriye uyarlar. Kaynak metnin türünün belirlenmesiyle çeviri metnin erek kültürde

31 Bkz. Stolze, R.(2013). Dilbilimsel Görecelik İlkesi (Sapir/Whorf Hipotezi). A.g. e. 36-37.

(32)

işlevini sağlayacağını belirten Reiss, dili metindeki işlevlerine göre dört gruba ayırır.

Bunlar:

1. Bilgilendirici metinler: düz yazı (Örn. Ansiklopedi maddesi) 2. Yazınsal metinler: söz sanatları içeren yazınsal dil( Örn. Roman) 3. İşlemsel metinler: söyleşisel (örn. Banka hesap bildirim formu)

4. Görsel ve işitsel metinler: görsel ve işitsel malzemenin yanı sıra söyleşisel dil (Örn. Reklamlar, seçim konuşması).32

Bilgilendirici metinleri “içerik ağırlıklı”, yazınsal metinleri “biçim ağırlıklı” ve işlemsel metinleri “çağrı ağırlıklı”, görsel ve işitsel metinleri “içerik, biçim, çağrıgörsel-işitsel malzeme ağırlıklı” olarak adlandırır. Reiss, bir metnin anlaşılmasını ve çözümlemesini kolaylaştırmak için “dil içi yapılar” ve “dil dışı öğeler”

şeklinde sınıflandırma yapar. Dil içi yapılar, anlamsal, sözcüksel, dilbilgisel ve biçemsel yapıları; dil dışı öğeler, erek kültürde yer, zaman, durum ve erek okurun altyapısını, bilgi birikimini kapsar. Reiss’in metin türüne bağlı çeviri yaklaşımı kaynak odaklı olsa da metinde dil dışı öğelerin gündeme gelmesiyle çeviri metnin erek ekindeki işlevselliği önem kazanır. Çevirinin işlevselliği üzerinde durulması Reiss ve

“Skopos Kuramı”nın kurucusu Vermeer’i ortak noktada buluşturur. Çevirinin kültürel bir aktarım olarak görüldüğü Skopos Kuramı’nda çevirmen ve çevirmene görev veren kişi ya da kurumun amacı önemlidir. Erek kültürün gereksinimlerine göre değişebilen çevirinin amacında Reiss, metin türleri üzerinde durarak beş farklı şekilde gruplandırma yapar. Bunlar “sözcüğü sözcüğüne çeviri, dilin sözdizim, anlamdizim ve dilbilgisi gibi işleyişini odak alan “anlamsal çeviri”, kaynak metnin kendi okurunda yaratmış olduğu etkiyi erek dilde de yaratmayı amaçlayan ve (…) erek dil okurunu yazara götüren “filolojik çeviri”, bilgi ve içerik aktarımının ön planda ve kaynak ile erek dil arasında işlevin belirleyici olduğu “iletişimsel çeviri”

ve son olarak da kaynak metni belli amaçlar doğrultusunda değiştiren “işleyici çeviri”.33

32 Yazıcı, M. (2005). A.g.e.143.

33 Yücel, F.(2007). A.g.e.115.

(33)

Metin odaklı çeviri yaklaşımları yalnızca metne odaklandığından ve metin dışı öğeleri, çeviriyi etkileyen etmenleri yeterince göz önünde bulunduramadığından dolayı öznel ve sınırlayıcı olarak kalmıştır.

Kutsal metinlerin dokunulmaz ve değiştirilemez, yazınsal metinlerin sanatsallığının tek olduğu görüşü, yirminci yüzyıla kadar çevirmenlerin çeviri yaklaşımlarının ve çeviri kuramlarının kaynak odaklı olmasına sebep olmuştur.

Yirminci yüzyıl yazınında biçimci kuramlar da kaynak odaklı çeviri yaklaşımını savunmuştur. Saussure’ün biçimci yaklaşımı, Prag Ekolü, Rus Biçimciliği ve Yeni Eleştiri gibi yazın kuramlarını etkilemiş ve metinlerin yapısalcı yaklaşımla ele alınmasına yol açmıştır. Biçimciler, bir eseri onu oluşturan maddi ve manevi koşullardan ayrı tutarak değerlendirmiş, bağımsız bir bütün olarak yalnızca eser üzerine odaklanmışlardır. Yazın kuramlarında çeviriyle uğraşan Roman Jakobson, Jiri Lvey ve Anton Popoviç gibi kuramcılar, yazın çevirisinde kaynak ve erek dil arasında “kayma” ya da “sapma” olup olmadığı konuları üzerinde durmuşlar, çevirinin doğası gereği kültürel bir aktarım olan dilde kayma ve sapmaların olması gerektiğini savunmuşlardır.

1.6.3. Erek Odaklı Çeviri Kuramları

Bilimsel gelişmeler, ticari ve kurumsal alanda uluslararası ilişkilerin artması, kendi ürününü başka kültürlere tanıtabilme ve pazar oluşturabilme ihtiyacı, bunun yanı sıra hızla gelişen iletişim olanakları çeviriyi erek kültüre yöneltmiştir.

Çeviri kuramları da yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren “erek kültür odaklı”

olarak ortaya çıkmıştır. 1965’te gerçekleştirilen Uluslararası Çeviribilim Toplantısı’nda Otto Kade sözlü ve yazılı çeviri eğitimi için “Translation” kavramını kullanır ve çeviribilimin özgün kavramları 1970’li ve 1980’li yıllarda yerleşmeye başlar. İlk olarak İsrailli çeviribilimciler erek odaklı çeviri kuram ve yaklaşımlarını gerçek çeviri uygulamalarından yola çıkarak ortaya koyarlar. Erek ve işlevsel odaklı çeviri kuramları çerçevesinde Even Zohar, Gideon Toury, Holz-Maenttaeri ve Reiss/Vermeer’in kuramları ele alınacaktır.

Erek odaklı çeviri kuram ve yaklaşımları, gerektiğinde kaynak metnin betimlemesini de yaparak öncelikle çeviri süreci ve erek metnin oluştuğu kültürel ortamı dikkate alır ve erek metnin erek kültürdeki işlevselliği üzerinde durur.

(34)

1.6.3.1. Even Zohar ve çoğul dizge kuramı

İsrailli kültür araştırmacısı Even-Zohar, Rus biçimcileri Y.Tınyanov ve R.

Jakobson’dan etkilenerek edebiyat-kültür ilişkisi çerçevesinde bu kuramı geliştirir.

Edebiyatı toplumsal, kültürel ve tarihsel bir sistemin parçası olarak ele alan Rus biçimcilerine göre bir ulusun kabul ettiği dilde yazılmış özgün edebiyat eserleri birbiriyle karşılıklı ilişki içindedir ve bu ilişkiler çerçevesinde merkez ya da çevresel konumda çekişmeli bir mücadele halinde yer alırlar. Bu görüşten yola çıkarak Even- Zohar “çoğuldizge” terimini belli bir kültürdeki tüm yazınsal dizgeler için kullanır.

Yazın dizgesi içinde yalnızca şiir gibi “yüksek” ve “saygın” bir edebiyat türünün olmadığını, çocuk edebiyatı, popüler edebiyat gibi “saygın olmayan”, “aşağı”

edebiyat türlerinin de bulunduğunu belirtir. Bu bağlamda kendi bağlamlarından koparılarak ithal edilen çeviri yazının ulusal yazındaki yeri ve işlevini “birincil” ve

“ikincil” olmak üzere iki şekilde gruplandırır. Çevirilerin bir ulusal yazında daha çok ikincil öneme sahip olduğunu belirten Zohar, çoğuldizgede şu üç durumun gerçekleşmesi halinde:

a) Edebiyat henüz genç ya da yerleşme sürecinde ise, b) Edebiyat zayıf ya da çevresel konumdaysa,

c) Edebiyatta dönüm noktaları, bunalımlar ve yazınsal boşluklar yaşanıyorsa çoğuldizge içinde çevirilerin birincil öneme de sahip olabileceğini söyler.34

İlk durumda genç bir edebiyat çeşitli yazın türlerinde metinler üretemediği için başka edebiyatların yazınlarından yararlanır, böylece çeviri yazın bu dizge için yenilikçi bir etkiye sahip olur. İkinci durumda ise zengin ya da güçlü edebiyatlar kendi ulusal sınırları içindeki yazın tipinden yeni bir şey üretme gücüne sahipken, güçsüz edebiyatlar moda olan örnekleri ithal ederek ulusal yazına taşır. Burada edebiyatlar geniş yazın topluluğu içinde aşama sırasına göre merkez ya da çevresel konumuyla çoğuldizgede yer alır. Merkez konumda olan güçlü edebiyatlar iken, çevresel konumda olan güçsüz edebiyatlar içinde bulundukları koşullar sonucu çoğuldizgedeki eksikliklerini çeviri yazın ile tamamlarlar. Üçüncü durumda ise yerleşmiş yazın örnekleri yeni kuşak için geçerliliğini yitirdiğinde, yerli yazınlardan kabul edilebilir yeni örnekler çıkmadığında edebiyatta boşluk oluşur ve yabancı

34 Aksoy, N.B.( )A.g.e. 42.

Referanslar

Benzer Belgeler

ķurbānuñ” / “Müselsel zülf-i müşgįnüñden artırmış ruħuñ revnaķ / Zihi sünbül ki olmuş zįveri gül- berg-i ħandānuñ” divanda yer alan bu iki beyit mecmuada yer

Geçmiş deneyimleri hatırlamak için kodlama sırasında kullanılan şemalar ile hatırlama sırasında kullanılan mevcut şemalar (bellek yapıları) aynı

Bu bölümde, Ankara Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Cumhuriyet Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Fõrat Üniversitesi, İnönü

Türkiye’de, damping fiyatlı veya sübvansiyonlu ithalatın yerli üretim dalı üzerinde neden olduğu zarar veya zarar tehdidine karşı önlem prosedürünü düzenleyen

Yapılan ki- kare analizi sonucunda katılımcı tipi “Toplam kalite yönetimi uygulamaları çerçevesinde iletişim kaynakları etkili ve verimli kullanarak iletişim

X yöneticisine göre EFQM MM’nin performans ölçümünün yanında şirkete en büyük faydası şirket için bir yönetim modeli oluşturuyor olmasıdır. Performans Karnesinin sağladığı

Bu maksatla hazırlanan bu çalışmada da Kırklareli ili Kofçaz ilçesine bağlı köylerde yaşayan ve Amuca Bektaşileri olarak bilinen topluluğun gerek sosyal ve

İkinci bölümde, yukarıda belirlenen kıstaslar çerçevesinde ülke karşılaştırmaları (ABD, İngiltere, Fransa) yapılacaktır. Bu karşılaştırmalar ile hükümet