• Sonuç bulunamadı

BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ 11. DÖNEM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ 11. DÖNEM"

Copied!
25
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ 11. DÖNEM

ŞUBAT DERS NOTLARI

Editör

Dr. Tahir ÖZAKKAŞ Dr. Ahmet ÇORAK

Dr. Betül SEZGİN

Psk. İhsan YAMLI

(2)

ii

Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları: 157 Bütüncül Psikoterapi 11. Dönem Şubat 2013 Ders Notları

ISBN 978-605-4817-27-6 Copyright Psikoterapi Enstitüsü

Tüm hakları saklıdır. Yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya kısmen yayımlanamaz, kısmen de olsa çoğaltılamaz ve elektronik ortamlarda

yayımlanamaz.

Birinci baskı: Kasım 2014

Editör: Tahir Özakkaş Yayıma hazırlayan: Sevgi Akkoyun Katkıda Bulunanlar: Yusuf Köse, Nur Aydoğan

Baskı: Acar Matbaacılık Prom. ve Yayın. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Litros Yolu Fatih Sanayi Sitesi No:12/243 Zeytinburnu - İstanbul Tel: 0212 613 40 41

PSİKOTERAPİ ENSTİTÜSÜ EĞİTİM ARAŞTIRMA SAĞLIK ORGANİZASYON VE DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ.

Eğitim ve Kongre Merkezi: Fatih Sultan Mehmet Cad. No:285 Darıca-KOCAELİ

Tel : 0262 653 6699 Fax : 0262 653 5345

Merkez: Bağdat Caddesi No: 540/8 Bostancı-İSTANBUL / TÜRKİYE Tel : 0216 464 3119 Fax : 0216 464 3102

www.psikoterapi.com - www.psikoterapi.org - www.hipnoz.com

(3)

iii SUNUŞ

nsanlık tarihi boyunca, her toplumda psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmeye yönelik girişimler olmuştur. Bu alanda yapılan girişimler sonucu ortaya çıkan pek çok farklı ekolün savunucu- ları, kendi ekollerini yüceltme ve diğer ekolleri küçümseyerek öte- kileştirme yoluna gitmiştir. Ancak buna rağmen farklı yaklaşımlar- dan bilgiler edinerek kuramını zenginleştirmeye ve bu alanda çalış- malar yapmaya başlayan öncü terapistler, psikoterapide bütünleş- meyi sağlayarak alandaki bölünmeleri büyük oranda azaltmıştır.

Bütüncül psikoterapi, hastanın bilişlerinin, davranışlarının, kişili- ğinin ve duygusal süreçlerinin yeniden düzenlemesine yardımcı olmak için pek çok farklı ekolden faydalanarak daha gerçekçi, uyumlu ve esnek bir çalışma alanı sunar. Eğitimini verdiğimiz bü- tüncül psikoterapi, zamanzaman eklektik ve asimilatif, genellikle de entegratif ve ortak faktörler üzerine kurulmuş bütüncül bir yak- laşımı içerir. Bireye, teori odaklı değil danışan odaklı bakmaya çalı- şan bütüncül psikoterapiler, farklı yaklaşımların bileşenlerini bir araya getirerek terapisti geniş bir vizyona ulaştırır.

Bu amaçtan yola çıkarak, çeşitli bilimsel etkinlik, araştırma, eğitim ve yayın çalışmalarıyla, ülkemizde bütüncül psikoterapi uygulama- larının gelişimine öncülük etmekten gurur duyuyoruz. Elinizdeki bu ders notları, ruhsal bozuklukların tedavisinde tek bir psikotera- pi yaklaşımına bağlı kalmaktansa elindeki veriyi kullanarak uygu- lanabilecek en iyi tekniği ve teoriyi arayan bütüncül yaklaşımlı terapistler yetiştirme adına verilen Bütüncül Psikoterapi Teorik

İ

(4)

iv

Eğitimi 11. Grubunun Şubat ayı deşifrelerini sunmaktadır. Bu ders notları, eğitim deşifresinin derlemesi olma özelliğiyle dünyada eşi benzeri görülmemiş bir yayın niteliği de taşımaktadır.

Bu ders notlarında aktarım odaklı psikoterapi, nesne ilişkileri, Mahler ve Kernberg'in gelişim kuramları ve terapi çerçevesi ayrıntı- lı olarak ele alınmaktadır.

Bütüncül psikoterapiler de insanın ruhsal yapısının gelişiminde olduğu gibi zamanla özerkleşecek, bireyselleşecek ve ayrışarak psikoterapi ruhunu ayakta tutacaktır.

Psikoterapi uygulayıcıları için önemli olduğunu düşündüğümüz bu eğitim ders notlarını, sizlerin ilgisine sunmaktan kıvanç duymakta- yız. Keyifli okumalar dileriz…

Tahir ÖZAKKAŞ Psikoterapi Enstitüsü Başkanı

(5)

v

İ Ç İ N D E K İ L E R

ŞUBAT 2013 1. GÜN

1 KERNBERG AKTARIM ODAKLI PSİKOTERAPİ ... 3

2 BORDERLINE KİŞİLİK ÖRGÜTLENMESİNİN YAPISI ... 35

3 NESNE İLİŞKİLERİNE ODAKLANMA ... 67

4 TEDAVİ TEKNİKLERİNDE AŞAMA AŞAMA MÜDAHALELER ... 99

ŞUBAT 2013 2. GÜN

5 MAHLER ve KERNBERG’İN GELİŞİM KURAMLARI ... 153

6 EGODA VE SÜPEREGODA ENTEGRASYON ... 239

7 SÜPEREGO ENTEGRASYONU (DEVAM) ... 271

ŞUBAT 2013 3. GÜN

8 TEDAVİNİN BAŞLANGIÇ AŞAMASI ... 287

9 ÇERÇEVEYE DAİR TESTLER VE EYLEME VURUMLARIN SINIRLANDIRILMASI ... 311

10 BÜTÜNCÜL PERSPEKTİFLE AKTARIM ODAKLI TERAPİYE BAKMAK .... 336

11 TERAPİNİN EVRELERİ ... 374

D İ Z İ N ... 407

(6)
(7)

Şubat 2013

1. GÜN

(8)
(9)

1

KERNBERG

AKTARIM ODAKLI PSİKOTERAPİ

ahir Özakkaş: Geçen ay ile bu ay çok içli dışlı da onun için arkadaşlar, yapmayın!

Kursiyer B.D: Benim geçen aydan en çok aklımda kalanlar nes- ne ilişkileri, geçiş nesnesi ve bir de bağlantı nesnesi… Ayrıca Melanie

Klein ve Mahler’in gözleme dayalı yaptıkları çalışmalar. Maymun deneyini falan konuş- muştuk.

Tahir Özakkaş: Teşekkürler cesaretin için.

Kursiyer B.D: Kusura bakmayın, aceleci oldu ama.

Tahir Özakkaş: Ama güzel oldu, yüreklen- dirdin arkadaşları.

Kursiyer P: Çocuğun bir nesneden yola çıka- rak kimliğini oluşturduğunu söylemiştik. Çocuğa bakım veren kişi veya annenin aracılığıyla bebekle kurmuş oldukları ilişki sonucunda nesne ilişkileri aktif oluyor, anneden aldığı veya alamadığı impulslar çocuğun kendilik tasarımının oluşmasında doğuştan getirilen özelliklerden sonra en büyük etkiye sahiptir. Nesne ilişkileriyle kendilik tasarımlarının oluş- tuğunu, anneyle kurulan ilişkinin neticesinde yetişkinlik sürecinde olu-

T

(10)

4 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

şan kimlik ve kendilik kavramları, tasarımlarının belirginleştiğini öğ- rendik. Çocuk, nesne olmadan yani nesneden kendisini ayrıştırıp kendini var edene kadarki süreçte doğal olarak “good enough mother” kavra- mından daha önceden edindiğimiz bilgiler ışığında annenin olmadığı zamanlarda zaten o yoksunluğu yaşadığı için aslında o kendilik tasa- rımlarında baş etme mekanizmalarının gelişmesi için bunun olması gereken bir süreç olduğunu vurguladık.

Kursiyer Z.S: Nesne ilişkilerinde ötekinin aslında gerçek varlığının önemi olmadığını öğrenmiş olduk.

Tahir Özakkaş: Ne demek bu?

Kursiyer Z.S: Yani içimizdeki nesne algısıyla ilişkilendirildiğini ayrıca kendilik ve nesnenin sık sık yer değiştireceğini söylüyor. Geçiş nesnesi ve bağlantı nesnesinden bahsettik. Ardından Stern’den bahsettik. Kendili- ğin evrelerine değindik. Sonra Allan Schore’dan, Bowlby’den bahsettik.

Kursiyer T.E: Kernberg’ten bahsettik. Sonra gelişimsel duraklamayı söyledik. Masterson’ın kendilik bozukluklarını öğrendik: Narsisistik, borderline, şizoid. Ardından terapide üç aşamayı yazmışım ben. “Tera- pötik ittifak dönemi” demişiz, şizoid kendilik bozukluğundan bahsetmi- şiz.

Tahir Özakkaş: Etki-tepki diye bir kural vardı hatırlarsanız, davranış- çı kural olarak izah etmiştik. Hatırlarsanız 4 tane kuramı iç içe geçmiş

dört tane daire şeklinde yerleştir- miştik.

Davranışçı katman, öğrenme il- kelerine bağlı, tüm hayvanlarda da görülen, ödül ve ceza tekniği ile çalışan sistemimiz. Bütün ruhsal yapılardaki sıkıntı veren durumları davranışçı ekolle, öğrenme ilkeleriy- le izah eden yaklaşım tarzına davra- nışçılık, bununla ilgili psikopatoloji- leri düzeltmeye yönelik alınmış

Davranışçı

Bilişselci Dinamik

Varoluşçu

(11)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 5 tedavi tekniklerine de davranışçı tedavi teknikleri denmişti hatırlarsı- nız. Psikoloji, elle tutulur, gözle görülür bir bilim olma iddiasında olduğu için de ilk ele aldığı konu davranışçılık, gözlemleyebildiği, değerlendirebildiği, ölçebildiği, test edebildiği veyahut da kişilerin problemleri varsa bu problemler üzerinden tedavi teknikleri geliştirdi- ği bir sistemde davranışçılığın ne kadar önemli, etkin ve insani bir şey olduğunu size anlatmıştık. Bununla ilgili de fobinin laboratuar orta- mında oluşturulmasını, Küçük Albert deneyinde görmüştük. Albert deneyinde beyazın, farenin, beyaz sakalın ve beyazla ilgili yaygınlaş- mış diğer korku objelerinin nasıl geliştiğiyle ilgili sizlere bilgi vermiş- tik.

Aynı şekilde, “desensitizasyon” (aşamalı duyarsızlaştırma) çalışma- larıyla da fobinin ortadan kaldırılabildiğine dair bilgiyi yine sizinle paylaşmıştık. Bundan yola çıkarak davranışçı ekol mensupları ve ilk kurucular şöyle demişlerdi: “Bana bir insan verin, size o insandan dok- tor, mühendis, avukat ya da cani yapayım”. Ama kader ona bu şansı vermemişti. Oğlunu yetiştirmek istediği halde çok farklı noktalara gittiğini paylaşmıştık. İçimizden de haset duygularıyla kıs kıs gülmüş- tük. Bu da bizim dinamik nedenselliğimiz. Yani “öyle iddialı gidersen biz sana öfkeleniriz, en azından bizim gibi insani boyutta yaklaş” gibi bir duygumuzdan ortaya çıkıyor idi.

Ardından bilişsel yapılarla ilgili psikolojik süreçlerin incelenebile- ceğine dair araştırma yöntemleri geliştikçe, beynimizin içinde olan biteni anlamaya yönelik soyut kavramlarla ilgili istatistiki birtakım çalışmalar yapıldıkça, o da “bilgi işleme prosesi” dediğimiz, “duyular nedir, duyulardan elde edilen materyal nasıl algıya dönüşür, algıya dönüşen materyal nasıl hafızaya kaydedilir, hafızadan nasıl geri çağrı- lır, hafızanın özellikleri nelerdir, primer, sekonder, tersiyer hafıza nelerdir, öğrenme ilkeleri perspektifinde hangilerine öncelik tanınır, beynimizin network ağı nasıl bir bilgi işleme süreci içermektedir” gibi bilginin işlemlenmesiyle ilgili klinik ve teorik bilgilerimiz arttıkça dışarıdan algılanan duyularımız vasıtasıyla içe alınan malzemenin aslında herkes tarafından aynı olmasına rağmen içeride bir değişime ve işleme tabi tutulması sonucunda çıktılarının insandan insana farklı-

(12)

6 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

lık arz ettiğini, olayları ya da insanları değiştirmek değil, olaylar hak- kında insanların kanaatlerini, bakış tarzlarını değiştirmenin temel yaklaşım tarzı olduğunu iddia eden bir bilişsel terapi ekolü karşımıza geldi. Bu Eski Yunan Felsefesinden bu yana “dışarıdaki olayların prob- lemi yoktur, insan o olaylara bakış tarzını değiştirmelidir” iddiasında bulunan felsefi ekollere kadar dayanıyordu. Biz de burada bilişsel te- rapinin daha da klinik kavramsallaştırdığı depresyonun, anksiyete bozukluklarının, fobilerin nasıl bir zihinsel yorum hatasından meyda- na geldiğine dair çalışmaları takip ettik. Bu da Aeron Beck ile başlayan Albert Ellis’le paralel yürüttükleri bilgi işleme sürecindeki sistematik hataları içeren otomatik düşünce, afonksiyonel şemalar ve bozuk te- mel kabullerle zincirlenmiş olan patolojilerin nasıl oluştuğuna ve bun- ların nasıl tedavi edileceğine dair klinik yaklaşım tarzındaki bilişsel yaklaşımları incelemiş ve görmüştük. Bilişsel terapilerin farklı boyutla- rı, farklı kombinasyonları bu bahsetmiş olduğumuz ana yapının farklı görüntüleriydi. Fakat bir taraftan da davranışçı ve bilişsel yapılarla ilintili yapıların insanı anlatmakta, insanın sıkıntılarını, problemleri- nin varlığını geniş boyutuyla ortaya koymakta kısır kaldıklarına dair iddiaları veyahut da kendimizi bu kadar da kısır bir boyutta ifade edemeyecek kadar geniş bir iç dünyamızın olduğunun herkes farkında fakat bunu bilimsel bir perspektifte nasıl ortaya koyarız şeklindeki bir çalışma var idi. Bu çalışma da dinamik ekolle başladı.

Dinamik ekol de bildiğiniz gibi Freud’la başlamıştı. “İnsanın bilinçli olarak iddia ettiği alanının dışında hareketlerini ve düşüncelerini de belirleyen, bilinçdışı nedensellikler var” dedi, bilinçdışı kısmı ile izah etti. Bu, insanlığın bilmediği bir şeydi. Nasıl olur da benim düşüncele- rimi, dürtülerimi ve hareketlerimi benim kontrolümde olmayan bir alan belirler? Bu, devrim niteliğinde bir iddia idi. İnsanoğlu buna karşı çıktı fakat sürecin içinde baktık ki evet, bilinçdışı denen bir kısmımız var ve zaman zaman bizim bilinçli kısmımızı etkilemekte veya belir- lemekte. Burada da Freud tarafından bir ruhsal aygıt, zihinsel aygıt yapısı ortaya kondu. Uzun yıllar yaptığı gözlemlere dayalı olarak, za- man zaman da getirmiş olduğu kuramsal yapısında değiştirmeler, yenilemeler, eklemeler ve çıkarmalarla ruhsal aygıta son şeklini ver- mişti. Burada da id, ego, süpergo dediğimiz konsolide olmuş, bütün-

(13)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 7 leşmiş bir kişi içerisinde bir bütün arz eden dürtüsel alanımız, ego alanımız ve süperego alanımız diye ruhsal aygıtın üç temel kompanen- tini ortaya koydu. Bebek doğduğunda bir id olarak doğar, gerçeklikle temas ettikçe bu idin bir kısmı egolaşır, 3 yaşları civarında da anne- baba gibi dış toplumun bakış tarzlarını içselleştirerek süperego olarak şekillendirir. 5-6 yaşına kadar da bu sistem ana hatlarıyla belirlenir, şeklinde bir iddiası var idi. Bu iddiası perspektifinde de özellikle süpe- regonun oluşma evresinden sonra 4-5-6 yaşındaki gelişim sürecinde bir dönemden bahsetti. Bu döneme fallik (ödipal) dönem dedi. Baktığı hastaların patolojik yapılarının bu dönemle ilintili olduğunu iddia etti.

“O döneme kadar çocuk oral, anal dönemden geçer, ödipal döneme ulaşır” şeklinde ifade eder.

Peki nedir bu dönemler? Bir psikoseksüel gelişim evrelerinden bahsetti, “insanlık doğduğu andan itibaren haz dediğimiz, erotize olmuş bir yapı ile doğar, erotize olmuş cinsellikle ilgili arzu ve istekleri olan bu yapı zaman içerisinde değişerek ve gelişerek kendini ifade eden ilk haz kaynağı ağızdır ve onun nesnesi memedir. Ardından anal mukoza ve anal bölgedeki idrarını ve büyük abdestini tutmak ve bı- rakmak ile ilintili, iradenin çıktığı dönemde ilgi alanı anal bölgeye, ödipal dönemde de cinsel bölgeye kayar. Kızlar ve erkeklerde iki geli- şim hattı olmak üzere iki hatta sistem seyreder. Eğer bu dönemde anne babanın yaklaşım tarzı sağlıksız ise çocuk bu döneme takılı kalır ki erkek çocuklar için ödipal, kastrasyona bağlı ödipal takılma, ödipal çatışma dönemi, kızlar için de elektra dönemi diye izah etmiştik. Daha sonraki problemler -kişinin fobileri, korkuları, anksiyeteleri ve diğer ifade ettiği problemler- ise bu dönemle ilintili olarak kabul edilmiştir.

Ödipal dönem dediğimiz dönem daha çok nevrotik olarak adlandı- rılan, insanın kendini tam bir kendi, bütüncül bir yapı, sağlıklı olarak değerlendirebilme, gözleyen beniyle olayları görebilme, gerçekliği rahatlıkla test edebilme ile ilintili bir dönemdi. Bu dönemde tüm bun- lar bu şekilde kişilik yapısı olmasına rağmen nevrotik bir takım çatış- malar dediğimiz obsesyonlar, fobiler, cinsel işlev bozuklukları, yeme bozuklukları, birtakım korku ve endişeler, konversiyon reaksiyonları, birtakım savunmalarla kendini ortaya koyan çeşitli psikopatolojiler

(14)

8 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

ortaya çıkıyor. Freud bunların tedavisine soyundu. Bu tedavi sürecinde geçen aylarda anlatmış olduğumuz klasik psikanalitik tedavi yöntemi- ni buldu. Divan yöntemiyle, insanların serbest çağrışımlarıyla, içteki bastırılmış olan dürtü ve arzuların bilince çıkarılarak bilinçlendirilme- si ve bilincin kontrolüne verilmesiyle birlikte ortaya çıkan semptomla- rın ortadan kaybolacağına inandı. İnsanları divana uzattı, daha önce ödipal dönemde anne babalarıyla yaşamış olduğu çatışmalar bir süre sonra aktarım dediğimiz bir ilişki şekli ile iç dünyasındaki birtakım korku, endişe ve çatışmalar, anne ve babasına karşı hissettiği duygular arka tarafta duran terapiste doğru hissedilir hale geldi, terapist ya da analist de bu hissettiği duyguları yavaş yavaş yorumlayarak aslında iç dünyasındaki, daha önce anne babasına hissetmiş olduğu duyguları terapistin üzerinde canlandırdığını farkına vardırdı. Bu da terapinin giriş, derinliğine çalışma ve terminasyon değimiz üç dönemini içeren bir çalışma idi. Ortalama haftada üç dört gün terapiye gelmesi gereki- yordu, yıllarca devam eden bir süreçte kendi başına serbest çağrışımla bu sistemde içindeki alanı keşfetmesi gerekiyordu. Buna da klasik psikanalitik tedavi demiştik. Bu tedaviye girebilecek kişilerin biraz önce bahsetmiş olduğum tam nesne- tam kendilik ilişkileri içerisinde, gözleyen benlerinin olması, gerçekliği değerlendirmesi, dış dünya ile iç dünyayı, hayalle gerçekliği, geçmişle bugünü fark etmesi gibi ego- nun alanlarının net olması gerekiyordu. Fakat bir grup hasta vardı ki, bu özelliklere sahip değildi, bunlara yalancı şizofreni, pseudo şizofre- ni, şizofreni öncesi hal, psikotik bir yapı, geçici psikoz gibi bir takım teşhisler konuyordu. Bunlar bugün bildiğimiz kişilik bozukluklarıyla ilgili yapılar idi.

Bu kişilik bozukluklarıyla ilgili yapıları şayet divana yatırırlarsa bunlarda aktarım gelişmiyor, psikoza doğru bir eğilim geliştirdiklerini gördüler ve bunlardan da vazgeçme eğilimine girdiler. İşte tam bu sıralarda -Freud’un hayatta olduğu dönemde- daha önce yine Freud’un öğrencileri tarafından analiz edilmiş, Melanie Klein isimli bir anne analizinde çok başarılı bir süreç geçirmesi üzerine neden bir psikana- liz eğitimi almasın diye Freud’a önerilerek psikanaliz eğitimine dahil edildi. Psikanaliz eğitimini Viyana’da tamamlandıktan sonra psikana- list olarak Londra’da çalışmaya başladı. İşte Melanie Klein bu çalışma-

(15)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 9 lar esnasında kendi çocuklarıyla ilgileniyordu. Daha çok çocuklar üze- rinden bir analiz yapılabilir mi diye çocuklar üzerinde çalışmalar yaptı.

Nasıl ki erişkin insanların analizinde rüyaları, serbest çağrışımları yöntem olarak kullanıp onlar üzerinden yorumlar derinleştiriliyorsa çocukların da oyun ve oyuncakları var idi. Oyun ve oyuncaklar aslında çocukların iç dünyalarındaki anne-babalarıyla kurmuş oldukları ilişki- lerin, korku, öfke ve sevgilerin oyuncaklar üzerinden semboller üze- rinden sergilendiğini fark etti. O zaman dedi ki “Çocuklar da aynı büyükler gibi analiz edilebilir. Yeter ki biz çocuğun kullandığı oyun- cakları, hangi oyuncağı ne anlamda kullandığını, neyi ifade ettiğini çocuk bunu otomatik olarak yine bilinçdışı sistemle eşya üzerinden, simge üzerinden yansıtarak yapıyordu. Melanie Klein çocuklarla ilgili bu çalışmaları başlayıp da çocukların iç dünyalarını keşfettikçe baktı ki, aslında bütün hikaye çocuğun özellikle bir, bir buçuk yaşlarındaki gelişen ruhsal dünyasının içsel sistemiyle ilintili olduğunu keşfetti.

Bu ne demektir? Dışarıdaki gerçek dünyayla insanlar yaşamıyor, dış dünyadan duyular vasıtasıyla içe aldıkları, algıladıkları birtakım nesneleri, insanları, önemli ötekiler dediğimiz bakım veren anne, ba- ba, dede, babaanne, teyze, kim varsa onları içselleştiriyorlar, orada canlı olarak yaşatıyorlar, onlarla kurdukları bir ilişkinin devamını sağ- lamaya çalışıyorlar. Zaman zaman da dışarıdan bu yapıyı güncelliyor- lar.

Dolayısıyla dış gerçeklik perspektifinde insanlar hayatını sürdür- müyor. Dışarıdaki insanların objektif varlıklarını bir kuyumcu hassasi- yeti ile tartan bir terazileri yok. Hasbelkader ötekiler ile ilgili içeriye alınmış olan bir takım anı adacıklarına ve onların kendilerine davranış şekillerine bağlı olarak o insanlar içeride varlar ve varlıkları devam ediyor. Bu içerideki varlıklara “içselleştirilmiş nesne ilişkileri” ismini verdi ve yeni bir kuram doğdu. Yani dinamik Freudyen kuramın ya- nında, nesne ilişkileri dediğimiz kuram bu şekilde varlığını ortaya koymaya başladı. İşte en önemli nokta içeriye alınmış olan nesne iliş- kileri yani bir ötekinin imajı, resmi, filmi gerçek olabilir. Yani dışarı- dakiyle aynı olabilir. Ben sizi seviyorum, siz de beni seviyorsunuz değil mi? Bu gerçek yani, aynı böyle olabiliyor. Bazen dışarıdaki imaj, resim,

(16)

10 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

video içeride abartılarak alınabiliyor, muhteşem ve harikulade, bu gerçeği temsil etmiyor. Bazen de dışarıdaki yapı tamamen azaltılarak alınıyor (Kaç paralık adam gibi).

O zaman anlıyoruz ki içe aldığımız ötekiyle ilgili resim ve videola- rımız gerçek olabiliyor, gerçekliğin abartılmış, azaltılmış veya tama- men çarpıtılmış bir hali olabiliyor. Dışarıdaki yapıyı aynen içeriye alsa bu çok reel, sağlıklı bir insanı ortaya koyacak. Ama bebeğin ilk içsel- leştirdiği ötekiyle kurduğu ilişkiler bu şekilde cereyan etmiyor. Abar- tılmış, azaltılmış ya da alakasız bir çarpıtılmayı içeriyor. İşte böyle çarpıtılmış bir şekilde sistem içeriye girince nesne ilişkileri içeride çarpıtılıyor. Dışarıdaki insanlarla kurduğumuz ilişkiler ilk mastır kalıp olarak içeri atılmış ilişkilerin türevleri olduğu için, dışarıyı biz gerçek- lik ve objektif perspektifte algılamadığımız, ilk yapılanma döneminde- ki mastır kalıpların aynısıyla dış dünyaya baktığımız için dış dünya abartılı, azaltılmış veya çarpıtılmış algılanıyor.

Terapi denilen şey ise bu şekilde içeri alınmış ve çarpıtılmış mal- zemeyi yerli yerine oturtarak yakın, gerçek bir ilişki kurmayı sağla- mak, kendinle ilgili tam ve bütün bir resmin ortaya konulmasını temin etmektir.

İşte Melanie Klein ile başlayan bu içselleştirilmiş nesne ilişkilerinde biz çocuğun iç dünyasındaki bu çarpıtılmış nesne ilişkilerine nasıl gidebiliriz, ulaşabiliriz, kişinin gözleyen beniyle bunu nasıl fark ettire- biliriz, içindeki kendisine zarar veren çarpıtılmış bu süreçle ilgili nasıl bilgilendirir ve intrapsişik yapıyı nasıl değiştiririz diye düşünüyoruz.

Geçen ay nesne ilişkilerini görmüştük. Paranoid-şizoid konumu, oradan depresif konumu görmüştük hatırlarsanız. Bunların hepsini zaten biraz önce siz anlattınız bana, bu özeti verdiniz teşekkür ederim (Gülüşmeler).

İşte bu nesne ilişkilerinin 1930’lu 40’lı yıllarda, Melanie Klein tara- fından atılan temelleri bugün nörobiyolojik çalışmalarla insan ruhsal yapısı ve zihinsel oluşum süreçleri daha matematiksel, ayağı yere ba- san bilgilerle donatıldı. İşte bu bilgilerden yola çıkarak nörobiyolojik gelişmelerin beyinde nasıl olduğu, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin

(17)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 11 nasıl geliştirildiğini daha net, daha büyük bir kavrayışla kavramamız sonucunda Melanie Klein’ın getirmiş olduğu nesne ilişkileri denenebi- lir birtakım tedavi teknik ve stratejileri ile birleştirildi. Bunlardan bir tanesi de Aktarım Odaklı Terapidir.

Kernberg tarafından geliştirilen bu çalışmanın içeriğini, detaylarını bugün sizlerle tekrar paylaşacağız. Özü itibariyle nesne ilişkileri, nes- ne ilişkilerinin modernize edilmesi, özellikle borderline yapıların te- davisinde bu tedavi programının nasıl bir şey olduğuyla ilgili birlikte bir yol almaya çalışacağız.

Tahir Özakkaş: Buraya kadar olan kısımdan soru var mı? Söyledikle- rim anlaşılır mı?

Kursiyerler: Evet.

Tahir Özakkaş: İçselleştirilmiş nesne ilişkileri bağlamında paranoid- şizoid konumdan depresif konuma geçişin ne olduğuyla ilgili bilgi sahibi olduk. Melanie Klein’dan yola çıkan bu yapı Kernberg tarafın- dan detaylıca incelendi, özellikle ağır kişilik bozukluklarının nasıl oluştuğuna dair teori, gelişimsel psikolojiyle bütünleştirildi.

Özellikle Mahler’in ayrışma ve bireyleşme süreçleri dediğimiz otis- tik dönem, sembiyotik dönem, ayrışma bireyleşme dönemi ve tam kendilik-tam nesne ilişkileri dönemi dediğimiz dönemde çocukların daha çok ayrışma bireyleşme döneminde sorunlar yaşadıklarına, bu sorunlara bağlı olarak da tam nesne tam kendilik ilişkileri geliştireme- diklerine dair bir bilgi sahibi olduk. İşte bu dönemdeki anne ile çocuk arasındaki ilişkilerin bir patolojik intrapsişik yapıya neden olduğuna değinerek, bu yapının adına da “borderline kişilik örgütlenmesi” ismi- ni verdi.

DSM’de betimleyici (deskriptif) olarak klinik tabloları benzer grup- lar belirli sepetlere konularak belirli kişilik bozuklukları isimleri veri- lirken Kernberg bir kişilik bozuklukları sınıflandırması geliştirdi. Bu sınıflandırmanın detayında, daha çok nesne ilişkilerine bağlı olarak bebeklik döneminde kurulmuş olan dinamik etiyopatogeneze dayalı bir sistemi öngördü. Buna bağlı olarak da çocuklar doğuştan birtakım

(18)

12 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

mizaç özellikleri ile doğabilirler. Bunun en basit örneği acıktığında çok ağlayan çocukla, az ağlayarak meme isteyen çocuk arasındaki fark gibi. Veyahut da çocuk ilk hareketlenmeye başladığında, çok hareketli olan çocukla az hareketli olan çocuk gibi. Bunlar genetikten gelen mizaç özellikleri idi. Bu mizaç özelliklerinde bazı çocuklarda agresyon unit dediğimiz öfke ve kızgınlık daha belirgindi. Kernberg bunu kont- rol edebilecek libidinal unitin zayıflığına inandı. Bu bağlamda tedavi- nin amacı agresyon uniti kontrol edemeyen libidinal tarafı destekleye- rek onu kontrol edebilecek bir olgunluk haline getirmeye de tedavi dedi.

İşte bu agresyon unitin fazla olması, çocuğun yetiştirilme süreci dediğimiz bebeklik döneminde anne ile kurmuş olduğu ilişkilerde annenin onun yardımına koşamaması, empatik yaklaşamaması, ihtiya- cını giderememesi, onu kapsayamaması karşılığında intrapsişik yapı bozuk bir yöne doğru kayar. Sağlıklı gelişim çizgisinde gitmesi gere- kirken kişilik ve kendiliğimiz, sağlıklı bir mecrada akması gerekirken onun yerine nereye aktı? Bozuk bir alana… İşte bu bozuk alan yani psikozla nevrozun sınırında anlamına gelen bir alandı ki buna “bor- derline kişilik örgütlenme alanı” dedi. Bütün kişilik bozukluklarını bu borderline kişilik örgütlenme alanına ve şekline soktu. Bunu da kendi içerisinde olgunlaşma sürecine göre kategorilere ayırdı. En altta psiko- tik kategori vardı ki, burada kişiliğin gerçeklik sınırı netleşmemişti, kişiler psikozda idi. Psikozda olan kişilerle iletişim kurmak ve terapi yapmak mümkün değildi. Onların biraz daha olgunlaşmış halinde içsel- leştirilmiş nesne ilişkileri bağlamında lower (düşük) seviye değimiz border- line örgütlenme vardır. Bu borderline örgütlenme aşağıdan yukarıya, ilkel- den olguna doğru bir seviye, psikoz, düşük seviye borderline örgütlenme, yüksek seviye borderline örgütlenme, nevrotik kişilik örgütlenmesi diye etaplar içerirken sağdan sola doğru da içe dönüklük ve dışa dönüklük anlamında bir harita çıktı karşımıza.

OLGUNLUK NEVROTİK KİŞİLİK ÖRGÜTLENMESİ Yüksek Düzey Borderline Düşük Düzey Borderline PSİKOZ

İLKELLİK İÇE DÖNÜKLÜK DIŞA DÖNÜKLÜK

(19)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 13 Bunu bir kare üzerinde gösterelim. Aşağıdan yukarıya doğru gittik- çe olgunlaşıyor. 1.seviyeye psikoz diyebiliriz. 2. seviyeye düşük seviye borderline kişilik örgütlenmesi, 3. seviyeye yüksek seviye borderline kişilik örgütlenmesi, 4. seviyeye de nevrotik kişilik örgütlenmesi deriz.

Tahir Özakkaş: Bu karenin içerisine kişilik bozukluklarını yerine yerleştirin dersem, şizoid kişilik bozukluğunu nereye yereye yerleşti- rirsiniz?

Kursiyer I.A: İçe dönük.

Tahir Özakkaş: İçe dönük bravo! Yani sol tarafa bakacağız.

Kursiyer: En alta yerleştiririz.

Tahir Özakkaş: En altta, psikozda mı?

Kursiyer: Hayır.

Tahir Özakkaş: (Şekli göstererek) Şurada mı?

Kursiyer: Evet.

Tahir Özakkaş: Histriyonik kişilik bozukluğu?

Kursiyer T.E: Dışa dönük.

Tahir Özakkaş: Dışa dönük, (sağ tarafı göstererek) bu tarafta araya- cağız.

Kursiyer: Yüksek ve nevroza yakın.

Tahir Özakkaş: Yüksek ve nevroza yakın (Hoca karenin içine yerleşti- riyor). Gördüğünüz gibi borderline kişilik bozukluğu ve narsisistik kişilik bozukluğu da şuralarda.

Tahir Özakkaş: Geçen ay dağıttığımız liste var mı elinizde?

(Bir kursiyer, hocaya liste uzattı, hoca listeden okuyor).

(20)

14 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

En altta psikotik. Biz kişilik bozukluğuyla çalışacağımıza göre psi- kozu silelim. Burada bir psikoz alanı olduğunu bilelim. (Tablonun psikozun hemen üzerindeki sol tarafı göstererek) Şizotipal, hipokond- riyak, şizoid, paranoid şurada. Düşük seviye, ağır, psikoza yakın, nere- deyse delirecek ve tamamen içe kapanmış, kimseyle iletişim kurmu- yor. (Aynı seviyenin en sağını tabloda göstererek) Bu tarafa, dışa dö- nük tarafa doğru kaydığımızda borderline kişilik yapısı, hipomanik,

antisosyal, malignant narsizm bu alanda- dır. (Tablodaki orta kısmın orta alanını göstererek) buraya, daha olgun seviyeye doğru geldikçe çekingen, sadomazoşist, bağımlı, narsisistik, histriyonik. (Tablo- nun en üst sağ alanını göstererek) Burası nevrotik olarak histerik, depresif mazo- şistik ve obsesif kompulsif dediğimiz 3 tane nevrotik seviyede olan kişilik örgüt- lenmesi var.

NESNE (Memesini vermeyen)

DUYGULANIM (Çatışma) KENDİLİK (Mahrum bırakılan)

(21)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 15 İşte bu kişilik örgütlenmesinin tamamı şu ortadaki iki banda bor- derline kişilik örgütlenmesi ismini veriyor. Aşağısı psikoz, üstü nevroz.

Anlaşıldı mı? Tedavi alanı olarak ilgilendiği kısım bu borderline kişilik örgütlenmesi ve ardından nevrotik kişilik örgütlenmesi ile ilgili neler yapılabileceğine dair sistemi görüyor.

Melanie Klein’dan yola çıkarak ötekiyle kurulmuş olan ilişkilerin temelde bir duygu bazına bağlı olduğu noktasına geldik. Davranışçı- lıktan, bilişselcilikten, dürtü-çatışmadan başladık, hikayenin dürtünün deşarjı olmadığını, bir ötekiyle kurulan ilişkide bir duygusal anı adacı- ğı yaşandığını, problemin ise duyguları regüle edemeyen bir sistemden kaynaklandığını, temel tedavi amacının da insanların duygularını re- güle edecek güçlü bir regülasyon sisteminin, düzenleyici sistemin kurulması olduğunu, bebeklerin kendi duygularını regüle edememele- ri nedeniyle annelerinden yardımcı ego desteği alıp o duyguları regüle etme konusunda onların desteğine ihtiyaç duyduklarını, bu destek olmadığı zaman da bu sistemin yarım kaldığını, tedavi dediğimiz şeyin ise bu yarım kalmış hikayenin terapist vasıtasıyla tamamlanması, regü- le edilemeyen duygusal alanın regüle edilmesiyle ilgili bir destek ve yardımın verilmesi söz konusudur.

Dedik ki şöyle bir duygusal alan, duygusal yaşantı… Kursiyer F.D ne diyelim buna? Ne yaşadın annenle?

Kursiyer F.D: Çatışma.

Tahir Özakkaş: Çatışma. Bebekken annesiyle çatışma yaşamış. Anne- sinden meme istemiş, vermemiş, çatışma bu. Bu çatışmanın hemen bir tarafında bir nesne var, anne, diğer tarafında mahrum bırakılan kendi- lik var.

İşte bebeğin nörobiyolojik olarak ilk hissettiği duygu, acı ve ızdı- rap. Bu duygunun oluşabilmesi için karşısında bir nesne, bunun karşı- sında da bir kendilik tasarımı bir hap, bir dambıl halinde içselleşiyor.

Bütün hikaye bu dambılın anatomisini incelemek, molekülünü ortaya koymak, bu duygusal regülasyonda annenin zaman zaman iyi, zaman zaman kötü, zaman zaman ideal, zaman zaman zalim olma durumları çarpıtılmış bir şekilde parça parça içeriye alınmasıdır. Bu parçalar

(22)

16 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

zaman içerisinde tutarlı anne ve bakıcılarla birlikte regülasyon siste- mine tabi tutulursa sağlıklı bir kendilik yapısının oluşmasına izin veri- liyor. İşte bu yapılar birleştikçe ve oluştukça, konsolide dediğimiz bütünleşik, birbirleriyle bağlantılı ve ilintili muhtelif anı adacıkları yapılanmış bir sistem olarak birleşiyor, bütünleşiyor.

İlk başta bu yapılar, acı ve ızdırap verenler, kursiyer F.D’nin annesi ve annesiyle kurduğu ilişki, diğer tarafta ise arkadaşlarımızın annele- riyle kurduğu iyi ilişkiler iki kutupta, her insanın ruhunda kutuplara ayrılıyor. Kromozonların, hücrelerin bölünmesi nasıl kutuplara çekilip de ondan sonra hücre çekilip ikiye bölünüyorsa burada da sanki böyle bir sistem gibi ruhsal yapımız sempatik ve parasempatik sistem etra- fında toparlanarak nöronlarımızı iki kutupta (savaşan ve acı çeken ile rahatlayan ve huzur bulan sistemde) yavaş yavaş büyümesi ve burada konsolide olması süreci oluyor. En son etapta da bu iki farklı kutbun insan ruhunda nöronal olarak birleşmesi, “Evet acı veren de seven de aynı annemmiş, acı duyan da mağdur edilen de, sevilen de benmişim”

manasına gelebilecek bir bütünleşik kendilik ve nesne imgesinin iç dünyamızda kurulmuş olması da sağlıklı bir ilişkiyi simgeliyor.

İşte burada sistem yarım kalmış da, bölme mekanizmasının etkisi altında bir türlü konsolide olmamışsa, buna borderline kişilik örgüt- lenmesinde kalmış yapı ismini veriyoruz. Bunun tedavi edilmesi ge- rektiğine dair bir süreç başlatıyoruz. Neyi tedavi ediyoruz? Sistemde bölme mekanizmasının etkisiyle nörobiyolojik olarak iki ayrı kutupta merkezileşmiş agresyon ve libidinal kutupta ayrı ayrı ortaya çıkmış olan duygularımızı bütünleşik bir halde birleştirme yapısına bu ismi veriyoruz.

Tahir Özakkaş: İki gönüllü arkadaşı buraya getirsek, onun üzerinden şöyle yavaş yavaş aktarım odaklı terapiyi biri terapist veya anne gibi davranıp öbürü çocuk gibi davransa, veya kendileri olsa da aralarında- ki ilişkiyi birlikte incelesek olur mu?

Kursiyer Ö.A: Annenin bilişsel olarak bileceği bir şey değil, değil mi bu?

Tahir Özakkaş: Değil. Milisaniyelerle süren, iki insanın bakışlarında otomatik olarak aktive olan bir sempatik sistem bu. Non-verbal bir

(23)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 17 şey. Çocuk zaten 2 yaşına kadar bütün duygu ve düşüncelerini non- verbal iletir. Fakat biz terapi seansına gelen kişide olan biteni algıladı- ğımız ve anladığımız, öbürü anlamadığı için onun anlayışını, kendi farkındalığını kolaylaştıracak yardım ve destek veriyoruz.

Kursiyer Ö.A: Peki anne kendisi çocukken, onun annesinin ona dav- randığı gibi davranması ile ilgili bir araştırma falan var mı?

Tahir Özakkaş: Genelde annesinin davrandığı gibi davranır.

Kursiyer Ö.A: Onu bilişsel olarak bilmiyordur belki ama hatırlıyordur belki.

Tahir Özakkaş: Borderline kişilik örgütlenmeleri, içerideki çatışmala- rını otomatik davranışla konuşturan kişilerdir. Onun mantığıyla ko- nuşmazlar, bilmezler. Bu nedenle söyledikleriyle hayatta yaptıkları hep farklı olur. Yaptıkları şeyler bebeklikten kalma otomatik, anneden öğrendikleri davranış kalıplarıdır; söyledikleri şeyler bilişsel üst kat- mandaki olayla ilgili mantıktır. Hasta gelir der ki, “Hocam size hayra- nım”, ama yüzünde o kadar alaycı bir gülümseme vardır ki, söz olarak bunu söylüyor, fakat içsel sistemi aşağıladığı, devalue ettiği annesiyle kurmuş olduğu ilişkinin gülümsemesini taşıyor. Siz hastaya bu çelişki- yi gösterirseniz hasta, davranışıyla konuşması arasındaki aykırılığı fark eder. Ona bakabilecek ve görebilecek bir gerçeklik temeli olduğu için de bu terapiye alınır. Hastaya dersiniz ki, “Biraz önce benimle ilgili çok güzel şeyler söylediniz. Ama bunu söylerken yüzünüzde sinsi bir gülümseme vardı. Acaba bu gülümseme neyin nesi?”. Buna “yüzleş- tirme” diyoruz. Mesela hasta, “senden nefret ediyorum Allah’ın belası, dünyanın en pislik adamısın” der. “Bunları söylüyorsun ama halen terapide oturarak terapiye devam ediyorsun, kafam karışıyor. Yani geliyorsun, burada oturuyorsun ama oturduktan sonra da benim dün- yanın en kötü adamı olduğumu söylüyorsun. Davranışların farklı, terapiye geliyorsun ama söz olarak da dünyanın en kötü adamı oldu- ğumu söylüyorsun. Burada bir çelişki görüyor musun? Eğer dünyanın en kötü adamıysam niye terapiye devam ediyorsun? Terapiye geliyor- san ve benden yardım bekliyorsan acaba neden böyle düşünüyorsun?”.

(24)

18 11. BPT ŞUBAT DERS NOTLARI

Görebiliyor musunuz? Hastanın davranışıyla bilinci birleşmiyor.

Bizim derdimiz davranışıyla bilinci birleştirmektir. Mesela anneler

“Çocuklarımızı çok seviyoruz” derler. “Ama biraz önce dövdüğünüzü gördüm. Seven anne döver mi?”. Şiddete karşıyım der, ama döver.

“Ama hele bir sor niye dövdüm?” (Gülüşmeler). Davranış farklı, çünkü agresyonunu kontrol edemediği için çocuğun oradaki manipülatif hareketleri karşısında onu yatıştırıcı, sakinleştirici, suhulete ulaştırıcı çalışma yapması gerekirken öfkeyle ona saldırır, çünkü annesi de ona saldırmıştı.

Buradan yola çıkacak olursak, bir anne, annesiyle kurmuş olduğu güvensiz bağlanma ilişkisini eğer bu hayat sürecinde düzeltemezse çocuğu da, torunu da güvensiz bağlanma stiliyle bağlanacak. Dolayı- sıyla bir bebeğin annesiyle kurmuş olduğu ilişkiyi araştırmacılar (özel- likle bağlanma kuramcıları) incelediler. Eğer güvensiz bağlanma stiliy- le anne çocuğuyla ilişki kuruyor ise çocuğun ergenlikte arkadaşlarıyla kurmuş olduğu tüm ilişkilerin güvensiz bağlanma stili içerisinde ola- cağını iddia ettiler, 20 yıl takip ettiler, eğer evlenirse ve çocuğu olursa o çocuğu da güvensiz bağlanma stili içerisinde mi olacağı şeklinde…

Araştırma çok kötü bir biçimde sonuçlandı: Evet, onların çocukları da güvensiz bağlanma stili içerisinde devam ediyor. Zincir hep devam ediyor. Zincirin bir halkası bir yerde kesilmediği müddetçe o nesilden gelen tüm çocuklar güvensiz bağlanma stiliyle ilişkilerini sürdürüyor.

Kursiyer Ö.K: Hiçbir kimseye güvenmeyen kişiler mi bunlar?

Tahir Özakkaş: Hayır. Hatırladığım kadarıyla bağlanma stilleriyle ilgili fazla bir şey anlatmadım. Size onu detaylı olarak anlatacağım.

Güvenli bağlanma stili ile ilgili araştırma çalışmaları var.

Kursiyer Ö.A: Temel güven

Tahir Özakkaş: Temel güvenin oluşturulması.

Bununla ilgili laboratuar çalışmaları yapılıyor. Annesi odayı terk et- tiği zaman çocuğun dikkati annesine yönelir, biraz kaygılanır. Sağlıklı bir çocuk, anne odaya geri geldiği zaman yatışır, oyununa devam eder.

Dışarıdan birisi geldiği zaman yabancılar, o yabancıya karşı önce bir

(25)

Kernberg Aktarım Odaklı Psikoterapi 19 tepki duyar, daha sonra yabancıya yaklaşabilir. Güvensiz bağlanma stili içerisindeki çocuklar, anne odadan çıkar çıkmaz kıyameti kopar- tırlar, bir türlü sakinleşmezler, anne odaya gelse dahi sakinleşmesi uzun sürer. Odaya bir yabancı geldiği zaman öfkeleri, kızgınlıkları ve korkuları da artar.

Kayıtsız tip dediğimiz tipte ise çocuk anneden o kadar kopmuştur ki, annenin odadan çıktığını fark etmez bile. O kadar dünyadan ko- puktur ki ilgisiz bir annenin çocuğudur. Bu tip güvensiz bağlanma stili dediğimiz alt tipler var. Kayıtsız tip, ikircikli tip, tepkisel tip… Bu alt tiplere bağlı olarak bir yere gidersiniz. Genellikle borderline kişilik bozukluğu veya örgütlenmesinin bağlanma stili, güvensiz bağlanma stilidir. Anne ile bebek arasında kapsayıcılığının olmayışına bağlıdır.

Güvenli bağlanma stilinde temel güven duygusu çocuğa yerleşir, ço- cuk kendini çok iyi hisseder. Annesinin dönüp geleceğine dair içsel, zihinsel imgesi, içselleştirilmiş nesne imgesi, seven, koruyan, kollayan bir anne vardır. Dışarıdaki gerçek anne gidecek ama içerideki anne sağlam yerde durmaktadır.

Ama içerideki anne zayıfsa zaten çocuk her an anne tarafından terk edileceğine dair kaygıyla anneyi takip etmekte, anne odayı terk ettiği andan itibaren de korktuğu şey başına gelmektedir. Onun için ikide bir de sevgilisine telefon eden, sevgilisini arayan, “Burada mısın, baş- ka kadın var mı hayatında” diyen, soran kızımızın derdi “annem oda- dan çıktı mı çıkmadı mı”, hep peşine düştükçe düştü, anne odadan çıktı, sevgilisi de onu terk eder.

Kursiyer N.DÖ: Bowlby’nin kitabında onunla ilgili “Parkta gezinti ya- pan anne ve çocuğu” örneği vardı. Çocuk gider, dolaşır, anne ile arasın- da belli bir mesafe vardır ama hep anneyi görmek ister. Problem, anne gözden kaybolduğunda ortaya çıkmaya başlar. Ama o biraz uzaklaşır, arkasına döner bakar anne orada, rahatlar. Anne orada yoksa asıl kaygı o zaman başlar” diyor.

Tahir Özakkaş: Evet ona “yakıt alma” diyoruz. Mahler’in çalışmasın- da da var. Çocuk önce anneye yapışıktır, dokunur. Daha sonra yavaş yavaş dokunmadan 1 metre uzaklaşır. Bakar anne orada, yakıtını alır,

Referanslar

Benzer Belgeler

İşte arzularla gerçekler arasındaki bu açılan yay, bebeğin kaldırabileceği boyutta açılabilir- se sağlıklı narsisizme, sekonder narsisizme dönüşür ama bu makas çok

Davranışçılık, Bilişsel Kuram ve Dinamik Kuramın Genel Tekrarı 13 O zaman şöyle bir şey çıktı karşımıza Freud’un iddiasına göre?. Bunu iyi anlamak durumundayız,

Bizim biraz farklı düşüncelerimiz vardı ve iki tane temel sorumuz vardı ve bir de telafi edici stratejiler dediğimiz ve ondan sonra ortaya çıkan öğrenilmiş

Kursiyer: Şimdi hocam ben Beck olarak düşününce üç tane temel kabul olması gerekirken yani değerli hissedemeyip değersiz, çareli hissedemeyip çaresiz, yeterli

Yeniden yakınlaşma evresine gidene kadar olan, “yumurtadan çıkma” yani beden olarak ve duygu olarak ayrı bir varlık olduğunu deneyimlemesi bireyin ilk

Bunu öğrenmek önemli, bu dönem normal geçerse temel güven duygusuyla oluyor, bu dönemde patolojiler olabilir ve patolojiler olduğu zamanda da daha çok psikotik

Şimdi burada davranışsal kuramı basit bir şekilde öğrenme ilkesi olarak görüyoruz.. Öğrenmenin de taklit, modelleme, sosyal öğrenme dediğimiz farklı çeşitleri

Burada da çocuklar bu klinik tablo içerisinde derin bir depresyon duygusuna düşmemek için kendilerini korumaya yönelik olarak ergenlik krizi gibi tepkiler ortaya