• Sonuç bulunamadı

BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ 11. DÖNEM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ 11. DÖNEM"

Copied!
25
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ 11. DÖNEM

OCAK DERS NOTLARI

Editör

Dr. Tahir ÖZAKKAŞ

Dr. Ahmet ÇORAK

(2)

ii

Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları: 156 Bütüncül Psikoterapi 11. Dönem Ocak 2013 Ders Notları

ISBN 978-605-4817-26-9 Copyright Psikoterapi Enstitüsü

Tüm hakları saklıdır. Yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya kısmen yayımlanamaz, kısmen de olsa çoğaltılamaz ve elektronik ortamlarda

yayımlanamaz.

Birinci baskı: Haziran 2014

Editör: Tahir Özakkaş

Yayıma hazırlayan: Sevgi Akkoyun & Menekşe Arık Katkıda Bulunanlar: Yusuf Köse, Gülcem Yıldırım

Baskı: Acar Matbaacılık Prom. ve Yayın. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Litros Yolu Fatih Sanayi Sitesi No:12/243 Zeytinburnu - İstanbul Tel: 0212 613 40 41

PSİKOTERAPİ ENSTİTÜSÜ EĞİTİM ARAŞTIRMA SAĞLIK ORGANİZASYON VE DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ.

Eğitim ve Kongre Merkezi: Fatih Sultan Mehmet Cad. No:285 Darıca-KOCAELİ

Tel : 0262 653 6699 Fax : 0262 653 5345

Merkez: Bağdat Caddesi No: 540/8 Bostancı-İSTANBUL / TÜRKİYE Tel : 0216 464 3119 Fax : 0216 464 3102

www.psikoterapi.com - www.psikoterapi.org - www.hipnoz.com

(3)

iii SUNUŞ

nsanlık tarihi boyunca, her toplumda psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmeye yönelik girişimler olmuştur. Bu alanda yapılan girişimler sonucu ortaya çıkan pek çok farklı ekolün savunucu- ları, kendi ekollerini yüceltme ve diğer ekolleri küçümseyerek öte- kileştirme yoluna gitmiştir. Ancak buna rağmen farklı yaklaşımlar- dan bilgiler edinerek kuramını zenginleştirmeye ve bu alanda çalış- malar yapmaya başlayan öncü terapistler, psikoterapide bütünleş- meyi sağlayarak alandaki bölünmeleri büyük oranda azaltmıştır.

Bütüncül psikoterapi, hastanın bilişlerinin, davranışlarının, kişili- ğinin ve duygusal süreçlerinin yeniden düzenlemesine yardımcı olmak için pek çok farklı ekolden faydalanarak daha gerçekçi, uyumlu ve esnek bir çalışma alanı sunar. Eğitimini verdiğimiz bü- tüncül psikoterapi, zamanzaman eklektik ve asimilatif, genellikle de entegratif ve ortak faktörler üzerine kurulmuş bütüncül bir yak- laşımı içerir. Bireye, teori odaklı değil danışan odaklı bakmaya çalı- şan bütüncül psikoterapiler, farklı yaklaşımların bileşenlerini bir araya getirerek terapisti geniş bir vizyona ulaştırır.

Bu amaçtan yola çıkarak, çeşitli bilimsel etkinlik, araştırma, eğitim ve yayın çalışmalarıyla, ülkemizde bütüncül psikoterapi uygulama- larının gelişimine öncülük etmekten gurur duyuyoruz. Elinizdeki bu ders notları, ruhsal bozuklukların tedavisinde tek bir psikotera- pi yaklaşımına bağlı kalmaktansa elindeki veriyi kullanarak uygu- lanabilecek en iyi tekniği ve teoriyi arayan bütüncül yaklaşımlı terapistler yetiştirme adına verilen Bütüncül Psikoterapi Teorik

İ

(4)

iv

Eğitimi 11. Grubunun Ocak ayı deşifrelerini sunmaktadır. Bu ders notları, eğitim deşifresinin derlemesi olma özelliğiyle dünyada eşi benzeri görülmemiş bir yayın niteliği de taşımaktadır.

Bu ders notlarında nesne ilişkileri, Mahler’in gelişim kuramı, şizoid ve narsisist vaka sunumları ele alınmaktadır.

Bütüncül psikoterapiler de insanın ruhsal yapısının gelişiminde olduğu gibi zamanla özerkleşecek, bireyselleşecek ve ayrışarak psikoterapi ruhunu ayakta tutacaktır.

Psikoterapi uygulayıcıları için önemli olduğunu düşündüğümüz bu eğitim ders notlarını, sizlerin ilgisine sunmaktan kıvanç duymakta- yız. Keyifli okumalar dileriz…

Tahir ÖZAKKAŞ Psikoterapi Enstitüsü Başkanı

(5)

v

İ Ç İ N D E K İ L E R

OCAK 2013 1. GÜN

1 NESNE İLİŞKİLERİNE GİRİŞ ... 9

2 PSİKOTERAPİDE NESNE İLİŞKİLERİ ... 45

3 KÜÇÜK (FOSİL) ADAM KAVRAMI ... 85

4 GEÇİŞ NESNESİ, BAĞLANTI NESNESİ ... 122

OCAK 2013 2. GÜN

5 MAHLER’IN GELİŞİM KURAMI VE KENDİLİĞİN İNŞASI ... 149

OCAK 2013 3. GÜN

6 MAHLER’DEN STERN’E KERNBERG’TEN MASTERSON’A NESNE İLİŞKİLERİ ... 273

7 MAHLER’DEN STERN’E KERNBERG’TEN MASTERSON’A NESNE İLİŞKİLERİNE DEVAM ... 322

8 ŞİZOİD VAKA SUNULMASI ... 364

9 NARSİSİST VAKA SUNULMASI ... 401

BÜTÜNCÜL BİR MODEL: Rölatif Psikoterapi Tahir ÖZAKKAŞ, MD, PhD ... 461

D İ Z İ N ... 489

(6)
(7)

Ocak 2013

1. GÜN

(8)
(9)

1

NESNE İLİŞKİLERİNE GİRİŞ

ahir Özakkaş: Bütün kuramların kavşak noktası olan nes- ne ilişkileri kuramına geldik, dayandık. Dananın kuyruğu bugün kopacak herhalde. Ya anlayacağız, ya anlayacağız, başka bir şık yok. Kitapları okuyabildik mi arkadaşlar? En azından en acil olanlarını… Kursiyer Y.K okudun değil mi?

Kursiyer Y.K: Üç tane kitap okudum ama bilmiyorum hangileri acildi?

Tahir Özakkaş: Üç tane çok iyi. Hangilerini okudun?

Kursiyer Y.K: Bowlby’nin güvenli bir dayanak kitabı, Tahir Özakkaş: Güzel

Kursiyer Y.K: Greenberg’in Duygu Odaklı Çift Terapisi Tahir Özakkaş: Bu ayın konusu değildi.

Kursiyer Y.K: Bir de 7.BPT Nesne İlişkileri

Tahir Özakkaş: Başka? Vamık Volkan’ın kırmızı kitabını okuyan var mı?

(Kursiyerler parmak kaldırdı)

T

(10)

10 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

Tahir Özakkaş: Kernberg’in Borderline Kişilik Bozukluğu kitabını okuyanlar var mı?

(Kursiyerler parmak kaldırdı)

Kursiyer F.D: Üçlü karşılaştırma gibi bir şey mi?

Tahir Özakkaş: Yok, yine üçlü Kernberg ekibinin kitabı.

Kursiyer P: Nesne ilişkilerini de anlatıyor, aktarım odaklı psikote- rapiyi de anlatıyor.

Tahir Özakkaş: Evet.

Eğitimimize bir davranışsal kodla başladık hatırlarsanız. Davra- nışsal öğrenme nedir, davranışsal öğrenme ile insanın kimlik ve kişiliği, ruhsal yapısı, ilişkileri nasıl gelişiyor, bütün sistemi davra- nışsal ekol bağlamında izah ederek bu bağlamda patolojileri ya da rahatsızlıkları da hatalı öğrenmelere mal ederek sistemde bir dav- ranışçı terapist olmuş idik. Daha sonra da bu problemleri ve sıkın- tıları davranışçı terapinin geliştirmiş olduğu davranışçı tedavi tek- nikleriyle tedavi etmiştik. O gün hepimiz davranışçıydık, o gün hepimiz Ermeni’ydik (Gülüşmeler).

Bugün ise değişiyor sistem yavaş yavaş. Ondan sonra kognitifçi- liğe karar verdik. Dedik ki, hayvanlarda etki-tepki yasası geçerli olabilir, ama insanlar hayvan değil, Pavlov’un köpekleri değil; etki- tepki-yorum denilen bir üçgenden oluşur. Her olay, her insanoğlu tarafından farklı algılanabilir, değerlendirilebilir, yorumlanabilir, buna göre çıktıları farklı olabilir. O zaman kişinin olayla karşı kar- şıya kaldığında hangi olayın önemli olduğu değil; o olayı nasıl an- ladığı, algıladığı, değerlendirdiği ve yorumladığı önemlidir. O za- man insanın beynine bakmamız gerekir. Orda da bilişsel yapının ana eksenleri, temel kabuller, şemalar, otomatik düşünceler silsile- si içerisinde bir insanın ruhsal aygıtının hiyerarşik ve basamaklı bir

(11)

Nesne İlişkilerine Giriş 11 şekilde yine öğrenme, yorumlama ilkelerine dayanan bir aygıt ol- duğunu anladık.

Eğer kişi, hayatla ilişkisinde, kendisiyle olan ilişkilerinde dene- yimlediği şeyleri algı ve yoruma bağlı olarak farklılaştırıyor, bu da onun hayatını zorlaştırıyor, birtakım patolojileri meydana getiriyor ise onun şemalarında, otomatik düşüncelerinde ve temel ka- bullerinde bozukluklar, hatalar olabileceği, o bozukluk ve hataları düzeltmediğimiz müddetçe yapının devam edeceğini söylemiştik.

O gün de hepimiz kognitif terapist olmuştuk, hatırlıyorsunuz değil mi? Kognitif terapi ile davranışçı terapi birbirinden et-tırnak gibi ayrılamayacaklarına karar vererek bu iki ekol “Gel evlenelim” dedi- ler ve evlenerek davranışçı kognitif terapi oluşturmuşlar, birlikte, kol kola yola devam ediyorlar idi.

Davranışçı kognitif terapinin en güzel tarafı, ne yapıldığını net bir şekilde ortaya koyması, denenebilmesi ve algoritma halinde patolojilere karşı ne tür müdahaleler yapılabileceğini net bir şekil- de ortaya koyması idi. Sonuçta üniversiteler, araştırma merkezleri, bu psikoterapi yaklaşım tarzını çok benimsediler ve bunun üzerine araştırma projeleri geliştirdiler. Yani teşhis kriterlerini belirli bir şekilde ortaya koyduktan sonra (genellikle DSM’de sınıflandırılmış olan tanı kriterleri) bunların üzerine problemi bilişsel davranışçı psikoterapi yöntemiyle tedavi etmeyi gösterdiler ve bunların işe yararlılığını klinik çalışmalarda, araştırma çalışmalarında, birçok merkezde kanıtlamış oldular. O zaman ilk defa psikoterapide kanı- ta dayalı bir uygulama olan bilişsel davranışçı teknikler geliştirmiş oldu. Ve üniversiteler elbette kanıta dayalı çalışacakları için bir şeyin her yerde, her şekilde işe yararlılığını gösterebildikleri için de bilişsel davranışçı ekole sahip çıktılar ve dünyanın birçok üniversi- te merkezinde de bilişsel davranışçı tedavi teknikleri eğitimin,

(12)

12 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

okulların içine girdi, eğitim programlarının içerisinde resmi olarak kendisine yer buldu.

Fakat insanların her ne kadar size söyledikleri algılar ve yorum- lar bir şekilde insanoğluna kendini anlatıyor ise de insanoğlunun daha derinlerde, varoluşunda farklı katmanların olduğu, patoloji- nin farklı nedenselliklere tabi olabileceğine dair bir görüş ortaya çıktı. Bu görüş ta 1900’lerden, 1890’lı, 1880’li yıllardan ortaya çıkan dürtü kuramı idi.

Freud’un insanı tanımlaması, insanı anlatması ve insanın kogni- tif ve davranış olarak gözüken kısmının aslında deforme olmuş, değiştirilmiş, çarpıtılmış, iç dünyasının yukarıya yansıması idi.

Yani, kognitif ve davranışçı terapi insanları mantıklı, makul, akıllı ve yaşamlarını kendi elinde tutan birer varlık olarak değerlendirir- ken, dürtü kuramı bunun zıttını iddia etti. “İnsanların hayatını esas belirleyen şey bilinçli yapıları değildir, insanda bilinçdışı dediği- miz, kendisinin bile farkında olmadığı bir alan var, bu alan nede- niyle de insanlar birtakım davranışlarını, düşüncelerini bilinçdışın- daki birtakım çatışmaların uzantısı olarak yaşarlar ve bunları kog- nisyonlarıyla, mantıklarıyla, bir şekilde savunma düzenekleri dedi- ğimiz şeylerle (aklileştirme yansıtma gibi) bir takım savunmalar kullanırlar”. İşte bu noktada karşımıza acayip bir dünya çıktı. Bu, bilinçdışı denilen bir dünyadır. O güne kadar dünyamız çok sağlam idi, insanlık olarak, insanoğlu olarak… O sağlam dünyada her şeyi biz düşünüyoruz, biz anlıyoruz, biz karar veriyoruz diye bir hayata doğru giderken insanlık, adamın biri çıktı, “Hayır, siz karar vermi- yorsunuz. Siz o kadar akıllı insanlar değilsiniz. Her şey de sizin gördüğünüz gibi değil, birtakım kararlarınız, yönlendirmeleriniz bilinçdışı alanda bulunan kişilik ve kimlik yapılarınızla ilintili ola- bilir” diyerek bizi bir başka dünyaya davet etti. İşte bu dünyanın kapıları bize bilinçdışı kavramını açtı. Burada Freud’un dürtüleri ve

(13)

Nesne İlişkilerine Giriş 13 dürtülerin gerçekliğe ters düşmesi nedeniyle ego ve dış gerçeklikle olan çatışması, yani dürtü çatışma kuramı ile karşı karşıya kaldık.

Bunun detaylarını da işledik hatırlıyorsanız, insanlar doğuştan birtakım içgüdülerle, dürtülerle doğar. Dürtünün tek amacı vardır:

Nesnesini bulmak ve içindeki hazzı yakalamak için gerilimi bo- şaltmak. Eğer nesnesine ulaşamaz, nesnesine ulaşma süresi gittikçe gecikirse yavaş yavaş gerilim artar, kişi yoğun bir agresyona doğru sürüklenebilir. Ne zaman ki içimizdeki cinsel ve saldırgan dürtüler hedef nesnesine ulaşır ve içindeki gerilimi boşaltırsa, kişi bundan haz ve keyif alır, temel insan doğası buna aittir. Bu hazzın yaşan- masını engelleyen, dış gerçekliğe karşı yapılacak olan her türlü manipülasyonlar da savunma ismini verdiğimiz, zihnin kendi ken- dine kurduğu oyunlardır diyerek zihin aygıtını, ruhsal aygıtı tanım- lamaya başladı.

Ruhsal aygıtın id, ego ve süperego dediğimiz yapısal bir alandan bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı dediğimiz topografik alandan, psikoseksüel olarak oral, anal ve fallik dönemlerden geçen, eko- nomiklik prensibiyle her şeyi ekonomik olarak uygulayan, hazza dayalı sistemin kurulduğu bir dünya tanımladı. Bu dünya o kadar etkili oldu ki, anlatılan bu dünya, insanlık tarihini, edebiyatı, ro- manı, şiiri, heykeli ve her şeyi içinde barındıran, insanın gelişimini anlatan, bir başka boyutuyla insanı ve insanlık tarihinin tüm ilişki- lerini bize farklı bir gözlükle seyretme fırsatı verdi.

Artık insan, bilişsel davranışçı bir insan değil, dürtülerin etkisi altında dünyasını şekillendiren, biraz daha piyon, biraz daha robot bir insana dönüştü. Freud hem bilinçdışı kavramına, hem dürtü çatışma kuramına nereden ulaştı? Bildiğiniz gibi bir nöropatologtu, bir nörologtu ve tek derdi insan beynini araştırmak, insan beynin- deki elle tutulur, gözle görülür, mikroskobun altında incelenebilir

(14)

14 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

beyin preparatlarından, özellikle otopsilerde kesilmiş olan insan beyinlerinden neler olup bittiğini anlamaya yarayan o dönemde anatomofizyoloji, anatomonöroloji gibi gelişimlerini inceleyen bilim adamlarıyla çok yakın çalıştı. Bir nörolog olarak keyifle haya- tına devam etti. Fakat kader onu çeşitli insanlarla bir şekilde karşı karşıya getirdi, bu karşı karşıya gelmeler sonucunda, insanın bi- linçdışı dediğimiz bir alanı olduğunu fark etti.

Bu alan özellikle kendisinin nöroloji ile ilgili çalışmalarında is- tediği sonuçları elde edemeyeceği, mevcut teknolojik gelişimin kendi kafasında hayal ettiği ruhsal aygıtın nörolojik parçalarını bulamayacağı kanaatini oluşturunca yavaş yavaş kendisini psikolo- jiye, ruhsal aygıtın farklı bir fenomenine doğru kaydırdı. O zaman bir makale yayınlamıştı; bir “ruhsal projenin inşası” diyebileceği- miz, insanın ruhsal yapısının beyinde araştırılmasını gerektiren bir makaleydi. Ruhsal aygıtı, beyindeki izdüşümlerini anlama ve kav- rama makalesini kapattı, ayrı bir alana yöneldi, bu makaleyi unu- tun dedi ve ruhsal aygıtı sanal olarak tanımlamaya başladı. Char- cot’un yanına gitti. Charcot ve Pierre Janet, dünyanın en meşhur nöropsikiyatristleriydi, insanlar üzerinde araştırma yapıyorlardı.

Özellikle Charcot’un Paris’teki çalışmaları dünyada ün salmış idi.

Nancy ve Salpetriere ekolü diye iki ekol Fransa’da tıp fakülteleri bunlar birbirleriyle olumlu bir yarış halinde ve psikiyatri depart- manlarında da çalışmalar yapılıyor, histeriyi anlamaya çalışıyordu.

Histerik yapılar, özellikle kadınlarda görülen, ayılıp, bayılmalar- la, felçlerle seyreden, beş duyuyla ilgili algılarımızın bir şekilde kapatıldığı, görmenin, işitmenin, tatmanın alamadığı birtakım ruhsal bozukluklar ama bunların temelinde hiçbir organik bozuk- luk yok. Charcot öğrencilerine, asistanlarına, psikiyatri asistanları- na hipnotik trans altında bunların nasıl tedavi edildiğini gösterdi.

(15)

Nesne İlişkilerine Giriş 15 Bu yapı Freud’un çok dikkatini çekti. Hipnotik trans altında in- sanlar birtakım telkinlere maruz kalırlar, bu telkinlerin etkisi al- tında transtan çıktıktan sonra bir takım semptomlar geliştiriyorlar ve bunu neden yaptıklarını bilmiyorlar. Semptomları olan bir ta- kım hastalar hipnotik trans altına sokulup da ilk semptomun oluş- turulduğu ana götürülüp o travmatik olay yaşatıldıktan sonra semptomların da ortadan kalktığı görülüyor. O zaman semptom denen şey, yaşanmış olan bir hadiseden sonra ruhsal aygıtın oluş- turduğu bir tablo idi, geriye doğru gidip de o semptomu oluşturan süreç incelenip, trans altında geriye doğru kaynağa ulaşıldığında da semptom bilince çıkarıldı zannedildiği, eli felçli olan bir kadın, o felçli olma nedenini geriye doğru gidip bulduğunuzda felç ortadan kalkıyordu.

İşte burada bilinçdışı kavramından yola çıkan ve bilinçdışının çok ilginç ve esrarengiz bir boyutunun olduğunu deneye dayalı gören Freud bunu aldı, kendi ruhsal aygıtının inşasında kullandı.

Hipnotik transtan vazgeçti, aynı şekilde bilinçdışına ulaşacak olan serbest çağrışım yöntemini, ardından rüyalar, lapsuslar, dil sürç- meleri ve sakarlıkları da içine alan koskoca bir dünya kurdu. Burda dürtülerin egemen olduğunu, temelde libidinal ve agresyon dürtü- ler olup deşarj fırsatı bulmaya çalıştığını, bulamadığı için de egoyla çatıştığını, daha sonra da semptom olarak kendisini ortaya koydu- ğunu gördü. Bilinçdışında kalan bu oral, anal, fallik dürtülerin bi- lince çıkarılması halinde ise serbest çağrışım ve diğer yöntemlerle problemin ortadan kalkacağına inanarak dinamik psikoterapiyi, psikanalitik psikoterapiyi, psikanalizi kurdu.

Dürtü kuramı kendini bu şekilde devam ettirirken, kızı Anna Freud, Hartman, Rapaport, Jacobson gibi yeni nesil, birinci nesil psikanalistler Freud’un ide yaptığı vurgu yanında, egonun da önemli olduğu vurgusunu yaparak yavaş yavaş, egonun fonksiyon-

(16)

16 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

ları nelerdir. Ego ne işe yarar, ego sadece idin bir uzantısı, dünyayla temas kuran tarafı mıdır, yoksa egonun kendine ait bir potansiyeli, gücü var mıdır diye ruhsal aygıtın ikinci parçası olan ego üzerine odaklandılar ve ego psikolojisini geliştirdiler. Her ne kadar ruhsal aygıtın idindeki dürtüsel, içgüdüsel yapılar önemli ise de ona karşı gelen ve onun toplumsal yapıya adapte olan, kişiyi daha olgun hale getiren egoya odaklanmamız ego savunma düzeneklerinin neler olduğu, egonun adaptasyon gücünün neler olduğuna odaklanma- mız bizi daha gerçekçi bir pozisyona sokacak dediler ve ego psiko- logları gelişti, bunu da biz geçen ay gördük. Onun içerisinde bir çok ego psikologu gelişmişti, Anna Freud, Hartman, Rapaport, Eric Berne, Erik Erikson, John Watkins v.s. Bir kısmı eksik kaldı, önümüzdeki aylarda tamamlayalım dedik, şöyle bir geçiştirdik hatırlarsanız, hatırlayan var mı? Hatırlayan var.

Burada dikkat ederseniz davranışçı ekol, kognitif ekol ve yavaş yavaş bilinçdışı kavramını ele alan dürtü çatışma ve ego psikolojisi kavramları kendi içinde bir insanı tanımlıyor idi.

İşte ego psikologlarının kendilerini ifade edip de ego psikoloji- sini inşa etmeye çalıştıkları, dinamik kuramı biraz daha palazlandı- rıp, daha büyütüp, hem dürtü kuramının, hem ego psikolojisinin, hem süperegonun nasıl bir şey olduğunu anlamlandırma yönünde- ki gayretlerinin yanında Melanie Klein denilen bir hanımefendi ve arkadaşları, örneğin Jacobson o dönem içerisinde sayılabilir, nes- nesiz ve öteki bir insan olmadan dinamik bir kuramın olamayaca- ğına dair vurguyu bir başka yere yaptı. Bir bireyin kendi başına ruhsal yapısının geliştiğini iddia eden tüm dinamik kuramların yanında, bu ruhsal yapının olabilmesi için bir ötekinin bulunması gerekliliğine, yani nesneye odaklandı. “Bir bebeğin annesi yoksa kendiliğinin ne ruhsal yapısı, ne egosu, ne de dürtüleriyle ilgili bir yapı olgunlaşır ve gelişir. O zaman bir bebeğin yalnız başına dö-

(17)

Nesne İlişkilerine Giriş 17 nemlerden geçmesi ve büyümesi değil, bu bebeğin hangi anneyle ve nasıl, nerede büyüdüğü önemlilik arz eder” diyerek dikkatimizi anneyle kurulan ilişkiye, bağlantıya çevirdi ve biz buna nesne iliş- kileri kavramı dedik.

KİMLİK VE KİŞİL İĞİN GELİŞİMİ

Bir insan kimlik ve kişilik, ruhsal yapı geliştiriyor, bu nasıl olu- yor? Doğuştan gelen bir yapı mı, yoksa daha sonradan oluşan bir yapı mı? Püf noktası burada dünyada iki tane ekol çıkıyor karşımı- za. İnsan ruhsal yapısı tabula rasa gibi boş olan ve daha sonradan bu boş tahtaya yazılar yazılan bir dünya mı, yoksa doğuştan getir- miş olduğu bir takım potansiyeller ve çekirdekler var da, bu çekir- dekler yeri ve zamanı geldikçe açılıyor mu? Sizin görüşünüz hangi yönde arkadaşlar?

Kursiyer F.D: Tabula rasa

Tahir Özakkaş: Tabula rasa diyen değerli arkadaşımız Kursiyer F.D var.

Kursiyer Z.S: Doğuştan yazılımlar var, bu yazılımlar belirli ortam- larda aktifleşir.

Tahir Özakkaş: Başka, üçüncü görüşü olan var mı?

Peki, bir insanda kimlik ve kişilik dediğimiz şey nasıl gelişir?

Bunu hiç düşündünüz mü? Şöyle sıradan, Kursiyer F.D ile başlaya- lım. Kendinize ait bir sıfat söyle, “Ben şöyle birisiyim” şeklinde”.

Kursiyer F.D: Kuralcıyım.

Tahir Özakkaş: Peki. Buyurun T Hanım, fiziksel olabilir, ruhsal olabilir, kendinizle ilgili bir parçanızı söyleyin. (Kursiyer T.E’den ses çıkmayınca) “Ben donup kalırım” de, mesela (Kahkahalar). Bu bir özellik.

(18)

18 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

Kursiyer T.E: Çok çalışkanım.

Tahir Özakkaş: “Çalışkanım”, güzel.

Kursiyer: Duygusalım.

Kursiyer: Düzenliyim.

Kursiyer P: Dağınığım.

Kursiyer Ö.K: Ayrıntıcıyım.

Kursiyer Z.S: Öfkeliyim.

Kursiyer E.P: Hassasım.

Kursiyer G.A: Meraklıyım.

Kursiyer: Ben de hassasım.

Kursiyer: Duygusalım.

Kursiyer: Rahatım.

Kursiyer B.D: Uzun boyluyum.

Kursiyer: Sabırlıyım.

Kursiyer: Sakinim.

Kursiyer N.A: Makarnayı severim.

Kursiyer A.S: Kararlıyım.

Kursiyer A.Ş: Sevecenim.

Kursiyer İ.A: Güler yüzlüyüm.

Kursiyer M.A: Duygusalım.

Kursiyer Y.K: Kararlıyım.

Kursiyer G.S: Umutluyum.

(19)

Nesne İlişkilerine Giriş 19 Kursiyer Y.Ü: Heyecanlıyım.

Kursiyer Z.T: Takıntılıyım.

Kursiyer: Yavaşım.

Kursiyer: Meraklıyım.

Tahir Özakkaş: Orada 2 kişi var, oraya veriyorsunuz mikrofonu.

Kursiyer: Öfkeliyim.

Kursiyer: Duyarlıyım.

Tahir Özakkaş: Çok güzel. Arkadaşlar, hepinizi söylediğiniz şeyi düşünmeye davet ediyorum. Burada deneye dayalı öğreniyoruz ya… Bebeksiniz, doğduğunuz gün bu özelliğiniz var diye iddia ede- bilir misiniz?

Kursiyer B.D: Var da, farkında değiliz.

Tahir Özakkaş: Bu özelliğiniz vardı da farkında değildiniz.

Kursiyer B.D: Ben uzun boyluyum dedim ya, o bakımdan (Kahka- halar).

Tahir Özakkaş: Bebekken nasıl uzun boylu oluyorsun?

Kursiyer B.D: Bir bebek için uzun boyluymuşum.

Tahir Özakkaş: Peki.

Tahir Özakkaş: Bir bebek olarak bu yoktu. Peki, hangi yaşta oldu bu? Kursiyer F.D, sen ne demiştin?

Kursiyer F.D: Kuralcıyım.

Tahir Özakkaş: Kuralcı… 1977 yılının 7.ayının 3.gününün saat 10’u 5 geçe mi oldu bu kuralcılığı, ne zaman oluştu?

(20)

20 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

Kursiyer F.D: Ben çok dağınık, çok pis, çok tembel bir insandım.

Hayatımda sadece tek bir şey vardı: Spor; basketbol oynuyordum.

Bunun haricinde bir askeri okul yaşantım başladı, evin içerisinde kurallar v.s aramamak lazım. Askeri okul yaşantımdan sonra

(Tahir Hoca sözünü keserek)

Tahir Özakkaş: Bir müsaade eder misin bana? Devam edecek de ben sözü keseyim. Diyor ki, “Askeri okula gidene kadar dağınık bir insandım”. Daha sonra da anlatacak, “Dağınıklığım şöyle gitti” di- yecek. Hikayenin iki tane kutbu… Peki, ben de soracağım, askeri okula gitmeden önceki Kursiyer F.D mi gerçek, askerden sonraki mi? İki tane adam anlatıyor, ben hangisine inanayım diyeceğim, hangisi sensin? Biraz daha zorlarsan ilkokul, ortaokul yıllarında hep farklı farklı hikayeler anlatacak, askere gittikten sonra farklı Kursiyer F.D, evlendikten sonra, terapist olduktan sonra farklı…

Yahu sen hangisisin kardeşim? Oynak bir adam çıkıyor karşımıza.

O zaman her yaşta, hatta her dakikada değişen bir insan yapısı var, muğlak bir yapı… Peki, bir takım özelliklerimiz nedeniyle kendimi- zi tanımlıyoruz, dağınıklıkla tanımladı, basketbol oynayan bir tip olarak tanımladı. Bu dağınıklığın hangi gün, saat kaçta başladı?

Kursiyer F.D: Valla annemin söylediğine göre ben hep böyleymişim.

Tahir Özakkaş: Bebek doğar doğmaz çişini dağınık yapardı, tükü- rüğünü dağınık yapardı, memeyi de dağınık emerdi (Kahkahalar).

Sen şimdi annenin dediklerini boşver, makul geldi mi annenin söyledikleri sana? *okunu böyle dağıtırdı, dağınık olarak…

Kursiyer F.D: Makul gelmedi.

Tahir Özakkaş: Makul gelmedi. O zaman başladığı bir tarih var bunun.

Kursiyer F.D: Var.

(21)

Nesne İlişkilerine Giriş 21 Tahir Özakkaş: Kaç mesela, 1,5 yaşında saat 3’e doğru başladı da- ğınıklığın.

Kursiyer F.D: Şöyle hatırlıyorum: İlkokul dönemi olarak hatırlıyo- rum, mesela bir yere gittiğimde paltosuz geliyordum, bisikletimle gidip, bisikletsiz geliyordum.

Tahir Özakkaş: Peki, şimdi konunun özü Kursiyer F.D’nin odak- landığı yer değil. Konunun özü, mekanizmalar. İnsanlar kendilerini birçok kelimeyle tanımlarlar. Ben de soruyorum ki, o tanımladığın şey hangi gün, saat kaçta başladı? Bunun saatini, dakikasını ve saniyesini verebilecek olan bir arkadaş var mı aranızda? Yok…

Kendimizi hep böyle tanımlarız. Ama o tanımlama, beş yıl, veya bir yıl önce yoktu. Ne oldu da, siz kendinizi meraklı, duygulu, hassas, öfkeli, kızgın, değerli, değersiz, yeterli, uzun boylu, kısa boylu, orta boylu, kel olarak tanımladınız? Şimdi üniversitede bana gelin, “Kel”

deyin. Nah kelim, bütün kızlar peşimde (Gülüşmeler) zannediyor- dum.

İşte burada kendinizi tanımlayabilmeniz için, kendi iç dünya- nızda, kendinizle ilgili bir yapının şekillenmesi gerekiyor. Bu yapı dışarıdan alınan bir yapı. Kendinizle ilgili tanımladığınız bir şey, içinizden böyle doğmuyor, mağma tabakası gibi dışarıya çıkmıyor, dışarıdaki dünyayı pencereden, beş duyuyla seyrediyorsunuz, his- sediyorsunuz, alıyorsunuz, o içeri gidiyor, o içeri giden şey bir müddet sonra sizin malınız oluyor. Bu nasıl bir şey, şimdi parmak- larınıza bakın! Gördünüz mü tırnaklarınızı? Tırnaklarınıza biraz daha yaklaşın, orada hücreler var, hücreleri görün. Hücrelere biraz daha yaklaşın, onun içinde golgi cihazı, endoplazmik retikulum, mitokondri, hücre v.s var. Onların içerisinde atomlar ve molekül- ler, proteinler var.

(22)

22 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

Bir ay önce burada yediğiniz, lokantadaki yemeği düşünün. Ye- meği gittiniz, hazırladınız, midenize aldınız, midenizde o, ikiye ayrıldı. Birtakım atom ve proteinler, şanslı olanlar, size şeref ve onur vererek tırnak parçanızda atom halini aldı, bir kısmı da *ok oldu, dışarıya attınız. İçeride kalanları seviyorsunuz, “Aman Tan- rım ben ne güzelim, falan” diyorsunuz. Halbuki köşedeki mantıcı- nın mantısı, sevdiğiniz o göz, kaş. Dışarıya attığınız da yine mantı- nın bir parçası. Ben soruyorum ki, ruhsal aygıtınızda acaba mantı- cıda yediğiniz mantı gibi, dışarıdan aldığınız besinlerinizin bir kısmı öğütülerek, ruhsal aygıtınıza koyduğunuz bir parça mı, bir kısmı da dışsallaştırarak attığınız, *ok olarak dışarıya verdiğiniz parça mı? Herkes güzel şeyler söyledi, ben de aralara çirkinlikler koydum, bu iki parçamız. Burada sindirme, bize ait hale getirme var. Aynen besin gibi. Eğer bunu kavrarsak, atomun ve bütün sis- temin nasıl oluştuğunu inşa ederiz.

Eğer biz mide ve bağırsaklarımızdan gıdaların nasıl emildiğini, nasıl özümsendiğini, nasıl sindirildiğini, daha sonra hücrelerin içerisine nasıl gönderildiğini, nasıl bir bütün haline geldiğini, bir hücrenin içindeki organellerin hücreyi ayakta tutmak için, hücreler bir araya gelerek dokuların, organların, organizmanın bir araya gelmesiyle canlılığın devam etmesi için nasıl çabaladıklarını görür- seniz, ruhsal aygıtımızın kimlik, kişilik, kendilik dediğimiz yapıla- rının da nasıl içeri alındığını, içeride nasıl parçalarına ayrıldığını, o parçalardan bir kısmının özümsenerek bizim olduğunu, bir kısmı- nın dışsallaştırılarak dışarıya atıldığını anlarız.

O zaman, “Ben şu özelliklere sahip bir insanım”ın bir hikayesi var. Bu hikaye, o kadar görünmez ve yavaş bir şekilde hayatınıza giriyor ki, bir müddet sonra dış dünyayla kurmuş olduğunuz ilişki- lerde 5 duyuyla, dışarıdan almış olduğunuz malzemeler içeri alını- yor, bu malzemeler içeride işleme tabi tutuluyor, bu işleme tabi

(23)

Nesne İlişkilerine Giriş 23 tutulma sürecinin dinamikleri var. Bunlardan bir kısmı özbenliği- nize dahil ediliyor ve sizi yıllar sonra tanımlayacak olan bir yapıya dönüşüyor. Bu yapı durağan ve statik bir yapı değil, dinamik bir yapı, her an yeni malzemelerin içeri alındığı, bir takım malzemele- rin de dışlandığı bir süreç ömür boyu devam ediyor.

İşte biz, nesne ilişkileri kuramı derken içeri alınan parçamızın nasıl içeri alındığını, nasıl değerlendirildiğini ve biraz önce bahset- tiğiniz hususiyetlerin ne zaman, kimden, nasıl içselleştirdiğinin farkına varmak demektir. Bana ait dediğiniz her şey, dışarıdan alınmış olan malzemeden ibarettir. Vücudunuzun her bir parçası lokantada yediğiniz, evinizde pişirdiğiniz çorbanın atomlarından başka bir şey değildir. Yani, kendinizi var eden malzeme, daha dün tarlada buğdaydı, tavuğun ayağıydı, meyvenin, kirazın kendisiydi.

Bugün ise sizin gözünüzde, ayağınızda, bacağınızda varlığını sür- dürüyor. Hemen hemen her on yılda bir insanoğlunun tüm hücre- leri değişir, 60-70 yaşındaki bir insanın vücudu yedi kere baştan aşağı yenilenir. Ruhsal aygıtımız da aynı şekilde, ona paraleldir.

Bir özet verdim size, konuya giriş özeti, genel bir toparlama…

Bütüncülden kastettiğimiz şey bu. İnsan, bunların hepsinden olu- şan bir varlıktır; davranışçı katmanıyla, kognitif katmanıyla, dürtü çatışma katmanıyla, ego psikolojisiyle ve artı bugün öğreneceğimiz nesne ilişkileri kuramıyla. İşte dışarıdan nasıl besin alınıyordan kastımız, ruhsal aygıtımıza girecek olan malzemeler dışarıdan nasıl içe atılıyor, içselleştiriliyor -bunu savunma düzeneklerinde ruhsal aygıtın parçalarını anlatırken incorporation ve introjektion diye iki farklı anlam olarak size anlatmıştık hatırlarsanız- İnternalizasyon- externalizasyon, introjeksiyon-projeksiyon döngüsü, pompası diye adlandırmıştık. Bu iki konuya biraz daha ağırlık vererek nesne iliş- kilerine girmeye çalışacağız.

(24)

24 11. BPT OCAK DERS NOTLARI

Bir bebek henüz kendiliğini inşa edemediği için, kendiliğini inşa edebilmesi için inşaat malzemelerini toplamak zorundadır. Her- hangi bir yerde bir arsa satın aldınız. Hep böyle alegori yapıyorum, metafor kullanıyorum ki daha anlaşılır olsun diye, inşallah inşaata falan gitmiyorsunuz, inşaatı burada metaforik anlamda kullanıyo- rum. Bir tarla var. Tarla, üzerinde inşaat yapma potansiyeline sahip mi? Her tarlanın üzerine bina yapabilir miyiz? Getirirseniz inşaat malzemelerini yaparsınız, şurada bir arsa var, oraya inşaat yapa- caksınız; kumu, çimentoyu, demiri yığar, bir mühendis bulur, iki de amele koyarsanız bu iş olur mu?

Kursiyerler: Olmaz, imar izni lazım.

Tahir Özakkaş: İmar iznini de aldık, başbakan da özel izin verdi, birleşmiş milletlerden de onay çıktı, engel olabilecek başka zorluk- lar varsa hepsini yaptık. O tarlanın üzerine bina yapılır mı, yapıl- maz mı?

Kursiyerler: Yapılır.

Tahir Özakkaş: Yapılır. İnsanoğlu bu manada bir tarla gibi ama onun üzerine inşa yapılacak bir potansiyeli taşıyor. İşte bu insanoğ- lu, bu tarlanın üzerine bina yapabilmesi için bir takım malzemeler bulması gerekiyor. Nedir bu malzemeler arkadaşlar, bir inşaat için düşünün: Kum, demir, çimento, tuğla, ağaç, boya, badana, çerçeve, koltuk, sandalye, masa, boru, yastık, aklınıza ne gelirse… İnsanoğlu bir bina, bir ruhsal yapı kuracaksa neler alması lazım, nerden, han- gi dükkandan alacak, onayı nereden alacak, birleşmiş milletlerden mi, belediyeden mi? Şimdi biz incorporation dediğimiz bir siste- min içerisindeyiz. Bebeği hayal etmenizi istiyorum ama hayal et- meniz çok zor.

Şimdi hepiniz bebekliğe gittiniz değil mi, biraz önce saydığınız vasıflarınızı takip ediyor, onun kaynağını anlamaya çalışıyoruz.

(25)

Nesne İlişkilerine Giriş 25

“Ben çok duygusalım”. Zaten doğduğunuzda duygusal doğdunuz, içinizde yogayla doğdunuz (Gülüşmeler). Çocuk, bedenini tanıyor mu arkadaşlar?

Kursiyerler: Hayır.

Tahir Özakkaş: Nesneyi tanıyor mu?

Kursiyerler: Hayır.

Tahir Özakkaş: Nedir bu peki?

Kursiyerler: Canlı.

Tahir Özakkaş: Canlılığını biliyor mu?

BEBEK DÜNYAYA ‘TABULA RASA’ OLARAK MI YOKSA BELLİ POTANSİYELLERLE Mİ GELİR?

Bebek, kendisinin, nesnenin, varlığının farkında değil. Bir çe- kirdek potansiyel, bir tarla var orada ama tarlada herhangi bir iş- lem yok. İşte burada iki tane görüş var: Bu işte tarla, tarla olduğu- nun farkında değil, potansiyeli de yok. O potansiyeller daha sonra oraya ekilecek ve devam edecek. Veyahut da orada her türlü potan- siyel ve ego çekirdeği, dürtüsel yapılar, genetik bir takım faaliyetler var. Sadece reflekslerden ibaret mükemmel bir robot değil, kendi içinde iradesini kullanabilecek olan potansiyelleri doğuştan getiren bir varlık olup, bir tohum gibi yeri, zamanı ve çimlenme imkanı olan yerde de bu tohum açılacak diye görüş var.

Biz burada Mahler ve Stern olarak iki görüşün peşine düştük, Mahler ve Stern olarak bunu devam ettirdik. İlk malzemeler ışığın, sesin, kokunun, dokunmanın alınmasıyla başlar. Bebeğin radarları var, bu radarlar vasıtasıyla malzemeyi içe alıyor; kumu, çimentoyu, taşı, demiri koymuş, fakat bunlar ayrı ayrı duruyor. Buradan bir bina çıkar mı? Bir bebeğin ilk dönemdeki hikayesi bu. Ses diye bir

Referanslar

Benzer Belgeler

Yolları tüketip hastanenin kapısından içeriye girdiğimde annem bir köşede oturmuş öylece bekliyordu.. Kalabalığı yararak

 Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,..  Beden Eğitimi ve Spor Anabilim

 Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,..  Beden Eğitimi ve Spor Anabilim

 Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,..  Beden Eğitimi ve Spor Anabilim

 Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,..  Beden Eğitimi ve Spor Anabilim

bağımsız ve kendisine ait boş zamanda isteğe bağlı ve gönüllü olarak ferdi veya grup içinde seçerek yapılan eylemler…..  Yrd.Doç.Dr İlke

Locke’a göre, insan zihninin doğuştan ilkeleri yoktur, duyu algılarından sonra ideler (düşünce, algı) oluşmaya başlar.. İnsan zihni boş bir levha gibidir (tabula rasa),

İnsan için pratik iş ve kavramlar günlük hayatta daha mühim olduğundan Kur’an-ı Kerim’de bunların yoğun olarak hatırlatıldığı, bu yoğun olarak hatırlatılan