• Sonuç bulunamadı

Özgürlük, Kardeşlik, Birlik, Beraberlik

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI 1.Safahat Hakkında 1.Safahat Hakkında

2.2.1. Özgürlük, Kardeşlik, Birlik, Beraberlik

Akif’in birlik anlayışı, İslam’daki “cemaat” anlayışıyla birleşip, bütün Müslümanların birlik ve beraberlik idealinin oluşmasına neden olmuş, toplum için yazdığı şiirlerinde ve diğer eserlerinde hep bu birliği oluşturmaya çalışmıştır. O, milliyetçi ayrılıklar sorunu karşısında birliği ve kardeşliği tavsiye etmiştir. Birlik ve beraberlikten uzaklaşmayı Allah’tan uzaklaşmak olarak gördüğü için bu noktada onun dayandığı kaynak dindir:

İşit, bir hükm-i kat-i var ki istinafa yok meydan.

Cemaatten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah’tan.

Nedir iman kadar yükselterek bir alçak ilhadı, Perişan eylemek zaten perişan olmuş ahadı?

Nasıl yekpare millete var etrafında bir seyret?

Nasıl tevhid-i aheng eyliyorlar ibret al, ibret. 66

Bu yolda çevredeki birlik ve beraberliği sağlamış milletlerden, ders çıkarmayı tavsiye eden sanatçı, birliğin nasıl sağlanacağını da “Köy Hocası” isimli makalesinde anlatır:

“Merkezde halife, alt birimlerde her milletin kendi içinden ehliyetli ileri gelenleri ve en altta halk. Arapları irşat vazifesini, Arapların akıllı, bilgili ve erdemli ileri gelenleri; Arnavutların irşat görevini Arnavut ileri gelenleri; Türkler için de Türk

66 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s. 441.

35 ileri gelenleri yapacaktır. Her mürşit, halkı okutacak, yazdıracak, eğitecek; servet, sanat ve ticaret konularında ilerlemelerini sağlayacaktır Böylece Osmanlı saltanatı ve İslam hilafeti ebedileşecektir.”67

Doğu’daki gerilemenin nedenlerinden bahsederken Akif, insanların aralarındaki birliği bozacak şekilde milliyetçilik fikrini benimsemelerini eleştirir ve konu hakkındaki düşüncelerini de bir vaazında şu şekilde açıklar:

“Ey cemaati Müslimin! Milletler topla, tüfekle, zırhlı ordularla, tayyarelere yıkılmıyor, yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki bağlar çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır. Müslümanlık bağı ırkı, iklimi, lisanı, âdetleri, ahlakı büsbütün başka olan birçok kavimleri birbirine sımsıkı bağlamıştı. Boşnak İslavlığını, Arnavut Latinliğini, Pomak Bulgarlığını…

Kısacası her kavim kendi kavmiyetini bir tarafa atarak Müslüman halifesinin etrafında toplanmış, Kelimetullah’ı yükseltmek için canını, kanını, bütün varını güle güle, koşa koşa feda etmişti. Fakat sonradan aramıza Avrupalılar tarafından türlü şekiller altında ekilen fitne, tefrika, fesat tohumları, bizim haberimiz bile olmadan filizlenmeye, dallanmaya, budaklanmaya başladı...”68

Akif, Mücadele Suresi’nin 20-21. âyetlerinin tefsirinde de birlik oluşturmayıp eğitimli ve kültürlü olmadığımız zaman “Milletlerin maskarası, Müslümanlığın yüz karası”69 olacağımızı ifade ederek, dolaylı yönden insanları birliğe teşvik etmekte, ayrılıkçı faaliyetleri engelleyip, kavmiyetçilik hislerinden tamamen uzaklaşmamızı istemektedir.

67 İsmail Hakkı Şengüler, Açıklamalı Mehmet Akif Külliyatı, Hakk Yayıncılık, 7. Baskı, İstanbul, 2002, s. 292, 293.

68 Mustafa Eski, Millî Mücadelede Mehmet Akif Kastamonu’da, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1983, s.17-18

69 İsmail Hakkı Şengüler, Açıklamalı Mehmet Akif Külliyatı, Hakk Yayıncılık, 7. Baskı, İstanbul, 2002, s. 144-146.

36 Mirze Elekber, edebiyat araştırmacıları tarafından her zaman bir hürriyet şairi olarak nitelendirilmiştir. Onun eserleri incelendiği zaman bu nitelendirmenin hiç de tesadüf olmadığı kolaylıkla görülebilir. Rus sömürgesi altında yaşayan halkının özgürlüğü, Sabir’in en büyük arzusudur. Çünkü halkta köklü bir değişim ve gelişim için en önemli iki şarttan biri bağımsız bir millet olabilmektir. Hürriyetin, özgürlüğün olmadığı bir yerde herhangi bir yeniliğin beklenmesi abestir. Gelişim, yenileşme ve medenileşme hareketleri ancak bu şartlar altında gerçekleşebilir. Batının hızla ilerlediğini gören şair, buna hayli içerler ve halkının geri kalmışlığını “Halva-yı Hürriyet” şiirinde dile getirir. Bu şiirde şair, rüyasında herkesin bu helvadan yediğini ama kendilerine verilmediğini söylemektedir. “Fisincan” adlı şiirinde ise:

Kim ki insanı sever aşığı hürriyet olur, Evet, hürriyet olan yerde de insanlık olur70

-diyerek hürriyetle insanlığı eşdeğer görmektedir.

Sadece kendi ülkesinin değil, bütün Şark’ın özgürlüğünü, kurtuluşunu arzu eden sanatçı, 20.yüzyılın başlarında Rusya, İran ve Türkiye’de başlayan hareketlilik karşısında mutluluğunu gizlemez, elinden geldiğince bu inkılâplara desteğini duyurmaya çalışır:

Ey dilberi-hürriyet, olandan beri âşık Gönlüm sana, çarpışmadadır ruzü şeb ile!

Derlerse eğer iş bu sebepten bana fasik, Pek müftehirim ben de bu âli lakap ile!71

“Sabır Eyle” isimli şiirinde ise hürriyet ve milliyet düşmanlarını:

Komşuların ceht eylese sanata, Yetse de gayrileri hürriyete, Verme kulak sohbet-i milliyete,

70 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s. 149.

71 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.81.

37 Onlar abestir ki düşür mihnete,

Ey adı insan, özü kertenkele,

Govzama başın, çocuğum sabreyle!72 -mısralarıyla sert bir üslûpla eleştiriyor.

Sabir’in en meşhur şiirlerinden biri olan “Beynelmilel” şiirinde yıllarca komşu olarak yaşayan Türk-Ermeni halkı arasındaki iyi giden ilişkiden ve eğer bazı fitnecilerin de istediği gibi bu birliktelik bozulursa her iki milletin de zararlı çıkacağından bahsediyor:

İki yoldaş, iki komşu bir vatanda hemdiyar, Asırlarca ömr edip sülh içre bulmuşken karar Fitneyi iblis-i melun oldu nagâh aşikâr....73

Özgürlük, kardeşlik, birlik, beraberlik konularını şairin “İstikbalimiz Laklakadır”, “İstikbal Bizim”, “İstikbal İçin” gibi şiirlerinde de görebiliriz. Hayatının büyük bir kısmını bu amal uğruna sarf eden hürriyet şairi, ömrünün son aylarında, ağır hastalıklarla mücadele ettiği zamanlarda bile özgürlük düşüncelerini kâğıda dökmekten vazgeçmemiştir:

Ben gidersem, var olsun âmâlım!

Yaşasın şehriyari-hürriyet!74

2.2.2. Çalışma

İnsanların dünyaya karşı dengeli tutum içerisinde olması, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmasının gerekliliği Kuran-ı Kerim’de “Bu dünyada iyilik ve mutluluk, öte dünyada da iyilik ve saadet”75 şeklinde

72 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s. 172

73 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.50.

74 A.g.e., s.83.

75 Muhammed Hamidullah, İslam’a Giriş, 3. bsk., T.D.V. Yayınları, Ankara, 1999, s.151.

38 ifade edilmiştir. İnsanın yeryüzüne devamlı bir çalışma amacıyla gönderildiği ve bunun öteki dünyada saadet getirmesi bakımından faydalılığı düşüncesinin fiiliyatta Müslüman toplumların yaşamına hangi ölçüde etkide bulunduğu, diğer taraftan da tarihin çeşitli dönemlerinde sosyal şartların bu anlayışa ne kadar etki ettiği meselesi önem taşımaktadır.

Akif’e göre sosyal yaşam çalışmanın ürünü, çalışma ise evrensel bir yasadır.

Eğer çalışılmazsa sosyal yaşam durur ve yok oluşa meyleder. Zira onca, insan hayatının temeline oturan çalışma olmadıkça, ne bireyler, ne aileler, ne de toplumlar olur:

Nizam-ı kevne nigehban o sermedi kaanun;

Bütün cihanı tutarken tahakkümünde zebun:

Garib olur beşeriyet çıkarsa müstesna.”76

Bahsedilen dönemde insanlar arasında kader ve tevekkül anlayışı öyle bir hâle gelmiştir ki, her şeyin nedeni olarak Tanrı’nın görüldüğü, her şeyin sorumluluğunun Tanrı’ya havale edildiği bir evren tasarımı oluşmuştur. Akif, kader ve tevekkül sorununu gerçekten İslam dünyasının geri kalışında önemli nedenler olarak görse de bunları doğrudan İslam diniyle ilişkilendirmemiştir. Çünkü bu iki kavram, insanları atıl olmaya değil, çalışmaya sevk eden faktörlerdir. Akif’e göre insanlar öncelikle sebeplere sarılıp, üzerlerine düşeni yapmalı, daha sonra Tanrı’ya güvenmelidirler. Aksi durumda bu Tanrı’ya yapılmış bir saygısızlık olur:

Kadermiş! Öylemi? Hâşâ, bu söz değil doğru;

Belanı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.

Talep nasılsa tabii netice öyle çıkar.

….

Demek ki her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın o;

Çoluk çocuk ona ait: Lalan, bacın, dadın o;

76 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s.248

39 Vekil-i harcın o; kâhyan, müdiri veznen o;

Alış seninse de, mesul olan verişten o;

Denizde cenk olacakmış… Gemin o, kaptanın o;

Ya ordu lâzım imiş… Askerin kumandanın o;

Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı o;

Tabib-i aile, eczacı… Hepsi hâsılı o.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?

Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete… Ha?”77

Çalışmadan, emek etmeden gelişim, ilerleme kaydetmek mümkün değildir.

Tarihten günümüze baktığımızda da çalışmadan yaşamayı tercih eden toplumlarda hep kötü yaşam şartlarının var olduğunu, cehaletin hükmettiğini görürüz. Bu durum, Mehmet Akif’in de dikkatinden kaçmamış ve Safahat’ta üzerinde en çok durulan meselelerden biri olmuştur.

Onun düşüncelerine göre Osmanlı toplumunun ve genelde İslam dünyasının içinde bulunduğu uyuşukluk, geri kalmışlık ve cehaletten kurtulmaları için hem birey hem toplum olarak çok çalışmaları gerekmektedir. Daha Safahat’ın birinci kitabındaki

“Azim” ve “Durmayalım” adlı şiirlerde çalışmanın önemi vurgulanır ve azim (gayret), ye’s (ümitsizlik), miskinlik ile tevfik (başarı) kavramları ve tevekkül anlayışı ile birlikte ele alınır.

“Azim”deki esas düşünceyi şu şekilde özetlemek mümkündür: İnsan azimli olmalı, hedefi için çaba harcamalı ve hiçbir zaman ümitsizliğe (ye’se) düşmemelidir.

Ümitsizlik tehlikelidir ve sonu yoktur. Akif, bu fikirlerini “Azim” şiirinde, çölde çocuğunu kaybeden ve ne yapıp edip onu bulan bir babanın azminden hareketle okura

77 A.g.e., s.252-253.

40 sunmaktadır. Oysaki o, eğer ümitsizliğe kapılıp oğlunu aramaktan vazgeçseydi belki oğlunu ebediyen kaybedebilirdi:

Ye’sin sonu yoktur, ona bir kere düşersen Husrana düşersin, çıkamazsın ebediyyen!’

Mahkûm olarak ye’se düşse şu bîçare peder de Evlâdını şayet o karanlık gecelerde,

Vazgeçmiş olsaydı aramaktan, ne bulurdu?

Elbet biri candan, biri canandan olurdu.78

“Fatih Kürsüsünde” adlı manzumede ise Mehmet Akif, özellikle çalışmanın anlam ve önemini vurgulamaya çalışır. O, ele aldığı birçok konuda olduğu gibi çalışma konusunda da dinî yönden yaklaşım sergiler. Şöyle ki, adı geçen manzumede Fatih Cami’inde vaaz veren bir vaiz, burada toplanan insanlara çalışmanın önemini İslamî hükümlerden hareketle açıklamaya çalışır, çalışmanın hem birey, hem de toplum için büyük bir önem taşıdığını belirtir.

Çalışmayı sevmeyen kişilerin en büyük sorunlarından biri azimsizliktir.

Azimsizlik konusu, Akif’in vaaz ve hutbelerinde de yer alır. Örneğin, “Hakkın Sesleri”nin Yusuf suresinin 87. âyeti ile başlayan, 4. parçası, çalışma ve azim fikri üzerine inşa edilmiştir. Burada döneminin miskinlikten kurtulamayan insanına, kendisini düşünmese de hiç değilse çocuklarını düşünmesi, onların hayatını kötü etkilememesi yönünde tavsiye verilir:

Hüsrana rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;

Kendin yanacaksan bile evlâdını yakma!79

Ümitsizliğe asla taviz vermeyen Akif, yine aynı şiirin içerisinde gelecekten ümidini kesen insanlara gayret etmeyi bırakmanın alçak bir ölüme eşit olduğu dile getirilir:

78 A.g.e., s.74.

79 A.g.e. s.208.

41 Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak.80

Çalışma konusunun azimle birlikte ele alındığı “Asım”da Hocazade, İslam dünyasını uyuşmuş bir bedene benzetir. Bu uyuşmuşluğun ortadan kaldırılması, bedenin uyandırılması için onun kalbine canlı bir ümit verilmelidir. Bunun için ise mutlaka emek ve çaba gerekmektedir. Köse İmam’a göre ise başarıya ulaştıran Allah’tır ve Hocazade emek, çaba derken “tevfîke” ulaştıracak olanın Allah olduğunu hesaba katmamaktadır. Hocazade’nin düşüncesine göre, esas olan insanın üzerine düşen

“başarı” değil, kendisinden beklenen çabayı göstermesidir ve “tevfik”, Allah’ın kuluna bir armağanıdır. İnsanlar ellerinden gelen bütün çabayı verdikten sonra Allah’a tevekkül etmelidirler:

– Ama kul neyle mükellefti ki, tevfik ile mi?

Hiç değil, say ile tevfik o: Huda’nın keremi.

Sarıl esbaba da çık, işte tarîk, işte refîk;

Ne vazifen senin olmazmış, olurmuş tevfîk?

Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter!81

Bu konuşmanın devamında, Hocazade insanın harcadığı hiçbir emeğin boşa gitmediğini, elde edilen neticede her emeğin ayrı ayrı mükâfatı olduğunu dile getirir ve bu görüşünü anlattığı Hüseyin Kazım Bey’in ziraat konusunda yazdığı bir kitabının denetimden nasıl geçtiği hakkındaki bir anısıyla da destekler. Anlatılan anıda Recaizade, kitabın dilinin anlaşılmadığını, dolayısıyla onu sadece beş on kişinin okuyabileceğini, sonuçta harcayacakları paranın boşa gitmiş olacağını söyleyerek heyettekilerin kitabın basılıp köylere gönderilmesi kararına itiraz eder. Bu itiraza kitabı yazan kişinin cevap vermesinin doğru olacağı kararına varılır. Kitabın yazarı Hüseyin Kazım Bey, söze önce tabiatta karşılaştığımız her varlığın belli bir ölçüde yararının

80 A.g.e. s.207.

81 A.g.e., s.395.

42 olduğunu anlatmakla başlar. Örneğin, tabiat için neyin zararlı ve ya yararlı olduğu önemli olmaksızın sadece neslini devam ettirdiği gibi, bitkiler de, tohumlarının yeşerip yeşermeyeceklerini düşünmeden her yıl bu görevlerini yerine getirirler. Biz insanlar da tabiatı örnek alarak, belli bir hedefe ulaşmak için harcayacağımız emeğin boşa gideceğinden korkmamalıyız. Yazarı için kitap da böyledir. O, kitabını çok az kişinin okuyacağı ihtimalinin olduğunu düşünse de, onun için önemli olan o çok az kişiyle nesli kurtarmaktır:

İşin hakikati: Hilkat ne kâr arar ne zarar;

Beka-yı nesle bakar hep, beka-yı nesli sorar.

Neden mi? Çünkü hayâtın yegâne gayesidir:

O gaye olmasa dünya bir ahiret kesilir.82

Çalışma anlayışının erdem olarak değerlendirildiği “Seyfi Baba”da alın teriyle kazanarak yaşamanın önemi vurgulanır. Seyfi Baba, yetmiş beş yaşını geçmiş, yoksul bir ihtiyardır. Osman adlı oğlundan başka ailesinde kimsesi olmayan bu yaşlı adama göre çalışmayan, ekmek kazanmayan insan dünyanın yüz karası ve düşmanın maskarasıdır. Eli iş tuttuğu sürece çalışmamak, dilencilik etmek ise ayıp davranıştır:

– Mehmet Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.

Ne işin var kiremitlerde a sersem! desene!

İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi?

Oturup kör gibi, namerde el açmak iyi mi?

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası:

Dostunun yüz karası; düşmanın maskarası!

Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;

82 A.g.e., s.397.

43 Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.83

“Küfe”de fizikî yönden bir engeli olmayan, çalışma gücü olan insanın işten kaçmaması, çalışması gerektiği görüşüne yer verilir. Burada şair anlatıcı, çalışmak değil, okumak istediğini söyleyen Hasan’a “Seyfi Baba”daki düşünceleri anımsatacak şekilde;

Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?

Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak! 84 -diyerek nasihatte bulunur.

Akif memleketinin, Müslümanların hatta tümüyle Doğu’nun içinde bulunduğu durumdan kurtulabilmesi, madden ve manen kuvvetli olmayı sağlaması için çalışmayı birinci şart olarak kabul etmektedir. Ona göre, ülkeyi kurtaracak nesil Asım’ın neslidir.

Bu konuya ilişkin Kadri Timurtaş’ın ifadesinde şunlar yer alır:

“Asım, vücudu gibi imanı da kuvvetli, hassas, irfan sahibi, ahlaklı, müspet ilimler okumuş bir gençtir. Milletin yükselmesi için gereken iki kudret bilgi ve fazilettir.

Biz faziletten uzak düştüğümüz gibi son üç asrın bilgisinden de habersiz bulunuyoruz.

Fakat fazilet devirleri gerçekten parlak büyük bir milletin çocuklarıyız. Asım’ın nesli Avrupa’da tahsil görecek, oranın kaynaklarından en geniş şekilde faydalanacak, bunları yurda taşıyarak üç yüz senelik ilim kaybını kapatacak. Böylece, faziletimiz bilgiyle beslenince, en ileri bir millet hâline geleceğiz.”85

Kaynaklara baktığımızda İslamiyet’in başlangıcından itibaren Müslüman toplulukların genel durumları göz önünde bulundurularak, İslam tarihinin hususiyetle ilk dönemlerinde Müslümanlar arasında görülen dinamik, Orta Çağ’da çeşitli sebeplerle

83 A.g.e., s.78.

84 A.g.e., s.36.

85 Faruk Kadri Timurtaş, Mehmet Akif ve Cemiyetimiz, Akçağ Yayınları, 2.Bas., Ankara, 2006, s.11.

44 ve zamanla İslam dünyasına yerleşen statik ve dünya hayatına karşı tam bir pasif ve kötümser zihniyet ve dünya anlayışından bahsedildiğini görüyoruz.86

Bu bakımdan Sabir’in şiirlerine baktığımızda bazı yansımaları kolaylıkla tespit etmek mümkündür. Onun Müslüman bir düşünür olaraktan sahip olduğu dünya anlayışını çocuklar için yazdığı “Koca Bağban” isimli şiirinde görmek mümkündür:

Birtakım genç yol kenarından Geçerek bir bağın civarından, Gördüler yüz yaşında bir bağban İşleyir bağda sey ile her an;

Titreye titreye eli, bir de Elma çekirdekleri eker yerde.

Gülerek ettiler sual: “A koca, Yüz yaşında nedir bu hâl, a koca?”

Dedi: “yer şumlayıp cefa çekirem, Toprağa elma çekirdeği ekirem”.

Dediler: “Bunda bir selahın yok, Sen bu gün var isen, sabahın yok;

İndi ektiklerin ne vakit çıkar?

Bu çıkınca seni zamane yıkar...

Rahat ol, çekme boş yere zahmet, Olamaz meyvesi sana kısmet!”

Dedi: “Ekmişler, almışız, yemişiz, Hayırla yâd edip dua demişiz;

Ekeriz biz daha yiyenler üçün, Ehli hayra dua diyenler üçün.”87

86 Sabri F. Ülgener, İktisadî Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, Der Yayınları, İstanbul, 1991, s.445-446.

45 Şiirdeki diyaloglarda, hayatta sürekli çalışmayı gaye edinmiş yaşlı adamın bunu yalnız kendi menfaati için değil, yeni gelen nesillere sadece dua karşılığında faydalı olma niyetiyle yaptığını söyleyerek gençlere ders verdiği görülür. İslam dinini sosyal değişme ve gelişmelere açık bir din olarak değerlendiren Sabir, diğer yandan da cennete gidebilmek için inananları dünyayı önemsememeye ve terke davet eden, pasif ve kötümser bir dünya görüşüne iten din liderini eleştirmektedir:

Başkalar çok ta balonlarla edir seyr-i heva, Biz bu seyri ediriz habde her sübh mesa, Kövl-i ahundu unuttun mu ki, vaaz etti sana:

Dehr fanidir, azizim, ona uyma ebeda!

Terk-i dünya ile Firdevs hüram olmalıyız!

Yaşamak ister isek sırf avam olmalıyız! 88

Başka bir örnekte ise o dönemdeki Müslümanların dünyaya bakışı, tembellikleri, her şeye nasip diyerek kabullenmişlikleri, rızkı sürekli Allah’tan beklemeleri, fakirliğe boyun eğip bu durumlarını değiştirmek için çaba göstermemeleri, fakirliğin Allah’ın kendilerine takdiri olduğuna inanmaları, zâlimin zulmüne ses çıkarmamaları, olumsuz durumlara çaresizlik içinde sabretmeleri şu şekilde eleştirilir:

Esir-i keyd-i fakir oldun, yazık, teslim-i hirman ol, Çalışma, bir işe gitme, fakat meyus ü nalân ol, Kazaya çare yok, giryan ol, üryan ol, perişan ol, Sebur ol, şakir ol, yani Müslüman ol, Müslüman ol, Çatar öz rizk-i meksumun, dolan avare, sabreyle!

Belâ-yi fakre düştün, razı ol, bîçare, sabreyle!

Yeterken zâlimin zulmü sana devri kazadan bil,

87 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.121.

88 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.235.

46 Çatarken amirin zecri, onu seyr-i semadan bil,

Özün öz aczine bais olurken masevaden bil, Bu meşumiyyeti bigâneden gör, aşinadan bil, Ezil, pamal ol, aram buna bir çare, sabreyle!

Belâ-yi fakre düşdün, razı ol, bîçare, sabr eyle! 89

Halkın din ve dünyaya yaklaşımındaki bu olumsuz tutumdan dolayı onları yönlendiren ilimsiz ve liyakatsiz din adamlarının eksi yöndeki katkılarından söz etmek mümkündür. Örneğin, Sünni din anlayışının dışındaki birçok dinî anlayışta, ezilmiş, haksızlığa uğramış, hor görülmüş bir toplumsal psikoloji temelinde gelişen, günün birinde veya dünyanın sonunda onu bu durumdan kurtarıp özlemi duyulan yepyeni bir düzene kavuşturacak bir liderin geleceğine inanılır. Bu ise gerçek İslam düşüncesiyle bağdaşmamaktadır. Böyle bir düşüncenin kaynakları arasında yer alan Şiilikle Sünniliğin kesiştiği bir coğrafyada yaşamış olan yazar, döneminde mevcut olan mehdi inancının ve Mehdi olduğunu iddia eden bazı kimselerin Müslümanları hem gerçek dinden hem de çalışıp insan gibi yaşamaktan uzaklaştırdığını söylemiştir:

Bes değilmiş bunca Mehdiler hurucu, indi de Volga’dan bir taze Mehdi halkı iğfal eyleyir.

Cahiliyet hükümfermandır ki, her şahsı muzill Mehdiyim namıyla helküllahı izlal eyleyir.90

Sabir, bunun yanı sıra dünyadan yeterince faydalanmakla birlikte, ondan kaçmaya ihtiyaç duyan, kalbi ve davranışları maddelerle değil, tamamen Allah sevgisi ve dinî değerlerle süslemeyi gerekli gören gerçek zahitlerden farklı olarak, o dönemdeki zahit adı altında dolaşan şahısların Müslümanlara gerek kutsal olmayan, gerekse kutsal olan yaşam açısından iyi örnekler teşkil etmediklerini eleştirileriyle ortaya koymaya çalışmıştır:

89 A.g.e., s.276.

90 A.g.e., s. 279.

47 Zannetme ki, zikre, secdeye dalmak üçün

Zahit yürüyor mescide ecir almak üçün,

Zahit yürüyor mescide ecir almak üçün,