• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. SAFAHAT VE HOPHOPNAME’NİN GENEL TANITIMI 1.Safahat Hakkında 1.Safahat Hakkında

2.2.7. Köylü ve İşçi Sınıfı

Akif, döneminin köylü sınıfının zor şartlar altında hayatını nasıl sürdürdüğüne, köyün ve köylünün durumuna dikkat çekmeyi de ihmal etmemiştir. Köylüler, en iyi şekilde müstakil bir konu olarak “Asım”da ele alındığı için özellikle bu manzume üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyoruz. Burada İstanbul yakınlarındaki ve Konya’daki bir köyün durumu gözler önüne serilmektedir. Manzumede Köse İmam, Hocazade’ye geçmişte Ertuğrul, Osman ve Yıldırım gibi yiğitler doğuran vatanının

196 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.251.

109 ıssız, sahipsiz ve boynu bükük duruşunun onu nasıl üzdüğünü anlatır. Karşılığında Hocazade, Kartal’ın Karna köyünde gittiği bir köy düğününü tasvir eder. “Asım”da köylünün mevcut durumunun daha detaylı şekilde, gerçekçi tasvirlerle ele alındığı bölüm, dönemin köylü sınıfının içler acısı hâlini görmek açısından önemlidir:

Keşke, gitmem demiş olsaydım... İlâhi, o ne hâl, O nasıl maskara dernekti ki, tarifi muhal.

Topu kırk elli kadar köylü serilmiş bayıra, Bakıyor harmanın altındaki otsuz çayıra.

Bet beniz sapsarı bîçarelerin hepsinde;

Ne olur bir kişi olsun görebilsem zinde!

Şiş karın sıska çocuklar gibi, kollar sarkık;

Arka yusyumru, göğüs çökmüş, omuzlar kalkık.

Gözlerin busbulanık rengi, kapaklar şiş şiş;

Yüz buruşmuş, uzanmış, cebhe daralmış, gitmiş.

Gezecek yerde o avare nazarlar dalıyor;

Serilip düştü mü bir noktaya, kaldırması zor!

Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türk’ün, Düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün.

Gövde teşrihlere dönmüş, o bacaklar değnek;

Daha yaş yirmi iken eller, ayaklar titrek.

Öyle seksenlik adamlar aramak pek yanlış;

Kırk onun ömrüne son merhale olmuş kalmış.

Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu!

Bense İslam’ın o gürbüz, o civan unsurunu, Kocamaz, derdim, asırlarca, sorulsaydı eğer!...

110 Ne çabuk elden, ayaktan düşecekmiş o meğer!...197

Devamında ise köydeki güreş hazırlıkları ve güreş meydanına çıkan pehlivanların tasvirini görürüz. Yukarıdaki satırlarda canlı bir resim gibi sunulan köylüler kadar içler açısı bir durumda olan iki cılız güreşçi, çok sürmeden nefes nefese kalır ve güreş çabuk biter.

Yarı yan yatmış gelin arabasını tasvir eden Hocazade, böyle bir dönemde, çıplak ve kurak vadiye, kavruk ve yoksul köylülerin ortasına gelin gelen kıza üzüntüsünü de dile getirir. Bahsettiği bu vadi ise aslında önceleri böyle çorak bir yer olmamıştır.

Hocazade’nin geçmişi hatırlatması Köse İmam’ı da etkiler ve memleketinin geçmişte sağlıklı, bereketli, huzurlu ve neşeli, çalışma ve ibadetle geçirilen bir hayata sahne olduğunu aklına getirir:

-Deşme, oğlum, yaradır, hem de yürekler yarası...

- Neydi, ya Rabbi, otuz kırk sene evvel burası?198

Köse İmam, geçmişte bir paylaşma örneği olan köy düğünlerinin nasıl yapıldığını, bolluk ve neşe içinde geçtiğini de anlatır. O, düğüne gelenlerin birbirine candan hizmet ettiklerini, sevinç ve merhameti nasıl paylaştıklarını bir güreş sahnesi aracılığıyla dile getirdikten sonra Hocazade gibi köylülerin şimdiki durumunu anlatır:

Köylünün bir şeyi yok, sıhhati ahlakı bitik Bak o sırtındaki mintan bile tiftik.

Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri;

Nerde evvelki refahın acaba onda biri?199

Sonraki satırlarda elinde sadece damı çökmüş evi kalan köylünün arsasının rehin olduğunu, uzun zaman ekilmeyen toprağın da beklemekten çoraklaştığını öğreniyoruz.

Maddi durumu kötü olsa da sabahtan akşama kadar vaktini kahvede geçiren köylü, biraz

197 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hece Yayınları, Ankara, 1991, s. 362-363.

198 A.g.e., s.365.

199 A.g.e., s.366.

111 çalışıp kazandığı zaman da eline geçen kazancı har vurup harman savurmaktadır. Böyle sorumsuz bir hayat tarzına sahip olan bilgisiz, din konusunda da cahil köylü, sadece bayramlarda namaz kılmaktadır. Bu köyde eğitim de, işleyen bir eğitim kurumu da bulunmamaktadır. İnsanlar, köyün camisini ambar, okulu ise depo olarak kullanmaktadırlar. Elini-yüzünü bile yıkamayı bilmeyen köylüler arasında sıtma, içki, kumar ve fuhuş salgın oluşturduğu gibi, gün geçtikçe evlilik, nikâh da azalmaktadır.

Mehmet Akif, bu noktada köylülerin perişan durumu ile devletin güçsüzlüğü arasında sıkı bir bağ kurar ve devlete büyük sorumluluklar yükler. O, köylülerin perişan durumunu dikkatlere sunarken köylülerine bakamayan Osmanlı Devletini eleştirmiş olur. Çünkü devlet, idaresindeki her vatandaşın hâlini bilmek ve sıkıntılarını gidermekle yükümlüdür. Onun bu görüşü, “Kocakarı ile Ömer” ve “Dirvâs” adlı manzumelerinde de karşımıza çıkar.

“Asım”ın sonraki bölümlerinde, Köse İmam ile Hocazade’nin eğitimde mektep-medrese konusunu konuştukları zaman köylüler, eğitimin önemini anlayan ve çocuklarını okutmak için büyük fedakârlıklara katlanan insanlar olarak yansıtılır.

Hocazade, Konya’daki bir köyde yaşadığı olayı anlatarak Köse İmam’a medresenin yetiştirdiği insanların mektepten çıkmış aydınlar gibi halktan kopuk olmadığını söyler.

O, bir sene önce gittiği köyde köylülerin devlet tarafından gönderilen öğretmeni kovduklarını öğrenince, işin aslını bilmeden köylülere kızar. Olayın aslının farklı olduğu ise sonradan anlaşılır. Köylülerden Mestanlı Dayı, onların öğretmeni niye kovduklarını şöyle açıklar:

Köylü cahilse de hayvan mı demektir? Ne demek Kim teper nimeti? İnsan meğer olsun eşşek.

Koca bir nahiye titrettik, odunsuz yattık;

O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık.

Kimse evladını cahil komak ister mi, ayol?

112 Bize lâzım iki şey var: Biri mektep, biri yol.

Neye Türk’ün canı yangın; neye millet geridir;

Anladık biz bunu, az çok, senelerden beridir.

Sonra baktık ki hükümetten umup durdukça, Ne mühendis verecekler bize, artık, ne hoca.

Para bizden, hoca sizden deyiverdik... O zaman, Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah’ım aman!

Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı...200

Mestanlı Dayı’nın anlattıklarına göre köylüler gelen öğretmeni camiye gitmeyen, namaz kılmayan, oruç tutmayan, üstelik huysuzluğundan dolayı yanına kimsenin gitmediği kötü bir insan olduğu için kovmuşlardır. “Şehirli soysuz” olarak adlandırdıkları bu öğretmen, temizliğe önem vermeyen, sürekli sarhoş dolaşan biridir.

Mestanlı Dayı, bu öğretmeni daha önce köylerine gelen, bir kere bile potinleriyle seccadeye basmayan, kaba davranıp da köylüleri incitmeyen yabancı mühendislerle karşılaştırır. Bu yabancı mühendisler, ne kirli potinlerle seccadeye basmıştır ne kaba davranarak köylüleri incitmiştir. Sonda ise köylülerin böyle ahlak yoksunu bir öğretmene çocuklarını emanet etmektense cahil kalmalarına razı oldukları dile getirilir:

Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız.

Öyle devlet gibi, nimet gibi laflar bana vız!

İlmi yuttursa hayır yok bu musibetlerden...

Bırakın oğlumu, cahilliğe razıyım ben.201

Yüzyıllardan beridir süregelen haksızlığa, yolsuzluğa, adaletsizliğe, hürriyetsizliğe karşı mücadele başlatan Sabir, hâkim güçlerle yoksul, kimsesiz insanlar arasındaki mücadeleye seyirci kalmamış, tam tersi yoksulların, mazlumların,

200 A.g.e., s.380.

201 A.g.e., s.381.

113 kimsesizlerin yanında yer almış, bununla da yetinmemiş, onları uyanmaya, düşünmeye, mücadeleye, gayrete sevk etmiştir. Onun bu bağlamda ele aldığı işçilerin kendi hakları için sömürgeci ve işbirlikçi güçlere karşı verdikleri mücadele edebiyat tarihine yeni bir ruh, yeni bir konu getirmiştir. Sosyal hayatın ilerlemesinden doğan gerekli ve mecburi bir hâl olan bu tarihî mücadele zamanı zengin kapitalistler, ayaklanan yoksul işçilere ve onlara katılmak isteyen yeni kitlelere hadlerini bildirmek istemiş, zaman zaman aralarında ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Bu süreç Sabir’in şiirlerinde kendine sık sık yer bulmuştur:

Fe‘le, bana bir söyle, neden hürmetin olsun?

Ahı ne sebep söz demeye kudretin olsun?

El çek, bala, devletlilere hizmetin olsun.

Az-çok sana verdiklerine minnetin olsun!..

Bu çarkı felek tersine devran edir imdi, Fe‘le de özün dâhilî insan edir imdi. 202

İşçilerin sosyal ve siyasî haklarının elde edilmesi için birlik olması, sanayi ve maden sahiplerine karşı gelmeleri, isyan çıkararak kendi haklarını istemeleri, onları hayrete düşürmüş, telaşlandırmıştır. İşçi ile iş sahipleri arasındaki bu çatışma bir bakıma zengin ve yoksullar arasında sınıf mücadelesi olmuştur. Sanatçı, ülkedeki işçilerin durumlarını göstermek için halkın yaşayışından canlı sahneler oluşturmuş ve bu vesileyle de zengin iş sahiplerinin gerçek yüzlerini göstermiştir. Herkesi cebindeki paranın miktarı ile ölçen bu zenginlere göre insanın hayatta kendi derecesini, yerini, insanlığını anlaması için emeğine, zekâsına, hizmetine değil, cebindeki paraya bakılmalıdır:

Fe‘le! özünü sen de bir insan mı sanırsan?!

Pulsuz kişi, insanlığı âsan mı sanırsan?!”

202 Mirze Elekber Sabir, Hophopname, I Cilt, Şark-GarpYayınları, Bakü, 2004, s.48.

114 İnsan olanın câhü celalı gerek olsun,

İnsan olanın devleti, mali gerek olsun,

Hümmet demirem, evleri âli gerek olsun?!” 203

Ülkenin bütün servetinin, yaşayış imkânlarının bir avuç beylerin, ağaların, tüccarların, yüksek makam sahiplerinin elinde olduğu ve servetle emek arasında keskin bir çizginin bulunduğu bu dönemde ne yazık ki kanun da burjuva sınıfına hizmet etmiştir. Şiirin devamında yaşamlarını insanların haklarını yiyerek sürdüren bu ağaların ve beylerin daha da ileri giderek yoksul işçileri nasıl aşağıladıklarına şahit oluyoruz:

Her meclis-i âlide sokulma tez araya, Sen dur ayak üste, deme bir söz ümeraya, Caiz değil insanca danışmak fukaraya?!

Devletlilere kendini yeksan mı sanırsan?!

Ahmak kişi insanlığı asan mı sanırsan?204

Sabir, işverenle işçi mücadelesinin yanı sıra döneminin zengin sınıfını oluşturan han, bey, toprak sahipleri ile köylü arasındaki çatışmaya da şiirlerinde yer vermiştir.

Örneğin şairin “Ekinci” şiirinde yaşanan afetler nedeniyle emekleri boşa giden, ekininden verim alamayan, ailesi de kendi de aç kalan, evindeki halıyı, kilimi satmaya mecbur bırakılan çiftçiye onları kölesi olarak gören ve istismar eden toprak sahibi şunları söylemektedir:

Hoş geçmedi yıl çöllüye, dehgâne, ne borcum?

Yağmadı yağış, bitmedi bir dane, ne borcum?

Esti kara yel çeltiğe, bostana, ne borcum?

Gitti bana ne fe‘leliyin bade, ekinci?!

Lağ lağ danışıp başlama feryada, ekinci! 205

203 A.g.e., s. 100.

204 A.g.e., s.100.

205 A.g.e., s.113.

115 Başkalarına yaşam hakkı tanımayan, her zaman hazıra konmak isteyen ve başkalarının sırtından geçinen bu fırsat düşkünleri halkı ezmekte, hatta onları insan olarak görmemektedirler:

Çiftçi babasın, buğdayı ver, darı yersin, Su olmasa, kışta eritip karı yersin, Taştan yumuşak zehir nedir, marı yersin, Öyreşmemişsin et-yağa dünyada, ekinci!

Hayvan gibi ömür eylemişsin sade, ekinci! 206

Yukarıda anlatılan durum şairin “Neylerdin İlâhî?” adlı şiirinde de yer almaktadır. Bu şiirde “Taş kalpli insanları neylerdin, ilâhi?!”-diyen yoksul köylü, artık isyan etmektedir. İtirazı ise sadece zengin hanlara, beylere değil, aynı zamanda onların uyguladıkları kurallara ve çıkardıkları kanunlaradır:

Bağın, ekinin hayrını beyler görecekmiş, Tohum ekmeye dehganları neylerdin, ilâhi?!

İş rençperin, güç öküzün, yer özününki, Beyzadeleri, hanları neylerdin, ilâhi?!207

Göründüğü gibi uzun süre çözüme ulaştırılamayan insanlar arasındaki bu sınıf farkı, emek istismarı, özellikle de işçilerin ve köylülerin bu perişan durumu hem Akif hem de Sabir’in dikkatinden kaçmamış, her iki şair de konuyu sık sık dile getirerek adaletli bir düzenin sağlanmasını istemişlerdir.