• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI 1.Safahat Hakkında 1.Safahat Hakkında

2.1.2. Hophopname Hakkında

Mirze Elekber Sabir’in bilinen şiirlerinin toplandığı Hophopname adlı eser Azerbaycan’da bir dönüm noktası olarak kabul edilen 1905 sonrası gelişmelerin, âdeta karikatürize edilmiş bir tablosudur. Bu eseri ile Sabir, Kasım Bey Zakir’in başlattığı gelenek çerçevesinde realist tarzı zirveye taşıyarak, yaşadığı muhiti bütün detayları ile çalışmalarına aksettirerek sosyal, siyasî ve kültürel sahadaki gelişmelerin panoramasını ortaya koymuştur. Hophopname sayesinde şair, zamanla hem muasır halkına hem de gelecekteki vatandaşlarına yol gösteren bir ışık, aynı zamanda da aydınlar için yeni kapılar açmış bir önder hâline gelmiştir.

49 yaşında, sanatının baharında vefat eden Sabir’in yaşamı boyunca şiirleri hep mecmualarda, gazete ve dergilerde çıkmış, hayattayken hiçbir kitabı yayımlanmamıştır.

Sabir, vefatından bir gün önce dostu Abbas Sıhhat’e içinde şiirlerinin bulunduğu ağzı

48 Mehmet Kaplan Mehmet Akif ve Hikâye Sanatı, Ankara, 2000, s. 174.

49 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyyet’e (1839-1923), Dergâh Yayınları, İstanbul, 2006, s.602.

50 Himmet Uç, Mehmet Akif ve Hikâye San’atı, Özel Baskı, Ankara, 2000, s.2.

27 kapalı bir paket vermiş ve vefatından on yıl sonra bu paketin açılıp şiirlerinin yayımlanmasını vasiyet etmiştir. Salman Mümtaz, şairin vefatından sonra bu şiirlerin yayımlanması için ısrar etmişse de Abbas Sıhhat, bu teklifi arkadaşı Sabir’e ihanet etmek olur düşüncesiyle reddetmiştir.51

Sabir’in kızı Seriyye Hanım, hatıralarında babasının vefat ettiği gün, evlerinde şairin şiirlerinden bir kısmının kaybolduğunu yazmıştır.52 Bazı araştırmacılar da kızının kayboldu dediği şiirlerin Sabir’in dostu Abbas Sıhhat’e verdiği henüz yayımlanmamış olan şiirler olabileceği kanaatindedirler.

Şairin şiirlerini ihtiva eden Hophopname, onun ölümünden bir yıl sonra dostu Abbas Sıhhat, şairin eşi Büllurnisa Hanım, ortak dostları Mahmut Mahmutbeyov’un çabaları ve halktan toplanan yardım parası ile ilk kez derlenerek basılmış ve bu eser, başta Türkiye olmak üzere, pek çok ülkede büyük bir beğeni ile karşılanmıştır.

Toplamda 2104 sayfadan ve 110 şiirden oluşan Hophopname’nin ilk baskısı yukarıda da belirttiğimiz üzere şairin ölümünden sonra 1912 yılının sonunda hazır hâle getirilerek 1913 yılında çıkarılmıştır. Bundan dolayıdır ki kitabın girişinde tarih olarak 1912, son sayfasında ise 1913 yılı yazmaktadır. Ayrıca kitabın başına Abbas Sıhhat tarafından yazılmış bir ön söz ve Mirze Elekber Sabir’in hayat hikâyesi de eklenmiştir.

Hohopname’nin ilk baskısının çok zor koşullarda ve eksik olarak çıkarılmasına rağmen çok büyük ilgi gördüğü kaynaklardan bilinmektedir. 200 sayfa ve 23 resimden oluşturulması planlanan 2. baskı, 26 resimle süslenmiş 350 sayfalık tam bir eser olarak 1914 yılında çıkarılmıştır.53 Kitabın 1914 baskısına şairin muhtelif şiirlerinin mazmununa uygun olarak ressam Azim Azimzade (1880-1943) tarafından çizilen renkli karikatürler de ilâve edilmiştir.

51 Abbas Zamanov, Sabir Bu Gün, Gençlik Yayınları, Bakü, 1985, s.64-65.

52 Seriye Sabir Kızı Tahirzade, Hatıratımdan, Sabir Hatıralarda, Abbas Zamanov, Gençlik Yayınları, Bakü, 1982, s.40.

53 Abbas Zamanov, Sabir ve Müasırları, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1973, s. 83.

28 Bu 2. baskının ardından Hophopname, Kiril, Arap ve Latin harfleriyle Türkçe, Farsça, Rusça, Ermenice ve İngilizce olarak Bakü’de, Tebriz’de, Tahran’da, Bellenville (ABD)’de, Ankara’da, İstanbul’da, Moskova’da, St. Petersburg’da ve Leningrad’da defalarca basılmıştır.54 Kitabın 1960 Azerbaycan baskısı, Ankara’da 1975 yılında A.

Mecit Doğru tarafından Latin alfabesine aktarılarak yayımlanmıştır. Bu kitabı, daha sonraki çalışmalara esas olması için orijinal hâli, yani Azerbaycan Türkçesi ile arz ettiğini söyleyen Mecit Doğru, yazdığı “Önsöz”de Hophopname’nin 1960 Bakü baskısını esas aldığını belirtmiş, Sabir’in, A. Vahap Yurtsever’in makalesinden alınmış biyografisine, ayrıca şiirlerin içeriğine ilişkin bir yazıya da yer vermiştir.55

İsa Öztürk’ün çevirisi ile Hophopname (Seçmeler) ise 2007 yılında İş Bankası Kültür Yayınları’nda çıkmıştır.

Böylelikle söyleyebiliriz ki, bu neşirlerin de ardından Azerbaycan edebiyatının unutulmaz ediplerinden Abdullah Şaik’in de dediği gibi, “Hophopname’nin Azerbaycan’da çalmadığı kapı, girmediği ev kalmadı. Onu okuyanlar da sevdi, okutanlar da…”56

Mirza Elekber, şiirlerinde genellikle “Hophop” imzasını kullandığından dolayı kitabının adını da bu imzadan yola çıkarak Hophopname olarak tercih etmişlerdir. Celil Memmedguluzade, bir hatırasında bu takma ismin Sabir’e nasıl verildiğini espirili şekilde şöyle anlatmıştır:

“Hophop imzasını Sabir kendisi kabul etmemiş, o imzayı biz ona vermiştik.

Sabir, idaremize getirdiği manzumeye imza koymazdı. Birinci nazmını getirip verdiğinde hiç kendisini görmedik, ikinci nazmını idareye verip gittiğinde arkasından baktık, gördük çok hızlı ve hoppana hoppana (zıplarcasına) gidiyor. O münasibetle de biz ona “Hophop” imzasını verdik.” 57

54 İsa Öztürk, Mirze Elekber Sabir, Hophopname, İstanbul, 2007

55 Abdül Mecit Doğru, Mirze Elekber Sabir Hophopname, Atak Matbaası, Ankara, 1975, s.493.

56Abbas Zamanov, Sabir ve Müasırları, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1973, s. 79.

57 A.g.e., s.26.

29 Sabir ise 1910 Haziran ayında Selman Mümtaz’ın kendisiyle yaptığı mülakatta

“Hophop” imzasını hangi sebepten dolayı kullandığını ve ne anlama geldiğini şu şekilde açıklamıştır:

“- Bu tahallüsü bana aziz dostum Meşedi Habib vermiştir. “Hopop” kuş adıdır.

Bu kuşun bu addan başka halk arasında birkaç adı daha vardır ki, Fatmabacı, Bubbu, Öp-öp ve şanepipik (Taraklıkuş) bunlardandır. Meşhedi Habib, bana “Fatmabacı” diye hitap etmek için bu adı intihab etmiştir...” 58

58 Salman Mümtaz, Azerbaycan Edebiyyatının Kaynakları, Yazıcı Yayınları, Bakü, 1986, s. 437.

30 2.2.KONU

Mehmet Akif, birçok edebî sanatçıdan farklı olarak estetik değeri yüksek sanat eserleri ortaya koymak yerine devrinin sosyal ve siyasî şartları içerisinde toplum problemlerine eğilmeyi tercih eden, devletin dağılma sürecinde medeniyetimizin içine düştüğü krizi aşması için birtakım çareler arama yoluna giden bir sanatçı olmuştur. Ait olduğu toplumun insanlarının acılarını ruhunda duyan şair, gazete ve dergi yazıları yanında manzum eserlerine de söz konusu problemleri taşıma ihtiyacını duymuş, bunu yaparken de dinî tarafı güçlü, hurafelerden arınmış, Batı medeniyetinin temel dinamiklerini kavramış bir aydın kimliği ile düşüncelerini, tespit ve teşhislerini ortaya koyma yolunu seçmiştir.

Akif, bazen mahalle kahvehanesinin içini, bazen yetim bir çocuğun kimsesizliğini, bazen hasta insanın dertlerini, bazen de sokakta yaşanan hayatı, cephede verilen mücadeleyi, kısacası insanı ve çevresini kuşatan bütün hayatı metafizik alana pek girmeden gerçekçi bakışla eserlerinin merkezine alır. Bu yüzden de onun eserleri, yaşadığı toplumu ve onun problemlerini, natüralist anlayışa yaklaşan dikkatle, geniş olarak aksettiren bir ayna niteliği taşır.

Toplumcu anlayışa bağlı olarak içinde yaşadığı geniş halk kesiminin meseleleri sanatçıyı yakından ilgilendirdiği için sosyal muhtevalı eserler bütünü ortaya koymayı hedeflemiştir. Akif’in yaşanan hayata realist, hatta yer yer realizmi de aşan natüralist bir bakışla yöneldiğini kendisinin bir ankete verdiği cevapta da görmek mümkündür:“Nazmımla bugün yürümek istediğim gaye, rezâil-i ictimaiyemizi ortaya koyup halkı bunlardan tenfire çalışmaktır”59

Yüzyıllardır varlığını sürdüren problemlere zaman zaman ironiye varan bir dikkatle yaklaşan, insanlara ve yanlış davranış şekillerine sert eleştiriler getiren Akif, bunları yaparken çareler aramayı ve çözüm yolları teklif etmeyi de ihmal etmez. Ona

59 Sezai Karakoç, Mehmet Akif, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1985, s. 33.

31 göre Batı’yı körü körüne kabullenmek veya onu tamamen reddetmek yerine, Batı’nın gelişmiş bilimi ile İslam medeniyetinin özünü kaybetmeden buluşması, inanç sisteminin hurafelerle boğulmuş yapısından arındırılarak saf şekline dönmesi en başlıca çıkış yoludur. İslam inanç sisteminin özünün Batı’nın bilimiyle birleşmesi gerektiği bu sentezci anlayışın o dönem için yol gösterici ve gerçekçi olduğunu söylemek mümkündür.

Bunun yanı sıra Mehmet Akif, toplumun daha sıradan meseleleriyle de ilgilenmiş, sokaklar, insanlar, aileler, kadınlar, çocuklar sürdürdükleri hayat ve problemleri de onun sanatında kendilerine yer bulmuşlardır. İnci Engünün’ün de belirttiği gibi o, bu insan meselelerine çözüm yolları ararken kendini de halktan ayırmadan, onların dertlerini benimseyerek çare aramıştır:

“Bunu kendini ıstırap çeken fakir halktan ayırarak, nutuk söyleyerek gerçekleştirmez, halkın içine girer, onun derdini, sıkıntısını yaşar ve onun dili ile ifade eder. Halkın konuşması, sohbet, argo ve öfkeden bezginliğe kadar değişen bütün tonlarıyla şiirlerini meydana getirir.”60

Akif, bütün bu sosyal ve siyasî planda gelişen düşünceleri, toplumun aksayan yanlarını ve çeşitli problemleri, düzyazı şeklinde konu alacakken, manzum olarak ve dikkatli bir gözlemci kimliğiyle içinde yaşadığı hayata eğilerek ifade etmeyi tercih etmiştir. Mehmet Kaplan da bir yazısında, Safahat’ı manzum romana benzeterek şu şekilde değerlendirme yapmıştır:

“Sokak, ev, kulübe, saray, meyhâne, câmi, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mâzi, hâlihazır, hayal, hakikat, hemen hemen her şey, Akif’in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve bunları yalnız şiirin değil, edebiyatın bütün ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar,

60 İnci Enginün, “Mehmet Akif’te Irony”, Ölümünün 50. yılında Mehmet Akif Ersoy, Marmara Üniversitesi Yayınları No: 439, İstanbul, 1986, s.211-223.

32 portreler çizer, hikâyeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder.

Komik, trajik, öğretici, hamasî, lirik, hâkimane her edayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın ta kendisi yapar.”61

Belirtmek gerekir ki Akif’in ele aldığı konuların büyük bir kısmı şiirin tematik dünyasının dışında kalsa da o, düzyazının konu düzlemi içinde yer alan birçok problemi, manzum hikâye ve hatta dramatik sanata çıkan ifade araçlarıyla şiir formunda dile getirme yolunu seçmiştir. Örneğin,Safahat’ta “Hasta”, “Mahalle Kahvesi”, “Seyfi Baba”, “Küfe”, “Azim”, “Kocakarı ile Ömer”, “Dirvas””, “Köse İmam”, “Asım”,

“Süleymaniye Kürsüsünde” ve “Fatih Kürsüsünde” başta olmak üzere bu tür çok sayıda manzum hikâye, anekdot, diyalog ve fıkrayla karşılaşıyoruz.

Mirze Elekber Sabir’i bügünkü Sabir yapan özellikle onun satirik şiirleridir.

Toplumun özgürlüğü ve halkın kardeşliği, Türkçenin sade kullanılmasının ehemiyeti, köylü-işçi hakları gibi konular Mirze Elekber’in ele aldığı konuların başında gelmektedir. Ülkenin din konusunda söz sahibi kişilerin, mollaların sahtekârlığı, İslam coğrafyasının içler acısı durumu, kadınların toplum içerisindeki cefalı hâlleri, eğitim ve eğitim anlayışındaki büyük problemler, servet sahibi zenginlerin halka yaptıkları zulümler, toplumun her katmanındaki ahlakî çöküntüler şairin en çok üzerinde durduğu konulardır. Sabir, satirası ile tüm Şark âlemi için öyle bir ayna oluşturur ki, bu âlemin cahili de, nadanı da, dindarı da, kumarbazı da, ağası da, köylüsü de, işçisi de bu aynada kendi aksini görür. Kısaca şairin kendinin de dediği gibi:

Şairim, asrımın aynasıyım,

Bende her kes görür öz kaş gözünü;

Nece kim, dün “Birisi” baktı bana,

61 Mehmet Kaplan Mehmet Akif ve Hikâye Sanatı, Ankara, 2000, s. 174.

33 Gördü aynada ancak özünü.62

Fakat Sabir’in satira aynasında kendini görenler zaman zaman durumdan rahatsız olur, ders çıkarmak yerine şaire tehditler savururlar.

Niye bes böyle, bereldirsen, a kara gözünü?!

Yoksa bu aynada eğri görürsen özünü?!

-diyerek bu kişileri alaya alan şair, doğruları konuştukça ona düşmanlık besleyenlerin de sayısının arttığını vurgular:

Yaşadıkça çoğaldı düşmanımız, Ne edek doğru söyledi dilimiz!..63

O, haksızlığın, adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir dönemde her ne kadar tehlikeli olsa da doğruyu konuşmaktan asla geri durmaz, hayatının sonuna kadar da bu cesaretli tutumunu kaybetmez:

Derler utan, heç kese bir söz deme, Hak sözü derken utana bilmirem.64

Debistan mecmuasındaki arkadaşı E. Ceferzade’ye yazdığı mektubunda da bu konuda yaşadığı zorlukları Sabir’in kendi kaleminden okumuş oluyoruz:

“Kardeş, biliyor musun işler karışık. Mollalara, beylere, hanlara yazdığım

“şebedelerin” üstü açılıyor. Farklı imzayla yazsam da sözlerimden, imla-inşamdan, sözümün şivelerinden benim olduğumu anlıyorlar. Bana olmazın serzenişlerde bulunuyorlar. Ne edeyim? Şivemi, dilimi, mesleğimi değiştirirsem o zaman benim yazılarımın ne kıymeti kalacak? Ne olursa olsun, tuttuğum yoldan çıkmadan, ölene kadar kendi yazdığım şiirlerle halkı cehalet uykusundan uyandırmaktan vazgeçmeyeceğim!...”65

62 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, Bakü, 1980, s.283

63 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, Yazıçı Yayınları, Bakü, 1980, s.356

64 A.g.e., s.96

65 Abbas Zamanov, “Sabir hakkında hatıralar”, Muasırları Sabir hakkında, Bakü, 1962, s.202

34 İşte yaşanan tüm bu zorluklara rağmen Sabir, yaşadığı dönemin de şartları ile kendisini her an halkın karşısında hissetmiş, kalemini daha çok, topluma yararlı olacak şekilde, onların sorunlarına çare aramak, kurtuluş yolu bulmak, eğitici ve öğretici olmak yolunda kullanmıştır.