• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI 1.Safahat Hakkında 1.Safahat Hakkında

2.2.10. Dine ve Din Adamlarına Yaklaşım

Mehmet Akif’in eserlerinde yaşadığı dönemde İslam’ın toplumda nasıl algılandığı, yaşandığı, bireylerin ve toplumun dine nasıl yaklaştığı, Müslümanların durumu ile ilgili tespitlerini görmek mümkündür. Onun kaleme aldığı eserleri incelediğimizde gerilik, cehalet, ahlakî çöküş ve tefrikaya teslim olan Müslümanların şanlı geçmişlerini ve dinin özünü unuttuklarını, dinin sadece bir görenek hâline geldiğini görüyoruz:

Çin’de, Mançurya’da din bir görenek başka değil.

Müslüman unsuru gayet geri, gayet cahil.

Acaba böyle meyli teali ne demek onlarca?

“Böyle gördük dedemizden!” sesi milyonlarca Kafadan aynı tehevvürle, bakarsın çıkıyor!

Arş-ı amali bu ses ta temelinden yıkıyor.

143 Görenek hem yalınız Çin’de mi salgın; nerde!

Hep musab âlem-i İslam o devasız derde.

Getirin Mağribi Aksa’daki bir Müslüman’ı;

Dinleyin her birinin ruhunu: Mutlak gelecek,

“Böyle gördük dedemizden.” sesi titrek, titrek!261

“Süleymaniye Kürsüsünde”den aldığımız bu mısralarda İslam dünyasının genelinde dinin nasıl görenek hâline geldiği vaizin dilinden verilmiştir. İçinde bulunulan bu durumun esas sebebi ise insanların dini bilmemesinden kaynaklıdır:

“Böyle gördük dedemizden!” dinen merdud:

Acaba saha-i tatbiki neden na-mahdud?

Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet bilseydik, Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.

“Böyle gördük dedemizden!” diye izmihlâli Boylayan bir sürü milletlerin olsun hâli, İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!262

“Süleymaniye Kürsüsünde” manzumesinde Rusya, Türkistan, Çin ve Mançurya’daki Müslümanların durumlarından bahsedildikten sonra bu kez vaizin ağzından bir Müslümanın sahip olması gereken özellikleri taşımakta olan Japonlar anlatır. Akif, Müslümanlarda görmek isteyip de göremediği verdiği yemini tutmak, sözüne sadık olmak, merhametli olmak, güçsüzün hakkını iade etmeye samimi olarak gayret etmek, gücü çoğa yetse de aza kanaat etmek, eli darda olsa da verene fazlasıyla vermek, kimsenin ırzına namusuna yan bakmamak, tüm insanlığı kardeş olarak görmek, canını milleti için feda etmeye hazır olmak gibi bir takım özelliklerin Müslüman olmayan Japonlarda mevcutluğuna dikkat çeker:

Sorunuz, şimdi Japonlar da nasıl millettir?

261 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s.174-175.

262 A.g.e., s.175.

144 Onu tasvire zafer-yâb olamam, hayrettir!

Şu kadar söyleyeyim: Din-i mübinin orada, Ruh-ı feyyazı yayılmış, yalnız şekli Buda.

Siz gidin, safvet-i İslam’ı Japonlarda görün!

O küçük boylu, büyük milletin efradı bugün, Müslümanlıktaki erkânı sıyanette ferid;

Müslüman denmek için eksiği ancak tevhid, Doğruluk, ahde vefa, vade sadakat, şefkat, Acizin hakkı ilâya samimi gayret;

En ufak şeyle kanaat, çoğa kudret varken;

Yine ifrat ile vermek, veren elin darken;

Kimsenin ırzına, namusuna yan bakmayarak, Yedi kat ellerin evladını kardeş tanımak:

“Öleceksin!” denilen noktada merdane sebat;

Yeri gelsin, gülerek oynayarak, terk-i hayat, İhtirasat- hususiyyeyi söyletmeyerek,

Nef-i şahsiyi umumunkine kurban etmek…263

Akif’e göre mevcut Müslümanlık şekilcilikten öteye gitmemektedir. Çünkü insanlar Kuran’ı ezbere okusalar da, onun anlamından bîhaberdirler. Bazı kişiler de yine anlamını bilmeksizin âyet ve sureleri, mezarlıkta bir ölünün arkasından toprağına okumakla yetiniyorlar. Oysaki Kuran, mezarlıkta okumak veya fal bakmak için değildir.

Bu nedenle de şairin anlatıcısı vaiz, gerçek Müslümanlığın kendini İslam’ın doğduğu devrin ilk otuz yılında tam anlamıyla ortaya koyduğunu, otuz bin seneye denk bir gelişme göstererek dünyaya hâkim olduğunu geçmişten aldığı örneklerle ispatlamaya çalışır:

263 A.g.e., s.175-176.

145 İnmemiştir hele Kuran, bunu hakkiyle bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!264

O ne dehşetli terakki, o ne müthiş sürat!

Öyle bir harika gösterdi mi insanîyet?265

Şair bu manzumede Müslümanlığın bu denli yanlış yaşanmasında din adamlarının da olumsuz etkilerinin bulunduğunu belirtir ve bu eksi özellikler üzerinde durur. Burada vaiz, Türkistan Müslümanlarının sosyal durumlarını tasvir ederken din adamlarının çok mutaassıp, bağnaz, bilgisiz olduklarını ve dinî konularda insanları yanlış yönlendirdiklerini dile getirir:

Ya taassupları? Hiç sorma nasıl maskaraca?

O, uzun hırkasının yenleri yerlerde, hoca, Hem bakarsın eşi yok dine teaddisinde, Hem ne söylersen olur dini hemen rencide!

Milletin hayrı için her ne düşünsen: Bidat Şeri tağyir ile terzi ise- Hâşâ-sünnet!

Ne Huda’dan sıkılırlar, ne de Peygamber’den Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden, Çekecek memleketin hâli ne olmaz, düşünün! 266

Akif’in geldiği sonuca göre Müslüman toplumlar, İslam’ın ilk dönemlerindeki kahramanlıklarla dolu geçmişine bakarak örnek almalılar ki bu yolla kurtuluşa erebilsinler:

Demek: İslam’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda;

Bu yüzdenmiş, demek, hüsran-ı millî son zamanlarda.

264 A.g.e., s.175.

265 A.g.e., s.191.

266 A.g.e., s.173.

146 Eğer çiğnenmemek isterseler seylab-ı eyyama;

Rücu etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslam’a.267

Mehmet Akif, “Asım”da dini yanlış anlama ve yanlış uygulama gibi durumları eleştirirken aslında İslam dininin bir hayat ve beşer dini olduğu görüşünü savunur:

Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din, Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin.

Niye israf edelim bir sürü iknaiyyat?

Hoca, mademki bu din: Dinî beşer, dinî hayat, Beşerin hakka refik olmak için vicdanı,

Beşeriyetle beraber yürümektir şanı.

Yürümez dersen eğer, ruhu gider İslam’ın, O yürür, sen yürümezsen, ne olur encamın?268

Sanatçı, “Hatıralar”ın yedinci şiirinin ilk satırlarında İslam dininin özelliklerini sıraladıktan sonra yanlış yorumlamalara karşın bu dinin hiçbir zaman bilimle ters düşmediğini, bilim ve teknolojinin öğrenilmesine karşı olmadığını, hatta iddiaların tam tersi her şeyden önce öğrenmeyi şart koştuğunu “O iman farz-ı katidir diyor tahsili irfanın…”269-diyerek savunur ve gerçek Müslümanlığın kahramanlıkla eşdeğer olduğunu dile getirir:

Şehamet dini, gayret dini ancak Müslümanlık’tır:

Hakiki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır.270

“Hatıralar”da üzerinde durulan bir diğer husus, Müslümanlara her daim çalışıp güçlenmelerini emreden, bilgi ve tekniğin öğrenilmesini şart koşan “iman” kavramıdır.

Dinin yanlış algılanması sonucunda Müslümanlar her şeyi Allah’a havale etmiş, kader anlayışına sığınmış, atalete sürüklenmiş, netice itibariyle de güçsüzleşerek diğer

267 A.g.e., s.301.

268 A.g.e., s.403-404.

269 A.g.e., s.301.

270 A.g.e., s.300.

147 milletlerden geride kalmışlardır. Oysaki Müslümanlarda bir parça iman olsaydı dünyanın en cahil milletlerinden biri olmaz, içinde bulundukları karanlık ortama düşmezlerdi. Eğer bir toplum gerçek imana sahip olur, hayırlı ameller işler, hakkı korur ve doğru yolda sebat ederse kendini bütün tehlikelerden korumayı başarır:

Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla imanın, Ne müthiş bir hamaset çarpıyor göğsünde Kuran’ın!

O vicdan nerdedir, lâkin? O iman kimde var? Heyhat!

Ne olmuş, ben de bilmem, pek karanlık şimdi hissiyat!271

Mehmet Akif, her zaman insanın ahlaklı olması gerektiğini ve ahlakın bir millet için en önemli meziyetlerden biri olduğunu savunur. Fakat ne yazık ki bahsedilen dönemdeki Müslümanlar dine uymadıkları için ahlakî yönden de yalan söyleme, ırkçılık, güçlünün dalkavuğu olma, zulme tapma, adaleti tepme, hakka hukuka aldırmama gibi olumsuz özelliklere de sahiptirler. Böyle ahlakî çöküntünün içinde bulunan toplum ise aynı ölmüş bir vücut gibidir:

Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi!

Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücudun hâlidir;

Ruh-ı izmihlâlimiz ahlakın izmihlâlidir.

Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:

Bir halas imkânı var: Ahlakımız yükselmeli.272

Sanatçı, Müslüman insanın olumsuz yönlerinin yanı sıra zaman zaman olumlu taraflarından, merhametli oluşundan, yeri geldiğinde başka birinin üzüntüsünü paylaşmasından da bahseder. Örneğin “Berlin Hatıraları”nda şair-anlatıcı, arkadaşıyla birlikte gittikleri bir kahvede, karşı masada oturan Alman kadınla hayali bir diyalog kurar. Burada yasta olduğu düşünülen bu Alman kadına, Müslümanların tek günlerinin dahi felâketsiz geçmediği, böyle dertlere aşina olduklarından dolayı oğlunu savaşta

271 A.g.e., s.300.

272 A.g.e., s.299.

148 kaybeden bir annenin üzüntüsü ile yasını paylaşmayı bildikleri konuşulur. Birçok felâketler yaşamış, sevince yabancı olan, sevindi mi arkasından bir felâketle karşılaşacağını düşünen Müslüman kalbi, ayrılığın, sevdiğini kaybetmenin ne olduğunu iyi bildiği için masum bir üzüntü karşısında asla kayıtsız kalamaz.

Şiirlerinin neredeyse tamamı toplumsal gerçeklerle alakalı olan Sabir, halk içinde yetiştiği ve halkla hemhâl olduğu için şiirlerini gözlemleri sonucunda yazmıştır.

Bu nedenle de döneminin toplumsal sorunlarından biri olan din meselesi, onun eserlerinin önemli kısmını oluşturmuştur.

Sabir, zaman zaman geleneksel kültür ve din anlayışına sahip insanlar tarafından dışlanmış, hatta kâfir olarak itham edilmiş, gözden düşürülmeye çalışılmıştır. Hatta bazı kaynaklarda Sabir’in ölümünün ardından sağken sahip olduğu tutumdan dolayı mollaların onun mezarı başında dua etmediği, onu dinsiz saydıkları için cenaze namazını dahi kılmak istemedikleri belirtilmiştir.273 Bu konuyla ilgili edebiyatçı ve tenkitçi Ali Nazım şu düşüncelerini dile getirmiştir: “Doğrudur, Sabir tekfir olunuyor, boykot ediliyor, incitiliyor, ölüme sevk ediliyordu. Lâkin aslında her kes anlıyordu ki Sabir doğrucudur, doğru yazar ve hakikati gösterir”274

Ali Fehmi ise gözlemleri sonucunda elde ettiklerini yazan bir düşünürün toplum içerisinde karşılaştığı bu üzücü durumu anlatırken tarihten bilinen şu karşılaştırmayı yapar: “Sabir, vicdanlı, namuslu bir zatı muhterem olduğu hâlde bazı efendilerin, ahundların gayrı meşru işlerini tenkit ettiğinden herkes Tolstoy ve Spinoza’yı tekfir eder gibi onu da tekfir ettiler.”275

Ne yazık ki zamanla bu dindar geçinenlerin iftiralarına inanan bir kesim oluşmuştur. Sabir ise onu kâfir ilan eden mollalara inanan halka hitaben kendi din

273 Abbas Zamanov, Sabir ve Muasırları, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1973, s s. 34-35.

274 A.g.e., s. 3-4.

275 A.g.e., s. 38.

149 anlayışını “A Şirvanlılar” başta olmak üzere birçok şiirinde açıklamaya çalışmış, kendini savunmuştur:

Eşhedü billâhi aliyyü’l-azim, Sahib-i imanem, a Şirvanlılar!

Yok yeni bir dine yakınim benim, Köhne Müslümanım, a Şirvanlılar!

Şieyim, emma ne bu eşkâlden, Sünniyim, emma ne bu emsalden.

Sufiyim, emma ne bu ebdalden, Hak seven insanım, a Şirvanlılar!

Ümmet-i merhume vü meğfur ile Emrdeyim taat-i mezbur ile Küfrüme hükm eylemeyin zor ile Kail-i Kuranım, a Şirvanlılar!276

Sabir, gördüklerinden ve yaşadıklarından elde ettiği tespitler sonucunda ortaya koyduğu eleştirilerle İslam’ı değil, Müslümanları ve onları bilgilendirdiklerini iddia eden din liderlerini tenkit etmenin yanı sıra ıslah olmaları için de çaba sarf etmiştir.

Onun şiirlerinde iki tip din düşünürü görülmektedir: ilki aklını, vicdanını, irfanını kullanan, ilimle meşgul olup, yazan, samimi ve inananları aydınlatmaya çalışan din düşünürleri ve ikincisi de ilimden yoksun, körü körüne geleneğe bağlı, dini kendi çıkarları için kisve olarak kullanan din liderleri.

Din konusunu işlerken din adına hiçbir şey bilmeyen cahillerin bu konularda konuşmaları, dini çok yanlış yorumlamaları ve kendi çıkarları için kullanmaları Sabir’in

276 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.35.

150 tahammül edemediği durumların başında gelir. Bu sahte dindarlar, eğitim, gelişim, birlik, yardımlaşma gibi önemli meselelerin her zaman karşısında olmuş, bencilce kendi faydaları dışında hiç bir şeyle ilgilenmemiş, dinî bakımdan Müslümanları aydınlatmak yerine toplumda olumsuz davranışlarda bulunmuşlardır:

Tacir arayır ki, bir ticaret yapsın, Amil çalışır bu yolda hizmet yapsın, İş mollalarndır ki, çalsın çarpsın, Yatsın, dursun, kusl-i cenabet yapsın.277

Sabir, Müslüman halkın bilime karşı tavır takınmasında, bilgisiz ve geleneğe bilinçsiz bağlı din adamlarını sorumlu görmektedir. O, “kara bulut” olarak da nitelendirdiği ilimsiz din adamlarının kötü işlerini ört bas etmek ve çıkarlarını sürdürmek için dini, kisve olarak kullandıklarını, Müslümanlara haram dedikleri rüşveti almaktan ve yemekten de geri kalmadıklarını, inananlar fakirleşirken kendilerinin servet sahibi olduklarını ve insanları kolayca günahkârlıkla, küfürle itham ettiklerini onların kendi ağızlarından dile getirir:

Bizler idik halkın inandıkları, Pir-i hidayet diye kandıkları, Nur görürlerdi karanlıkları, Bizde idi cümle kazandıkları, Kim bize pul vermese bednam idi, Ah! Nece kef çekmeli ayyam idi!278

Sanatçı, gerçekten samimi şekilde düşünen, aklını, vicdanını, irfanını kullanan, ilimle uğraşan din bilginlerinin toplum ve insanlık için faydalı olacağını, İslam dininin de asla bilimle çatışma içerisine girmediğini ve dinin emirlerinin açık belirtildiğini, farklı yerlere çekilemeyeceği görüşünü savunur:

277 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.293.

278 A.g.e., s.189.

151 Şimdi, yahu bu tuhaf işlere vicdan ne diyor?

Akıl ne hükm ediyor, ya buna irfan ne diyor?

Here Kuran’a verir istediyi manayı,

Aç, oku, bunlara gör Hazret-i Kuran ne diyor?

Ne diyor bellidir erbabına, ben bilmiyorum, Bir para molla gibi hiylevü fen bilmiyorum, Demez Allah iki manalı sözü kullarına,

Bu kadar anlamışım, başka suhan bilmiyorum.279

Önce de belirttiğimiz gibi yeni ve halkın menfaatine yönelik olan her şeye karşı olan mollalar, yeni fikirler yazan, toplumun sorunlarını dile getiren ve halkı bilinçlendirmeye çalışan aydınları da eleştirmeye kalkışmışlardır. Çünkü yeni okulların açılması, aydınların çoğalması, halkın aydınlanması onların ikiyüzlü olduklarını ortaya çıkaracaktı. Bu yüzden de menfaatçi din liderlerinin kendi çıkarlarını düşünerek yeni neslin okumasına, eğitim ve öğretim faaliyetlerine katılmasına karşı çıkması, hatta geçmişi kıyaslayarak toplumun bu konudaki duyarlılığının artmasından şikâyetçi olması, toplumun gelişmesini istememesi, dini kullanarak halkı kandırması sıkça görülen hâl almıştır:

Yeni mekteb denilen bid'etin icrası ile Bir de berbad edeler hane-yi viranımızı!

Kâfir oldukları yetmezmi ki bu herzelerin, İsteyirler çekeler küfre müselmanımızı!280

Halkına, milletine düşman olan bu kişiler, dünyadaki üç beş kuruşun peşinde vakit geçirmenin yanı sıra bir şey yapmadıkları gibi, ne dini ne de devleti düşünmezler hatta bu tutumlarıyla dine ve devlete zarar verirler:

279 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, II Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.17.

280 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.164.

152 İranlı diyor ki, edl ile dad olsun,

Osmanlı diyor ki, millet azad olsun, Zahit ne diyor? Diyor ki, karnım dolsun, İranlı da Osmanlı da berbat olsun!281

Sabir, Namık Kemal’den esinlenerek yazdığı “Övradımız Ezkarımız Efsane-yi Zendir” adlı şiirinde dindar geçinen bu kişileri eleştirirken onların şehvet meraklısı olduklarını da vurgular:

Yok fark bizim yüksek ile alçağımızda, Daim görürüz iş, bu gocalmış çağımızda, Cüt-cüt durur övret solumuzda, sağımızda, Şehvet kuluyuz, nefisten imdat alırız biz!

Dindarleriz, günde bir avrat alırız biz! 282

Dinin çıkarlara alet edilmesi, yanlış yorumlanması, gereklerinin yerine getirilmemesi durumları başta bilgisiz din adamları olmak üzere toplumun sıradan bireyleri arasında da kendini gösteren durum hâline gelmiştir. Örneğin zekât, sadaka, borç verme, hayır işleme gibi önemli yardımlaşma müesseseleri zaman içerisinde geri planda kalmıştır:

- Yoldaşım, yatmış mısan?

- Yok, bir sözün varsa, buyur.

- On manat karz isterem…

- Yok, yok, birader, yatmışam.283

Sabir’in şiirlerinin en esaslı konularından birisini dinî gruplar teşkil etmektedir.

Sünnilikle Şiiliğin kesiştiği bu coğrafyada iki dinî grup arasında tarihte geçen mücadele ve savaşlar, onlar arasındaki çizgiyi daha keskin hâle taşımıştır. Şair, aynı dine mensup

281 A.g.e., s.293.

282 A.g.e., s.96.

283 A.g.e., s.290.

153 olan bu iki dinî cemaatin birbirlerine karşı uyuşmazlık ve düşmanlık içerisinde olmalarını anlamsız bulmuştur. Onun bu konuyu eleştirdiği şiirlerinde Müslümanların kendi toplumlarının gelişmesine engel teşkil eden bu durumu daha ileri taşıyarak iki cemaati neredeyse ayrı bir din olarak anlamlandırdıklarının da şahidi oluyoruz:

Bir vakit Şah İsmayilü Sultan-ı Selim’e Meftun olarak eyledik İslamı dünime, Koyduk iki taze adı bir din-i kadime, Saldı bu teşeyyö, bu tesennün bizi bime…

Kaldıkça bu haletle seza-yi esefiz biz!

Öz dinimizin başına engelkelefiz biz!284

Sabir’in, mezhep taassupçuluğuna değindiği bir diğer şiirinde inananların zihinsel dünyasında ve algılamalarında bir çatışmanın olduğu, iki dinî grubun arasındaki çizgilerin de oldukça belirgin olduğu ve bu çizgilerin saydamlılıklarını neredeyse yitirdiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki bir genç, şiirde Sünnilerle Şiiler arasındaki mezhep taassubunun kalkıp kalkmadığını yaşlı kimseye sorduğu zaman bu yaşlı, böyle bir konuşmayı dinden çıkmak olarak değerlendirerek genci sert bir dille uyarır:

Genç: -Sünniyü Şie taassubları leğv oldu mu ya?

İhtiyar: -Ne dedin? Küfür danıştın! Yırtarım ağzını ha!285

Sabir, bahsedilen dönemde Azerbaycan’da yaşayan Müslümanların aynı dine mensup olmalarına karşın dini yaşayışlarında çeşitlilik gösterdiklerini, her dinî grubun kendisini en iyi Müslüman olarak değerlendirdiğini, fakat kendileri hakkında hiç öz eleştiride bulunmadıklarını ve diğer dinî grupları dinden uzaklaşmakla suçladıklarını dile getirir:

Ülkeyi seyr ederek her cüre insan görürüz, Ancak öz nefsimizi pak, Müslüman görürüz,

284 A.g.e., s.124.

285 A.g.e., s.147.

154 Bu hayal ile yatıp huriyü ğılman görürüz,

Hab-i sadik deye bu hâleti tabir ederiz,

Mümkün oldukça Müslümanları tekfir ederiz.286

Sanatçı, taassupta bu ön yargıların oluşmasında yine bilgisiz din adamlarının etkisinin olduğunu söyler. Şiirimsi diyaloglardan oluşan aşağıdaki örnekte din adamlarının bazılarının ne kadar bilgisiz durumda olduklarını, köylünün bile onlardan daha çok dinî bilgiye sahip olduğunu, inananların bilimsel tefsir kitapları yerine masallarla dolu kitaplara müracaat ettiklerini, diğer mezhebin kitaplarına asla başvurmadıklarını görüyoruz:

Köylü:

- Denilir, ilim okuyun, sözleri her anda bize, Bunu tastik ediyor ayey-i Kuran da bize, Ahund:

- Hangi Kuran’dır o ki, onda yazmış bu haber?

Şii mollası yazan Türkice Kuransa eğer, Ben onun yazdığı Kuran’a yavık durmuyorum, Maşa ile yapışıp, el de bile vurmuyorum.

Köylü:

- Hub, buyur Sünni yazan bir neçe tefsiri oku, İlmin icabı için ondaki takdiri oku!

Ahund:

- Oh, apar bir yana at Sünni yazan tefsiri!

Başına değsin onun tercümesi, tahriri!

Bizlere molla filankes yazan asar gerek!

Biz olak ondaki mazmuna haberdar gerek!

286 A.g.e., s.271.

155 Köylü:

- O yazıp: yer öküzün boynuzu üstünde durur, Biz gerektir inanak ki, kişi böyle buyurur?

Ahund:

- Buna şüphen de var?

Köylü:

- Elbette, inanmam bu söze!

Ahund:

- Naletulla, a gâvur, şekk ediyorsan öküze!287

Sabir, çaresizliğin doğurduğu bir sitemle, mezhep ayrılıkları sonucunda ümmetin ve toplumun büyüklüğünü kaybettiğini, cehalet içinde boğulduğunu, toplumun parçalandığını anlatmaya çalışarak, Hz. Peygamber’e şikâyette bulunur ve yardım ister:

Millet-i İslam kırır birbirin,

Allah aman, bu ne yaman kır ha kır!

Ya nebiyye’l-müslimin! Ey Hak Teâlâ rahmeti!

Çok fenadır emrimiz, derk eyle hâl-i ümmeti, Getdi izzet, batdı şevket, tutdu zillet milleti, Elaman, sümme’l-eman.288

Hem Akif, hem de Sabir’in dönemleriyle ilgili olarak tespitlerinden anlaşılıyor ki dinden uzaklaşma, dini bilmeme, hurafelerin esiri olma ve cehalet gibi toplumsal sorunlar, hemen bütün Müslüman ülke ve topluluklarına ait sorunlar olmuştur. Bu önemli ve çözülmesi zorunlu olan sorunların giderilmesi için ise her iki sanatçı da taassubu ve insanları yanlış yönlendiren gerçek olmayan din anlayışını ve bilgisiz din adamlarını eleştirmiş, çözüm için birbirine çok yakın önerilerde bulunmuşlardır.

287 A.g.e., s.295.

288 A.g.e., s.70.

156 2.3. ÇOCUK EDEBİYATI ÖLÇÜTLERİNDE