• Sonuç bulunamadı

MEHMET AKİF ERSOY VE MİRZE ELEKBER SABİR ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "MEHMET AKİF ERSOY VE MİRZE ELEKBER SABİR ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA"

Copied!
324
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (YENİ TÜRK EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

MEHMET AKİF ERSOY VE

MİRZE ELEKBER SABİR ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA

Doktora tezi

Günay Khalilova

Ankara-2019

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (YENİ TÜRK EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

MEHMET AKİF ERSOY VE MİRZE

ELEKBER SABİR ARASINDA

BİR KARŞILAŞTIRMA

Doktora tezi

Günay Khalilova

Tez Danışmanı Doç. Dr. Erdoğan KUL

Ankara-2019

(3)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (YENİ TÜRK EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

Günay Khalilova

MEHMET AKİF ERSOY VE MİRZE ELEKBER SABİR

ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA

Doktora Tezi

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Erdoğan Kul

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

………..………. ………

………... ………

………... ………

……… ……….

……….... ………..

Tez Sınavı Tarihi:

(4)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (15.05.2019)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı:

Günay KHALİLOVA

İmzası:

(5)

i

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER...I KISALTMALAR DİZİNİ...III

ÖN SÖZ...1

GİRİŞ ...3

1.BÖLÜM: MEHMET AKİF ERSOY VE MİRZE ELEKBER SABİR’İN HAYATI...7

1.1. MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI...7

1.1.1. Ailesi, Çocukluk Yılları ve Eğitim-Öğrenim Dönemi………...…..……7

1.1.2. Çalışma Hayatı, Millî Mücadele ve Sonrasındaki Dönem Faaliyetleri…..……..10

1.1.3. Mısır Dönemi, İstanbul’a Dönüşü ve Vefatı………13

1.2. MİRZE ELEKBER SABİR’İN HAYATI………..….…………16

1.2.1. Ailesi, Çocukluk Yılları ve Eğitim-Ögrenim Dönemi………..16

1.2.2. Çalışma Hayatı, Türkistan Seferleri, Şamahı’ya Kesin Dönüşü………..18

1.2.3. Bakü Yılları ve Vefatı………...19

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ…..………22

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI……….22

2.1.1.Safahat Hakkında………...22

2.1.2. Hophopname Hakkında………26

2.2.KONU………..30

2.2.1.Özgürlük, Kardeşlik, Birlik, Beraberlik………34

2.2.2. Çalışma……….37

2.2.3. Ahlak-Terbiye………...48

2.2.4. Aile, Kadın, Çocuk………...60

2.2.5. Eğitim………...71

(6)

ii

2.2.6. Sosyal Adaletsizlik-Yoksulluk……….91

2.2.7. Köylü ve İşçi Sınıfı……….108

2.2.8. Batı-Doğu Karşılaştırması………..115

2.2.9. Gelecek Endişesi……….132

2.2.10. Dine ve Din Adamlarına Yaklaşım………..142

2.3. ÇOCUK EDEBİYATI İÇİNDE DEĞERLENDİRİLEBİLECEK DİDAKTİK/ÖĞRETİCİ ŞİİRLERİ………..156

2.4. DİL ve ÜSLÛP ÖZELLİKLERİ………....186

2.4.1. Hiciv Üslubu………...202

3.BÖLÜM: İKİ ŞAİRİ BİRBİRİNE YAKLAŞTIRAN DİĞER HUSUSLAR ………220

3.1. Beslendikleri Kaynaklar……….220

3.2. Edebiyat Anlayışı ve Millilik İlkesi Açısından Benzerlikler………230

3.3. Tarihî ve Siyasî Olaylar Karşısında Tutumları………...233

3.4. Şiir Anlayışları ve Şiirlerinin Biçim Özellikleri ………..242

3.5. Tasvir, Tespit, Mekân ve Duygu Benzerlikleri ……….………....250

3.6. Şiirlerinde Kullandıkları Tipler………..262

SONUÇ……….285

KAYNAKÇA………292

ÖZET………307

ABSTRACT………...…..308

EKLER………..………...309

(7)

iii

KISALTMALAR DİZİNİ

A.g.e. : Adı geçen eser A.g.m. : Adı geçen makale A.g.t. : Adı geçen tez Akt. : Aktaran Bk.: Bakınız Bs. : Basım C. : Cilt Çev. : Çeviren Haz. : Hazırlayan

MEB. : Millî Eğitim Bakanlığı s. : sayfa

S. : Sayı

(8)

1

ÖN SÖZ

Bu çalışma, Türk - Azerbaycan edebiyatları alanında karşılaştırmalı edebiyat bağlamında gerçekleştirilen bir çalışmadır. Yapmış olduğumuz araştırmalar sonucunda bu tez, sahasında bir ilk çalışma olarak gözükmektedir. Zaten karşılaştırmalı edebiyat alanı, Türk edebiyatı özellikle de Azerbaycan edebiyatı dünyasında oldukça yeni bir alan sayılmaktadır. Hâlâ yeteri kadar ilgi ve alâka görmemekle birlikte karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktadır.

Araştırmamızın esasını, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Mehmet Akif Ersoy ve Azerbaycan edebiyatının değerli şair ve mütefekkiri Mirze Elekber Sabir’in şiirleri üzerinde metin taraması tekniğiyle dolaylı gözlemlerde bulunularak karşılaştırma yapılması teşkil etmektedir. Elde edilen veriler, farklı toplumsal ve tarihsel süreçlerin ürünü olan teorik kuram ve genellemeler de çalışmada belirleyici ölçütler olarak ihmal edilmeden değerlendirilip sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır.

Tezin yazımına başlamadan önce her iki şairin de eserleri okunarak notlar alınmış, bu eserler üzerine yazılan kitaplar, makaleler, bilimsel çalışmalar, tezler dikkatle incelenmiş, elde edilen gerekli bilgiler zaman zaman çalışmada kullanılmıştır.

Giriş bölümünde araştırmamıza fayda sağlaması açısından karşılaştırmalı edebiyatla ilgili bir takım ön bilgiler verilmiş ve buradan yola çıkılarak bazı değerlendirmeler yapılmıştır. Sonuç bölümünde ise çalışmamızın genelinden elde ettiğimiz verilerin ana hatlarıyla genel değerlendirilmesi sunulmuştur.

Şuana kadar tez konumuzun ele alınmamış olması bize bu konuyu ele alan ilk araştırmacı olma onurunu yaşatıyor. Bu sebeple de beni bu konu üzerine çalışmak için yönlendiren, çalışmamın her aşamasında, konunun tespitinden tamamlanmasına kadar bilgi ve tecrübesini paylaşan, tavsiyelerini ve desteğini esirgemeyen tez danışmanım, saygıdeğer hocam Doç. Dr. Erdoğan Kul’a ve zaman zaman yardımını aldığım değerli

(9)

2 hocam Prof. Dr. Nurullah Çetin’e, doktora tez savunma jurimin diğer üyeleri Prof. Dr.

Ayfer Yılmaz’a, Doç. Dr. Murat Küçük’e, Doç. Dr. Fatih Sakallı’ya desteklerinden dolayı sonsuz teşekkür ederim.

Ayrıca yardımlarını hiçbir zaman unutamayacağım arkadaşlarıma, tüm eğitim hayatım boyunca ilgi ve yardımlarıyla her zaman yanımda olan, maddi ve manevi olarak desteklerini esirgemeyen babam Kemal Khalilov’a; varlığı ile kaygılarımı gideren annem Safura Khalilova’ya; tez çalışmam süresince zaman zaman yardımlarını aldığım kardeşlerim Gönül ve Günel’e; uzun çalışma saatlerim boyunca sabrıyla yanımda olan, motivasyonumu yükselten değerli eşim İsmal Obuz’a ve biricik oğlum Kemal’e sonsuz minnet ve şükran duygularımı sunmayı borç bilirim.

Günay KHALİLOVA Ankara/ Mayıs/2019

(10)

GİRİŞ

Karşılaştırmalı edebiyat kavramı, temel anlam çerçevesinde düşünüldüğünde, iki farklı edebî metnin çeşitli yönlerden karşılaştırılması anlamına gelir. İnsanoğlunun var olduğu günden beri kullandığı karşılaştırma kavramı kıyaslama yapılarak gerçeği kavrama ve daha iyi anlama için kullanılmıştır.

Araştırmalar sonucunda ilk örnekleri Batı’da 18. yüzyılın sonları ile 19.yüzyılın başlarından itibaren görülmeye başlanan karşılaştırmalı edebiyatın aslında daha önceye dayanan bir hazırlık evresinin olduğu saptanmıştır. 17. yüzyıl İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından olan J. Dry ’den Antik dramın mı yoksa modern dramın mı edebî bakımdan daha üstün olduğunu konu edinen “Of Dramatick Pcesie” eseriyle karşılaştırmalı edebiyatın ilk denemesini vermiş olur. Bunun yanı sıra Goottschedet Lessing, Elias Schlegel, Goethe vd. gibi bazı edebiyat bilimcilerin de bu hazırlık aşamasında isimleri geçmektedir.

Goethe’nin 1795 yılında yayımlanan “Karşılaştırmalı Anatomi Yazısı” (Erster Entwurf einer allgemeinen Einleitung indie Vergleichende Anatomie) karşılaştırmalı edebiyat biliminin çıkış kaynağı olan “Tabiat tarihi zaten karşılaştırmaya dayanır.”

sözleriyle başlar. İlerleyen zaman dilimi içerisinde farklı coğrafyalarda, farklı bilim adamları tarafından yapılan çalışmalar sonucu bu metot sistemli hâle getirilerek kuramsallaştırılmıştır.

Türk edebiyatında karşılaştırmalı edebiyatın gelişim sürecini incelediğimiz zaman bu metodun 1990’lı yıllarda önemli bir gelişme gösterdiğini tespit ediyoruz. Bu edebiyat metoduyla ilgili yapılan çalışmalarda şuana kadar kesin ortak bir sonuca varılmadığını söyleyebiliriz. Şöyle ki, çalışmaların mutlaka iki farklı dile ve kültüre ait imgeler, konular, tipler, türler, eserler ya da şairler/yazarlar üzerinde yapılması

(11)

4 gerektiğini savunanlar yanında, bu çalışmanın millî edebiyatların sınırları içerisinde yapılabileceğini savunanlar da vardır. Edebiyatımızdaki önemli karşılaştırmalı edebiyat bilimcilerin yaptığı tanımlardan örnekler vererek bu durumu daha iyi görmek mümkündür.

İsmail Çetişli, karşılaştırmalı edebiyatı “Dilleri farklı olan iki milletin edebî eserleri/yazarları arasındaki yakınlık, benzerlik, ortaklık ve farklılıkların tespit ve tasviri ile bunun mahiyeti, boyutları ve sebeplerinin ortaya konmasını esas alan disiplin”1 olarak nitelemiştir.

Gürsel Aytaç’a göre ise karşılaştırmalı edebiyatın görevi, işlevi farklı dillerde yazılmış iki eseri konu, düşünce ya da biçim bakımından inceleyerek ortak, benzer ve farklı yanlarını tespit etmek, nedenleri üzerine yorumlar getirmektir2.

Emel Kefeli’ye göre “Karşılaştırmalı edebiyat, kültürler arası etkileşimin edebî eserlere yansıyan yönlerini araştırarak edebiyat tarihi, sosyal tarih ve kültürel değişim tarihine ışık tutmayı hedefleyen bir alandır.”3

Yavuz Bayram, karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının mutlaka iki farklı dile ve kültüre ait imgeler, konular, tipler, türler, eserler ya da şair/ yazarlar üzerinde yapılması gerektiğini savunanların yanı sıra, bu çalışmaların millî edebiyatların sınırları içerisinde yapılabileceğini savunanların da olduğunu dile getirmektedir.4

Diğer bilim dallarında olduğu gibi karşılaştırmalı edebiyat biliminin de kendine özgü çalışma yöntemleri vardır. Bu edebiyat bir konu veya eser üzerinde çalışılırken çeşitli inceleme yöntemleri kullanılır. (Pozitivist İnceleme, Psikoanalitik (Freud’cu)

1 İsmail Çetişli, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2008, s.322.

2 Gürsel Aytaç, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul, 2009.

3 Emel Kefeli, Karşılaştırmalı Edebiyat: Tanım, Yöntem ve İncelemeler, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2006, s.331.

4 Yavuz Bayram, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi ve Bir Uygulama, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2004, s.69-93.

(12)

5 İnceleme, Marksist İnceleme, Feminist İnceleme, Hesaplaşmacı İnceleme, Dilbilimsel İnceleme, Okuyucuya Yönelik İnceleme, Felsefeye Dayalı İnceleme, Metne bağlı İnceleme, Yapısalcı İnceleme, Yorumlayıcı İnceleme, Alılmama Estetiği, Çoğulcu İnceleme.)

Farklı inceleme yöntemlerinden yararlanan karşılaştırmalı edebiyat farklı milletlere ait eserleri, farklı milletlerdeki yazarları ve edebî ekolleri incelediği gibi aynı millete ait olan eserleri, yazarları ve farklı edebî ekolleri karşılaştırıp inceler. Biz de araştırmamızda bu yöntemleri esas alarak iki ülke şairinin farklı yönleriyle karşılaştırmasını yaparak faydalı bir çalışma ortaya koymaya çalışacağız.

XX. yüzyılda iki komşu ülke olan Türkiye ve Azerbaycan coğrafyasında yaşanan tarihi, sosyal ve ekonomik değişimler birçok alanla birlikte edebiyatı da etkilemiş, her iki ülkenin edebiyatı açısından yeni bir intibah devrinin başlangıcı olmuş, edebiyatta yeni düşünceler ve bu düşünceleri işleyen yeni eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Biz de bu bağlamda edebiyat dünyasında adından söz ettiren iki önemli ismin- Mehmet Akif Ersoy ve Mirze Elekber Sabir’in eserlerinin karşılaştırılmasından yola çıkarak XX. yüzyılda iki ayrı ülke edebiyatının panoramasını, benzerlik ve farklılıklarını vermeye çalışacağız.

Toplumun eksik yönlerini, kusurlarını, ağaları, köylülerin durumunu, istibdadı, bağnazlığı, yozlaşmayı, eğitimsizliği, hukuksuzluğu, eşitsizliği eleştirerek halkın sesine ve acılarına tercüman olan, Mehmet Akif Ersoy ve Mirze Elekber Sabir’in amacı, halkın siyasî şuurunu uyandırmak, onları mücadeleye sevk etmekti. Bu çerçevede çalışmamıza esas aldığımız Akif’in “Safahat” ve Sabir’in “Hophopname” kitaplarındaki şiirlerinin anlaşılabilmesi için öncelikle yazarlarının hayatı, eğitimi ve edebî faaliyetleri gibi hususlarla ilgili bilgiler verildikten sonra şiirleri içerik açısından değerlendirilmiştir.

Burada ortaya çıkan düşünceleri ve ileri sürülen görüşleri daha somut bir şekilde

(13)

6 yansıtabilmek için sık sık şiirlerden örneklere yer verilmiş, çeşitli hususlarda karşılaştırmalar yapılmaya çalışılmıştır.

Genel olarak bakıldığında tipolojik bir karşılaştırma olarak adlandırabileceğimiz çalışmamızın, yukarda belirttiğimiz her iki eserin tahliline ve çağdaş Türk edebiyatları arasındaki edebî ilişkilere küçük bir katkıda bulunmasını temenni ediyoruz.

(14)

1.BÖLÜM: MEHMET AKİF ERSOY VE MİRZE ELEKBER SABİR’İN HAYATI

1.1. MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI

1.1.1. Ailesi, Çocukluk Yılları ve Eğitim-Öğrenim Dönemi

Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılında, İstanbul’un Fatih Semtinde, Sarıgüzel Mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Tahir Efendi, Fatih Medresesi müderrislerinden olmuştur. Annesi Hace Emine Şerife Hanım ise Buharalı bir ailenin kızıdır. Nakşî şeyhlerinden Feyzullah Efendi’nin müridi olan Tahir Efendi, Akif’e ebced hesabıyla doğduğu yılı (1290/1873) ifade eden - hicri 1290 tarihini Rağıf ismini verir.

Zamanla annesinin Rakif şeklinde telaffuzu sonucunda bu ad okul çevresinde Akif’e dönüşür.5

Bir şiirinde Mehmet Akif, baba tarafına ait soyunun Arnavutluk’a dayandığını ise kendi kaleminden şu şekilde aktarmaktadır:

Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk, Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!

Diriler koşmadı imdadına, sen bari yetiş…

Arnavutluk yanıyor… Hem bu sefer pek müdhiş!

Şiirin devamı olan şu mısralarda:

Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın Olacak mıydı feda hırsına üç beş kaltabanın?

Dedemin sürdüğü, can çektiği toprak gitti…

Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedi!

Ve aynı şiirin bir başka yerinde geçen aşağıdaki mısralarda aynı düşünce dile getirilmiştir:

Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum…

5 Hasan Basri Çantay, Akifname, Ahmed Sait Matbaası, İstanbul, 1966, s.14.

(15)

8 Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum!... 6

Akif’in eğitimiyle ilgili anne ve babası ilk başta fikir ayrılığına düşseler de, sonuç olarak o, annesinin medrese eğitimine karşı, babasının mektep eğitimi isteği üzerine 1878’de 4 yaşındayken Fatih’te Emir Buhari Mahalle Mektebine başlatılır.7 Bu okulda iki senelik eğitimin ardından Fatih İbtidaisine geçer, aynı zamanda babasından Arapça öğrenmeye de başlar. Eğitiminin bu dönemini Akif’in kendi yazılarından da okuyabiliyoruz:

“İlk tahsile, Fatih civarında Emir Buhari mahalle mektebinde ve dört yaşında başladım. Hocamı şahsen hatırlarım. Fakat ismini hatırlayamıyorum. Burada iki sene kadar bulundum.

Fatih’te Muvakkithane’nin yanındaki iptidai mektebinde ilk tahsile devam ettim.

Bu, Maarif Nezareti’ne bağlı resmî bir mektepti. Birçok hocaları vardı. Hem bu mektebe gidiyordum, hem de pederim bana yavaş yavaş Arapça okutuyordu. Bu mektebe üç sene devam ettim. O zamanki programa göre ders gördük.”8

Bazı araştırmacılara baktığımızda Mehmet Akif’in babasının eğitim ve ahlakla ilgili tutumu konusunda iki farklı görüş olduğuna şahit oluyoruz. Mithat Cemal bu konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde aktarır:

“Bu nahif adam çocuklarını bazen sükût ile bazen gözleriyle korkuturdu. Terbiye meselesinde dayağı müeyyide olarak almamıştı; çocuklarını bir defa bile dövmedi.

Yalnız Tahir Efendi, oğlan çocuğa karşı biraz sertti; çünkü oğlan çocuğu biraz fazla haşarı ve Tahir Efendi, sokak kapısında her sabah tembih edecek:

— Dersine çalışmazsan bu kapıdan içeri giremezsin ha!

6 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hakkın Sesleri, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s.203.

7 Mehmet NuriYardım, Mehmet Akif Ersoy’un Çocukluk Yılları, Eğitim Dergisi Mehmet Akif Özel Sayısı, 2006, s.73.

8 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Akif Hakkında Arştırmalar 1, İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989, s.26.

(16)

9 Oğlan çocuk besbelli dersine çalışıyor ki, mektepten her dönüşünde bu kapıdan içeri girebiliyor. Fakat girince de küçük bahçenin tek ağacında bir kıyamettir kopuyor, oğlan çocuk ağaca tırmanıyor, yedi kat göklerde.”9

Çantay’ın konuyla ilgili görüşleriyse daha farklıdır:

“Tahir Efendi, merhum asabi bir zattı. Çocuğunu behem ehal yetiştirmeye azmetmişti. Onun için daha ilk tahsil hayatında oğluna karşı olan vaziyeti değişti. Onun için daha ilk tahsil hayatında oğluna karşı sertleşti. Çünkü Tahir Efendi’nin terbiye sisteminde müsamahanın, serbest ve programsız hareketin yeri ve manası yoktu.

Fıtraten zeki, cevval ve müteharrik olan Mehmet Akif, çocukluğunu böyle sıkı terbiye altında geçirdi. Zavallı ara sıra dayak da yerdi. Bu dayak faslı ölünceye kadar Akif’in dilinde dolaşmıştır. Onun için kendisi “intizam içinde serbesti” taraftarı olmuştur.”10

Akif, eğitimini ortaokulda sürdürürken bile babasından medrese usulü Arapça öğrenmeye devam etmiş, Şark terbiyesiyle yetişmiştir. Ardından Mülkiye eğitimine başlamasını ise onun şu satırlarından öğrenmiş oluyoruz:

“Rüşdiyeyi bitirince pederim, mektep ve meslek seçimini bana bıraktı. Ben de o zamanlar parlak bir mektep olan Mülkiye’yi tercih ettim. O vakit rüşdiyeden mülkiyeye talebe alınırdı. Fakat tam benim rüşdiyeden çıktığım sene mülkiye teşkilatı tatil olundu.

Beş senelik tahsil müddeti ikiye ayrıldı: Üç senelik idadi, iki senelik âli kısım…

Rüşdiyeden çıkınca işte bu teşkilata göre Mülkiye’nin idadi kısmına girdim. Üç sene sonra şehadetname aldım, âli kısma geçtim.”11

Fakat istikbal endişesi gerekçesiyle o, Mülkiyenin âli kısmındaki eğitimine devam edememiş ve 1893 yılında Baytar Mektebinden mezun olmuştur:

99 Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif (Hayatı- Seciyesi- Sanatı), Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1990, s.179-180.

10Hasan Basri Çantay, Akifname, Ahmet Said Matbaası, İstanbul, 1966.

11 A.g.e., s.29.

(17)

10

“Âli kısma geçtim ancak ben bu dördüncü sınıfa devam ederken, pederimin vefatı, sonra yegâne mevamız olan evimizin yanması üzerine zaruret içinde kalmıştım.

İki sene sebat edip Mülkiye’yi bitirmek kabildi. Lâkin o aralık mezunlara ya hiç vazife vermiyorlar yahut onları gayet cüzi bir maaş ile istihdam ediyorlardı.”12

1.1.2. Çalışma Hayatı, Millî Mücadele ve Sonrasındaki Dönem Faaliyetleri Mehmet Akif Ersoy, Baytar Mektebi’ni bitirdikten sonra 1893 yılında, Umur-i Baytariye ve Islah-ı Hayvanat Şubesi memurluğuna ve Müfettiş Muavinliğine tayin edilir.13 Burada çalışırken Anadolu’nun Edirne ve Adana gibi Türkiye’nin farklı illerinin yanı sıra Arabistan’da bulunur ve bulaşıcı hastalıklar üzerine çalışmalar yapar.

1894 yılında İsmet Hanım’la evlenen Akif, Baytar müfettişi muavinliği görevini sürdürürken bir taraftan da Halkalı Ziraat Mektebine (1906) ve Çiftçilik Makinist Mektebine (1907) öğretmen olarak tayin edilir. Kasım 1908’de Darülfünun’da edebiyat öğretmeni olarak göreve başlar.

1913 yılında Baytar müfettişi muavinliği görevinden ve Darülfünun’dan istifasının ardından yeni kurulan Müdafaa-i Milliye Heyeti Neşriyat Şubesi’ne üye olarak seçilir. 1 yıl sonra Harbiye Nezareti tarafından kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın verdiği bir görevle Berlin’e, ardından 1917’de Arabistan’a gönderir. 1918-1920 yılları arasında Darü’l-Hikmet’il-İslamiye Cemiyeti’nin başkâtipliği görevini üstlenir.14

Mehmet Akif, Türkiye ile İslam dünyasının kurtuluşunu birbiriyle bağlantılı olarak gördüğü için büyük inançla İstiklal Savaşı’na katılır. Bu amaçla 29 Ekim 1920’de İstanbul’dan yola çıkar, Konya’da başlayan isyanın bastırılmasına yardımcı olur, Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşarak Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşında

12 A.g.e., s.29.

13 Hasan Basri Çantay, Akifname, Ahmed Sait Matbaası, İstanbul, 1966, s.120

14 Bilge Ercilasun, İkinci Meşrutiyet Devrinde Tenkit, 1. Türkçü Tenkit, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1995, s.59.

(18)

11 olduğu gibi halkı birliğe, Müslümanların işgal edilmeyen son yurdu Türkiye’yi korumaya davet eden vaazlar verir.

Millî Mücadele’nin Anadolu’ya yayılmasıyla birlikte Sebilürreşad ekibi artık İstanbul’da duramaz. Bir gün, Eşref Edib, Akif ile beraber dergide konuşurken ilk mecliste mebus olan Ali Şükrü gelerek: “Paşa sizi istiyor. Sebilürreşad’ın Ankara’da intişarı, millî hareketin manevi cephesini kuvvetlendirecektir” der. Bunun üzerine Akif ile Ali Şükrü, birkaç gün sonra yola çıkarak, sapa yollardan İngiliz hatlarını geçip Ankara’ya ulaşırlar.15 Akif, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açılışından 1 gün sonra, 24 Nisan Cumartesi günü Ankara’ya varır ve burada 30 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camisi’nde vaaz verir.16

Burdur milletvekili seçilen Miralay İsmail’in istifasının ardından Akif, onun yerine, Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in de isteği üzerine Burdur Milletvekilliğine getirilir. O, Ankara’ya geldikten sonra halkı irşad etmek ve Millî Mücadele’ye katılımı artırmak amacıyla birçok yerde bulunur.

Mehmet Akif, Kastamonu’ya gelmeden önce Konya’da isyan emarelerinin görünmesi üzerine buraya gelerek, çeşitli teşebbüslerde bulunur, ardından Kastamonu’ya ulaşır.17 Kastamonu’ya daha erken gelen Eşref Edip, burada çıkan Açık söz gazetesinde Akif’in geldiğini haber yaparak halka ilan eder. Akif’in Nasrullah Camii’nde verdiği vaaz büyük yankı uyandırır. O, bu vaazda Sevr’in öldürücü maddelerini herkes’in anlayabileceği bir tarzda anlatarak, düşmanların Sevr ile yapmak istedikleri zulüm ve imha planını bütün açıklığıyla ortaya koyar, vatanın geçirdiği tehlikeleri gözler önüne serer ve tefrikayı yerin dibine sokarak insanları birliğe davet eder.18

15 Caner Arabacı, Eşref Edib Fergan ve Sebilürreşad Üzerine, Modern Türkiye Siyasî Düşünce, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, 107.

16 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Akif Ersoy,Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s.89–90.

17 Eşref Edib, Mehmet Akif (Hayatı Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları), Sebulirreşad Neşriyatı, İstanbul, 1962, s.142.

18 A.g.e., s.140-143.

(19)

12 Eşref Edib’in kayda aldığı bu vaaz, Sebilüreşad’ın 464. sayısına alınıp Kastamonu matbaasında günlerce çalışılarak on binlerce basılsa da, ikinci baskısının da tükenmesi sonucu üçüncü baskısı yapılarak dağıtılır. El -Cezire Kumandanı olan Nihat Paşa, aynı sayıyı Diyarbakır matbaasında çoğaltarak bütün cepheye, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van vilayetleri ile çevredeki illere gönderir. Sebilüreşad, Kastamonu’da üç sayısı çıktıktan sonra, başyazarı olan Akif ile birlikte Ankara’ya taşınır.19

Akif, Ankara’da Taceddin Dergâhında kaldığı sürede dostlarını bu dergâhta ağırlar, şiirlerini burada yazar ve Meclis’e buradan gider.

Dönemin Erkan -ı Harbiye-i Umumiye vekili İsmet İnönü, 1920 yılı sonunda Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret ederek, “millî heyecanı koruyacak, millî azim ve imanı besleyecek, zinde tutacak”, Fransızların Marsailles Marşına benzer bir marş yazılmasını ister. Ardından Maarif Vekâleti aracılığıyla mekteplere, matbuat aracılığıyla da Türk şairlerine bir yarışma düzenleneceği, ödül olarak da 500 lira verileceği duyurulur. Vaat edilen mükafat nedeniyle Akif, kendisinden bu yarışmaya katılmasını isteyen Hasan Basri Çantay’a“Ben ne müsabakaya girerim ne de caize alırım!...”- cevabını verir. Hamdullah Bey, bu konuda Akif’in arzusuna uyacaklarını söyler ve bir tezkire hazırlayarak durumu şöyle izah eder:

“Pek aziz ve muhterem efendim,

İstiklal Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zati üstadanelerinin şiiri vücuda getirmeleri maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişeniz icab ettiği ne varsa hepsini yaparız.

Memleketi bu müessir telkin ve tehyic vasıtasından mahrum bırakmamanızı reca ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim

5 Şubat 1337

19 Caner Arabacı, Eşref Edib Fergan ve Sebilürreşad Üzerine, Modern Türkiye Siyasî Düşünce, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, 109–110.

(20)

13 Umurı Maarif Vekili

Hamdullah Subhi .”20

Verilecek ikramiyenin alınarak bir hayır kurumuna verilmesi vaadiyle Akif, bu konuda ikna edilir. Bunun üzerine o, iki gün içerisinde İstiklal Marşını yazarak son hâline getirir. Marşın resmen kabulü meclisin 12 Mart 1922 tarihli toplantısının öğleden sonraki oturumunda ele alındıktan sonra şiir, büyük bir çoğunluk tarafından Türk İstiklal Marşı olarak kabul edilir.21 İstiklal Marşı, Meclise gelmeden önce 17 Şubat’ta Sebilürreşad’ın baş sayfasında, yayımlanmıştır. 22

Şeriyye Vekâleti tarafından kurulan Te’lifat-ı İslamiye Heyeti’ne üye seçilen Akif, 1923’te Millî Mücadele tamamlanınca İstanbul’a döner.

1.1.3. Mısır Dönemi, İstanbul’a Dönüşü ve Vefatı

Mehmet Akif, 1923 yılının sonbaharında Abbas Halim Paşa ile birlikte Mısır’a gider ve 1926 yılına kadar kışı Mısır’da, yazı İstanbul’da geçirmiş olur. 1926-1936 yılları arasında Kahire Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı dersini okutmanın yanı sıra, Kuran-ı Kerim tercümesi ile de ciddi biçimde uğraşır. 1932’de Mısır’a gidip Akif’i ziyaret eden Eşref Edip, onun tercümesini baştanbaşa okuyarak kullanılan dilin sadeliği ve âyetler arasındaki uyumun azametine dikkat çekmiştir. Bu arada çoğu yerinde çıkıntıların, tashihlerin olduğunu, Akif’in tercümeyi tebyiz etmekle meşgul olduğunu ifade etmiştir. Edip, İstanbul’a dönmeden artık tercümenin tamamlandığını ve onu beraberinde götürmek istediğini Akif’e söylemişse de o, ısrarlara rağmen çalışmasının

20 Hasan Basri Çantay, Akifname, Ahmet Said Matbaası, İstanbul, 1966, 62.

21 A.g.e.,s.63-73

22 Eşref Edib, Mehmet Akif (Hayatı Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları), Sebulirreşad Neşriyatı, İstanbul, 1962, s.156.

(21)

14 henüz tamamlanmadığını ve tamam olduğuna kanaat getirdiği zaman onu neşredeceğini söylemiş ve bu girişim de sonuçsuz kalmıştır.23

1936 yılında Türkiye’ye dönmeden önce Akif, tercümeyi Ali İhsan Efendi’ye bırakmış, “Ben sağ olur da gelirsem, noksanlarını ikmal eder, ondan sonra basarız.

Şayet ölür de gelmezsem bunu yakarsın”-diye vasiyet etmiştir. Bazı araştırmacılar tercümenin üzerinde Akif’in bu kadar hassasiyetle durmasının nedenini ve ölümüne müteakip yakılmasını istemesini, ibadetlerde bir inkılâp yaparak, namazlarda Kuran’ın Türkçe tercümesinin okunması şeklindeki cereyanların baş göstermesine bağlamaktadırlar:

“Meğer ben Rabbime karşı ne büyük hata işliyormuşum! Ne büyük isyanda bulunuyor muşum!... Ben dinime hizmet için, Kuran’a hizmet için bu ağır işi üzerime almıştım. Kuran kalkacak benim tercemem onun yerine kaim olacak, kıyamete kadar Müslümanlar bana lanet edecek!... Bu, nasıl olur? Akif, sen bu oyuna, bu farmason dolabına nasıl alet olursun?..”.24

Şairin Mısır dönüşünün ardından Hakkı Tarık Us, hasta olan Akif’i ziyaret etmiş ve kapıdan çıkarken Mithat Cemal ile karşılaşmışlardır. Us, buraya gelme nedenini soran Cemal’e, Atatürk’ten izin aldıktan sonra buraya geldiğini ve tercümeyi götürmesi durumunda Atatürk’ün bundan memnun kalacağını, fakat Akif’in tercümeyi Mısır’da bıraktığını söylemiştir.25 Dolayısıyla bu girişim sonucunda da meale ulaşılamamıştır.

Mehmet Akif Ersoy, İstanbul’a döndükten sonra, memleketinde hastalıklı ve sıkıntılı günler geçirerek sadece altı ay kadar yaşayabilir. İlerleyen karaciğer rahatsızlığı tüm çabalara rağmen ne yazık ki tedavi edilemez ve 27 Aralık 1936 tarihinde vefat eder.

Kuntay, Mehmet Akifin defnedileceği günün manzarasını şu şekilde anlatır:

23 A.g.e., s. 195–197.

24 Eşref Edib, Mehmed Akif (Hayatı Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları), Sebulirreşad Neşriyatı, İstanbul, 1962, s.199.

25 Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1990, s.230-233.

(22)

15

“Cenaze Bayezidden kalkacak. Oraya gittim. Kimse yok; bir cenazenin geleceği belli değil.

Çok sonra birkaç kişi göründü. Biraz sonra çıplak bir tabut geldi. “Bir fukara cenazesi olmalı.” dedim. O anda Emin Efendi lokantasının sahibi Mahir Usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım cenazeyi tanımıştım.

Al sancakla siyah Kâbe örtüsüne sarılan tabut, üniversite gençlerinin bir ürperme manzarası alan elleri üstünde gidiyordu. Cenazenin arkasında yekpare bir karaltı yürüyordu; bunda bir damla “teşkilat” yoktu; bunlar, bir işaretin, bir teşekkülün topladığı insanlar değildi; kendi kendine gelenlerin saflarıydı; sırf cenazeye gelmiştiler ve bu, şahidi olmayan güzel dostluktu. Cenaze arabası, tekerleklerinde, beygirlerinde şuurlaşan bir durgunlukla arkadan, uzaktan geliyordu.”26

Mehmet Akif Ersoy için resmî cenaze merasimi yapılmasa da şair, kalabalık bir grup gencin eşliğinde, Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilir. Edebî kişiliğinin, eserlerinin yanı sıra şahsiyetiyle de örnek bir insan olan Mehmet Akif, “Türkiye’nin tartışmasız millî ve millete mâl olmuş şairidir”27

26 A.g.e., s.174.

27 Kâzım Yetiş, Bir Mustarip Mehmet Akif Ersoy, Edebiyatımızın Zirvesindekiler Serisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006, s. 10.

(23)

16 1.2. MİRZE ELEKBER SABİR’İN HAYATI

1.2.1. Ailesi, Çocukluk Yılları ve Eğitim-Öğrenim Dönemi

Yalnız Azerbaycan’da değil tüm Şark edebiyatında yeni mizahi şiirin, satirik akımın kurucusu Mirze Elekber Sabir’dir. Şairin gerçek ismi Elekber Tahirzade’dir.

“Sabir” (sabr eden, sabırlı) onun şiirlerinde kullandığı takma adı, “Mirze” ise aydın bir edip olduğunu gösteren “okuma-yazma bilen kimse, tahsilli kimselere hürmet amacıyla kullanılan seslenme ifadesidir.”28

Mirze Elekber Sabir, 30 Mayıs 1862’de Azerbaycan’ın doğusunda, Şamahı şehrinde dünyaya gelmiştir. Gençliğinde maceralar peşinde koşmuş, çılgın bir hayat geçirmiş, kendisine kalan büyük bir mirası, savruk bir hayat yaşayarak tez elden tükettikten sonra ise pişman olarak din ve şeriat yoluna dönmüştür. Küçük bir bakkal dükkânı işleten babası Hacı Tahir Zeynalabdin, ticaret hayatının ilk yıllarında zengin olsa da 1859 yılındaki deprem nedeniyle işlerinde büyük gerilemeler olmuş ve kalabalık ailesini zorlukla geçindirebilecek bir hâle düşmüştür.29 Şehrin ileri gelen ailelerinden olan Sabir’in annesi Saltanat Hanım ise çok dindar bir hanım olmuştur.

Yedi yaşında “Mahalle Mollahanesi” diye tabir edilen mahalle medresesinde eğitime başlayan küçük Elekber, dinî bilgilerin yanı sıra Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ı gibi klasik eserleri de öğrenmeye başlar.Sadece Kuran-ı Kerim okumaktan ibaret olan, yazı yazmanın ve başka şeyler okumanın yasak olduğu medresede, Elekber çok sıkılır, zaman zaman taşkınlıklar yapar. Hatta bir gün yazı yazdığı için hocasından dayak bile yer. Okuduğu kitapların da etkisiyle ilk şiir denemelerini burada sekiz yaşındayken yazmaya başlar. Çocuk ruhuyla yazdığı ilk şiirine baktığımızda o dönem eğitimdeki katı disiplinin nasıl dile getirildiğini görürüz:

28 Seyfettin Altaylı, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1994, s. 873.

29 Feridun Hüseynov, Molla Nasreddin ve Molla Nasreddinciler, Bakü, 1986, s. 131.

(24)

17 Tuttum orucu iramazanda

Kaldı iki gözlerim kazanda Mollam da dövür yazı yazanda.30

Medresedeki ağır ve sıkıcı koşulların ardından Sabir, 1874 yılında o dönemin en önemli isimlerinden Seyid Azim Şirvani’nin Şamahı’da açtığı Usul-i Cedid okuluna kaydolur. Bununla da Sabir’in hayatında ve dünyaya bakış açısında ciddi değişimlerin başladığını söylemek mümkündür. Şöyle ki Seyid Azim’in ondaki yeteneği keşfetmesi ve bunun üzerine onunla çok daha ciddi bir şekilde ilgilenmesi Sabir’in hayatını değişir.

Hatta hocası Sabir’in yazdığı şiirlerden birini o kadar beğenir ki ona Nizami’nin Hamse’sini hediye eder.

Sabir’in ilk şiirlerinden bazılarının Seyid Azim’in şiirlerine nazire olarak yazılmış olması da bu yakın öğretmen öğrenci ilişkisinden doğmuştur. Örneğin Sabir, Seyid’in “Sabr Eyle” şiirene nazire olarak aşağıdakı mısraları yazmıştır:

Bela-yı aşka düştün, ey büt-i mehpare, sabr eyle, Günün oldise ger hicran elinden kara, sabr eyle.

Gözüm kurbanı, ah etme gam-i hicrane sabr eyle, Eğer gönlün döne hicran elinden kana, sabr eyle. 31

Seyid Azim’in okulunda eğitim aldığı süreçte Sabir, ileri derecede Farsça öğrenir, Klasik Şark edebiyatıyla yakından tanışmış olur. Bunun etkisiyle de yazdığı şiirlerin gazel, kaside ve bazı dinî manzumelerden ibaret olduğu bir gerçektir.

15-16 yaşlarına geldiğinde babası, Sabir’i okuldan alır ve yanında bakkal dükkânında çalıştırmaya başlar. Bu durumdan hoşnut olmayan şair, gizli gizli şiir ve edebiyatla uğraşmaya devam ederse de bir gün babasına yakalanır ve babası onun şiir defterini yırtıp atar. Bu olaya çok içerleyen Sabir’in kaleminde şu dörtlük dökülür:

30 Abbas Zamanov, M. E. Sabir, Hophopname, (Ön söz) Azerneşr Yayınları, Bakü, 1962, s. 5.

31 A.g.e., s.244.

(25)

18 Ben Helilullah-i esrem, atam Azerdir,

İnşallah Babil Şirvanı’ndan sefer elerem.

Eger o, şer defterimi cırıg-cırıg eyledise de, Bu gövher saçan tebimle onları birleştirerem.32

1.2.2. Çalışma Hayatı, Türkistan Seferleri, Şamahı’ya Kesin Dönüşü

İnsanın kendini geliştirmesi, ufkunu açması için dünyayı keşfetmenin, yeni yerler görmenin gerekli olduğunu düşünen Sabir, 21 yaşında- 1883’te kutsal toprakları görmek bahanesiyle Şamahı’dan çıkar ve iki yıl boyunca Horasan’ı, Nişabur’u, Semerkand’ı ve Buhara’yı gezer, Özbek ve Türkmen aydın ve şairleri ile tanışma görüşme imkânı bulur.33 Bu seyahat, onun Türk kültürünü en iyi şekilde öğrenebilmesi için muazzam bir vesile olur.1885’te bu yerlerde yayılan kolera salgını nedeniyle Şamahı’ya geri döner. 1886 yılında bu kez Kerbela’yı ziyaret etmek için tekrar yola çıkar, Aşkabad ve Merv şehirlerini de ziyaret eder. Bu yerlere yerleşmeyi düşünse de babasının vefat haberi üzerine vatanına geri dönmek zorunda kalır.

Sabir, 1887 yılında akrabalarından Billûrnisa Hanım ile evlenir. On beş yıllık evliliği süresinde sekiz kızı ve bir oğlu olur. Kalabalık ailesini geçindirmekte zorluk çeken şair, ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için sabun yapıp satmaya başlar. Babasının ölümünden itibaren Sabir’in hayatının sonuna kadar hem ekonomik açıdan hem de sağlık açısından sıkıntıların hiç bitmediği bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer yandan da yazdığı satirik şiirler de ona dosttan ziyade düşman kazandırır. Hatta bir gün tutucu hemşehrilerinden birisi, Molla Nasreddin mecmuasındaki bir şiirinden ötürü onu öldürmeye kalkar.

32 Alhan Bayramoğlu, Mirze Elekber Sabir-Hayatı ve Eserleri, Kısmet Neşriyat, Bakü, 2003, s. 26.

33 Azerbaycan Sovyet Ansiklopedisi, SSC Devlet Yayınları, Bakü, 1984, C. VIII, s. 242.

(26)

19 1902 yılında meydana gelen Şamahı depreminde şehir yerle bir olur, hatta çıkan yangında şairin de evi barkı yanar.

Sabir, 1907 yılında ticaret, sabun işini bırakıp öğretmen olmak ve okul açmak ister. Çocukluğundan beri aldığı dinî bilgilerini ve Rusçasını geliştirir. Öğretmen olması için ise din görevlilerinden oluşan bir kuruldan belge alması gereken şair, 11 Nisan 1908 yılında Bakü’de sınava girdikten sonra bu öğretmenlik belgesini alır. Ardından durumu resmîleştirmek için Tiflis’e giderek Kafkas Şeyhül-İslam İdaresi’nde diplomasını tasdik ettirir. Bütün bu uğraşlarının sonunda nihayet öğretmen olmaya hak kazanır.34

Şamahı’da Türkçe eğitim veren bir okul açmak için ilgili makamlara müracaat eden Sabir’e izin çıkmaz. Sonrasında arkadaşı Abbas Sıhhat ile Rus-Tatar Okulu açma teşebbüsü de suya düşer. İki yıl boyunca çaldığı bütün kapılar yüzüne kapatılınca Şamahı’daki okullardan birinde öğretmen yardımcısı olarak göreve başlar ve pes etmeden mücadelesini de sürdürür. Tüm bu çabalarının sonunda 1908 yılında arkadaşlarının da yardımıyla, yıllardan beridir hedef belirlediği “Ümit” adlı okulu açmayı başarır. Eylül ayında 60 öğrenci ile eğitim öğretime başlasa da her taraftan uğradığı saldırılar sonucunda Sabir, ikinci öğretim yılı başladığında okulu kapatmak mecburiyetinde kalır ve ardından burayı terk ederek Bakü’ye gider.

1.2.3. Bakü Yılları ve Vefatı

1908 yılında Bakü’ye giden Sabir, orada gündüzleri öğretmenlik yapar, akşamları ise matbaalarda musahhih olarak çalışır. 1910 yılında ise dostu Sultanmecid Ganizade’nin yardımıyla Bakü yakınlarında olan Balahanı köyünde “Nesr-i Maarif”

cemiyetinin açtığı “Saadet” adlı okulda Farsça ve şeriat dersleri vermeye başlar.

34 Azerbaycan Edebiyyatı Tarihi, Azerbaycan SSR İlimler Akademisi Neşriyatı, C. II, Bakü, 1960, s. 619.

(27)

20 Sabir’in bu dönemde maddi ve manevi açıdan rahatladığı, ailesinin maddi ihtiyaçlarını daha kolay karşıladığı bilinmektedir. Şair, 1910 yılının yazından itibaren Bakü’de çıkan Güneş ve Hakikat gazetelerinin yazı işlerinde çalışır.

O dönem siyasal olarak fazlaca hareketlidir. Şöyle ki, İran’daki inkılâp hareketleri iyice ilerlemiş, Osmanlı’da meşrutiyet ilan edilmiş, Ermeni-Müslüman çatışmalarının arttığı bir ortam söz konusudur. Buradayken dünyada olup bitenleri daha yakından takip edebildiği için olaylarla ilgili tutumunu yazılarıyla ortaya koyan vatansever şair ve yazar bu gelişmelerin hiçbirine kayıtsız kalamaz, Seda, Hakikat, Zenbur, Güneş ve Molla Nesreddin gazetelerinde şiirlerini, makalelerini yayımlamayı sürdürür.35

Zamanla yaşadığı zor hayat şartları ve sıkıntılar zaten hasta olan Sabir’in vücudunu fazlasıyla yorar. Böbrek ve kalp rahatsızlığının yanı sıra bir de karaciğerinin de iflâs etmek üzere olduğunu öğrenir. O, bu acısını bir taziyanesinde şu şekilde dile getirir:

Ariz-i gamlar elinden yüreyim şişmiş idi Zann ederdim edecektir ona çare ciğerim.

Baht-ı menhusuma bak, ben bu temennada iken Başladı şişmeğe şimdi yüzü kara ciğerim.36

Sabir’in bu zor zamanlarında en çok yardımına koşan kişilerden Azerbaycan’ın değerli şairlerinden Abbas Sıhhat, yazarlardan Celil Memmedkuluzade ve eşi Hamide hanımı özellikle vurgulamak gerekir. Fakat şairin tedavisi için Tiflis’te yapılan tüm çabalara rağmen durumu daha da ağırlaşır ve duyduğu acı artar, hatta o, bu acılardan kurtulmak için ölümü bile arzular duruma gelir:

İsterem ölmeği ben, leyk kaçır benden ecel;

Gör ne bedbahtam, ecelden de gerek naz çekem!37

35 A.g.e., s. 621.

36 Abbas Zamanov, M. E. Sabir, Hophopname, Azerneşr Yayınları, Bakü, 1962, s.361.

(28)

21 Sabir’i son günlerinde ziyarete gelen dostlarından Seyid Hüseyn hatıralarında onu son görüşünü şu şekilde anlatmıştır:

“Üstadı görmeye gittiğimde onu ilk defa çok kederli ve düşünceli gördüm.

Sebebini sordum. Bana hocası Seyid Azim ile olan bir görüşmesindeki sözünü söyledi:

“Bir şair için bundan büyük bedbahtlık olmaz ki hayata gözünü kapatırken bütün ömrünün mahsulü olan eserlerinin mukadderatını bilmesin.” Sabir, bu sözü söyledikten sonra masanın üzerinde biriktirdiği eserlerinin başına geçerek ekledi: “Ben de şimdi aynı kederle kederleniyorum. Ölüm insandan çok uzak değil. Görünen o ki ben de Hacı Seyid Azim gibi kendi kitabımı görmenin hasreti ile öleceğim.”38

Mirze Elekber Sabir, 12 Temmuz 1911’de Şamahı’da 49 yaşında iken vefat eder ve Şamahı’nın Yedi Günbed Mezarlığı’na defnedilir. Tek vasiyeti ise Abbas Sıhhat’a emanet ettiği edebî külliyatının kitap hâline getirilmesi olur. Vefatından bir yıl sonra, 1912 yılında, eşi Billûrnisa Hanım ve dostlarından Abbas Sıhhat ile Mahmut Mahmutbeyov, toplanan yardımlarla, Sabir’in şiirlerini toplayarak, Hophopname adı altında bastırırlar.

37“A.g.e., s. 321.

38 Abbas Zamanov, Sabir ve Müasırları, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1973, s.216.

(29)

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI 2.1.1.Safahat Hakkında

XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başları kültürel sahada yeni arayış ve oluşumların şekillendiği yıllarda tıpkı öncesinde olduğu gibi, Türkiye ve Azerbaycan’da yaşanmış olan edebî gelişmeler arasında önemli benzerlikler olduğu görülür. Her iki coğrafya açısından da bu benzerliklerin şekillenmesinde siyasî sosyal ve kültürel gelişmelerin fazlasıyla etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

Söz konusu dönemde Namık Kemal, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem gibi isimler Azerbaycanlı münevverler üzerinde derin tesirler oluştururken, Türk Yurdu ve Sırat-ı Müstakim gibi yayınlar yine Azerbaycan kültür dünyasınca yakın takibe alınmış, İstanbul ile Bakü arasında kültürel bir diyalog süreci başlatılmıştır. Bahsedilen süreç karşılıklı olarak yaşanmış ve bu yıllarda Azerbaycan’ın birçok yerinde, özellikle de Bakü’de kendini gösteren hareketlilik, kısa zamanda İstanbul’da yankılarını bulmuştur. Dönemin iki önemli yayın kuruluşu olan Molla Nasreddin ve muhalifi Füyuzat’ın öncülüğünde başlayan sanat, toplum ve siyaset tartışmaları, Hüseyinzade Ali Bey, Ahmed Ağaoğlu, Hüseyin Cavid, Mehmet Emin Resulzade gibi isimlerin de gayretleri ile edebî çalışmalara yeni ve ortak bir yön belirlemiştir.

Bahsettiğimiz yıllarda “Sanat için sanat” anlayışının yaşanan sürecin karşısında itibarını kaybederek yerini “Toplum için sanat” anlayışına bıraktığını, birçok şair ve yazarın yaşanan hayattan yola çıkarak sanatı toplumun hizmetine adadığını görüyoruz.

XIX. yüzyılın sonlarında bu yönde eserler veren, güçlü gözlem ve tahlil yetenekleri ile öne çıkan şairlerden ikisi Türkiye’den Mehmet Akif Ersoy (1873-1936) ve Azerbaycan sahasından Mirze Elekber Sabir (1862-1911) olmuştur.

(30)

23 Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkmış pek çok problemin, sıkıntının ıstırabını yaşamış bir sanat ve kültür adamı olarak Akif, adalet, hak, eğitim, ahlak, fazilet, millet gibi kavramlar çerçevesi yönündeki gözlem ve tahlillerini hemen bütün boyutları ile Safahat’a yansıtmıştır. Diğer taraftan aynı tarihlerde yeni bir yapılanma dönemine girmiş olan Azerbaycan edebiyatında Sabir’in Hophopname’si, dönemin panoramasını ortaya koyar nitelikte bir eser olarak karşımıza çıkar.

Araştırmalarımıza dayanarak söyleyebiliriz ki dünya görüşleri ve idelojileri açısından Akif ile Sabir’i aynı safta değerlendirmek mümkün değildir. Fakat sanat ve edebiyat telakkileri, tasvir ve tahlil yetenekleri açısından her iki şair önemli benzerlikler gösterir. Biz de çalışmamızda bu iki büyük şairin eserlerini benzerlikleri açısından ele almaya çalışacağız. Safahat ve Hophopname ise araştırmamıza esas teşkil edecektir.

Safahat, Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerini topladığı ve içinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunan yedi kitaplık şiir külliyatının ismidir. Bu yedi ayrı kitabı birleştiren unsur ise hepsine ortak olan ve manzum hikâyelerde aksiyonu sağlayan çatışmalardır.

“Safahat, görünüşte yedi ayrı kitaptan oluşmaktadır. Ama o, bir bütündür. Bu esere bütünlük kazandıran ise bizi biz kılan, ciddi anlamda imandan beslenen idealizmin terbiyesinde oluşmuş değerler ile çözülüşün girdabında yaşanan hayat karmaşasının karşı karşıya gelmesi, daha yerinde bir ifadeyle çatışmasıdır. Safahat’taki her manzume hatta uzun manzumelerde kendi içinde bir bütünlük manzarası arz eden her parça bu çatışmanın bir yönünü ifade eder.”39

Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda birkaç baskısı yapılmış olan bu külliyatın ilk kitabı Safahat adını taşır ve bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Safahat’ı teşkil eden yedi kitap, latin harfli baskılarından önce bir arada, tek cilt içinde yayımlanmamış, ilk altısının bütün baskıları İstanbul’da, yedinci kitabınki ise Kahire’de yapılmıştır. Akif’in

39 Şerif Aktaş, Akif’in Edebî Hayatı ve Safahat, Akçağ Yayınları, Ankara, 2001, s. 23-24.

(31)

24 manzumelerinin tamamını aruz vezni ile yazdığı Safahat’ını teşkil eden yedi kitabın mısra sayıları ile eski harflerle yapılmış baskılarının tarihleri şu şekildedir:

1.Safahat’ın birinci kitabı, 1911 yılının Nisan ayında basılmış ve Mehmet Akif’in 1908-1911 yılları arasında Sırat-ı Müstakim dergisinde yayımlanan, bir kısmı, belli bir olay örgüsüne sahip manzum hikâyelerden oluşan kırk dört şiirinden oluşmaktadır. (Safahat- 44 şiir, 3084 mısra, üç baskı: 1911, 1918, 1928.)40

2. Safahat’ın ikinci kitabı Süleymaniye Kürsüsünde adıyla, 1912 yılında yayımlanmış ve “halkı irşad için verilen bir vaaz tarzında düzenlenmiştir. (Süleymaniye Kürsüsünde- 1 şiir, 1002 mısra, dört baskı: 1912, 1914, 1918, 1928.)41

3. Safahat’ın üçüncü kitabı, Hakkın Sesleri adıyla 1913 yılında yayımlanmış ve sekiz âyet ve bir hadisin manzum yorumu ile “Hazin Bir Mevlid Gecesi” adlı bir şiirden oluşur. (Hakkın Sesleri- 10 şiir, 482 mısra, üç baskı: 1913, 1918, 1928.)42

4. Safahat’ın dördüncü kitabı, Fatih Kürsüsünde adıyla 1913-1914 tarihleri arasında Sebilürreşad dergisinde tefrika edilmiş, 1914 yılında ise kitap olarak yayımlanmıştır. (Fatih Kürsüsünde- 1 şiir, 1692 mısra, dört baskı: 1914 (iki baskı), 1918, 1924.)43

5. Safahat’ın beşinci kitabı, Hatıralar adıyla 1917’de yayımlanmıştır. Dört âyet, iki hadis yorumu ile “Uyan”, “El-Uksur’da”, “Berlin Hatıraları” ve “Necid Çöllerinden Medine’ye” adlı manzumeler olmak üzere toplam on eserden oluşan bu kitaba, şairin, 1914-1915 yılları arasında Medine, Mısır ve Berlin’e yaptığı seyahatleri ile ilgili hatıraları esas olmuştur. (Hatıralar- 10 şiir, 1314 mısra, üç baskı: 1917, 1918, 1928.)44

6. Safahat’ın altıncı kitabı, Asım adıyla 1924 yılında yayımlanmıştır. Hocazade ile Köse İmam’ın diyaloguna dayanan bu eserde, daha çok sosyal hayattaki

40 M.Ertuğrul Düzdağ, “Giriş: Mehmet Akif Ersoy Hayatı ve Eserleri”, Safahat, Eski Yeni Harfli Metinler ile Tenkildi Neşir (Edisyon Kritik) Bir Arada, İz Yayıncılık, İstanbul, 1991, s. 56

41 Fevziye Tansel, Akif, Hayatı ve Eserleri, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1973, s.58.

42 M.Ertuğrul Düzdağ, “Giriş: Mehmet Akif Ersoy Hayatı ve Eserleri”, Safahat, Eski Yeni Harfli Metinler ile Tenkildi Neşir (Edisyon Kritik) Bir Arada, İz Yayıncılık, İstanbul, 1991, s.102-140

43 A.g.e, 102-140

44 A.g.e, 102-140

(32)

25 bozuklukların yanı sıra yönetimdeki aksaklıklar üzerinde durulur. (Asım- 1 şiir, 2292 mısra, iki baskı: 1924, 1928.)45

7. Safahat’ın yedinci kitabı, Gölgeler adıyla 1933 yılında yayımlanmıştır.

Safahat’ın diğer kitaplarından farklı olan Gölgeler’de ağırlıklı olarak şairin şahsi duygu ve düşüncelerini ifade eden bireysel temalar işlenmiştir. (Gölgeler- 41 şiir, 1374 mısra, bir baskı: 1933.)46

1943 yılından itibaren yeni harflerle de yayımlanmaya başlanan Safahat, şimdiye kadar yüz defadan fazla ve beş yüz bin adet kadar basılmış bir kitaptır.

M. Ertuğrul Düzdağ, adı geçen külliyata verilen “Safahat” ismini şöyle açıklamaktadır:

“’Safahat’, ‘safhalar’, ‘devreler, dönemler’ ve biraz geniş bir manalandırma ile

‘görünüşler’, manzaralar’ demektir. Bu kelime, önce, birinci Safahat’ta bulunan yirmi iki manzumeye, dergideki neşirleri sırasında genel başlık olan ‘Safahat-ı Hayattan’

terkibinde kullanılmıştı. ‘Fatih Cami’, ‘Hasta’, ‘Küfe’… gibi hayattan manzaraları ihtiva eden bu manzumelerin bulundukları ilk cilde ‘Safahat’ adının verilmesinin sebebi bundandır.”47

Bir diğer yandan da manzum hikâye ve lirik şiirlerden oluşan Safahat’ın hangi edebî türü temsil ettiği konusunda farklı görüşler olduğunu söylemek mümkündür.

Örneğin Mehmet Kaplan, Safahat’ı manzum bir romana benzetir:

“Safahat, âdeta, muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir manzum romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, câhil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, hâlihazır, hayâl, hakikât, hemen hemen her şey Akif'in duyuş ve görüş sahnesine girer.

45 A.g.e, 102-140.

46 A.g.e, 102-140.

47 A.g.e., s.54-55.

(33)

26 Ve o bunları yalnız şiirin değil, edebiyatın bütün ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz verir. Komik, trajik, öğretici, hamasî, lirik, hakîmâne her edayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hattâ edebiyatı da aşar, onu hayatın ta kendisi yapar.”48

İnci Enginün de Safahat’ın roman özelliği taşıyan bir eser olduğu görüşüne sahiptir: “Safahat, baştan sona realist bir roman sahnelerini ihtiva eden, yer yer lirik ve yer yer epik boyuta ulaşan bir kitaptır.”49

Himmet Uç ise Mehmet Akif ve Hikâye Sanatı kitabında Safahat’ı bir kriz ve çözülme romanı olarak değerlendirmiştir.50

2.1.2. Hophopname Hakkında

Mirze Elekber Sabir’in bilinen şiirlerinin toplandığı Hophopname adlı eser Azerbaycan’da bir dönüm noktası olarak kabul edilen 1905 sonrası gelişmelerin, âdeta karikatürize edilmiş bir tablosudur. Bu eseri ile Sabir, Kasım Bey Zakir’in başlattığı gelenek çerçevesinde realist tarzı zirveye taşıyarak, yaşadığı muhiti bütün detayları ile çalışmalarına aksettirerek sosyal, siyasî ve kültürel sahadaki gelişmelerin panoramasını ortaya koymuştur. Hophopname sayesinde şair, zamanla hem muasır halkına hem de gelecekteki vatandaşlarına yol gösteren bir ışık, aynı zamanda da aydınlar için yeni kapılar açmış bir önder hâline gelmiştir.

49 yaşında, sanatının baharında vefat eden Sabir’in yaşamı boyunca şiirleri hep mecmualarda, gazete ve dergilerde çıkmış, hayattayken hiçbir kitabı yayımlanmamıştır.

Sabir, vefatından bir gün önce dostu Abbas Sıhhat’e içinde şiirlerinin bulunduğu ağzı

48 Mehmet Kaplan Mehmet Akif ve Hikâye Sanatı, Ankara, 2000, s. 174.

49 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyyet’e (1839-1923), Dergâh Yayınları, İstanbul, 2006, s.602.

50 Himmet Uç, Mehmet Akif ve Hikâye San’atı, Özel Baskı, Ankara, 2000, s.2.

(34)

27 kapalı bir paket vermiş ve vefatından on yıl sonra bu paketin açılıp şiirlerinin yayımlanmasını vasiyet etmiştir. Salman Mümtaz, şairin vefatından sonra bu şiirlerin yayımlanması için ısrar etmişse de Abbas Sıhhat, bu teklifi arkadaşı Sabir’e ihanet etmek olur düşüncesiyle reddetmiştir.51

Sabir’in kızı Seriyye Hanım, hatıralarında babasının vefat ettiği gün, evlerinde şairin şiirlerinden bir kısmının kaybolduğunu yazmıştır.52 Bazı araştırmacılar da kızının kayboldu dediği şiirlerin Sabir’in dostu Abbas Sıhhat’e verdiği henüz yayımlanmamış olan şiirler olabileceği kanaatindedirler.

Şairin şiirlerini ihtiva eden Hophopname, onun ölümünden bir yıl sonra dostu Abbas Sıhhat, şairin eşi Büllurnisa Hanım, ortak dostları Mahmut Mahmutbeyov’un çabaları ve halktan toplanan yardım parası ile ilk kez derlenerek basılmış ve bu eser, başta Türkiye olmak üzere, pek çok ülkede büyük bir beğeni ile karşılanmıştır.

Toplamda 2104 sayfadan ve 110 şiirden oluşan Hophopname’nin ilk baskısı yukarıda da belirttiğimiz üzere şairin ölümünden sonra 1912 yılının sonunda hazır hâle getirilerek 1913 yılında çıkarılmıştır. Bundan dolayıdır ki kitabın girişinde tarih olarak 1912, son sayfasında ise 1913 yılı yazmaktadır. Ayrıca kitabın başına Abbas Sıhhat tarafından yazılmış bir ön söz ve Mirze Elekber Sabir’in hayat hikâyesi de eklenmiştir.

Hohopname’nin ilk baskısının çok zor koşullarda ve eksik olarak çıkarılmasına rağmen çok büyük ilgi gördüğü kaynaklardan bilinmektedir. 200 sayfa ve 23 resimden oluşturulması planlanan 2. baskı, 26 resimle süslenmiş 350 sayfalık tam bir eser olarak 1914 yılında çıkarılmıştır.53 Kitabın 1914 baskısına şairin muhtelif şiirlerinin mazmununa uygun olarak ressam Azim Azimzade (1880-1943) tarafından çizilen renkli karikatürler de ilâve edilmiştir.

51 Abbas Zamanov, Sabir Bu Gün, Gençlik Yayınları, Bakü, 1985, s.64-65.

52 Seriye Sabir Kızı Tahirzade, Hatıratımdan, Sabir Hatıralarda, Abbas Zamanov, Gençlik Yayınları, Bakü, 1982, s.40.

53 Abbas Zamanov, Sabir ve Müasırları, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1973, s. 83.

(35)

28 Bu 2. baskının ardından Hophopname, Kiril, Arap ve Latin harfleriyle Türkçe, Farsça, Rusça, Ermenice ve İngilizce olarak Bakü’de, Tebriz’de, Tahran’da, Bellenville (ABD)’de, Ankara’da, İstanbul’da, Moskova’da, St. Petersburg’da ve Leningrad’da defalarca basılmıştır.54 Kitabın 1960 Azerbaycan baskısı, Ankara’da 1975 yılında A.

Mecit Doğru tarafından Latin alfabesine aktarılarak yayımlanmıştır. Bu kitabı, daha sonraki çalışmalara esas olması için orijinal hâli, yani Azerbaycan Türkçesi ile arz ettiğini söyleyen Mecit Doğru, yazdığı “Önsöz”de Hophopname’nin 1960 Bakü baskısını esas aldığını belirtmiş, Sabir’in, A. Vahap Yurtsever’in makalesinden alınmış biyografisine, ayrıca şiirlerin içeriğine ilişkin bir yazıya da yer vermiştir.55

İsa Öztürk’ün çevirisi ile Hophopname (Seçmeler) ise 2007 yılında İş Bankası Kültür Yayınları’nda çıkmıştır.

Böylelikle söyleyebiliriz ki, bu neşirlerin de ardından Azerbaycan edebiyatının unutulmaz ediplerinden Abdullah Şaik’in de dediği gibi, “Hophopname’nin Azerbaycan’da çalmadığı kapı, girmediği ev kalmadı. Onu okuyanlar da sevdi, okutanlar da…”56

Mirza Elekber, şiirlerinde genellikle “Hophop” imzasını kullandığından dolayı kitabının adını da bu imzadan yola çıkarak Hophopname olarak tercih etmişlerdir. Celil Memmedguluzade, bir hatırasında bu takma ismin Sabir’e nasıl verildiğini espirili şekilde şöyle anlatmıştır:

“Hophop imzasını Sabir kendisi kabul etmemiş, o imzayı biz ona vermiştik.

Sabir, idaremize getirdiği manzumeye imza koymazdı. Birinci nazmını getirip verdiğinde hiç kendisini görmedik, ikinci nazmını idareye verip gittiğinde arkasından baktık, gördük çok hızlı ve hoppana hoppana (zıplarcasına) gidiyor. O münasibetle de biz ona “Hophop” imzasını verdik.” 57

54 İsa Öztürk, Mirze Elekber Sabir, Hophopname, İstanbul, 2007

55 Abdül Mecit Doğru, Mirze Elekber Sabir Hophopname, Atak Matbaası, Ankara, 1975, s.493.

56Abbas Zamanov, Sabir ve Müasırları, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1973, s. 79.

57 A.g.e., s.26.

(36)

29 Sabir ise 1910 Haziran ayında Selman Mümtaz’ın kendisiyle yaptığı mülakatta

“Hophop” imzasını hangi sebepten dolayı kullandığını ve ne anlama geldiğini şu şekilde açıklamıştır:

“- Bu tahallüsü bana aziz dostum Meşedi Habib vermiştir. “Hopop” kuş adıdır.

Bu kuşun bu addan başka halk arasında birkaç adı daha vardır ki, Fatmabacı, Bubbu, Öp-öp ve şanepipik (Taraklıkuş) bunlardandır. Meşhedi Habib, bana “Fatmabacı” diye hitap etmek için bu adı intihab etmiştir...” 58

58 Salman Mümtaz, Azerbaycan Edebiyyatının Kaynakları, Yazıcı Yayınları, Bakü, 1986, s. 437.

(37)

30 2.2.KONU

Mehmet Akif, birçok edebî sanatçıdan farklı olarak estetik değeri yüksek sanat eserleri ortaya koymak yerine devrinin sosyal ve siyasî şartları içerisinde toplum problemlerine eğilmeyi tercih eden, devletin dağılma sürecinde medeniyetimizin içine düştüğü krizi aşması için birtakım çareler arama yoluna giden bir sanatçı olmuştur. Ait olduğu toplumun insanlarının acılarını ruhunda duyan şair, gazete ve dergi yazıları yanında manzum eserlerine de söz konusu problemleri taşıma ihtiyacını duymuş, bunu yaparken de dinî tarafı güçlü, hurafelerden arınmış, Batı medeniyetinin temel dinamiklerini kavramış bir aydın kimliği ile düşüncelerini, tespit ve teşhislerini ortaya koyma yolunu seçmiştir.

Akif, bazen mahalle kahvehanesinin içini, bazen yetim bir çocuğun kimsesizliğini, bazen hasta insanın dertlerini, bazen de sokakta yaşanan hayatı, cephede verilen mücadeleyi, kısacası insanı ve çevresini kuşatan bütün hayatı metafizik alana pek girmeden gerçekçi bakışla eserlerinin merkezine alır. Bu yüzden de onun eserleri, yaşadığı toplumu ve onun problemlerini, natüralist anlayışa yaklaşan dikkatle, geniş olarak aksettiren bir ayna niteliği taşır.

Toplumcu anlayışa bağlı olarak içinde yaşadığı geniş halk kesiminin meseleleri sanatçıyı yakından ilgilendirdiği için sosyal muhtevalı eserler bütünü ortaya koymayı hedeflemiştir. Akif’in yaşanan hayata realist, hatta yer yer realizmi de aşan natüralist bir bakışla yöneldiğini kendisinin bir ankete verdiği cevapta da görmek mümkündür:“Nazmımla bugün yürümek istediğim gaye, rezâil-i ictimaiyemizi ortaya koyup halkı bunlardan tenfire çalışmaktır”59

Yüzyıllardır varlığını sürdüren problemlere zaman zaman ironiye varan bir dikkatle yaklaşan, insanlara ve yanlış davranış şekillerine sert eleştiriler getiren Akif, bunları yaparken çareler aramayı ve çözüm yolları teklif etmeyi de ihmal etmez. Ona

59 Sezai Karakoç, Mehmet Akif, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1985, s. 33.

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Burdur milletvekili olarak katılan Mehmet Akif, milletvekili olduktan sonra da Milli Mücadele içerisindeki hizmetlerine devam etmiştir..

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, lisans eğitimi veren 6 fakülte ve 6 yüksekokul, ön lisans eğitimi veren 10 meslek yüksekokulu, lisansüstü eğitim veren 4 enstitü,

Üniversiteler bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip olarak yüksek düzeyde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak üzere kurulan

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, lisans eğitimi veren 6 fakülte ve 6 yüksekokul, ön lisans eğitimi veren 10 meslek yüksekokulu, lisansüstü eğitim veren 4 enstitü,

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, lisans eğitimi veren 6 fakülte ve 6 yüksekokul, ön lisans eğitimi veren 10 meslek yüksekokulu, lisansüstü eğitim veren 4 enstitü,

İlk olarak 2003 yı- lındaki Irak savaşına karşı çıktı; sonra 2010 yı- lındaki Gazze Filosu uluslararası sularda, do- kuz Türk’ün öldürülmesiyle

§ MAKÜ İstiklal Yerleşkesi Eğitim Fakülteleri ile Dekanlık Binası ve Çevre Düzenlemesi Yapım İşi ihalesi 21.11.2013 tarihinde yapılmış ve sözleşmesi 22.01.2014

Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum kendine sen de yiğit er dedir